Cüneyt Ülsever

İran ve Ortadoğu

3 Aralık 2006
BU yazının yazıldığı saatlerde Başbakan’ın İran gezisinde nelerin görüşüldüğü bilinmiyor. Ancak, başta ABD olmak üzere Batı dünyasının Başbakan’dan, İran’ı nükleer çalışmalara ara vermesi için uyarmasını bekledikleri malum. Türkiye de İran’ın "atom bombası" üretmesinden kaygı duyuyor. Ancak aynı ABD, İngiltere ile birlikte, İran’ın Irak’taki Şii güçler üzerinde etkisini kullanarak ülkedeki iç savaşa engel olmasını istiyor.

ABD, daha düne dek hasım gördüğü ve ülkedeki siyasi rejimi yıkmak için gayret sarf ettiği İran’dan yardım istiyor!

* * *

İran’ın Irak’taki kaosa engel olmak için gayret sarf edip etmeyeceğini bilmiyorum.

Ama şu soruyu sormadan da edemiyorum: İran böyle bir gayreti neden göstersin?

Komşusu Irak’ın üniter yapısını korumak için! Kaosa engel olmak için!

Yahut, Kissinger’in belirttiği gibi, Batı medeniyetine onurlu bir üye olarak kabul edilmek için!

Ben İranlı olsaydım, bu kadar az getirili bir pazarlıkla yetinmezdim!

"Daha başka neler var?" diye sorardım.

* * *

ABD’nin Irak’ta başının iyice derde girdiği, kasım başındaki ara seçimlerin, Başkan Bush’a açık ve net bir şekilde "Irak politikanı değiştir!" mesajı verdiği bir ortamda İran, Ortadoğu’da en avantajlı durumdaki ülke olduğunu pekálá biliyordur.

İran bölgede mukayeseli avantajının en yüksek seviyeye eriştiği bir döneme girmiştir. Şöyle ki:

1)Irak’ta Nuri el Maliki Hükümeti’ni köşeye sıkıştıran Mukteda el Sadr güçleri (Mehdi ordusu), ülke nüfusunun yüzde 65’ini oluşturan Şiilerin en güçlü ayaklarındandır ve İran ile çok yakın ilişkiler içindedir.

2) Lübnan’da Fuad Sinyora Hükümeti’ne kafa tutan ve binlerce insanı sokağa döken Hizbullah ve onun lideri Seyyid Hasan Nasrallah da İran’ın etki alanı içindedir.

3) İsrail-Filistin çatışmasında Filistin açısından en güçlü role sahip HAMAS da İran’ın himayesi altındadır.

4) Yaz aylarında Hizbullah’ın İran’dan aldığı silah ve maddi yardımları kullanarak İsrail’e karşı verdiği başarılı savaş, İran’ın bölgede kendi açısından, doğru yönde ilerlediğini göstermiştir.

5) ABD’nin kopardığı bunca gürültüden sonra Kuzey Kore’nin nükleer silah deneyini (atom bombası) başarıyla tamamlaması ve dünyanın Kuzey Kore’yi caydıracak hiçbir şey yapamaması, İran’ın da nükleer çalışmalarda yolunu açmıştır.

6) 22 Kasım’da bu köşede yazmıştım. Bu hafta içinde de MGK’da TSK’lı üyeler uyarmış. Al-a Turka Hizbullah, Güneydoğu Anadolu’da hızla ve sosyal planda, Lübnan Hizbullah’ının stratejilerine çok benzer bir şekilde örgütleniyor, bir süre sonra bölgede PKK’dan daha etkin hale gelecek. Şu anda Lübnan’daki Hizbullah ile bir ilişkisi yok gibi görünüyor ama yakında kurulmayacağını kim söyleyebilir.

7) ABD’de, "Irak’ta ne yapılmalı?" sorusuna cevap arayanların hemen hepsi "asker çekme"yi öneriyor. Yakında yayınlanacak Irak Çalışma Grubu’nun (Baker-Hamilton planı), 2008’de ABD’nin Irak’ı boşaltmaya başlamasını önereceği söyleniyor.

