22 Ekim 2006
RECEP Tayyip Erdoğan’a alternatif olacak liderde aranacak nitelikleri (18.10.06) ve bu bağlamda Mehmet Ağar’ı irdelediğim (19.10.06) yazılarıma çok sayıda mektup geldi. Bu iki yazı okurların büyük ilgisini çekti. Bunlardan bir tanesini anlamlı bulduğum için bugün yayınlıyorum. Mektubun sahibi, doğal tıp uzmanı Dr. Yaşar Yılmaz (Natur-Med).
* * *
"Son günlerde siyasetçilerin almaları gereken tavırlara ilişkin tanımlarınızdan ve siyasetçilerin aynı zamanda ’devrimci’ de olmaları gerektiğini belirten düşüncelerinizden çok etkilendiğim için size bu mektubu yazıyorum.
19 Ekim tarihli köşe yazınızda belirttiğiniz, siyah baskılarla çıkan tüm kavramlar Türkiye’nin sorunu haline gelmiştir. Oysa bu kavramların hepsinin birlikte olması ’Türkiye’ kavramını oluşturur. Türlü türlü görme bozukluğu ile Türkiye’ye bakan siyasi partiler/siyasetçiler de bu halleriyle bizatihi kendileri ülkenin sorunu haline gelmişlerdir. Çünkü kimisi dindarlara rağmen ’dinci’, kimisi farklı inananlara rağmen ’laikçi’, kimisi Kürtlere rağmen ’Kürtçü’, kimisi de Türklere rağmen ’Türkçü’dürler.
Yazınızda dikkatimi çeken muhafazakárlıkla devrimciliğin meczedilebilmesi konusuna gelince. İşte tam da bu tanım bana göre de Türkiye’nin önünü açabilecek "en sorumlu ve en akıllı" tanımdır. Ancak, izninizle söylemek isterim ki tanımını yaptığınız bu inşaatın çimentosu eksiktir. Muhafazakarlıkla devrimciliği bir kazanda kaynatabilecek tek olgu ’demokratlık’tır. İktidardakiler, dini rehber edinerek muhafazakár demokrat olunabileceğine kimseyi kandıramadıkları gibi, anamuhalefettekiler de ülkenin tümünü kavramaya değil de muhalefette kalmaya fit oldukları için devrimci mirası yiyip tüketmekten ileri gidememişlerdir. Bugün Meclis çoğunluğunun % 95’ini oluşturan iktidarla anamuhalefet partisinin her ikisi de ’demokratlık cesaretini, olgunluğunu, özveri ve uzak görüşlülüğünü’ gösteremedikleri için, her ikisinde de tahterevallinin diğer ucu yere çakılmıştır. O yüzden ben diyorum ki, muhafazakárlıkla devrimciliği bir arada tutabilecek yegáne güç demokratlıktır. Demokratlık çimentosu da uçlara saplanıp kalmadığı gibi, uçları da kavrayıp kapsayacak kadar güçlü bir olgudur. Elbette ki demokratlık bedel ister ve her babayiğidin de kárı değildir.
* * *
Bu ülkenin Kürtler için siyaset yapan Türklere, Aleviler için siyaset yapan Sünnilere, dindarlar için siyaset yapan ateistlere, yoksullar için siyaset yapan zenginlere ihtiyacı vardır. Çünkü bu ülkenin Türkleri Kürtlerine, Sünnileri Alevilerine, laikleri dindarlarına, zenginleri de yoksullarına borçludur. Ayrıca kimse unutmasın ki Türkiye’nin Sünnisi Suudi Sünnisi’ne, Alevisi İran Şiisi’ne, Kürt’ü Irak Kürt’üne, Türk’ü de Irak Kürt’üne benzemez. Binlerce yıldan beri bir kazanda kaynayan her türden renk Anadolu’yu oluşturur ve bize lazım olan da eşitlik, özgürlük ve adalettir. Dünya coğrafyasındaki yerimizi yüzyıllardan beri "Avrupa" olarak belirlemişiz. Avrupa Birliği fikriyatı, bedelini çoktan ödediğimiz bir özgürlük projesidir. O projeyi yürütmek, akıl ile ikrarı rehber edinmek, bu ülkenin onurunu da çıkarını da savunan birileri önümüze düşecekse biz de peşine takılmaya hazırız.
