Cüneyt Ülsever

Çapsız meddahlar ülkesi

4 Haziran 2006
"ATABEY çetesi" ya karşılıklı kumpas kurma oyununun ne kadar basit seviyeye indiğinin tipik göstergesi, ya da ardında dáhiyane bir arka plan var. Açık konuşalım:

Birileri Recep Tayyip Erdoğan’a, birileri de Yaşar Büyükanıt’a kumpas kuruyor.

Belki de birileri ikisini birden hedefine almış vaziyette.

Ortada kişilere yönelik bir sürü kumpas var. Ama olan kurumlara oluyor.

TSK da, hükümet de, devlet aygıtı da feci halde yara almakta!

* * *

"Atabey çetesi hakkında belgeleri"
ihtiva eden sarı zarfı gazetecilere Genelkurmay önünde verenlerin akıl seviyesi bu kadar düşük olmasa gerek!

Birileri "Atabey çetesi"ni hükümetin önüne yem olarak atıp, birkaç gün içinde bizzat hükümetin gazetecileri Genelkurmay’a yönlendirdiği intibaı yaratarak, hükümetin başta kazançlı çıktığı görüntüsü veren bir çete oyununda, son perdede hükümeti derdest etmeye çalışabilir mi?

Hükümet hem kumpas kuran, hem de kumpaslarını aptalca planlayan bir duruma düşebilir mi?

* * *

Ortada devletin gayri nizami saldırılara (terör) karşı yarattığı kanser arasında sonradan metastaz yapmış bir sürü tümör (çete) var ama bunların ne kadar etkin olduğu, ne kadarının çeşitli mizansenlerde kullanıldığı belli değil.

Ben "Atabey çetesi"nin tüm bulgulara rağmen ciddi bir çete olduğunu düşünemiyorum.

Evet, böyle "durumdan vazife çıkaran" bir sürü "çete" var ama bu "çete" çok perişan bir görüntü veriyor. Allah esirgesin ama Başbakan vuracak çapta gözükmüyorlar!

Ortaya konan görüntüleri bir araya koyunca kendimi ciddi bir tiyatroda bile değil, anaokulu müsameresinde veletlerin meddah olduğu bir oyun seyrediyormuş gibi hissediyorum!

* * *

- Ey sen hükümet; TSK bağlantılı birilerinin aleyhine kumpasa girdiğini mi göstermek istiyorsun?

- Al sana, hemen hazırda bir çete verelim!

- Hatta çete istediğin gibi TSK soslu olsun.

- Ama sonrasına karışmam.

- Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olma!

-
Bak, Danıştay cinayeti ardından yüzbaşı kumpasına balıklama atladın, sonra şiştin kaldın!

* * *

Türkiye’de ya yüksek seviyede oyunlar oynanıyor, ya da yıllar içinde oyun kuranlar iyice bunamışlar!

Ancak, görünenin ardındaki gerçek ne olursa olsun, bir hedef tutturuldu.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti paramparça bir görüntü veriyor!

Dışarıdan bakanlar; devleti devlet yapan tüm unsurların birbirleri aleyhine habire kumpas kurdukları düşüncesindeler.

TÜSİAD Başkanı kusura bakmasın ama bu görüntünün ekonomide yaratacağı tahribat, erken seçimin yapacağı tahribattan beterdir.

Bu ağır saldırının altından kalkmanın tek yolu erken seçimdir!

Artık, ok yaydan fırladı, bu safhadan sonra "oyun kuranlar"ın denetlenmesi çok zor, hatta imkánsız.

Zira, galiba artık dizginleri iç unsurlardan ziyade dış unsurlar tutuyor.

Hep beraber çokboyutlu bir Matrix oyununa sürükleniyoruz!
Yazının Devamını Oku

Danıştay cinayetinin anatomisi

1 Haziran 2006
DÜN yazdım. Devletler zaman zaman kendi bünyelerinde hukuk dışı tedbirler almak zorunda kalıyorlar. Devlet zaman zaman kendi eli ile bünyesinde kanserojen hücreler yaratıyor, dış tehdit algılamaları veya gayri nizami saldırılara (terör) karşı kullanıyor. Batı’da ihtiyaç bittiğinde bu kanserojen hücreleri yok ediyorlar. Ancak, bizim gibi çağdaşlaşma sürecini tamamlamamış ülkelerde yaşanan tecrübe gösteriyor ki; devletin kendi eliyle ürettiği kanserler giderek metastaz yapıp tüm vücuda tümörler halinde yayılıyorlar.

