Bu ülkede 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı yaşamış her Türk vatandaşının biraz paranoyak olmaması mümkün değildir.
Görünen ile gerçek bazen örtüşür, bazen de örtüşmez.
Görünenin ardında başka bir gerçek aramak, Yeşilçam’ın oyuncuların değiştiği ama senaryoların hep aynı kaldığı filmleri ile büyüyen "normal yurdum insanları"nın gayri ihtiyari edindiği bir huydur.
* * *
Önce gerçekle bire bir örtüşen görünenleri sıralayalım:
1) Ülkenin başında ülkeyi yönetme becerisinin olmadığı ayan beyan ortaya çıkmış bir Başbakan var. Tek derdi Cumhurbaşkanlığı makamına kaçmak!
2) Başbakan’ın yanında onu istediği gibi yönlendiren müsteşarlık ve danışmanlardan oluşan çapsız bir Başbakanlık ofisi var.
3) Başbakan’ı Cumhurbaşkanı yaparak ondan kurtulup partiyi ele geçirmek için oyun kuran AKP kurmayları var.
4) Başbakan "Kürt meselesi"ne el attığı günden beri devamlı ama devamlı yalpalıyor. Bir bakıyorsunuz PKK’ya silah bıraktırmaya yelteniyor, bir bakıyorsunuz milliyetçi kesiliyor.
5) Ancak, çapsız adamları ile oyun kuran Başbakan’ın her seferinde kündeye geldiği de aşikár. En ağır künde Büyükanıt’ın ziyareti ile yaşandı.
6) Başbakan, Şemdinli için "sonuna kadar gideceğiz" dedikten sonra "sonuna kadar gidenleri" sattığı gün zaten otorite olarak bitmişti.
7) Taban, vahim gidişatın farkında. Ya yolunu bulmak, ya kadrolara yamanmak, ya da bir türlü iktidar olduğunu kabullenemediği için devletten intikam almanın peşinde.
8) Çekirdek bir kadro da Cumhurbaşkanlığı makamını ele geçirdikten sonra devlete el koyma hayalleri kuruyor.
9) Uluslararası arenada; başta Başbakan olmak üzere, AKP kadroları güvenilmez-ipi ile kuyuya inilmez damgasını çoktan yemiş durumda. Irak meselesinde ipi fos çıkan hükümete İran meselesinde ne kadar güvenileceği ABD’de büyük tartışma konusu.
10) AB ve IMF’nin seçime yönelik popülist politikalar karşısında sıtkı sıyrılmış durumda.
11) Ancak, herkes farkında ki, normal bir seçimde AKP’nin yıkılması hiç mümkün değil!
* * *
Şimdi de "gerçek midir?" diye sorduran "görünenleri" sıralayalım:
1) Danıştay’a saldıran cani, protesto ettiği "türban kararından" sonra neden 3 ay bekledi?
2) Önce Cumhuriyet Gazetesi’ne saldırı, ardından yabancı sermayenin ülkeye getirdiği sıcak paranın yüzde 5’inin kaçtığı kara hafta, ardından Danıştay saldırısının zamanlaması bir tesadüf müdür?
3) Mesleği gereği delilin ne olduğunu bizden iyi bilen avukat-katil:
i) Cinayet mahalline pikniğe gider gibi neden kendi arabası ile geldi?
ii) Vakit Gazetesi’nin üç ay önceki nüshasının arabasında ne işi vardı?
iii) Arabasında bulunan sahte kimlikler neden İslamcı bir terör örgütünü değil de devlet ile içli dışlı görünüm veren kurumları işaret ediyor?
* * *
Başbakan’a şimdilik, "Bak biz nelere kadiriz!" deniyor.
Geçen yazdan beri yazıyorum:
Ölümü gösterip sıtmaya talim ettiriyorlar!
Ya Başbakan bugüne kadar yaptığı gibi dersini almazsa!