* * *
Sayın Ağar’a ilişkin irdelemelerinize gelince. Hazreti Pir Hacı Bektaş-i Veli’nin de, Hazreti Mevláná’nın da insanı Hak için, Hakk’ı da insan için sevdiklerini biliyorsa, bu ülkenin insanının güneşi de, ayı da, toprağı da, suyu da hem Batılıdan hem de Doğuludan daha derin yaşadığını hissediyorsa, yüreğindeki insan sevgisi yetmiş milyona (hepimize) yetiyorsa, helal olsun ona..."
Dr. Yaşar Yılmaz
Yazının Devamını Oku 19 Ekim 2006
DÜNKÜ yazımda "AKP’ye alternatif olmak isteyenlerin" kendimce sahip olması gereken özelliklerini saydım. Özetle dedim ki: "...Kitleler kendilerinden (iç grup) saydıkları ama kendilerinden yine de farklı/üstün gördükleri insanları lider olarak kabul ederler...
Kitleler kendi değerlerine sahip çıkan (muhafazakár) ama statüko ile açık kavga veren liderlere (devrimci) sahip çıkıyor..."
Ayrıca belirttim: "Alternatif lider adayının şu üç meselede açık, anlaşılır, samimi ve tabuları sorgulayan tavrı olması lazımdır: 1) Kürt meselesini tek bir pota altında (Türkiye Cumhuriyeti) eritebilmelidir. 2) Yok sayılan Alevi meselesini tanıdığını beyan edebilmelidir. 3) Dini hassasiyeti yüksek Sünni vatandaşlar ile onlara karşı laikçilik nöbeti tutan ve devlet aygıtına egemen olan statükoculuğu barıştırmak zorundadır."
* * *
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, siyasete ilk atıldığı dönemde, geçmiş görüntüsü itibarıyla statükoya sahip çıkan, devletçi ve katıldığı bazı eylemler açısından illegaliteye başvurmuş, hatta belki de bu illegal faaliyetler içerisinde kendine maddi çıkar sağlamış bir kişi olarak takdim edildi.
* * *
Mehmet Ağar neredeyse iki yıldır Anadolu’yu karış karış gezen tek parti lideri. Onu bu çabasını medya olarak uzun süre görmezden geldik.
Bugün ise Mehmet Ağar, medyada ağırlık verilerek tartışılan bir lider haline geldi. Neden?
1) Milletin ayağına giderek "onun değerlerine sahip çıktığını" gösterdi, muhafazakár tutumlara saygılı tavrıyla onlara iç-grup (kendilerinden birisi) olduğunu kabul ettirdi.
2) Şimdi de PKK’ya karşı çok çetin mücadele vermiş bir kişi olmasına rağmen Kürt meselesinde statükonun aksine devrimci/değişimci bir tavır sergileyebileceğini biraz da şaşkınlıkla izliyoruz.
Bu arada bir kişin dahi geçmişinde kendine maddi çıkar sağladığına dair en ufak somut bir söylemi olmadı. Bu iddia havada kaldı, tutmadı. İllegalite sorunu ise dönemin cumhurbaşkanı, hükümeti ve MGK’sının müteselsil sorumluluğu altında tarihteki yerini aldı.
* * *
Mehmet Ağar’ın siyasilerin kolay tutulduğu kibir salgınından uzak, muhafazakár değerlere sahip, ancak son dönem itibarıyla liberal demokrat anlamda devrimci çıkışı sadece medyanın değil, hemen herkesin dikkatini çekiyor. Bu konuda çok soru alıyorum.
Genelkurmay Başkanı’nın çoğunluk tarafından bir anlam verilemeyen çıkışı karşısında duruşu da, bürokratlık hayatında gösterdiği cesareti şimdi de siyasi hayatında sergileyeceğine dair ipucu olarak kabul ediliyor.
Lider olarak algılanmak istiyorsa kimseyle kavga etmeden cesur tavrını koruyabilmesi, radikal söylemlerinin ardında durabilmesi gerekir.
* * *
Ayrıca yine de, Mehmet Ağar’ın muhafazakárlık ile devrimciliği tahin-pekmez kıvamında meczedebilmesi için Kürt meselesinde ne dediğini derinine berraklaştırması, Alevilik meselesi karşısında duruşunu ve laiklik hassasiyeti ile dini hassasiyeti ağır basanları nasıl uzlaştıracağını belirlemesi ve tartışmaya açması gerekir.
Ben kendisinden; sahip çıktığı köylü kesimin bugün yaşadığı maddi sorunları serbest piyasa ekonomisine zeval vermeden ve global ekonomiden kopmadan nasıl çözeceğini de kamuoyuna açıklamasını beklerim.