* * *

ABD’li yetkililer, "Nükleer araştırmalara karşı tepkimiz ayrı, İran’la Irak için görüşmemiz ayrı" diyerek 9 aydır bu ülkenin yetkilileriyle kurdukları temasları gerekçelendirebilirler ama İran, Ortadoğu’da zaten elinde tuttuğu gücü kabul ettirmeden neden ABD’ye Irak’ta yardımcı olsun?
Yazının Devamını Oku

Başbakan’a teşekkür ediyorum

30 Kasım 2006
BEN Başbakan’ın AB üyeliği konusunda son iki yıldır tutucu politikalara kapılarak gevşek davrandığını düşünen insanlardanım. Nitekim, Avrupa Komisyonu 8 başlıkta müzakerelerin askıya alınmasını tavsiye etti. Bakalım 11 Aralık’ta AB dışişleri bakanları, nihai olarak ne karar verecekler? Maalesef AB üyeliği serüveninde Türkiye artık "soğuk" bir döneme girmiştir; kopma gerçekleşmeyecektir ama ilişkiler birbirinden bıkan ama toplumsal baskı nedeniyle boşanamayan çiftler gibi karşılıklı ihtiyaçtan doğan siyasal yaptırımlar nedeniyle zoraki sürecektir.

Türkiye’yi böyle iki arada bir derede dönemin içine soktuğu için baş sorumlu Başbakan’ı eleştiriyorum.

Ama...

* * *

Aynı Başbakan’a Papa’yı uçağın kapısının dibinde karşıladığı için çok teşekkür ediyorum.

Türkiye için büyük bir şans olduğuna inandığım Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nu da bir bilim adamı edası içinde ama açık bir dille Papa’yı eleştirdiği için candan kutluyorum.

Papa’ya dünyanın gözleri üzerimizdeyken şu sözleri söyletebilmek onun başarısıdır:

"İslam barış dinidir. Özü akıl ve bilimle yoğrulmuştur. Bütün ilahi dinler gibi İslam da barış getirmiştir. Öğretileri de hem akli hem de barış temelleri üzerine kuruludur."

İşte ben böyle bir Türkiye özlüyorum!

Misafirperver ama diplomasi kurallarını göz ardı etmeden sözünü esirgemeyen bir ülke!

Türkiye hem Batı dünyasının değerlerine saygılı, hem de kendi değerlerine sahip çıkan bir görüntü vererek Batı’ya ve Doğu’ya dünyada ait olduğu yeri bir kez daha tarif etmiştir.

Türkiye, her iki medeniyet çığırının değerlerini birlikte özümseyen dünyadaki nadir ülkelerden birisidir.

Eminim, bu tavır hem Batı’da, hem Doğu’da Türkiye’nin dünyadaki işlevinin bir kez daha düşünülmesine vesile olacaktır.

* * *

Başbakan’ın Papa’yı karşılamamasını dün eleştirenlerin şimdi de Papa’yı karşıladığı için eleştirmelerini, bununla da yetinmeyip küçük düşürmelerini anlamak hiç mümkün değil.

Hele hele Diyanet İşleri Başkanı’nı bir bütünden ayırıp, sadece onu takdir etmek de çok haksız bir tavır.

Başkan, hükümetin bir memurudur ve söyledikleri gerek eleştirilirken, gerek takdir edilirken hükümeti bağlar.

Yapılması gereken, topyekûn hükümeti takdir etmek iken vaveyla koparmak, haksızlık etmek kadar "entelektüel" bir tavır olmaktan çok uzak, olsa olsa "entel" bir tavırdır.

Hiçbir şeyi beğenmemek veya beğenmediğini her koşul altında eleştirmek ve küçük görmek ne Doğu medeniyetine, ne de Batı medeniyetine ait bir tavırdır.

Esasında Türkiye’yi dünyadan koparan ve yalnızlaştıran "bana ne, bana ne!" anlayışıdır.

* * *

Tüm İslam dünyasının ağzını açamadığı ama tüm Müslümanları rencide eden haksız bir tutuma bu kadar medeni bir cevap veren, Papa’ya yukarıda alıntı yaptığım sözleri söyleten, aynı anda "Papamıza acaba ne yapacaklar" diye dertlenen Batı’ya geleneksel misafirperverliğiyle cevap veren bir Türkiye’de yaşamak bana gurur veriyor.

Bana bu duyguyu yaşatan herkese çok teşekkür ederim!
Yazının Devamını Oku

Türkiye Irak’la ilgili ne yapıyor?

