15 Ağustos 2007
GÖRDÜĞÜNÜZ gibi AKP merkeze oturmuş falan değil.<br><br>AKP; laik cumhuriyetle ve Atatürk devrimleriyle hesaplaşması olan, din merkezli bir partidir. O "AKP merkez sağ parti oldu" iddiası ise, sadece bir kandırmacanın ve körlüğün gizlenmesiydi.
İşte en yakın kanıt:
Türban için Türkiye Cumhuriyeti’ni Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne veren Abdullah Gül cumhurbaşkanıdır.
Daha kanıt ne istersiniz?..
*
Artık türban devletin başındadır...
Devletin temsil edildiği birinci sıradaki kamusal alana tesettürün adım atmasıyla; AİHM’nin, bizim Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın, Danıştay’ın ve evrensel hukukun tüm "Laik yönetimlerde dini simge olmaz" kararları çöpe atılmaktadır.
Bizim 235 türbanlı eşe sahip TBMM tarafından...
Bundan böyle tesettürü tapu dairelerinde, nüfusta, bankalarda, karakollarda, belediyelerde, okullarda, üniversitelerde nasıl yasaklarsınız?
*
Ve artık kimse "laik devlet"ten söz edemez.
Dincilerin, bu ülkeye el koyma ve karşı devrimi gerçekleştirme planları aksamadan tıkır tıkır yürüyor.
"Siyasi İslam" bir adım daha attı.
Devleti tesettür temsil edecek.
Bir anda Türkiye’nin fotoğrafı size "Atatürk Türkiyesi"ni değil, "Ilımlı İslam Türkiyesi"ni anlatacak.
Ve ordularımızın "başkumandanı" Abdullah Gül’dür.
Bundan böyle bir gecede çıkartılacak ve Çankaya’da yirmi dakikada imzalanacak yasalarla, neler olacak göreceksiniz.
*
Doğrusunu isterseniz "Göbeğini kaşıyan adam"ın zaferidir bu.
Taa genel seçimlerde kararı o verdi.
Çocukları için aydınlık Türkiye isteyenler meydanlara dökülürken, o uzakta bıyık altından güldü, göbeğini kaşıdı ve dinci devletin yolunu açtı...
Abdullah Gül tam ona göredir.
Zaten onun cumhurbaşkanı olacaktır.
Benim değil...
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2007
DEMEK ki Recep Tayyip Erdoğan, Melih Gökçek’i aradı:<br><br>"Melih Bey, şu su tasarrufu münasebetiyle diyorum... Banyo alırken ayaklarını kovanın içine koyma formülünde, iki ayak mı konuluyor, tek ayak mı?..." "Efendim tek ayak konulursa yüzde elli su tasarrufu sağlanıyor, iki ayak konulursa yüzde doksan..."
"Şunu yüzde yüze çekelim..."
"O zaman ortaya da leğen..."
"Bu durumda bir ayak bir kovada, öbür ayak öbür kovada, ortada leğen, tasarruf başarıyla yüzde yüz..."
"Evet efendim iki kova bir leğen..."
Erdoğan mutlulukla:
"Ben tek kova ile denedim, yani iki ayak bir kova formülü olarak..."
"Bu durumda başarılı neticeyi gözünüzle gördünüz beyefendi..."
"Ben görmedim, gözümü açtığımda komşular duymuş gümbürtüyü... Emine Hanım ’deprem oldu’ diye gelen korumalara ’Bey su tasarrufu çalışması yapıyor’ diye ifade etmiş..."
"Bu uygulama bize netice getirir Başbakanım..."
O zaman Başbakan daha da umutlanarak:
"Divancı Fuzuli’nin beyti vardır; ’Giryan eyledi felek, bigane kaldım alemde/ Harap oldu nigarim kesildi su çeşmimde’ diyor..."
"Deposu yokmuş demek ki, çeşme de kesilince... Tankeri hemen gönderiyorum..."
"Kime?.."
"Fuzuli Bey’e..."
"Fuzuli öldü, öldü... Bizim başkanlık divanı ile ilgisi yok, divan şairi diyorum..."
Recep Tayyip Erdoğan gururla:
"Şimdi başarılı bir şekilde iki kovayı oraya koyduk..."
"Evet, leğen ortada oluyor..."
"Peki, ayakları aynı anda mı koyacağız kovalara, önce birisi sonra öbürküsü mü?..."
"İkisi de olur... Aynı anda koyulduğunda, üç adım geri çekilip, havadayken ayakları kovalara denk gelecek şekilde açıyorsun..."