* * *
Önümüzdeki dönemde Mehmet Ağar’ı her zamankinden daha dikkatli izleyeceğim!
Yazının Devamını Oku 18 Ekim 2006
ÜLKEDE önemli bir kitle AKP’yi iktidarda görmek istemiyor ama aynı kitlenin AKP’ye alternatif bulma yöntemi hakkında kafası karışık. Maalesef, çareyi hálá TSK’da görenler var.
Ben onları artık muazzam bir azınlık olarak görüyorum ve ciddiye almıyorum.
* * *
AKP’ye panzehir olma iddiası taşımak isteyenlerin hem yakın tarihe, hem de sosyolojinin temel bir kuralına kulak kabartmaları gerekir.
Önce sosyolojik kuralı vurgulayalım:
Kitleler kendilerinden (iç grup) saydıkları ama kendilerinden yine de farklı/üstün gördükleri insanları lider olarak kabul ederler.
İnsanlar liderin illa ki kendilerinden farklı/üstün olmasını istiyorlar ama kendilerinden görmedikleri (dış grup) insanları hiçbir koşul altında lider olarak kabullenemiyorlar.
* * *
Bu kuralı yakın tarihimize uygularsak, şöyle bir gerçeklikle karşılaşıyoruz.
Kitleler kendi değerlerine sahip çıkan (muhafazakár) ama statüko ile açık kavga veren liderlere (devrimci) sahip çıkıyor.
Somut konuşursak; millet Adnan Menderes’e, Süleyman Demirel’e, Turgut Özal’a ve en son Recep Tayyip Erdoğan’a birbiriyle çelişir gibi görülen bu iki niteliğe birden sahip çıktıkları veya öyle algılandıkları için sarılmışlardı.
Bunun en belirgin örneği muhakkak ki Turgut Özal’dır. O hem muhafazakár nitelikleri, hem de devrimci/değişimci duruşu ve statükoya kafa tutması ile temayüz etmiştir.
* * *
Bugüne döndüğümüzde Recep Tayyip Erdoğan’a alternatif olma durumundaki liderin Recep Tayyip Erdoğan’dan tamamen farklı niteliklere sahip olmasını beklemek yapılacak en büyük yanlıştır.
Fark; toplumun tümünü kucaklamaya engel ideolojik saplantı dışına çıkmak, donanım itibarıyla daha dolu olduğunu göstermek, esnekliği fıtratında benimsemiş olmaktadır.
* * *
Milletin sahip çıktığı değerlere saygılı olarak algılamadığı bir insanı Erdoğan’a alternatif görmesi mümkün değildir. Ama, aynı liderin toplumun tüm katmanlarını kucaklayabilmek için statükoyla mücadele edecek cesarete sahip olması gerekir.
Alternatif lider adayının şu üç meselede açık, anlaşılır, samimi ve tabuları sorgulayan tavrı olması lazımdır:
1) PKK terörüne zerre kadar taviz vermeden Kürt meselesini tek bir pota altında (Türkiye Cumhuriyeti) eritebilmelidir.
2) Yok sayılan Alevi meselesini tanıdığını beyan edebilmelidir.
3) Dini hassasiyeti yüksek Sünni vatandaşlar ile onlara karşı laikçilik nöbeti tutan ve devlet aygıtına egemen olan statükoculuğu barıştırmak zorundadır.
* * *
Bu üç konuda paralel yürüyecek ve her bir konuda muhataplarla aynı mesafede duracak bir lidere ülkenin ihtiyacı her zamankinden çoktur.
Dini hassasiyeti yüksek olanlar ile laiklik hassasiyeti yüksek olanlar arasında taraf tutacak veya iki arada bir derede kalacak bir insanı toplumun geniş katmanlarının lider olarak benimsemesi mümkün değildir.
Bugün Recep Tayyip Erdoğan da, Deniz Baykal da, birbirine ters yönde, ancak ortak olarak bir tarafa daha yakın durma zannı altındadırlar.
Yarın bugün takdim ettiğim prensipler ışığında Mehmet Ağar’ı irdelemek istiyorum.