29 Kasım 2006
GEÇEN hafta Irak’ta ortaya çıkacak yeni sürecin alternatif senaryolarını değerlendirmiş, yeni gelişmeler içinde Türkiye’yi görememekten yakınmıştım. Gayretlerini takdirle izlediğimi bu köşede defalarca vurguladığım Türkiye’nin Irak Özel Temsilcisi Büyükelçi Oğuz Çelikkol bu yazılarımla ilgili bir mektup yolladı ve Türkiye’nin çalışmalarını anlattı. Kamuoyunun bilgilenmesi amacı ile mektubunu, yer darlığı nedeni ile biraz kısaltarak yayınlıyorum.

* * *

"21
ve 22 Kasım tarihli Hürriyet’te çıkan Irak konulu makalelerinizi dikkatle okudum... Bu çerçevede Irak politikamızın bazı yönlerini dikkatinize getirmeme müsaade etmenizi rica ederim.

Irak konusunda, ilgili herkesi karamsarlığa sürükleyen gelişmeler vuku bulmaktadır. Bu olumsuz ortam içinde Türkiye Irak konusundaki politikasını açıklıkla belirlemeye ve tutarlı biçimde uygulamaya özen göstermektedir...

Türkiye toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine sahip bir Irak’ın demokratik düzen içerisinde normale dönmesini ve istikrar kazanmasını amaçlamaktadır...

* * *

Türkiye Irak’la ilgili olarak önemli bazı inisiyatifler başlatmıştır. Bugün Irak’taki sorunların çözümü için bütün komşu ülkelerin angaje edilmesi gereği şeklinde ortaya çıkan görüşler Türkiye’nin önceden beri öngördüğü bir husustur... Bugüne kadar Dışişleri Bakanları düzeyinde 9 resmi, 3 gayri resmi, İçişleri Bakanları düzeyinde ise 3 resmi toplantı yapılan Irak’a Komşu Ülkeler Süreci Türkiye’nin bir girişimidir...

* * *

Irak’ın siyasi geçiş sürecinin yürütülmesi ve ülkenin seçilmiş bir parlamento ve geniş tabanlı bir hükümete kavuşması Saddam Hüseyin sonrası dönemde önem kazanmıştır. Türkiye Irak’taki bu siyasi geçiş sürecine katkı sağlamış ve siyasi sürecin önündeki tıkanıklıkların aşılmasında elinden gelen yardımı yapmaktadır. Hatırlanacağı üzere, Iraklı önde gelen bazı Sünni liderler ile ABD’nin Bağdat Büyükelçisi’nin geçen yıl İstanbul’da bir araya gelmeleri yine Türkiye’nin bir girişimi sonucu gerçekleşmiştir. Bu toplantının sonucu olarak Iraklı Sünni grupların seçime ve daha sonra hükümete girmelerinin yolu açılmıştır.

* * *

...1980’lerden beri... Türkiye’nin politikaları Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, Irak halkına zor günlerinde elden gelen katkının yapılması ve bu ülkedeki istikrarsızlığın ülkemize olumsuz etkisinin mümkün olduğu ölçüde azaltılması temelinde oluşturulmaktadır. Bu çerçevede, Irak’taki grup ve kesimlerle olduğu kadar, ABD ve Irak’a komşu ülkelerle diyalog ve bazı konularda görüş birliği sağlanması daha da büyük önem kazanmaktadır...

* * *

...Irak eski Başbakanı Caferi’nin iki kez ve Başbakan Maliki’nin de bu ay içinde gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretlerinde, güvenlik ve ekonomi alanında karşılaştığı zorlukları yenebilmesi için Irak’a Türkiye’nin yapabileceği katkılar ağırlıklı olarak tekrar gündeme gelmiştir. Öte yandan Türkiye, Kuzey Irak’takiler dahil, Irak’lı bütün gruplarla temaslarını sürdürmekte ve bu temaslar sırasında bu grupların, dar etnik ve mezhep çıkarlarına dayanan tutumlarını bir yana bırakarak, Irak milli gündemi etrafında toplanmalarını sağlamaya gayret göstermektedir. Iraklı gruplarla bu temaslarımızda federalizm, milis güçlerinin durumu, petrol kanunu, Kerkük gibi Irak’ın önemli tüm sorunların Iraklı bütün grupların mutabakatıyla ve uzlaşı yoluyla, oldu-bittilerden uzak olarak çözümlenmesi de telkin edilmektedir... Türkiye temaslarında İKÖ ve Arap Ligi’nin Irak konusunda daha aktif tutum almasını, komşu ve Arap ülkelerinin Irak bağlamındaki rolünün olumlu yönde güçlendirilmesi görüşünü işlemektedir."
Yazının Devamını Oku

AKP-Papa-İMKB-AB!