Erdoğan:
"Sonra suyu kafana döküyorsun kovaya giriyor, suyu kafana döküyorsun kovaya giriyor... Kafaya dökecek su var tabii ki..."
"İşte bir tek o yok..."
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2007
ELİMİZİ sürmedik, Pako’nun su taşı hálá olduğu yerde duruyor.<br><br>Sanki Pako oradan su içecekmiş gibi suyunu dolduruyoruz. Çevredeki çoğu canlılar sularını Pako’nun taşından içiyorlar. Kuşlar, kirpiler, kediler, çekirgeler, arılar...
Bu zor yazda sıcaktan ağzı açık, zor nefes alan kumru o tastan kana kana su içerken, geride bırakılan bir su tasının anlamını düşündüm.
Bu yaşamın arkasında kalacak, canlılara yaşam verecek bir su tası.
Anadolu yollarında, sokak başlarında rastladığımız, susuz yolcuların su içtikleri hayrat çeşmeleri gözümün önünden geçiyor.
Öyle bir çeşmenin tası, musluğu, o kutsal taşın zinciri olmak isterdim.
Ama olamam.
* * *
Yaz başında Rahmi Koç’un kurduğu "Deniz Temiz" girişiminde yetişmiş çocukları görmüştüm.
Büyümüşler, dağılıp çeşitli yerlerde okumayı sürdürüyorlar. Ama her yaz başı bir araya gelip, eski günlerdeki gibi kıyılardaki naylon torbaları topluyorlar, sessiz sedasız, kimselere gözükmeden.
Yarın vali, kaymakam, belediye başkanı, ya da sıradan bir insan olduklarında aynı çabayı sürdürecekler.
Yüreklerine o altın duygular yerleştirilmiş bir kere.
Birer su tası...
* * *
Benim bir su tasım yok.
Çoğumuz gibi kendi susuzluğuma dalıp, belki de unuttum gelecek yaşamlara bir su tası bırakmayı.
Ama su taslarının önemi gittikçe artıyor.
Ahlak fukarası insanların sayısı çoğaldıkça, acımasızlık-merhametsizlik-hırsızlık giderek meşrulaştıkça... Yakılan-yıkılan, tükenen, yağmalanan bir berbat dünya giderek genişledikçe...
Su taşları gerek...
Çocuklar gelecekler peşimizden.
Mavi denizi, kırmızı topraklı ovaları, berrak nehirleri, ormanı, havası, suyu olmayan bir dünyada onlara su taşları bırakmalıyız.
Bir ağaç ekmek ya da kesilen bir orman için çığlık atmak... Bir saksı toprak koymak, ya da kurutulan sulak alanlar için haykırmak...
Hiç fark etmez, su tası, su tası...
Mesele bir su tası bırakmak...
Yazının Devamını Oku 11 Ağustos 2007
TÜRKİYE’yi tanımanız için Hürriyet’in internet sayfasına bakmalısınız. Orada "En çok okunan haberler" listesi var. Dün baktım, en çok okunan birinci haber "İkinci Asena vakası" idi.
İkincisi:
"Tesettür içine g-string..."
Köksal Toptan’ın Meclis Başkanı seçilmesi haberini aradım, listede yok. Başbakan konuşmuş, o da yok...
Şehit üsteğmen?...
Yok...
Susuzluk en diplerde bir yerde.
*
"İkinci Asena vakası"nın birincisini bilmediğim için, yüzeysel ve yetersiz bir bilgiyle "ikinci vaka" ile yetindim ve onu yarım bırakıp acele geçtim "Tesettür içine G-string" haberine...
Erkek dinci yazar, İslami kesimin dergisindeki yazısında diyor ki:
"G-stringin amacı, kadına her an cinselliği düşündürtmektir..."
Yani kadın günün her anında, "Benim popomda şu anda g-string var" diye düşünüyor ve aklına kötü şeyler geliyor.
İslami erkek yazara devam:
"Bu model, haz noktalarına baskı uygulayarak uyarır..."
Bence iyi bir araştırmacı gazetecilik örneği.
Önce kadının beynine girip bakıyor, o an aklı neresinde.... Sonra aşağıya iniyor, baskı noktasını tespit ediyor.
İslami kadın yazarlar ise İslami erkek yazarın bu araştırmasına kızdılar.