Yazının Devamını Oku 17 Ekim 2006
BU köşeyi bir nebze takip edenler, Başbakan’ı ne kadar açık eleştirdiğimi bilirler. Kendisinin demokratik hakkı olmasına karşın Cumhurbaşkanı makamına çıkmasını birikimi açısından münasip görmediğimi de açıkça yazdım. Öte yandan, TSK’nın ilkesel seviyede görüşlerini ifade etmesini, cevap hakkını kullanmasını da kurumsal hakkı olarak gördüğümü bu köşede daha önce belirtmiştim.
Ancak, son yıllarda unuttuğumuz yeni bir gelişme var ki, açıkça beni kaygılandırıyor.
Genelkurmay Başkanı nezdinde TSK açıkça siyaset yapmaya başladı!
* * *
Genelkurmay Başkanı, Harp Okullarının açılışında günlerce evvel duyurulan bir konuşma yaptı. Bu konuşmada ilkesel seviyede irticai gelişmeye parmak bastı. Ben de AKP hükümetinin kadrolaşma gayretlerinden ziyadesiyle rahatsız oluyorum.
Ama aynı konuşmada Genelkurmay Başkanı, bir STK olan TESEV’e bindirince çok yadırgadığımı burada iki kez dile getirdim.
* * *
Harp Okulları konuşması öncesi, "TSK’yı eleştiren AB’nin Türkiye Temsilcisi Hansjörg Kretschmer’e karşı cevap hakkını kullanması da bir haktan öte, kurumu adına görevi" diye de yazmıştım (28.09.06). Konuşmasının ardından ABD Büyükelçisi Bay Wilson’un, Türkiye’deki irtica tartışmalarını "kakofoni" olarak nitelemesi ise çok garibime gitmişti. Zira bu söz, bir büyükelçinin haddini aşarak iç politikaya bulaştığını gösteriyordu. Tıpkı Kretschmer’de olduğu gibi Genelkurmay Başkanı’nın büyükelçiye de cevap hakkı doğmuştu.
Ben tam bu minvalde bir cevap beklerken Genelkurmay Başkanı, muhalefete muhalefet etmeyi tercih etti.
Önce bir STK’yı eleştirerek bir ilke imza atan Genelkurmay Başkanı, şimdi de bir muhalefet partisini eleştirerek başka bir ilke daha imza attı.
Denecektir ki, DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın "Benim dönemimde asker konuşamaz" demesi cevap hakkı doğurmuştur. Buna tepki vermek isteyecek TSK adına konuşacak tek kişi ise TSK’nın bağlı olduğu Başbakan’dır. Kaldı ki, Ağar’ın konuşmasında muhatap da Başbakan’dır. Gönül isterdi ki Genelkurmay Başkanı, hassasiyetini bağlı olduğu Başbakan’a bildirsin, Ağar’a cevabı o versin.
Öte yandan; Mehmet Ağar istemiyor ama bir siyasetçinin genel af istemesi onun demokratik hakkıdır. Buna karar verecek tek merci de TBMM’dir. PKK’ya af istemenin değerlendirmesini yapacak makam da millettir.
Genelkurmay Başkanı, kurumunun canını verdiği bu çok hassas konuda görüş belirtme hakkına muhakkak ki sahiptir. Ama, bunun muhatabı bir muhalefet lideri değildir.
Cumartesi analarının belirli kuruluşlarca kullanıldığı zehabı bende de var. Ama ana anadır! Ana kutsaldır. Hele hele bir ana, evladının suçu nedeniyle töhmet altına alınamaz. Keşke Genelkurmay Başkanı, Ağar’ı yermek uğruna onları incitmese idi!
Ağar’ın bütün anaları kucaklaması ise ülkenin tansiyonunu indirecek en doğru yaklaşımdır.
* * *
AKP’ye karşı olup da kendi maçasına güvenemeyen siviller, mahallede her dayağı yediğinde "Baba yetiş!" diye bağıran gelenekten gelenler, TSK’yı AKP’nin panzehiri olarak görüp ondan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasına engel olmasını istiyorlar.
Bu kişiler, Özkök’ün demokrat duruşu ardından Büyükanıt’tan büyük salvolar bekliyorlar.
Ayrıca TSK, içte ve dışta haklı/haksız eleştiriler aldığı için rahatsız oluyor.
Ama liderlik zor zamanların mesleğidir. TSK’nın bu dönemde her zamankinden daha fazla dikkatli olması gerekir!
Yazının Devamını Oku 15 Ekim 2006
KİMİLERİNE göre yeni bir 28 Şubat sürecinin düğmesine basılmasına önayak olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın ünlü konuşmasında bazı bölümlerin garibime gittiğini daha önce yazmıştım. Ben Genelkurmay Başkanı’nın önce "21. yüzyılda her türlü görüş irdelenmelidir" dedikten sonra "Atatürkçülüğü irdeleyenler var" diyerek bu şahısları yerden yere vurmasını yadırgamıştım.