Devletten özerklik kazanan bu tümörler de zaman zaman dış veya iç unsurlar tarafından kullanılıyorlar.

Dış veya iç unsurlar (çoğu kez ortaklaşa) tarafından yönlendirilen tümörler tarafından ortaya konan eylemler genellikle iki ana amaca hizmet ediyorlar:

1) Kamuoyuna yönelik yönlendirme/hatırlatma yapmak, alınacak tedbire yönelik meşruiyet oluşturmak.

2) Esas hedefe göz dağı/mesaj vermek.

* * *

Benim Danıştay cinayetinde gözlediklerim şunlardır:

1) Katil veya onu yönlendirenler hedef aldığı yargıçlar ve ortada bıraktıkları Vakit Gazetesi’nin üç aylık nüshası türü ipuçları ile kamuoyunu AKP Hükümeti’nin "şeriat emellerinin azdığı" konusunda uyarma/yönlendirme görevi yapmışlardır.

2) Bu noktadan hareketle eylem, hükümete gereğinde müdahale etmek için, kamuoyunda meşruiyet yaratmayı da amaçlamıştır.

3) Katilin arabasında devletle irtibatlı olduğu intibaı taşıyan kuruluşlarla ilgili kimlik kartlarının bulunması ise Hükümet’e açık bir mesajdır:

- Bak biz nelere kadiriz!

4) Sonradan ortaya çıkan fotoğraflar cinayet ile ilgili irtibat kurmak için yeterli delilleri vermemiş, hatta Başbakan’ı bu fotoğraflara dayanarak yaptığı açıklamalarda çok zor duruma düşürmüş olabilir ama irtibat zihinlerde kurulmuştur.

5) Sanırım, cinayetin en zayıf halkası katilin yakalanmasıdır. Saldırı planında, içinde yönlendirme yapmak için gerekli malzemeler bulunan arabanın yakalanması vardı ama katilin yakalanması plan dışı idi. Oyun bu safhada bozuldu ve karıştı.

* * *

Peki, katil dışında cinayetin ardında kim(ler) var?

Bence, hiçbir zaman bunu öğrenemeyeceğiz. Belki, katil yakalandığı için iki üç kişi daha cinayetle irtibatlandırılacak ama esas oyun kuranları hiçbir zaman bulamayacağız. Muhtemelen, katil de onları tanımıyor.

Katilin, kendi ifadesi çerçevesinde, cinayeti tek başına işlemiş olma ihtimali de var ama saldırı kurgusuna bütünsel bakıldığında bu ihtimal yarın sabah güneşin doğmaması ihtimali ile eşit seviyede.

Öte yanda, bu menfur saldırıda iç unsurlar kadar dış unsurların da bulunma ihtimali çok yüksek. Zira, bu çapta bir saldırıda dış unsurlar tamamen bağımsız hareket edecek iç unsurları rahat bırakmazlardı.

Cinayetin temel mesajı AKP’ye ve Başbakan’adır:

- Cumhurbaşkanı olmayı veya cumhurbaşkanını tek başına seçmeyi asla düşünme!

Bu temel mesaj dış unsurları rahatsız etse idi, ilgili iç unsurları hemen deşifre etmeye kalkarlardı. Sanki verilen temel mesajda ortak bir hedef var!

* * *

Türkiye Cumhuriyeti kendi eliyle ürettiği tümörleri ağır bir kemoterapi ile yok edemezse, metastaz sürer gider ve bu tür oyunların ustaları tümörleri istedikleri zaman ve istedikleri gibi kullanırlar.
Yazının Devamını Oku

Devlet kanser olursa!