28 Kasım 2006
12 ve 14 Kasım 2006 tarihlerinde yazdığım yazılarda AKP’yi bekleyen tehlikeleri sıralamıştım. Benim büyük bir kaygım, "Kıbrıs açmazı" nedeniyle birkaç başlıkta durdurulacak müzakerelerin İMKB’de işlem gören türlü çeşitli hisselere dolaylı yatırım yapan uluslararası yatırımcıları ürkütmesi ve "madem hükümet, AB konusunda yeni adımlar atmak için Kasım 2007 seçimlerini bekleyecek, biz de Türkiye’de yatırım yapmak için Kasım 2007’yi bekleriz" duygusu içine girmeleridir.

Türkiye şu ana dek, esasında büyük sorun olan dış açığı bu tür yatırımcıların İMKB’ye girmeleri ile kapatmaya çalıştı. Eğer, onlar panikler ve girdikleri hızla çıkarlarsa, bu durum ülkede tekrar "2001 türü bir kriz beklentisi" korkusuna dönüşebilir ve hükümet böyle bir paniğin altından zor kalkar.

* * *

Nitekim, benzer kaygıyı Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan da duymuş ki politikacı güdüleriyle söylemini mümkün olduğu kadar yumuşatarak "piyasadaki oyuncuların da Kıbrıs konusundaki gelişmeleri çok yakından izlediklerini" belirterek, "şu anda fiyatların içerisine olası risklerin belirli ölçüde yansıdığını" söylüyor.

"Kıbrıs konusundaki gelişmelerin beklenenden daha farklı, yani iyi ya da olumsuz yönde olması halinde belirli bir miktar hareket olacaktır" diyen Babacan, "Ancak işin ekonomik yönü farklı, bizim Kıbrıs politikamız çok açık, korkularla ve ekonomik kaygılarla hareket edemeyiz. Siyaset farklı, ekonomi farklı" demiş. (Milliyet-27.11.2006)

* * *

Öte yanda son anda büyük umutlar beslenen Finlandiya Girişimi de hüsranla sonuçlandı.

"Avrupa Birliği (AB) dönem başkanı Finlandiya, Kıbrıs konusunda taraflarla bir süredir sürdürülen görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlandığını bildirdi.

AB Komisyonu ile birlikte Türkiye’nin katılım müzakerelerinin devamının nasıl ele alınacağına ilişkin karar hakkında çalışacaklarını belirten Tuomioja, Genel İşler Konseyi’nin kararını aralıkta vereceğini söyledi. Müzakerelerin kaç başlıkta durdurulmasını beklediklerine ilişkin bir soruya karşılık Tuomioja, ’bu kadar detaya girmek istemediğini ifade etti’." (Hürriyet-web-27.11.2006)

* * *

Bütün bunların üstüne, Papa’nın Türkiye ziyaretine Türkiye’nin tepkisinin Batı’da nasıl algılanacağını ekleyin. (Papalık kurumunun ne olduğu, tarihi, ilişkilerin kökeni ile ilgili olarak gerçek anlamda bilgilenmek isteyenler, Neşe Düzel’in Radikal’in 27.11.2006 tarihli nüshasında Prof. Dr. Niyazi Öktem ile yaptığı nefis söyleşiyi muhakkak okusunlar.)

Eğer, Batı’da kamuoyu, dini liderlerinin Türkiye’de "yeteri kadar misafirperverlikle karşılanmadığı" zehabına kapılırsa aralık ayında Türkiye ile ilgili karar verecek AB Genel İşler Konseyi’nin bundan da olumsuz etkileneceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

Dahası, bir araştırmacının dünyada çok etkin bir dergide yazdığı yazıda, Recep Tayip Erdoğan’ın Mayıs 2007’de Cumhurbaşkanı olmaya kalkmasıyla şahikasına ulaşacak "laiklik-şeriatçılık mücadelesi" çerçevesinde Türkiye’de yeni bir askeri darbe olma ihtimalini yüksek görmesi ve bu kanısına kaynak olarak da çok yüksek seviyede generaller ile yaptığı görüşmeleri göstermesi, Türkiye’ye parasını yatırmayı düşünen yabancı insan ve kurumları yukarıdaki tartışmaların da ışığında nasıl etkileyeceğini tahmin etmek zor mu? (Zeyno Baran "The Coming Coup d’Etat?" -Darbe Geliyor mu?- Newsweek 4 Aralık 2006 nüshası)

* * *

Bütün bu olumsuz gelişmeleri üst üste koyarak tedbir almaya çalışan AKP’liler var mı, varsa onlar seslerini Başbakan’a duyurabiliyorlar mı, ben bilmiyorum ama büyük kaygı duyuyorum!