"Tesettürlülerin de g-string giymeleri çok nazik bir bilgidir. Bir dini bütün Müslüman bu bilgilere ulaşamaz. Bunları nasıl öğrendiniz, nasıl tespit ettiniz?" sorusunu yönelttiler öbürüne.
Ki bu benim, "Bunların aklı her zaman bacak arasındadır" tezimi doğruluyor.
*
Aslında başka yere takılı:
Türkiye bir yüzü İranvari yaşama kayarken, öteki yüzü cılklığın, sululuğun, kalitesizliğin, çürümenin dibine yuvarlanıyor.
Bu ikisi ayrı ayrı tırmandığı için Köksal Toptan’ın TBMM Başkanı olması haberini kimse okumuyor.
G-string ile tesettürün mücadelesidir bu.
Bakalım hangisi kazanacak?
Yoksa "Tesettür içine g-string" ile ikisi birden mi?..
Yazının Devamını Oku 10 Ağustos 2007
NE zamandır söylüyorum size, ben bu mübarek mesleğin "magazinci" kısmında olmalıydım. Söyleyin; Pınar Altuğ’u düşünmekle, Abdullah Gül’ü düşünmek bir mi?
Diyelim ki magazin dünyasının ortasındayım, telefonum sabah sabah çalıyor, açıyorum, buğulu bir ses "Şekerimmmm..." diyor...
Telefonum şimdi de çalmasına çalıyor.
Açıyorum...
Merkez sağdaki eski milletvekili, bana DP ile ANAVATAN’ın neden birleşemediğini anlatıyor.
Halbuki Hande Ataizi’nin sevgilisiyle birleşip-birleşmedikleri olsa mesele, telefondaki milletvekiline döktürürdüm:
"Beyefendi buluşmuşlar..."
"Bu fevkalade bir şey..."
"Evet, otelde..."
Merkez sağdaki milletvekili heyecanla:
"Seçimden önce olsaydı, netice alınırdı... Şimdi biraz geç olmakla birlikte, memleketin menfaatleri için..."
"İkisi plajda görülmüşler önce, öpüşmüşler kumsalda..."
"Merkez sağ için hayırlı bir şey bu..."
"Sonra ikisi odaya çıkmış..."
"Ticaret Odası mı?.."
"Hayır, süit oda..."
Merkez sağdaki eski milletvekili:
"Meselenin muhteviyatı bakımından mekán önemli değil... Maksat 46 ruhunun iyi niyetli bir girişimle devamıdır..."
"Evet... Birbirlerinin beline dolanmışlar bir süre..."
"İyi niyetin ifadesi olarak yapılmış bir harekettir..."
"Sonra dudaktan yumulmuşlar... Yarım saat öpüşmüşler deniliyor... Şeylerimizi çıkartalım demişler karşılıklı..."
"Parti rozetlerini..."
"Hayır... Mayoları..."
"...........?"
"Arkasından öbürü üste çıkmış..."
"Ağar ile Mumcu mu?...
"Hande ile sevgilisini diyorum..."
*
İşte böyle "magazinci" olsam...
Ağrımasan dertli başım...
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2007
İYİ ki yağmur duasına çıktınız.<br><br>Çok yağmur yağdı da barajlar doldu çünkü. Bu beceriksiz adamlara nohut karşılığında oy verip, sonra da yağmur duasına çıkmak neyin nesi?
Hadi yağmur duasına çıktınız, diyelim ki su sorunu tamam...
Pekiii, işşizlik için ne yapacaksınız?..
Terörü durdurmanın duası var mı?..
Asgari ücret, açlık, yoksulluk, kapkaç, hırsızlık, orman yangınları, IMF, AB, ABD’ye tutsaklık, Kıbrıs...
Hukuksuzluk...
Rüşvet...
Yolsuzluklar...
Tüm bunlar için de duaya mı çıkacaksınız?
Misal; şekerpancarı taban fiyatı duası... Ya da gıda maddelerinden KDV’nin kaldırılması duası...
Var mı?..
*
Az-çok idrak sahibi insan, Allah’ın insanoğluna verdiği o müthiş aklın yüceliğini ve önemini bilir.
Tüm su kaynaklarını berbat etmek... Derelerin içine mahalleler kurmak... Kanalizasyonları ırmaklara-göllere bağlamak...
Bunlar yetmiyormuş gibi "çalsın ama iş yapsın" diye diye ve göz göre göre bu adamlara oy vermek...
Sonra da yağmur duasına çıkmak...
Bu çağın insanının yapacağı iş midir?
Ki tüm Batı medyasında alay konusu oldu Türkiye.