31 Mayıs 2006
DÜNYADAKİ her devleti zaman zaman rutin dışına çıkmaya, hukuk sınırlarını zorlamaya iten mecburiyetler baş gösteriyor. Devletler: a) sınır ötesinde filiz veren tehdit algılamalarına,

b) gayri nizami saldırılara (terör) karşı, hukukla tarif edilemeyen hücreler oluşturuyorlar.

Devletler zaman zaman kendi bünyelerinde kanserojen kitleler (hücreler) oluşmasına müsaade etmek zorunda kalıyorlar.

Ancak, gelişme sürecini tamamlamış ülkelerde gayri hukuki hücreler görevlerini ifa ettikten sonra bünyeden koparılıp atılıyorlar!

* * *

Bizim gibi hukuk devleti olma sürecini tamamlamamış, demokrasiyi doğru dürüst hazmedememiş, bırakın yabancı ülkeleri; kendi içindeki münakaşaları bitirememiş, özü itibarıyla çağdaş devlet olamamış ülkelerde, devlet yine de kendi gayri nizami hücrelerini yaratmaya yaratıyor ama kullanım süresi sona erdiğinde, gelişmiş ülkelerin aksine, bunları bünyesinden koparıp atamıyor.

Türkiye gibi ülkelerde bu tip hücreler zamanla:

a) hem özerklik kazanıyor, kendi başlarına karar verme yetkisine ulaşıyorlar,

b) hem de elde ettikleri olağanüstü yetkiler ile şahsi çıkar elde etmeye başlıyorlar.

Türkiye’de 90 öncesi komünizme, 90 sonrası da PKK’ya karşı verilen gayri nizami mücadeleler kanserojen hücreler yarattı.

* * *

Bizim gibi ülkelerde devlet içinde yaratılan kanserojen hücreler; zamanla metastaz (dağılarak büyüyerek) yaparak, hem çeşitli devlet içi organlarla bağlantılı, hem de var edildiği döneme göre göreceli özerklik kazanmış tümörler oluşturuyorlar.

Devletin nasıl kanser olup, metastaz yolu ile tümörleri etrafa saçtığını iyi anlayabilmek için Ersin Kalkan’ın çok anlamlı çalışması "Bir Jitem Dosyası: Musa Anter Cinayeti-Katille Buluşma" (Güncel Yayıncılık-2006) adlı kitabını okumak yeterli.

* * *

Devletin en büyük zaafı işte bu "metastaz" ile başlıyor.

En başında ilk kanserojen hücreyi, gerektiği için, devletin en üst makamları (derin devlet) yaratıyor ama bu hücre denetimden kurtulup metastaz yaparak çeşitli hücreler halinde etrafa yayıldıktan sonra devletin doğrudan denetiminden kopuyor.

Bizim gibi ülkelerde en büyük zaaf bu metastaza izin verilmesi veya göz yummak zorunda kalınmasıdır.

* * *

Ülkede çeşitli tümörler oluştuktan sonra kimileri hiç etkin olamıyor, kimileri devlet içinde "durumdan vazife çıkaran"lar ile temas halinde kalıyor, kimileri salt ekonomik çıkar peşine düşüyor, kimileri de ihtiyaç halinde dış unsurlar tarafından ama mutlaka devlet içindeki bazı iç unsurlar ile işbirliği yapılarak yönlendiriliyor/kullanılıyor.

Hemen her seferinde tetikçi en fazla iç unsurdan bazı kişiler ile temasta oluyor ama dış unsuru hiçbir zaman ne tanıyor, ne de esas amacını biliyor.

Ortaya konan eylemler genellikle iki ana amaca hizmet ediyor:

1) Kamuoyuna yönelik yönlendirme/hatırlatma yapmak, bir amaca yönelik meşruiyet oluşturmak.

2) Esas hedefe göz dağı/mesaj vermek.

* * *

Bu model çerçevesinde Danıştay Cinayeti’ni yarın değerlendirmeye çalışacağım.
Yazının Devamını Oku

Erken/baskın seçimin tarihi: 5 Kasım 2006

30 Mayıs 2006
ARTIK erken/baskın seçim gündeme iyice oturmuş durumda. Erken seçimi yazılı basında savunan ilk kişiyim. Aylardır, hükümetin kendi menfaati açısından erken seçim yapması gerektiğini yazıyorum.