Ya "siyaset farklı, ekonomi farklı" çıkmazsa?
Yazının Devamını Oku

’Paşaların önünde makine biçemez aman biçemez’

26 Kasım 2006
BİR paşanın, on paşanın önünde takdim ettiği icadın müthiş bir icat olduğunu, haberi gazetelerde gördüğüm an anladım. Bu makine insanları madara ediyor!

İşe paşalar ile başlamış!

* * *

Birçok gazeteci, paşaları ve dahi savcıları zaman zaman ama yıllardır "durumdan vazife çıkardıkları" için eleştirirler ama bir türlü netice alamazlar.

Biri gider, diğeri gelir ama paşalar yine bildiklerini okurlar. Bu harika makine anında netice aldı! Üstelik, aynen iddia edildiği gibi enerji kullanmadan.

Zor kullanmadığı gibi, insanları madara etmek için kılını bile kıpırdatmadı.

Hatta paşalara görünmek, önlerinde gerdan kırmak gibi zahmetlere bile girmedi.

Şıppadanak işini becerdi.

Hatta bir köşe yazarına da hiç görünmeden ve hiçbir zahmete girmeden hakkında övgü dolu bir köşe yazısı yazdırdı.

Ben bu makinenin müthiş bir icat olduğuna anında inandım. Kendisini muazzam kıskandım.

Ayrıca acaba münafık yazarların köşelerini ellerinden alır mı diye dertlere düştüm.

Düşünün, başta kendisini takdim eden paşa olmak üzere kimse onu görmemiş ama o bir "insan çözer" olarak işe paşalarla başlıyor! Yerden, gökten ari ama anında netice alıyor!

* * *

Yok efendim, bilim adamlarını ikna edememiş, onlara göre içine enerji girmeden hiçbir makine enerji üretemezmiş.

Şimdilik bilim adamlarını güldürüyor ama sonra ağlatacak!

Malum hikáye; adam benim "şey"im -galiba kulakları olacak- eşeğin "şey"inden büyük deyince padişahı önce güldürmüş, hayatına karşılık bir küp altına iddiaya girip ardından gösterince de padişahı ağlatmış!

Maazallah herkesi madara eden makine, aynı durumu bilim adamlarına da yaşatırsa yandı gülüm keten helva.

Ben adım gibi biliyorum, bu makinenin seri üretimi başlayınca dünyadaki her bir ülke satın almak için sıraya girecek; Türk’ün medeniyete acizane katkısı her ülkede haddini aşan, görevini kötüye kullanan, milletin parası ile kullandığı gücü millete yönelten, neyin millet için iyi olduğunu milletten iyi bilen, andıç yazan, ahkám kesen herkesi madara edecek.

Böylece Türkiye, tarihe, demokrasiye en büyük katkıyı yapmış ülke olarak geçecek!

* * *

Ancak makine konusunda beylere bir de uyarım var.

Makineye övgü düzen köşe yazarını arayan takdimci paşa beni de aradı ve makinenin çapkınlık yapan erkekleri de madara ettiğini söyledi.

Ben durumu sadece naklediyorum. Malum, insan gözüyle görmeden inanmıyor. Paşaları rahat yazdım, zira makinenin kendisini görmeden de olsa aldığı neticeyi gördüm.

Makinenin çapkın erkekleri de madara ettiğini gözümle görmüş değilim. Ancak, aynen onları da görünmeden madara ediyormuş, yani ne zaman nerede madara olacağınızı bilmiyorsunuz. Ne olur ne olmaz, ben tedbirimi şimdiden aldım.

Kimse makineyle alay etmesin. Bu öyle üfürük bir makine değil.

Baksanıza, Genelkurmay’dan muhtıra yiyen ilk makine olarak tarihe şimdiden geçti.

Genelkurmay, görünmeyen makineyi görmediğini, makine ile hiçbir alakası olmadığını bildirerek kamuoyunu rahatlattı!
Yazının Devamını Oku

Atilla Yayla olayı!