Ayrıca, TESEV gibi bir STK’ya bu kadar çok yüklenmesini anlayamadığımı örneklerle ifade etmiştim.
Ancak, bu konuşmada eleştirilen bazı eylemlerin bizzat Paşa’nın kendi mesleğinden gelen insanlar tarafından da hayata geçirildiğini o yazıları yazarken bilmiyordum.
Şimdi öğrendim, yazıyorum.
* * *
Anımsarsanız; Yaşar Büyükanıt’ın eleştirileri içinde:
1) Hollanda Genelkurmay Başkanı’nın Ankara’da yaptığı bir konuşmaya getirdiği eleştiriler de vardı.
2) TESEV raporunun finans kaynağının yurtdışından gelmesi de Büyükanıt’ın raporun başka ülkelere hizmet ettiğini ima etmesine neden olmuştu.
* * *
Önemle Başkan’ın yurtdışından gelen mali yardıma yaptığı vurgu, toplumun belirli kesimlerinde büyük yankı bulmuş, TESEV bu yüzden yargısız infaz edilmeye çalışılmış, bu kuruluşta çalışanlar "Soros’pu çocuğu" olarak adlandırılmıştı.
* * *
Şimdi sıkı durun. Bahis konusu Hollanda Genelkurmay Başkanı’nı Türkiye’ye kim davet etmiş, biliyor musunuz?
Ben bilmiyordum, yeni öğrendim.
Davet sahibi, ASAM aracılığıyla Yaşar Büyükanıt’ın sınıf arkadaşı Edip Başer!
Peki kimin parasıyla çağırmış?
Bir proje kapsamında, Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın parasıyla çağırmış!
Hollanda merkezli Centre for European Security Studies (CESS) ile ASAM da TSK hakkında ortak raporlar üretmişler.
İsteyenler, emekli generaller Edip Başer ve Armağan Kuloğlu’nun projesiyle ilgili detaylı bilgileri www.cess.org’dan bulabilirler.
* * *
Kimse yanlış anlamasın. Ben yurtdışından mali destek aldıkları için katiyen Edip Başer’i veya Armağan Kuloğlu’nu eleştirme yanlısı değilim. Bana göre, düşünen insanların yurtdışında faaliyet gösteren düşünce merkezleri ile ortak proje üretmesi, dış kaynaklardan mali destek sağlaması çok doğal ve ötesi bu insanların hakları.
ASAM’ın ürettiği fikirlere ne kadar önem verdiğim ise bu köşede onların çalışmalarından alıntı yaptığım için barizdir.
Benim katiyen ASAM, Edip Başer veya Armağan Kuloğlu ile bir sıkıntım yok.
Zaten Büyükanıt’ın konuşmasında tersini ima etmesi, birçok insanı bu yüzden, istemeden de olsa töhmet altına sokması, bana "bu ülkede herkes, beğenmediği fikri savunanı aykırı mı ilan edecek" diye düşündürdüğü için Paşa’nın konuşmasında bu yönü eleştirmiştim.
* * *
Bu yazıyı yazmamdaki amaç; Genelkurmay Başkanı’nın günlerce evvel yedi düvele duyurulan, TV’lerce naklen yayınlanan, sadece Türkiye’de değil, dünyada yankılar uyandıran konuşmasını hazırlayanların yeni bir konuşma hazırlarken daha dikkatli olmalarını sağlamaktır.
Dilerim Büyükanıt’ın, TESEV dışında, onlara da söyleyeceği birkaç sözü vardır!
Yazının Devamını Oku 12 Ekim 2006
7 Kasım’da ABD’de kısmi seçimler (dönem ortası seçimleri) yapılacak. İki yılda bir tamamı değişen 435 sandalyeli Temsilciler Meclisi ve 6 yıllığına seçilen ama her iki yılda 1/3’ü yenilenen 100 sandalyeli Senato için seçim yapılacak. Şu anda iktidarda olan Cumhuriyetçilerin Irak ve Afganistan’daki başarısızlıkları muhakkak ki seçimlerde aleyhlerine rol oynayacak. Cumhuriyetçi Mark Foley’in eşcinsel içerikli mektuplarının bizzat partisi tarafından gizlenmeye çalışılması da kendine yalan söylenmesine veya gerçeklerin kendinden saklanmasına katiyen razı olmayan ABD halkı üzerinde Cumhuriyetçiler aleyhine ilave bir tepki yarattı.
