27 Eylül 2005
<B>GEÇEN </B>hafta <B>Washington D.C.</B>’de Amerikalı bürokrat ve analistlerin, çeşitli ülkelerden akademisyenlerin ve diplomatların katıldığı <B>‘Türkiye ve AB Dışındaki Komşuları’ </B>başlıklı bir toplantıya/beyin fırtınasına katıldım. Gerek tartışmalar sırasında, gerek özel sohbetlerde ortaya çıkan bazı görüşleri okurlarla paylaşmak istiyorum.
Zira, yazılarımı bir nebze okuyanlar bilirler ki, benim tahminlerime göre Türkiye’nin gelecekteki konumunu AB değil, komşuları belirleyecek.
Ortaya çıkan görüşleri aktarmadan önce açıkça belirteyim ki; ifade edilen görüşler şahısların çalıştığı kurumlara değil, kendilerine ait kişisel görüşlerdir.
* * *
IRAK:
Doğal olarak ‘Türkiye ve Komşuları’ başlığı herkesin aklına ilk önce Irak’ı sokuyor. Sanırım, ‘Türkiye-Irak ilişkileri’ denince de esasen akla ‘Türkiye-ABD ilişkileri’ geliyor.
İlginçtir, artık ‘Türkiye-ABD ilişkileri’ kavramı sınır komşularının ilişkilerini kapsıyor!
Irak uzmanları, ABD’nin Irak’ta dirlik ve düzen kuramadığını kabul ediyorlar.
Ancak, benim kavrayamadığım bir şekilde hálá ‘umutlular!’
Şahsi gözlemime göre ABD’li analistlerin meseleye hálá ‘gurur meselesi’ olarak baktıklarını söylemek mümkün.
Ancak, değişik önerileri dinlemeye de her zamankinden fazla hazırlar.
Türkiye’nin bir Irak politikası olmadığı konusunda ise hemen herkes hemfikir.
Irak kendi geleceğini açıkça tayin edemediği için Türkiye’nin açık bir politikası olamayacağını, ABD’nin belirgin bir politikasının olmadığı süreçte Türkiye’nin ‘Irak politikası’ geliştirmesinin mümkün olamayacağını düşünenler de var.
Kürt uzmanları da Kuzey Irak için ABD’den sonra en önemli ülkenin Türkiye olduğunu söylüyorlar. Onlara göre 1991’den beri Kuzey Irak’ta atılan her adımda ‘Türkiye ne der?’ sorusu muhakkak soruluyor. Kuzey Irak, Türkiye’ye bir sürü soru işaretiyle bakıyor ama geleceğinde Türkiye’nin rolünü hiçbir Kürt inkár etmiyor.
* * *
Başbakan’ın ‘Kürt sorunu’ açılımı çok olumlu bulunmuş. Ama, Başbakan’ın açılımının içini dolduramadığı da genel kabul görüyor.
Irak üzerine yapılan tartışmalarda PKK sorunu, ABD’liler tarafından ‘tabii ki ABD bir terör örgütü; ama şu anda onunla uğraşacak vakit ve enerjimiz yok’ mealli klasik söylemle geçiştiriliyor.
ABD’li yetkililer, PKK’nın ‘1 Mart Tezkeresi’ne karşı bir intikam aracı olarak tutulduğunu ise şiddetle reddediyorlar.
Ancak özel sohbetlerde; her ne kadar hem Barzani, hem de Talabani taraftarları PKK’dan nefret etseler dahi Kürtler arasında, Türkiye’nin PKK bahanesiyle tüm Kürtler üzerinde geçmişte devamlı baskı uyguladığı duygusunun hákim olduğu, Kuzey Irak’ta geçmişin hálá acı bir hatıra olarak algılandığı, eğer ABD PKK’ya karşı bir harekát yaparsa Kuzey Irak’taki Kürtlerin, PKK’yı sevmemelerine rağmen, bunu kendilerine karşı bir harekát olarak algılayacakları söyleniyor.
* * *
ABD, Irak’ta tek müttefiki olarak gördüğü, çağdaş dünyaya uyum gösterme çabalarının bölgede en yüksek insanlar olduğuna inandığı Kürtleri ürkütmemek için PKK’ya karşı bir harekáta girişmek istemiyor!