23 Kasım 2006
POLEMİKLERE girmeyi hiç sevmiyorum. Zira, Türkiye’de "fikir tartışması" çerçevesinde polemik hemen hiç yapılmıyor, sadece belden aşağı vurarak puan toplanmaya çalışılıyor. Medyada birbirine hakaret etmeyi fikir tartışması olarak takdim edenler beni çok rahatsız ediyorlar. Bundan dolayı "Atilla Yayla" tartışmalarına da hiç girmek istemedim.

Ancak, ne zaman ki Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kadri Yamaç "Anayasa’nın Atatürk ilkelerine bağlı öğrenci yetiştirilmesi ilkesi uyarınca Yayla’nın ders vermekten uzaklaştırıldığını" söyledi, çok güçlü bir infial duygusuna kapıldım.

Özgür düşüncenin kalesi olması gereken bir kurum bizzat Atatürk’ün "Benim görüşlerimle bilimin söyledikleri arasında fark doğarsa, bilimin söylediklerini takip ediniz" mealli sözlerini (bkz: Genelkurmay kaynakları) ona sahip çıkmak adına unutursa ve ifade ögürlüğünü bizzat bir bilim kurumu iğfal ederse tepki vermemek mümkün değil.

Yanlış anlaşılmasın; ben rektörün Atilla Yayla ile aynı fikirde olmasını beklemiyorum. Atilla Yayla’ya ait olduğu söylenen kanaat cümlelerinin de herhangi bir bilimsel araştırmaya, hatta bilimsel üsluba dayandığı görüşünde ise hiç değilim.

Ancak, Atatürk yanılabileceğini bizzat kendisi söylerken, rektörün Atatürk’ten çok Atatürkçü kesilmesi ve "Bakın ben adamı nasıl oyarım!" edası içine girmesini hazmetmem mümkün değildir.

* * *

Ayrıca ben; konuşma için kendisini bizzat davet eden AKP’lilerin sıkıyı görünce Atilla Yayla’yı satmalarını "Demek değişen bir şey yok" diyerek algıladım.

Zamanında Recai Kutan da önce bir yazımı kendi yazısı gibi okuyarak kullanmış, askerden sopayı yiyince de beni anında satmıştı. Demek ki, şimdiki yöneticiler de Recai Abi’nin yolunda yürüyorlar!

Hele hele, Atilla Yayla’nın görüşlerini daha evvel bilmediğini söyleyen AKP yöneticileri resmen yalan söylüyorlar.

Atilla Yayla’nın AKP’yi liberal bir çizgiye çekmek için beyhude gayret verdiğini konu ile ilgili olan hemen herkes bilir.

En azından AKP’nin "muhafazakár demokrat" olduğunu ilan ettiği toplantıyı Atilla Yayla’nın tertip ettiğini ve görüşleriyle katkıda bulunduğunu toplantıya katılan bini aşkın izleyici bilir! Zoru görünce adam satmak bu kesimde vazgeçilemez bir gelenek midir?

* * *

Şahsi görüşüme göre Atilla Yayla da konuşmasında bazı vahim hatalar yapmış.

Atatürk’e başkalarının ağzından nakil yaparak da olsa "Bu adam" diyerek hitap etmesi ben dahil Atatürk’ü seven herkesi üzmüştür. Bizim kültürümüzde büyüklerimizden "Bu adam" sözleriyle bahsetmek terbiye ve adap kurallarını aşar. Bireye bu kadar önem veren Yayla’nın Atatürk’e sevgi ve saygı duyan milyonlarca insanı rencide etmek istemediğini açıklamasını birkaç gün boşuna bekledim. Yanlış anlaşıldı veya sözleri yanlış nakledildiyse bunu düzeltmek ona düşerdi. Kimsenin kimseyi rencide etme hakkı yoktur.

* * *

Kendimi liberal-demokrat olarak görmeme ve Atatürk’ü putlaştırmak için büyük gayret gösteren bağnaz Kemalistlere en az Yayla kadar kızmama rağmen "1925-1945 ile 1950 sonrasını aynı değerlendiremezsiniz. Bu dönemler birbirinin panzehiridir. Kemalizm medeniyeti çözücü bir süreçtir" (Milliyet-22.11.2006) sözlerine katılmam ise benim tarih okuyuşuma ters düşüyor.

Keşke, Atilla Yayla Atatürk’ün Atatürkçü veya Kemalist olmadığını, buna hiç ihtiyaç duymadığını, ondan sonra gelenlerin "millete neyin doğru olduğunu öğretmek" için girdikleri elitçi mücadelede rahmetlinin kültü arkasına sığındıklarını söyleseydi.