Son olarak Kuzey Kore’nin nükleer silah patlatma (atom bombası) denemesi yapması George W. Bush’un otoritesini hepten sarstı. Bush yönetiminde 2003’te başlatılan "uluslararası teröre" karşı savaş bugüne dek ABD açısından hep hüsranla sona erdi.
* * *
Kuzey Kore’nin bu pervasız ve cüretkar davranışının şokları henüz atlatılmadığı için ABD halkının bu durumu seçimlerde nasıl değerlendireceğini tahmin etmek henüz mümkün değil.
Kuzey Kore’nin nükleer teşebbüsü ABD halkını Cumhuriyetçilerden daha da fazla uzaklaştırabileceği gibi Clinton döneminde Kuzey Kore’ye çok fazla tolerans gösterildiğini düşünenler, Demokratlar yerine tekrar Cumhuriyetçileri denemek isteyebilirler.
Eğer Cumhuriyetçiler Temsilciler Meclisi’nde azınlığa düşerlerse Başkan Bush için uluslararası politikalarını (savaşlarını) yürütebilmek için ihtiyacı olan bütçeleri çıkarmak çok zorlaşacak.
Eminim, bu ihtimalin sonuçlarının hesapları Irak’ta, İran’da, Kuzey Kore’de yapılıyordur. Cumhuriyetçiler seçimi kaybederlerse Türkiye’den de zafer çığlıklarının yükseleceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
* * *
Ancak, ben bu yazımda bir noktaya parmak basmak ve buna dayanarak olası gelişmelere dikkat çekmek istiyorum.
Önce şu gerçeği kavrayalım:
ABD halkı savaşa karşı oldukları için Cumhuriyetçilere kızmıyor. Irak Savaşı’nda başarısız oldukları için kızıyor.
Ayrıca, savaşın başında Cumhuriyetçilerin Irak’ta nükleer güç olduğu iddiasını ortaya atarak bile bile halka yalan söylemiş olmaları tepkilerini mislisi ile artırıyor.
Ancak ABD halkı; kendi tehdit algılamaları açısından, ABD Devleti’nin olası saldırıları ABD topraklarında önlemek yerine kendi kalesinde vurmasını onaylıyor.
Kuzey Kore’nin nükleer denemesinden sonra Batı ABD’de (Pasifik kıyılarında) ABD’nin Kuzey Kore tarafından vurulabileceğine dair inanç ve korku arttı.
* * *
Bu gerçekler ışığında; Temsilciler Meclisi’ni Demokratlar ele geçirse dahi, hayat Başkan Bush için bugüne oranla zorlaşacaktır ama kimse Demokratların savaş bütçesini sıfırlayacağını ve Ortadoğu’da savaşın sona ereceğini zannetmesin.
Tersi durumda; eğer Cumhuriyetçiler seçimi tekrar kazanırsa Başkan Bush’un halktan onay aldığını düşünerek daha da agresif hale gelmesi de kimseyi şaşırtmasın.
* * *
Ben Çin ve Rusya faktörleri nedeniyle BM Güvenlik Konseyi’nin Kuzey Kore aleyhine büyük yaptırımlara girişebileceğini zannetmiyorum.
Kendini çaresiz hisseden ABD yönetiminin, seçimleri kim kazanırsa kazansın, Bush’un son iki yılında daha da saldırgan hale gelmesinden çekiniyorum.
Çapsız ama saldırgan ABD’nin İran’ın işine her zamankinden fazla geleceğini düşündüğüm için de huzurum beter kaçıyor.
Yazının Devamını Oku 11 Ekim 2006
ÖNCE; ABD’nin uluslararası teröre savaş açtığı, Kuzey Kore’yi de "şer ekseni"nde ilan ettiği, Başkan Bush’un "Kuzey Kore’nin nükleer silah sahibi olmasına katiyen izin vermeyeceklerini" söylediği 2002’den beri dünyada neler olduğunu kabaca özetleyelim: 1) Irak’ın bölünme ihtimali her zamankinden fazla. ABD’deki savaş yanlıları bile "tek müttefikleri" saydıkları Kuzey Irak’taki Kürtlere sahip çıkıp, Sünniler ile Şiileri kendi haline bırakmayı öneriyorlar.