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da -erken veya zamanında- herhangi bir seçim ortamında partisini "birilerinin" bölmesinden çekindiği için Mayıs 2007’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimine bu Meclis’le gitmek istiyor.

Gönlünde yatan aslan, kendisinin Cumhurbaşkanı olması.

* * *

Ancak dilerim ki; ne kendisini, ne de başka birisini AKP’nin tek başına Cumhurbaşkanı seçemeyeceğini, önemle Danıştay saldırısından sonra artık anlamıştır.

Aksi halde, ülkede daha beter gelişmeler olacağını o da görmüştür.

Cumhurbaşkanlığı ile devlet aygıtının tamamen AKP’nin eline geçmesinden sadece bazı iç dengeler değil, dış dengeler de çok rahatsız olacaktır.

Zira, yaşanan süreçte AKP dışarıda güvenilirliğini neredeyse tamamen yitirmiştir.

Ne Avrupa, ne de ABD; Ortadoğu’daki tek "laik kale" Türkiye’nin "elden gitmesine", kendi çıkarları açısından razı değiller.

Görünen odur ki; ulusal ve uluslararası bazı dengeler Cumhurbaşkanlığı makamının AKP’nin tamamen egemen olacağı bir kişiye teslim edilmemesi için mutabakat sağlamışlardır.

Kimi AKP kurmayları durumun farkındalar!

* * *

Peki erken/baskın seçim ne zaman yapılmalı?

Benim öngörüm, 5 Kasım 2006 Pazar gününü işaret ediyor.

Neden?

AKP, eylül ayında büyük kongresini yapacak.

Recep Tayyip Erdoğan, partisinin tüm yönetimini istediği gibi şekillendirecek.

24 Eylül-23 Ekim 2006 tarihleri arasında ramazan idrak edilecek.

23-25 Ekim 2006 tarihleri arasında Ramazan Bayramı kutlanacak.

Ardından ilk pazar 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı.

Bayramların ardından gelen birinci pazar da 5 Kasım 2006.

Seçimlerin yenilenmesi için, kanuni vecibeleri yerine getirmek amacıyla, asgari 57 gün gerektiğine göre; AKP Genel Başkanı eylül ayında yapacağı kongre çerçevesinde "hodri meydan" deyip baskın seçim düğmesine basabilir!

* * *

Hemen belirteyim; yukarıda verilen tarih hiçbir bilgiye dayanmıyor. Hele hele AKP içinden kimse bana herhangi bir bilgi vermedi.

Sadece ülkeyi okumaya çalışan bir kişi olarak, aklına ve soğukkanlı tavırlarına güvendiğim bazı kişilerle görüştükten sonra ben bu tarihe, sadece bir tahmin olarak ulaşıyorum.

* * *

Duygum odur ki, AKP kurmayları da benzer analizler yapıp kendi çıkarları ile ülkenin çıkarlarının buluştuğu en optimal noktanın kasımda yapılacak erken/baskın seçim olacağını göreceklerdir. Belki de zaten çoktan görmüşlerdir.

Cumhurbaşkanı’nı doğrudan millete seçtirmeye kalkmak ise AKP’nin aleyhinedir. Zira, böyle bir seçim çift turlu olmak zorundadır ve ikinci turda AKP dışı güçlerin işbirliği yapma ihtimali böyle bir seçimi AKP açısından çok riskli hale getirir.

Benim erken seçim tarihiyle ilgili tahminim basit bir kurala dayanıyor:

Aklın yolu birdir!
Yazının Devamını Oku

Dışişleri nerede?

28 Mayıs 2006
ARTIK şu üç gerçeği saklamak mümkün değil: 1) Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanlık görevini taşıyamıyor. Her insanda olduğu gibi, baş edemediği çevre onda da stres yaratıyor, sinir sistemi her geçen gün beter bozuluyor.