Zira, ben Yayla’nın da böyle düşündüğünü zannediyorum!
Yazının Devamını Oku

Türkiye Irak’ta ne yapmalı?

22 Kasım 2006
ÖNCE okurlarıma bir özür borcumu eda edeyim. Dünkü yazımda ABD’nin yeni Savunma Bakanı Bob Gates’ı Dışişleri Bakanı olarak yazmışım. Herhalde yol yorgunluğu! * * *

ABD seçimleri sonrası Irak’ta radikal bir değişikliğin olacağı bir döneme giriliyor ve ne yapılması gerektiği konusunda türlü çeşitli ülkeler ve siyasiler ortaya türlü çeşitli fikirler atıyorlar ama Türkiye’de "tık" yok.

Alın size iki haber:

1) İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, "Irak meselesi"ni tartışmak ve çözüm aramak üzere hafta sonu Suriye ve Irak Devlet Başkanlarını Tahran’a davet etti, daveti Talabani hemen kabul etti. (Sabah-21.11.2006)

2) Biz Güneydoğu’da PKK’yı tartışır dururken Kürtler arasında Hizbullah dev adımlarla genişliyor. (Bkz: Önder Aytaç ve Emre Uslu: "The Revival of Kurdish Islamism?" -Kürt İslamcılığı Yeniden mi Uyanıyor?"- The New Anatolian Gazetesi-17.11.2006)

Elinizi vicdanınıza koyun ve Türkiye için vahim sonuçlar yaratabilecek bu iki gelişme karşısında Türk Hükümeti’nin ne yaptığını siyasi tercihinizin dışına çıkarak kendinize sorun!

* * *

21. yüzyıl yanı başımızda şekilleniyor, iddialı tüm ülkeler pay kapmak için yırtınıyor ve biz sadece ve sadece Recep Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yapmak veya yapmamak için uğraş veriyoruz!

AKP’nin hem İslami hassasiyeti yüksek parti görünümü vermesi, hem de Başbakan başta olmak üzere İslam dünyasında dönen uluslararası oyunlar karşısında bu kadar duyarsız olması insanı çatlatıyor.

* * *

Ben Türkiye’nin "olup bitenler" olup bittikten sonra aval aval "Peki şimdi biz ne yapacağız?" diye soran pasif politikalarından bıktım. İran’ı haset ve hayranlıkla izliyorum.

Ortadoğu’da etkinliğini İran’a kaptırmış bir Türkiye’nin dünyada rolü ne kadar küçülür, medeniyetlerin ittifakında payı ne hallere düşer, AB önündeki mukayeseli avantajı nasıl heba olur diye düşündükçe hırsımdan çatlıyorum.

* * *

Türkiye’nin dünyanın gündemini tarif eden "Irak meselesi"nde aktif politika üretmesini bu safhadan sonra beklemek salaklık olur ama ben yine de düşüncelerimi aktaracağım:

1) "Güneydoğu meselesi"ni halletmemiş bir Türkiye dünyada çözüm bulucu olarak değil, sadece problem yaratıcı ülke olarak algılanıyor. Çözüme bu kadar yakın olduğumuz dönem ise bir daha ne zaman ele geçer bilemem. PKK çökmüştür. Apo istendiği şekilde yönlendirilmeye her zamankinden fazla hazırdır. Güneydoğu’da savaşa inanan Kürt nerede ise kalmamıştır. "Dağdan ovaya inmek" için fırsat her zamankinden fazladır. Türkiye ivedelikle çözüm arayıcı politikaları tartışmak ve uygulamaya koymak zorundadır. Apo ile zımni anlaşma yapıp, Mayıs 2007’ye kadar oyalamak belki Erdoğan’a yarar ama ülkeye büyük zarar vermektedir.

2) Türkiye bir an önce Kuzey Irak’taki Federe Kürt Devleti gerçeğini kabul etmeli, Kuzey Irak’ta kişi başına 2.000 $’a çıkan milli gelirden pay almak için kendi Güneydoğu’su ile Kuzey Irak’ı ticari açıdan sıkı sıkı birbirine bağlamalı, bu bölgede yatırım için işadamlarına özel teşvik uygulamalıdır.

3) Şiilerin hamisi İran, Sünnilerin hamisi Arap dünyası ise Türkiye de Kürtlerin hamisi olmalı ve fiilen çoktan hayata geçmiş bölünme hukuki statü kazanırken Kuzey Irak’ın garantörü olmalıdır.