(Yarın: İran)
Yazının Devamını Oku 25 Eylül 2005
<B>STATÜKO,</B> Türkçe’de karşılığı tek bir kelimeyle ifade edilemediği için, yabancı olmasına rağmen dilimize yerleşmiş bir kelime. Üstelik, bizim gibi kavganın bol olduğu bir ülkede, siyasi arenada devamlı mücadele veren taraflardan birini doğru ifade ettiği için de sık kullanılıyor.
Statü, sözlük anlamıyla, ‘hal, vaziyet, ahval’ demek.
Statüko ise ‘muayyen veya değişmeyen hal ve vaziyet’ anlamı taşıyor.
Hatta kelime Türkçe’de ‘istatüko’ olarak da kullanılıyor.
* * *
Referandum öncesi KKTC’de değişime direnenler için ‘statükocular’ terimini medyada ilk kez ben kullanmıştım.
Statükoculuğu da, ‘çözümsüzlüğü çözüm olarak görenler’ sözleriyle tarif etmiştim.
‘Statüko’ ve ‘çözümsüzlüğü çözüm olarak görmek’!
Her ikisi de sonradan medyaya yerleşti ve artık sadece Kıbrıs için değil, benzer diğer durumlarda da kullanılıyor.
Bugün de statükonun ülkemizde garabet bir özelliğine değinmek istiyorum.
Ülkeyi statüko değiştiriyor!
Ülke Tanzimat’tan beri değişimi isteyenler ve değişimi istemeyenler (statükocular) arasındaki mücadeleyle kendi iç dinamiğini buluyor.
Bizde gelişim motorunu oluşturan temel çelişki, hiçbir zaman proletarya-burjuvazi arasında oluşmadı. Türk-Kürt çelişkisi ve dahi laik-İslamcı çelişkisi de, zaman zaman yarattığı sert tepkilere rağmen hiçbir dönemdebelirleyici temel çelişki olmadı. Olsa olsa bunlar temel çelişkinin alt katmanları oldular.
* * *
Dünyada yaşanan sanayi devrimi sırasında kimliği yırtılan Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti sarmalı, 200 yıldır kendine sosyal-siyasi-ekonomik katmanların hepsini kavrayacak yeni bir kimlik ararken hep ‘statüko’ ile ‘değişim’ ikilisinin mücadelesi arasında gidip geliyor!
Bazen statükonun, bazen de değişimcilerin kazandığı 200 yıllık mücadelemizde çok ilginç bir unsur; değişimcilerin kazandığı durumlarda, başarının değişimcilerin özel gayretinden çok statükocuların taktiklerinden kaynaklanıyor olmasıdır!
Ben sadece yakın tarihimizde yer alan üç örneği sayacağım:
1) Turgut Özal’ı, onu istemeyen Kenan Evren yaratmıştır!
2) Recep Tayyip Erdoğan’ı, onu hapse mahkûm edenler Başbakan yapmıştır.
3) Resmi görüş dışında ifade edilen ‘Ermeni meselesi’ ile ilgili görüşlerin dünya çapında ilgi bulmasını, yine değişime direnen statükocular temin ettiler.
* * *
Statükocular, iddialarıyla ilgili olarak gereğinde ayıbı, ahlak/hukuk dışı davranışı, üçkáğıtçılığı göze alabiliyorlar; ama hep bir özelliklerine mağlup oluyorlar!
Çapsız ama çok çapsızlar!
Analiz yapmayı bilmedikleri, bilimsel esneklikten zerre kadar nasiplerini almadıkları, duyguları (hırsları) ile karar verdikleri gibi aynı zamanda zırcahiller!
Basit hesapları hep karşı tarafa yarıyor.
Yaşasın statüko!