2) Türkiye için yeni bir vizyon geliştiremediğinden, düşünce haritasına ilk başta yerleştirilen kavramlara geri dönüş yapıyor. Türban ve imam hatipler üzerinden Milli Görüşçüleri okşayan popülist politikalar dışında artık hiçbir söylemi yok.

3) Yakın çevresi ve sarıldığı kitleler tarafından çok rahat yönlendiriliyor.

* * *

Asli görevi milleti bütünüyle kucaklamak, kriz yönetimine sahip çıkmak, ülkeyi rahatlatmak olan Başbakan, milleti devamlı bölüyor, kriz karşısında en çok o panikliyor, ettiği kelamlar ile ülkeyi feci şekilde geriyor.

Özetle, görev tarifine giren her şeyin tersini yapıyor!


* * *

Adım gibi eminim, kurmayları her sabah "Bakalım bugün hangi sözüyle kriz yaratacak!" diye düşünerek yataktan çıkıyorlar.

Bugünlerde ülkede en zor görev Akif Beki’de! Her gün yeni bir sözünü düzeltmek için yeni kulp aramak zorunda.

* * *

Bırakalım eski gaflarını, siyasal kriz ile ekonomik krizin birbirini çarpan etkisiyle körüklediği bir haftada Başbakan neler söyledi, söyledikleri nasıl yanlış çıktı, ona bakalım:

1) Danıştay cinayetini anında Susurluk’a bağladı, Sauna çetelerinden bahsetti; ama alelacele ortaya attığı iddialar ters tepti.

Cinayetin kilit ismi olarak ortaya atılan eski Yüzbaşı Muzaffer Tekin serbest bırakılınca Başbakan’ın güçlü ve yön gösteren imaları boşa düştü.

2) Merkez Bankası’na yapılan sancılı atamanın ardından, bu bankanın özerkliğine en çok dikkat etmesi gereken insan Başbakan olduğu halde ekonomik krizin ortasında kura müdahale edilmeyeceğini söyleyerek Merkez Bankası’na müdahale edince hak ettiği tepkiyi Başkan’dan aldı. Başkan, Başbakan’a yetkilerinin limitlerini hatırlatmak zorunda kaldı.

3) En son olarak da Almanya’da devletin büyükelçisini herkesin gözü önünde azarlayarak Cumhuriyet tarihinde bir ilke imza attı. Aklı sıra türbanlıları bir kez daha okşadı.

Açıkçası haddini tamamen aştı, terbiye kurallarını yok saydı.

İşin bir diğer garabet yönü de aynı kalabalıktan kendisine yönelik bir eleştiri gelince Başbakan’ın anında elçi azarlama modundan millet azarlama moduna geçmesi oldu.

İnsanlara "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" dedirtti.

Başbakan’a şimdi de ben hatırlatmak istiyorum. TV’de, milyonların önünde pasaportlarda kullanılacak fotoğraflarla ilgili yazılı genelge varsa değiştireceğinizi söylediniz.

Genelge 1985 yılından beri varmış.

Hodri meydan! Buyurun genelgeyi türban lehine değiştirin!

* * *

Ben, tarihe ilk ve inşallah son elçi azarlayan Başbakan olarak geçecek Recep Tayyip Erdoğan’a padişah olmadığını Dışişleri Bakanlığı’nın hatırlatmasını beyhude yere bekledim. Büyükelçi, onların görevlisidir ve onun onuruna sahip çıkmak, esasında bizzat Dışişleri’nin onuruna sahip çıkmaktır. Ama üzülerek görüyorum ki; başta Dışişleri Bakanı olmak üzere bakanlık yetkilileri de, Başbakan’ı istediğine "urun kellesini" diyebilen padişah, kendilerini de onun sadık memurları olarak görüyorlarmış!

Bu durum Cumhuriyet’in bir vatandaşı olarak beni, Başbakan’ın büyükelçi azarı kadar yaraladı.

Yazık, çok yazık!
Yazının Devamını Oku

Neden erken seçim?