4) Türkiye Irak için aralık ayından önce özel bir uluslararası konferans toplamak amacı ile açık gayret sarf etmelidir!
Yazının Devamını Oku

Türkiye açısından Irak gerçeği

21 Kasım 2006
ARA seçimler sonrası ABD’de Irak’la ilgili çeşitli senaryolar üretiliyor ve bu senaryolar arasından Başkan Bush’un hangilerini seçeceği henüz bilinmiyor ama bir gerçek var ki o da artık ABD’nin Irak’ta yeni bir şeyler yapacağıdır. Zira, ABD halkı kullandığı oyla bu yönde bir karar aldı ve Başkan Bush bu karara saygı göstermek zorunda.

* * *

Özetlersek:

Irak’tan peyderpey asker çekilmesi, çekilen askerin Bağdat’ın dışına kaydırılarak şehrin Irak askerlerine terk edilmesi, ABD askerlerinin askeri operasyonlara hiç girmemeleri, sadece Irak ordusunun eğitimiyle uğraşmaları, İran ve Suriye ile ortak masaya oturup onların üzerinde etkin oldukları para-militer güçleri dizginlemelerinin sağlanması, komşu ülkelerden (Türkiye dahil) askeri yardım alınması, uluslararası bir konferans toplanması, Irak’a ve hatta Ortadoğu’ya "demokrasi" getirmekten vazgeçilip statükoya geri dönülmesi, ABD’de tartışılan öneriler.

Asker sayısında azaltmanın Irak’ta iç savaşı büyüteceği ve Şiilerin Sünniler üzerinde etnik temizlik yapmak için eline daha büyük koz vereceğini ileri sürenler ise tersine asker sayısının artmasını talep ediyorlar.

* * *

Seçimin hemen ardından acil bir politika değişimi beklenmemeli ama Türkiye, tartışılan öneriler çerçevesinde kendi alternatif politikalarını şimdiden üretmeye başlamalı.

Türkiye’nin Irak Özel Temsilcisi Büyükelçi Oğuz Çelikkol, Irak’ta çok yönlü bir politika uyguluyor ama Irak için hangi yeni politika tedbirlerinin alınabileceği konusunda sorumluluk ve yetki hükümette.

Türkiye her şeyden evvel bir gerçeği görmeli:

Irak Başbakanı Nuri el Maliki’nin veya ABD’nin PKK ile ilgili çalışmalar yapan temsilcisi General Ralston’un PKK meselesi ile ilgili olarak ellerinde fazla bir güç yok.

Maliki’nin Irak’taki güvenlik güçleri üzerinde yaptırım yetkisi çok az, General Ralston’un ise ABD’nin bu kadar çok derdi olduğu Irak’ta PKK’ya söz geçireceğini düşünmek safdillik olur.

* * *

Irak’ın işgaliyle başlayan süreçte en doğru politikaları yürüten ülkenin İran olduğunu bu köşede defalarca yazdım. ABD’nin İran’la anlaşabileceğini yazdığımda görüşümü küçümseyen tepkileri de hatırlıyorum.

Ben İran’ın Ortadoğu’da etkinliğini geliştirmesini, Türkiye’nin etkinliğini azaltacağı gerekçesiyle korku ile karşılıyorum. Şimdi bu korkumun gerçekleşme ihtimali artıyor.

İran ile onun izdüşümünde politika takip eden Suriye’nin, Irak’ta aktif rol almaları artık gündemde.

ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Bob Gates’in, ezelden beri İran’la yakın ilişkiler kurulması yönünde açık tavır aldığı bilinen bir gerçek. Aralık ayında raporunu hazırlayacak Irak Çalışma Grubu’nun (Baker-Hamilton) da İran’la işbirliği için öneri getirmesi büyük ihtimal.

Öte yanda "Irak’ta ne yapılmalı?" sorusuna cevap arayanların arasında Türkiye’nin adını aklına getirenlerin sayısı çok az.

Bunun nedeni, Türkiye’nin siyasi anlamda Irak’ta ne yapmak istediği konusunda uzun süre niyetinin anlaşılmamış olmasıdır!

Türkiye, Irak’ta aktif politika yerine pasif politika izlemeyi tercih etti, onun için bugün Irak meselesi açıldığında uluslararası platformda çok fazla akla gelmiyor. Türkiye’nin yeni dönemde Irak’ta ne yapması gerektiğini yarın tartışacağım.
Yazının Devamını Oku