Yazının Devamını Oku 25 Eylül 2005
STATÜKO, Türkçe’de karşılığı tek bir kelimeyle ifade edilemediği için, yabancı olmasına rağmen dilimize yerleşmiş bir kelime.Üstelik, bizim gibi kavganın bol olduğu bir ülkede, siyasi arenada devamlı mücadele veren taraflardan birini doğru ifade ettiği için de sık kullanılıyor.Statü, sözlük anlamıyla, ‘hal, vaziyet, ahval’ demek.Statüko ise ‘muayyen veya değişmeyen hal ve vaziyet’ anlamı taşıyor.Hatta kelime Türkçe’de ‘istatüko’ olarak da kullanılıyor.* * *Referandum öncesi KKTC’de değişime direnenler için ‘statükocular’ terimini medyada ilk kez ben kullanmıştım. Statükoculuğu da, ‘çözümsüzlüğü çözüm olarak görenler’ sözleriyle tarif etmiştim.‘Statüko’ ve ‘çözümsüzlüğü çözüm olarak görmek’!Her ikisi de sonradan medyaya yerleşti ve artık sadece Kıbrıs için değil, benzer diğer durumlarda da kullanılıyor.Bugün de statükonun ülkemizde garabet bir özelliğine değinmek istiyorum.Ülkeyi statüko değiştiriyor!Ülke Tanzimat’tan beri değişimi isteyenler ve değişimi istemeyenler (statükocular) arasındaki mücadeleyle kendi iç dinamiğini buluyor.Bizde gelişim motorunu oluşturan temel çelişki, hiçbir zaman proletarya-burjuvazi arasında oluşmadı. Türk-Kürt çelişkisi ve dahi laik-İslamcı çelişkisi de, zaman zaman yarattığı sert tepkilere rağmen hiçbir dönemde belirleyici temel çelişki olmadı. Olsa olsa bunlar temel çelişkinin alt katmanları oldular.* * *Dünyada yaşanan sanayi devrimi sırasında kimliği yırtılan Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti sarmalı, 200 yıldır kendine sosyal-siyasi-ekonomik katmanların hepsini kavrayacak yeni bir kimlik ararken hep ‘statüko’ ile ‘değişim’ ikilisinin mücadelesi arasında gidip geliyor! Bazen statükonun, bazen de değişimcilerin kazandığı 200 yıllık mücadelemizde çok ilginç bir unsur; değişimcilerin kazandığı durumlarda, başarının değişimcilerin özel gayretinden çok statükocuların taktiklerinden kaynaklanıyor olmasıdır! Ben sadece yakın tarihimizde yer alan üç örneği sayacağım:1) Turgut Özal’ı, onu istemeyen Kenan Evren yaratmıştır!2) Recep Tayyip Erdoğan’ı, onu hapse mahkûm edenler Başbakan yapmıştır.3) Resmi görüş dışında ifade edilen ‘Ermeni meselesi’ ile ilgili görüşlerin dünya çapında ilgi bulmasını, yine değişime direnen statükocular temin ettiler.* * *Statükocular, iddialarıyla ilgili olarak gereğinde ayıbı, ahlak/hukuk dışı davranışı, üçkáğıtçılığı göze alabiliyorlar; ama hep bir özelliklerine mağlup oluyorlar!Çapsız ama çok çapsızlar! Analiz yapmayı bilmedikleri, bilimsel esneklikten zerre kadar nasiplerini almadıkları, duyguları (hırsları) ile karar verdikleri gibi aynı zamanda zırcahiller!Basit hesapları hep karşı tarafa yarıyor.Yaşasın statüko!
button
Yazının Devamını Oku 22 Eylül 2005
<B>DÜN </B>Irak’ta son 2 yıldır yaşanan gelişmeleri özetleyen gazete alıntıları yaptım. Ben 1 Mart tezkeresinden beri ‘Türkiye’nin önleyemediği, engel olamadığı ama hemen dibinde çığırından çıkan savaşa kendine sıçramadan aktif olarak müdahale etmek zorundadır’ tezini bıkmadan ve usanmadan ifade ediyorum.
Irak’ta ‘kör göz parmağına’ iç savaş maalesef çıktı ve çapsız ABD askerleri beklendiği gibi denetimi iyice elden kaçırdılar.
* * *
Benim savunduğum görüşe göre:
‘1) Irak’ın toprak bütünlüğü Türkiye, Kuzey Irak ve ABD’nin ortak çıkarıdır.