25 Mayıs 2006
AİLEMDEKİ ani bir vefat nedeniyle dünkü yazımı yazamadım. Okurlarımdan özür dilerim. * * *

Danıştay’a atılan kurşunlar, AKP Hükümeti’ni de vurmuştur. Zira, menfur cinayetin hemen ardında saldırıyı İslamcı terörist bir örgütün işlemiş olacağına dair ortaya atılan spekülasyonun başta büyük çapta tutmuş olmasının en önemli nedeni, ülkenin önemli bir kesiminin AKP Hükümeti’nin ajandasının süratle laiklik dışı bir programa kaymakta olduğunu düşünmeleridir.

Şahsi kanım da ülkeyi yönetme becerisinden çok uzak bir yönetimin giderek popülizme kayarak sadece ve sadece Milli Görüşçü tabanı okşama gayretlerine düştüğü yönündedir.

Bir örnekle anlatmak gerekirse; akademik dünyada en fazla yüz kızartan suçlardan olan aşırma-intihal suçunu işlediği ayan beyan olan, kafasındaki Türkiye özlemi çağdaş herhangi bir rejime uymayan, şahsi becerilerinden de büyük şüphe duyduğum Ömer Dinçer, bakanlar üstü yetkilerle donatılmış bir şekilde, devletin en yüksek makamı olan Başbakanlık Müsteşarlığı’nda inanılmaz bir pişkinlikle oturduğu ve tüm bakanlıkların atamalarını yönlendirdiği sürece benim bu hükümete güvenmem veya saygı duymam mümkün değildir.

* * *

Hükümet artık iyice iğdiş edildiğini kabullenmeli ve "hodri meydan" demelidir!

Başbakan’ın; kriz yönetimini hiç bilmediği ve devleti zerre kadar tanımadığı için içine atıldığı gayya kuyusundan kurtulmasının tek yolu erken seçimdir.


* * *

Başbakan dış dünya onaylı bir kuşatmayla karşı karşıya olduğunu, saldırının esas kökenine asla ulaşamayacağını, dışarıda yüzüne gülen bazılarının kendisine Alicengiz oyunu hazırladığını, en büyük siyasi rakiplerinin de bizzat kendi partisi içinde olduğunu artık görmek zorundadır.

Ben kendisine sadece dört soru sormak istiyorum:

1) Hálá cumhurbaşkanı olabileceğine inanıyor musunuz? Hakkınızda hazırlanan dosyalara ne kadar vakıfsınız? Beterin beteri olabileceğini aklınız alıyor mu?

2) Yıl sonuna kadar Kıbrıs Rum Kesimi’ne Türk limanlarını açmazsanız AB’nin müzakereleri askıya alabileceğini görebiliyor musunuz? AB’nin böyle bir olası kararının Türkiye ekonomisini ne hale getireceğinin farkında mısınız? AB’ye üyelik müzakereleri ile ekonomi arasında doğrudan bağlantı olduğunun bilincinde misiniz? Öte yanda limanları açarsanız içeride nasıl bir komplo ile karşılaşacağınızdan haberdar mısınız?

3) Ne kadar kırılgan bir ekonomimiz olduğunu biliyor musunuz? Son günlerde ekonomide yaşananları ekonomi-politik yönüyle yorumlayabiliyor musunuz? IMF’nin bir sözüyle ekonominin nasıl etkilendiğinin farkında mısınız?

4) 1 Mart’ta ağzı yanan ABD’nin olası bir İran operasyonunda size hiç güvenmediğini hissedebiliyor musunuz? Olası bir operasyon öncesi elinizdeki bazı yetkileri Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik yaparak TSK’ya devretmeden, ABD nezdinde fazla itibar görmeyeceğinizin farkında mısınız?Aksi durumda "ölümü gösterip sıtmaya razı etme" politikalarının devam edeceğini öngörebiliyor musunuz?

* * *

Bütün bu kuşatmaya karşı tek kurtuluş yöntemi, partinin bölünmesinden korkmadan erken seçime gidip iman tazelemektir!

Partiyi bölünmeden bir seçime taşımak, sizin liderliğinizi de pekiştirecektir.

Yeni bir seçimi partiniz kazanınca herkes çenesini kapatmak, planlarını gözden geçirmek zorunda kalacaktır!