2) Afganistan Dağları’ndan kovulmak ve yok edilmek üzere savaş ilan edilen El Kaide Afganistan’da her zamankinden güçlü olmanın dışında Irak’a da yerleşmiş durumda. Aynı şekilde Taliban değil yok olmak, Afganistan’da eski günlerine döndü bile.
3) Filistin’de seçimleri anti-Amerikan ve anti-İsrail politikalarından hiç taviz vermeyen HAMAS kazandı.
4) ABD-İran çekişmesinde bir ara adım olan İsrail-Hizbullah Savaşı İsral’in bugüne dek Arap aleminde yürüttüğü en başarısız savaş.
5) İran nükleer güç geliştirme çabasından katiyen taviz vermiyor. Irak (Şiiler), Filistin (HAMAS), Suriye (Baas), Lübnan (Hizbullah) üzerinde her geçen gün etkisini artırıyor.
6) ABD’nin Arap dünyasındaki müttefikleri Mısır (Müslüman Kardeşler) ve Suudi Arabistan’daki ABD taraftarı rejimler topun ağzında.
7) 1994’te nükleer güç araştırmalarını Clinton yönetimi ile yaptığı anlaşma çerçevesinde durduran Kuzey Kore 2002’den beri nükleer geliştirmelere büyük yatırım yapıyor, uzmanların ifadesine göre evvelsi gün ilk nükleer silah denemesini (atom bombası patlatmak) yapana dek en az 12 adet nükleer başlıklı balistik füze sahibi olmuştu.
* * *
Kuzey Kore bu cüreti Pakistan’ın nükleer silah sahibi olmak için mücadelesinde tüm çabalara rağmen durdurulamaması ve silahı geliştirdikten sonra göz yumulmasından alıyor.
Şimdi de zaten bildiğini okuyan İran’ın Kuzey Kore’yi örnek almaması için bir neden yok. Yine uzmanlar, ancak BM Güvenlik Konseyi’nin siyasi ve ekonomik ambargo kararı alması durumunda Kuzey Kore’nin ve dahi İran’ın gerileyebileceğini düşünüyorlar. Ama, Konsey üyesi Rusya ve Çin’in genel ambargoyu onaylamayacaklarını da düşünüyorlar.
Rusya ve Çin’in 21. yüzyıl perspektifleri Kuzey Kore ve İran gibi ABD hasımlarını tamamen bertaraf etmeye müsait değil. Gerçi Çin, Kuzey Kore’nin nükleer silah denemesini "küstahlık" saydı ama aynı Çin, eğer gıda ve petrol yardımı yapmazsa, Kuzey Kore’de rejimin yıkılması veya panik çıkması durumunda Kuzey Kore’den ülkesine baş edemeyeceği sayıda mülteci gelmesinden korkuyor.
Herhalde ne kadar sıkıştığının farkında ki ABD Başkanı George W. Bush 4 yıl evvel "Kuzey Kore’nin nükleer silah sahibi olmasını kabul edemeyiz" derken dün "Kuzey Kore’nin başka ülke ve kuruluşlara nükleer silah satmasına göz yumamayız" demeye başladı.
* * *
Normal yurdum insanı "Kuzey Kore’den bana ne!" dememeli veya bu işten ABD’nin kaybederek çıktığı hesabını yaparak sevinmemeli, artık İran’ın da "atom bombası geliştirmek" için yolunun büyük çapta açıldığını, kendi kullanmasa da Kuzey Kore’nin terör örgütlerine "atom bombası" satabileceğini/verebileceğini göz önüne almalıdır.
Nükleer silaha sahip İran ve El Kaide’nin Ortadoğu için ne demek olduğunu tüm Türk vatandaşları hesaplamak durumundadırlar!
Kuzey Kore’nin nükleer silah denemesinin ABD’yi nasıl etkileyeceği tüm dünya için en önemli konu. ABD’nin tepkisi Ortadoğu’nun da geleceğini belirleyecek.
Yarın Kuzey Kore’nin attığı bombanın ABD’de nasıl patlayacağını irdeleyeceğim!
Yazının Devamını Oku 10 Ekim 2006
DÜNYADAKİ etkin tüm ülkelerin ikazlarına rağmen Kuzey Kore, pazar günü TSİ 15.36’da 4.2 büyüklüğünde bir sarsıntı yaratan nükleer silah denemesini Kuzey Hamgyong Bölgesi’nde yaptı. Böylece Kuzey Kore, dünyada nükleer silaha sahip 9. ülke oldu. ABD, Rusya, Fransa, İngiltere, Çin resmen nükleer silahlara sahipler. Hindistan, Pakistan, İsrail nükleer silah geliştirdiklerini hiçbir zaman ilan etmediler. Şimdi bu gruba Kuzey Kore de katıldı.