2) İran ve El Kaide’nin bölgede güçlenmesi, tüm Arap aleminin aleyhinedir.
3) İç savaş, Avrupa (petrol) ve İsrail’i de büyük çapta olumsuz
etkileyecektir.
4) O halde Türkiye; Mısır, Fas, Cezayir ve benzer Müslüman ülkelerin ortak
harekátına liderlik etmelidir! NATO’yu da bölgeye davet etmelidir!
5) ABD çoktan pes etti, böyle bir yardıma ‘hayır!’ diyemez. Türkiye bu şekilde kurulacak geniş bir koalisyona liderlik etmek istediğini ivedilikle tüm dünyaya ilan etmelidir.
6) Irak’ta anayasa oylaması ancak böyle bir koalisyon kurulup, koalisyonun askeri birlikleri ‘Irak’ın toprak bütünlüğünü’ korumak amacıyla Irak’a girdikten sonra yapılmalıdır. Gerekirse referandum için 15 Ekim tarihi ertelenebilir.
7) Koalisyon birlikleri, Irak’ın toprak bütünlüğü için sadece garantör olarak kalmamalı, Irak vatandaşlarının asker ve polis olarak eğitimini de üstlenmelidir.
8) Tıpkı 1 Mart Tezkeresi öncesi yapılan anlaşmalarda olduğu gibi, Türkiye Kuzey Irak’ta PKK bölgelerinde serbest harekát yapabilmelidir!’ (Hürriyet-4
Eylül 2005)
* * *
Nihayet Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da ifade ve teklif ediyor ki:
‘Irak’ın sıkıntısı ortada, düzenli bir ordusu ve polis gücü yok. İster istemez ABD ve koalisyon güçleri kendisine yardımcı olmalı. Eğer uluslararası teröre karşı ortak mücadele verilecekse, Afganistan’da aynı şekilde bu süreç isletilmişse, kaldı ki biz orada ISAF’ın iki kez komutasını ele aldık, buna benzer bir sürecin Irak’ta da işletilmesi lazım. PKK terör örgütünü Irak’ta kabul edip buna müdahale etmemek, bu sürece gölge düşürür.
Bizim beklentilerimiz devam ediyor ama henüz somut adımlar atılmamıştır.’
(Hürriyet-18 Eylül 2005)
* * *
Memnuniyetle görüyorum ki, nihayet Başbakan ülkeyi ve partisini saran hurafelerin dışına çıkıp, Türkiye’nin milli çıkarlarını ön plana çıkaran riskli ama kaçınılmaz bir teklifi ilgili taraflara sunuyor. Ülkeyi yönetenlerin zaman zaman popüler ön-kabullerin dışına çıkıp, kendilerini riske atmak uğruna bazı zorunlu kararlar alma mecburiyetleri vardır.
* * *
Türkiye adına akıl yoranlar şu gerçeklerle yüzleşmek zorundadırlar:
1) Türkiye’nin Kuzey Irak’a müdahalesi ABD’nin değil, kendi çıkarları içindir.
2) Irak’ta iç savaş ilan eden unsurlar, aralarında işgale karşı koyan millici unsurlar olmasına rağmen, hakim unsur olarak (El Kaide) bağımsızlık savası değil, ideolojik savaş yapmaktadırlar.
3) Zaten iç savaş ABD’ye karşı değil, Şiilere karşı ilan edilmiştir.
4) Bu hali ile ABD Irak’tan çıksa dahi, Irak’ta artık iç savaş devam edecektir.
5) İdeolojik iç savaş eninde sonunda Türkiye’ye de bulaşacaktır.