Sayın Başbakan; hem kendinizi, hem partinizi ama bence en önemlisi demokrasimizi kurtarmak için baskın seçim yapınız!
Yazının Devamını Oku

Erken seçim

23 Mayıs 2006
DİLERİM bu yazı dizisinin, belki eksikler hatta belki de yanlışlar içerse bile, hem ülke hem de AKP açısından samimi uyarılar taşıdığı konusunda herkesten önce AKP’liler şüphe duymazlar. Bu hükümetin Türkiye’ye gelmiş geçmiş en zayıf yönetimlerden birisi olduğunu sürekli yazıyorum. Siyasi arenada krizin adım adım yerleşmekte olduğunu da geçen yazdan beri vurguluyorum.

Danıştay saldırısı ardından bir taraf "bu saldırı şeriatın başkaldırısıdır" diye haykırır, diğer taraf da "bu saldırı başarılı hükümete taş koyma telaşıdır" diye kulp bulmaya çalışırken; hem hükümetin başarısız, hem de saldırıyla ilgili olarak "gözüken ile görünen"in farklı olduğunu ilk günden beri vurgulayan yazarlardan da birisiyim.

Hükümetin inatla çanak tuttuğu bir ortamda birilerinin "durumdan vazife çıkarmak" üzere harekete geçtiğini son dönemde ısrarla savunuyorum.

* * *

Ben, başta Başbakan olmak üzere, hükümetin bu ülkeyi taşımaya çapının yetmediği görüşündeyim; ama şartlar ne olursa olsun, hükümetten kurtulmanın tek yolunun hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik süreç içinde olması gerektiğine dair inancımdan bir gün için dahi olsun taviz vermeye hazır değilim!

Hükümetler hakkında karar verme yetkisi, bir tek millete aittir!

* * *

Hükümetin kendi çapsızlığıyla ülkeyi sürüklediği mecra, geçen hafta yeni ve keskin bir sürece girmiştir.

Artık bu süreçten geri dönüş mümkün değildir.

Ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası, en keskin virajına girmiştir.

Eğer Başbakan durumu okuyamazsa, beterin beteri gündeme girecektir.

17 Mayıs gününden itibaren Türkiye’de en fazla önü tıkanan kurum AKP’nin bizzat kendisidir.

AKP, görünenin ardında gözükeni okumadığı sürece ülkeyi olağanüstü koşullara koşar adımlarla sürükleyecektir.

17 Mayıs gününden itibaren hükümet üç alanda çözümü olmayan bir ikilem içine çok açık bir şekilde itilmiştir.

O gün itibarıyla:

1) Artık AKP, bu haliyle, değil Recep Tayyip Erdoğan’ı, herhangi bir kimseyi tek başına Cumhurbaşkanı seçemeyeceğini görmelidir.

2) Hükümet, iç dinamikler ile AB arasında iki arada bir derede kalmıştır. Bu yıl içinde AB’den kopmak zorunda kalabilir. (Örnek: Limanların Kıbrıs Rum Kesimi’ne açılması.)

3) Terörle Mücadele Yasası (TMY) açısından da hükümet, üstü bıyık altı sakal duruma itilmiştir. Bu yasada değişiklik olursa yine AB’yi tatmin etmek mümkün değildir; ancak yasada değişiklik olmazsa karşısında çok daha sert bir TSK ve hatta ABD bulacaktır.


* * *

Bu üç mesele de eskidir; ama meseleler 17 Mayıs itibarıyla yeni anlamlar ve dengeler kazanmıştır.

Bu kapandan en az yarayla kurtulmanın tek yolu, ancak ve ancak erken seçimdir.

Recep Tayyip Erdoğan, bir erken seçim ortamında partisinin bölüneceği korkusu içinde eldeki çoğunluğun kendisini Cumhurbaşkanı seçmesini arzulamaktadır; ama artık bu hesaplar altüst olmuştur.