Nükleer silah denemesi, Güney Kore’den kopuşu gerçekleştiren Kuzey Kore lideri Kim İl-Song’un 1997’de ölümünden sonra başa geçen oğlu Kim Jong-İl’in başkanlığının 9. yılını kutlama gününe rastlıyor. Ayrıca, ülkenin hasmı Güney Kore’nin Dışişleri Bakanı Ban Ki-moon’un BM Genel Sekreterliği adaylığının oylanmasından bir gün önce gerçekleşiyor.
* * *
Batı, Kuzey Kore’nin nükleer silah sahibi olmasını "dünyanın en yalnız ancak en saldırgan ülkesinin silah sahibi olması" olarak yorumlarken, Kuzey Kore yetkilileri nükleer silah sahibi olma nedenlerini yine yalnızlıklarına bağlıyorlar. Kendilerini ABD’nin başını çektiği olası Batı saldırısına karşı koruyacak en önemli gücün nükleer silah olduğunu, Pakistan örneğinde olduğu gibi, tüm karşı tehditlere rağmen, silahı geliştirene sonunda hiçbir yaptırım uygulanamadığını düşünüyorlar. Yine Kuzey Koreli yetkililere göre, eğer Saddam bu silaha sahip olsaydı, Irak’ın başına gelenler hiç gelmezdi.
* * *
Başkan Bush, 2003’ten beri "şer ekseninde" saydığı Kuzey Kore’yi nükleer silah geliştirmeye niyetlenmemesi için defalarca ve çok sert bir dille uyarmıştı. Bu uyarılara rağmen Kuzey Kore’nin İran, Suriye ve Pakistan’a nükleer başlıklı füze sattığı biliniyordu, ama Kuzey Kore’nin bu kadar pervasızlaşacağı son döneme dek beklenmiyordu.
ABD, Kuzey Kore’nin nükleer silah geliştirmesini, bizzat kendisinin kullanmasından çok, bu yalnız ve karanlık ülkenin nükleer silahları terör örgütlerine verme olasılığı nedeniyle istemiyor.
* * *
Kuzey Kore’nin nükleer silah geliştirmesini Türk kamuoyunun çok büyük dikkatle izlemesi lazım. Dünyanın öteki ucundaki bu tatsız gelişme ilk bakışta bizi ilgilendirmiyor gibi gözükebilir, ama bizim canımızı yakma ihtimali de çok yüksektir.
Şöyle ki:
George W.Bush liderliğindeki neo-con ağırlıklı yönetim, dış politikada en başarısız dönemini yaşarken ve kendi ülkesinde kasım ayındaki kısmi seçimler öncesi gittikçe artan eleştirilerle karşı karşıya iken, Kuzey Kore’nin bu salvosu, ABD yönetiminin otoritesine, şahsi kanıma göre, 11 Eylül saldırısından sonra indirilmiş en büyük darbedir.
* * *
Kuzey Kore, ABD Başkanı’nın bizzat yaptığı çok sert uyarılara rağmen nükleer silah denemesinde bulunarak ABD’nin otoritesini sallamadığını tüm dünyaya ilan etmiştir.
* * *
Bu durumda:
1) Bir kez daha prestij yitiren ABD yönetimi, büyük bir ihtimalle Bush’un son yıllarını kapsayan önümüzdeki dönemde çok daha agresif hale gelecektir.
2) Öte yanda Kuzey Kore kadar nükleer silah konusunda ısrarlı olan İran, ABD’nin prestij kaybını kendi lehine değerlendirmek isteyecektir.
3) ABD’nin Kuzey Kore’ye nasıl bir yaptırım uygulayabileceği şu anda öngörülemez. Ama artık askeri bir saldırı olmadan Kuzey Kore’nin nükleer silahları elinden alınamaz. BM yaptırımlarının şu andan itibaren hiçbir faydası olamaz.
4) Agresif ama çaresiz ABD’nin, puslu ortamı seven muhteşem satranç oyuncusu İran karşısında Ortadoğu’da ne yapacağını kestirmek şimdi daha da zor olacaktır. (Devamı yarın.)
Yazının Devamını Oku