Yazının Devamını Oku 22 Eylül 2005
DÜN Irak’ta son 2 yıldır yaşanan gelişmeleri özetleyen gazete alıntıları yaptım.Ben 1 Mart tezkeresinden beri ‘Türkiye’nin önleyemediği, engel olamadığı ama hemen dibinde çığırından çıkan savaşa kendine sıçramadan aktif olarak müdahale etmek zorundadır’ tezini bıkmadan ve usanmadan ifade ediyorum.Irak’ta ‘kör göz parmağına’ iç savaş maalesef çıktı ve çapsız ABD askerleri beklendiği gibi denetimi iyice elden kaçırdılar.* * *Benim savunduğum görüşe göre:‘1) Irak’ın toprak bütünlüğü Türkiye, Kuzey Irak ve ABD’nin ortak çıkarıdır. 2) İran ve El Kaide’nin bölgede güçlenmesi, tüm Arap aleminin aleyhinedir.3) İç savaş, Avrupa (petrol) ve İsrail’i de büyük çapta olumsuzetkileyecektir.4) O halde Türkiye; Mısır, Fas, Cezayir ve benzer Müslüman ülkelerin ortakharekátına liderlik etmelidir! NATO’yu da bölgeye davet etmelidir!5) ABD çoktan pes etti, böyle bir yardıma ‘hayır!’ diyemez. Türkiye bu şekilde kurulacak geniş bir koalisyona liderlik etmek istediğini ivedilikle tüm dünyaya ilan etmelidir.6) Irak’ta anayasa oylaması ancak böyle bir koalisyon kurulup, koalisyonun askeri birlikleri ‘Irak’ın toprak bütünlüğünü’ korumak amacıyla Irak’a girdikten sonra yapılmalıdır. Gerekirse referandum için 15 Ekim tarihi ertelenebilir.7) Koalisyon birlikleri, Irak’ın toprak bütünlüğü için sadece garantör olarak kalmamalı, Irak vatandaşlarının asker ve polis olarak eğitimini de üstlenmelidir.8) Tıpkı 1 Mart Tezkeresi öncesi yapılan anlaşmalarda olduğu gibi, Türkiye Kuzey Irak’ta PKK bölgelerinde serbest harekát yapabilmelidir!’ (Hürriyet-4Eylül 2005)* * *Nihayet Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da ifade ve teklif ediyor ki:‘Irak’ın sıkıntısı ortada, düzenli bir ordusu ve polis gücü yok. İster istemez ABD ve koalisyon güçleri kendisine yardımcı olmalı. Eğer uluslararası teröre karşı ortak mücadele verilecekse, Afganistan’da aynı şekilde bu süreç isletilmişse, kaldı ki biz orada ISAF’ın iki kez komutasını ele aldık, buna benzer bir sürecin Irak’ta da işletilmesi lazım. PKK terör örgütünü Irak’ta kabul edip buna müdahale etmemek, bu sürece gölge düşürür.Bizim beklentilerimiz devam ediyor ama henüz somut adımlar atılmamıştır.’(Hürriyet-18 Eylül 2005)* * *Memnuniyetle görüyorum ki, nihayet Başbakan ülkeyi ve partisini saran hurafelerin dışına çıkıp, Türkiye’nin milli çıkarlarını ön plana çıkaran riskli ama kaçınılmaz bir teklifi ilgili taraflara sunuyor. Ülkeyi yönetenlerin zaman zaman popüler ön-kabullerin dışına çıkıp, kendilerini riske atmak uğruna bazı zorunlu kararlar alma mecburiyetleri vardır.* * *Türkiye adına akıl yoranlar şu gerçeklerle yüzleşmek zorundadırlar:1) Türkiye’nin Kuzey Irak’a müdahalesi ABD’nin değil, kendi çıkarları içindir.2) Irak’ta iç savaş ilan eden unsurlar, aralarında işgale karşı koyan millici unsurlar olmasına rağmen, hakim unsur olarak (El Kaide) bağımsızlık savası değil, ideolojik savaş yapmaktadırlar.3) Zaten iç savaş ABD’ye karşı değil, Şiilere karşı ilan edilmiştir.4) Bu hali ile ABD Irak’tan çıksa dahi, Irak’ta artık iç savaş devam edecektir.5) İdeolojik iç savaş eninde sonunda Türkiye’ye de bulaşacaktır.
button
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2005
<B>BUGÜN </B>gazetelerden bazı alıntılar yapacağım. <B>Yarın, 2006’da Türkiye’ye sıçrayacağına inandığım yangına engel olmak için önerilerimi tekrar edeceğim: * * *
‘El Kaide örgütünün Irak’taki lideri Ebu Musab Zerkavi, Irak’taki Şiilere karşı ‘topyekûn savaş’ ilan etti...