Hükümetin yukarıda başlıklarını verdiğim üç konuda nasıl dönülmez yolun akşamına girdiğini yarın ve öbür gün açıklamaya devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Görünen ve gerçek

21 Mayıs 2006
GÖRÜNENİN ardında bazen başka bir gerçek vardır! Bu ülkede 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı yaşamış her Türk vatandaşının biraz paranoyak olmaması mümkün değildir.

Görünen ile gerçek bazen örtüşür, bazen de örtüşmez.

Görünenin ardında başka bir gerçek aramak, Yeşilçam’ın oyuncuların değiştiği ama senaryoların hep aynı kaldığı filmleri ile büyüyen "normal yurdum insanları"nın gayri ihtiyari edindiği bir huydur.

* * *

Önce gerçekle bire bir örtüşen görünenleri sıralayalım:

1) Ülkenin başında ülkeyi yönetme becerisinin olmadığı ayan beyan ortaya çıkmış bir Başbakan var. Tek derdi Cumhurbaşkanlığı makamına kaçmak!

2) Başbakan’ın yanında onu istediği gibi yönlendiren müsteşarlık ve danışmanlardan oluşan çapsız bir Başbakanlık ofisi var.

3) Başbakan’ı Cumhurbaşkanı yaparak ondan kurtulup partiyi ele geçirmek için oyun kuran AKP kurmayları var.

4) Başbakan "Kürt meselesi"ne el attığı günden beri devamlı ama devamlı yalpalıyor. Bir bakıyorsunuz PKK’ya silah bıraktırmaya yelteniyor, bir bakıyorsunuz milliyetçi kesiliyor.

5) Ancak, çapsız adamları ile oyun kuran Başbakan’ın her seferinde kündeye geldiği de aşikár. En ağır künde Büyükanıt’ın ziyareti ile yaşandı.

6) Başbakan, Şemdinli için "sonuna kadar gideceğiz" dedikten sonra "sonuna kadar gidenleri" sattığı gün zaten otorite olarak bitmişti.

7) Taban, vahim gidişatın farkında. Ya yolunu bulmak, ya kadrolara yamanmak, ya da bir türlü iktidar olduğunu kabullenemediği için devletten intikam almanın peşinde.

8) Çekirdek bir kadro da Cumhurbaşkanlığı makamını ele geçirdikten sonra devlete el koyma hayalleri kuruyor.

9) Uluslararası arenada; başta Başbakan olmak üzere, AKP kadroları güvenilmez-ipi ile kuyuya inilmez damgasını çoktan yemiş durumda. Irak meselesinde ipi fos çıkan hükümete İran meselesinde ne kadar güvenileceği ABD’de büyük tartışma konusu.

10) AB ve IMF’nin seçime yönelik popülist politikalar karşısında sıtkı sıyrılmış durumda.

11) Ancak, herkes farkında ki, normal bir seçimde AKP’nin yıkılması hiç mümkün değil!

* * *

Şimdi de "gerçek midir?" diye sorduran "görünenleri" sıralayalım:

1) Danıştay’a saldıran cani, protesto ettiği "türban kararından" sonra neden 3 ay bekledi?

2) Önce Cumhuriyet Gazetesi’ne saldırı, ardından yabancı sermayenin ülkeye getirdiği sıcak paranın yüzde 5’inin kaçtığı kara hafta, ardından Danıştay saldırısının zamanlaması bir tesadüf müdür?

3) Mesleği gereği delilin ne olduğunu bizden iyi bilen avukat-katil:

i) Cinayet mahalline pikniğe gider gibi neden kendi arabası ile geldi?

ii) Vakit Gazetesi’nin üç ay önceki nüshasının arabasında ne işi vardı?

iii) Arabasında bulunan sahte kimlikler neden İslamcı bir terör örgütünü değil de devlet ile içli dışlı görünüm veren kurumları işaret ediyor?

* * *

Başbakan’a şimdilik, "Bak biz nelere kadiriz!" deniyor.

Geçen yazdan beri yazıyorum:

Ölümü gösterip sıtmaya talim ettiriyorlar!

Ya Başbakan bugüne kadar yaptığı gibi dersini almazsa!

Beterin beteri var!
Yazının Devamını Oku