...Zerkavi, bir internet sitesinde yayımlanan ses kaydında, ‘Mezopotamya’daki El Kaide örgütü, Irak’ın tüm bölgelerindeki Şiilere karşı savaş ilan etmiştir’ ifadesini kullandı...’ (E-kolay.net-haber:14.09.05)
* * *
2003’ten beri aynı şeyleri yazıyorum. Tam iki yıl önce yazdıklarım aynen şöyle:
‘...Türkiye’nin, artık ABD’nin baş edemediği açık seçik belli olduğu bir ortamda Irak’a müdahale etmemesi ister istemez..:
...2) Yangının tamamen kontrol dışına çıkması durumunda: a) radikal Şiilerin veya b) Baasçıların Irak’a egemen olması, hatta c) kaosun (El Kaide) yerleşik düzen haline gelmesi,
3) Kuzey Irak’ta: a) Kürtlerin asli ABD müttefiki haline gelmesi veya b) kaos ortamında hem kendi aralarında kapışmaları, c) hem de güneyden (Şiiler veya Baas tarafından) tekrar kuşatılmaları, Türkmenlerin tamamen yalnız kalması,
4) Kuzey Irak’ta (3a) şıkkının egemen olması durumunda orada kişi başına milli gelir en kötü 2.000 dolara çıkarken, bizim Kürtlerimizin 400 dolarda kalması,
5) ABD’nin ‘Suyun (Dicle-Fırat) sahibi, kaynağın bulunduğu ülkedir (Türkiye)’ doktrininden ‘İlgili her ülkeye (Kuzey Irak) ihtiyacı kadar su vermek gerekir’ doktrinine geçmesi,
6) PKK/KADEK’in ‘gün olur lazım olur!’ politikası ile bir kenarda hazır tutulması demektir.’ (Hürriyet- 22 Eylül 2003)
Bu ayın başında ise şu gözlemlerde bulundum:
‘Görünen odur ki; Ebu Musab el-Zerkavi yönetimindeki El Kaide militanları anayasa referandumunu cihada çevirecekler ve Sünni kitleler üzerindeki etkinliklerini şimdi daha da artıracaklar. Hele hele iddialar doğru çıkar ve Sünni bölgelerdeki anayasa oylamasını etkilemek için Sünni eyaletlere Şiiler nüfus yüklemesi yapmaya kalkarlarsa şiddet beter azıtacaktır.’ (Hürriyet- 1 Eylül 2005)
‘... İç savaş çıkması durumunda:
1) Şiiler kendi ‘İran’larını kurmaya kalkacaklar ve İran bölgede etki alanını daha da genişleterek Türkiye’yi tehdit eder hale gelecek. İran, İsrail ile açık bir çatışmaya girebilir ve tüm bölgeye ideolojik liderlik yapmaya soyunabilir.
2) Sünni bölge tamamen El Kaide toprakları haline gelebilir. Afganistan’daki İslamcı terörü bitirme iddiası El Kaide’nin Ortadoğu’nun ortasına, Türkiye’nin dibine yerleşmesi ile sonuçlanabilir.
Unutulmamalıdır ki, El Kaide’nin ideolojik amacı önce İslam dünyasında, sonra tüm dünyada Vehhabi-Selefi bir öz-İslam düzeni kurmaktır.
3) Petrol gelirinden yoksun kalan Sünniler (El Kaide denetiminde) ve ideolojik yaptırım peşinde koşan Şiiler, Kuzey Irak’a (Kürt Federasyonu’na) saldırabilirler.
4) Şiileri baş düşman gören El Kaide, Şiilere zaten saldırmaktadır.
5) ABD; İran ve Suriye’deki rejimleri yıkmak için bu ülkelerdeki Kürt unsurları kışkırtmak amacıyla başta PKK olmak üzere Kuzey Irak’taki tüm unsurları kullanmaya kalkabilir... Sünniler hem Şiiler, hem de Kürtlerle mücadele edecekler. (Hürriyet-4 Eylül 2005)
(Yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2005
<B>RAHMETLİ </B>tiyatrocu <B>Muammer Karaca, </B>her kış komünizmin geleceği korkusuyla yaşanan 60’lı-70’li yıllarda oynadığı bir oyunda, sık sık yaptığı gibi aniden oyun metninden ayrılır ve tuluata başvurarak mealen der ki: - Komünizm gelecek diye katiyen korkmayın. Gelse bile biz onu kendimize benzetiriz!
* * *
2000’li yılların başında Türkiye’deki bir sürü kamu kurumunun siyasiler tarafından popülist çıkarlar için kullanılması ve böyle kurumların kaynaklarının çarçur edilmesi nedeniyle doğan olağanüstü görev zararlarının milletin sırtına bindirilmesi ülkeyi krize sokunca, birileri ortaya yeni bir fikir attı:
- Bazı kamu kurumlarının yönetimini siyasetin sultasından kurtarmak için onlara özerklik verelim!
Özerklik kazanan kuruluşların yönetimine siyasiler karışmayacak, kendi kurumları tarafından seçilecek yöneticiler, siyasilerin onları görevden almasından korkmadan kurumları yöneteceklerdi. Siyasiler, kamu kurumlarının yöneticileri üzerinde baskı uygulayamayacaklardı.
Özerklik, çağdaş dünyanın yarattığı bir yönetim kavramı idi ve biz de ona sarılmalı idik! Ancak, sonradan belli oldu ki siyasiler;
- Madem özerklik geliyor, onu da kendimize benzetiriz, demişler.
İşte bir örnek.
* * *
Trakya Birlik de özerk statüde örgütlenmiş bir kamu kurumu.
Ayçiçeği konusunda kilit bir kuruluş ve Trakya’nın kalbi.
Trakya Birlik, bağlı kooperatiflerinin önce kendi aralarından seçilen delegelerin seçtikleri yönetim kurulu tarafından yönetiliyor.
Seçilmiş yönetim kurulu da Trakya Birlik’e bir genel müdür seçiyor ve hep birlikte Trakya Birlik’i yönetiyorlar.
Trakya Birlik’in son genel müdürü Cemalettin Uslu idi. Cemalettin Uslu, Trakya Birlik’te 25 yıldır çalışıyordu ve son 10 yıldır genel müdür idi.
10 yıllık genel müdürlük süresinin bitimine sadece 2 ay kala yönetim kurulu tarafından görevden alındı.
Genel müdürü, yönetim kurulu seçmişti, görevden alması da en doğal hakkı idi. Ancak, süresini tamamlamaya sadece 2 ay kala görevden alınması için ya bariz bir yolsuzluk yapmış olması, ya da kuruma büyük zarar vermiş olması gerekir.
Merak ettim, araştırdım. Genel Müdür Cemalettin Uslu döneminde:
- Trakya Birlik, Türkiye ayçiçeği rekoltesinin yüzde 70’ini üreticisinden peşin parayla satın alan bir kuruluş haline gelmiş.
- Ortaklarına 100 trilyon TL’nin üzerinde kredi dağıtır bir kurum olmuş.
- Ürettiği mamullerin satışlarını yüzde 100 artırarak rafine ve margarin toplam satışını 100.000 (yüz bin) ton seviyelerine çıkarmış.
- Türkiye’nin en önemli 100 kuruluşundan biri olmuş.
- 165 bin ton/yıl ayçiçeği kırma kapasitesi 270 bin tona (yatırım devam ediyor) çıkarılıyor. 45 bin ton/yıl olan rafine yağ üretim kapasitesi 87 bin ton/yıla çıkarılmış.
Trakya’da genel dedikodu, yönetim kurulu ile AKP milletvekillerinin siyasi ortaklık kurarak siyasi mülahazalarla genel müdürü görevden aldıkları yönünde!
Görev süresinin bitimine sadece 2 ay kala Yönetim Kurulu Genel Müdürü, neden görevden alındı? Trakya’da bu soru, derin dedikodu yaratıyor.
Yazının Devamını Oku