*
Nohut alıp oy verdiniz.
Ama nohutları ıslatacak su yok.
Şimdi ister misiniz teklif vermiş o yabancı (ecnebi) firmalardan birisi gelip yağmur bombası ile yağdırsın yağmuru?
Çünkü; akıl en büyük nimettir insanoğluna.
O aklı veren, makarnayla, kömürle, rüşvetle kutsal oy’unu satan kulunun nohut suyu ile uğraşmaz.
En geçerli duadır:
Ahlaklı, akıllı, bilgili, gören, anlayan, doğru yorumlayan, doğru karar veren, uygar insan olmak...
Yazının Devamını Oku 8 Ağustos 2007
BU anayasa bir sivil-demokrat anayasa değildir. Bu anayasa bir diktatörlük anayasasıdır.
Bu anayasanın diktatörlüğü, dincilerin ya da onların yanaşması ikinci cumhuriyetçilerin öne sürdükleri gibi içinde "Atatürk" olmasından kaynaklanmaz.
Bu anayasanın diktatörlüğü, başbakanları birer örtülü diktatöre dönüştürmesinden kaynaklanır.
*
Söyler misiniz:
Diyelim ki kabine kuruluyor. Kimin bakan olacağını bilen ve karar verecek olan tek kişi kim?...
Tayyip Erdoğan...
Meclis Başkanı seçilecek. Kimin TBMM Başkanı olacağını bilen ve karar verecek olan tek kişi kim?..
Tayyip Erdoğan...
Cumhurbaşkanı... Kimin cumhurbaşkanı olacağını bilen ve karar verecek olan tek kişi kim?
Tayyip Erdoğan.
Parti organlarının ya da arada bir lafını ettikleri "yetkili kurulların" bir etkisi-yetkisi var mıdır sizce? Ya da başbakanların verdiği bir kararın oralardan döndüğünü, değiştirildiğini ömür-billah duydunuz mu?
Hayır...
"İyi ama sonuçta kararlar milletvekillerinin oylarından geçer" derseniz, kimin milletvekili olacağını ve ilerde yeniden olup-olmayacağını bilen ve karar veren kimdi?
Tayyip Erdoğan...
*
Bu anayasa bir diktatörlük anayasasıdır.
Böyle bir demokrasi, adı "demokrasi" olan hiçbir ülkede yoktur.
Dinciler ve onların yandaşı ikinci cumhuriyetçileri bu rahatsız etmiyor. Bunu görmüyorlar ve tepki duymuyorlar.
Bu rezaleti görüp eleştirirlerse, Mareşal Erdoğan kızar...
Uçağına almaz...
Yanağını okşatmaz...
Kovdurur bile...
İşte onlar da bu yüzden, Mareşal’in hoşuna gidecek şekilde anayasanın içindeki Atatürk’ü dillerine doladılar. Böyle bir ikiyüzlülük, böyle bir riyakárlık, böyle bir kandırmaca ile karşı karşıyasınız a dostlar...
Anayasanın içindeki Atatürk’e taktılar, onu oradan söküp atmak için ayaklandılar.
Tümünü toplasanız, Atatürk’ün tırnağı etmezken...
Yazının Devamını Oku 7 Ağustos 2007
CUMHURBAŞKANI adayımız Abdullah Gül, genç arkadaşımız Merve Erdil’i cami çevresindeki meraklılardan sanıp "Adaylığınız devam ediyor mu?" sorusuna "Tabii ki adayım" yanıtını verdi. Oysa medyanın editörleri, yazarları, başyazarları günlerdir gelip gidiyorlar, Gül’ün ağzından laf alan yoktu, ilk gerçek yanıt bu.
Merve, "Beni vatandaş sandı" diyor.
O zaman öbür tanınmış ünlü arkadaşlarımızın, gerçeği öğrenmek için değişik yöntemler bulmaları gerekiyor.
Diyelim ki Ertuğrul Özkök’ün; randevulu, saatli maatli makamda görüşme yapmak yerine, cami cemaatine karışıp selam arasında, "Tayyip Erdoğan buna ne diyor, ne diyor?" diye bağırması daha sonuç alıcı...
Ya da Abdullah Gül koridordan geçerken portmantodan bir ses geliyormuş:
"Ya Abdullah aday mısın?.."
"..........!"
Ne bilelim biz...
Anladığım kadarıyla Abdullah Gül, Türkiye’ye "cumhurbaşkanı" olma ısrarını sürdürüyor.
Çoğunluk bizim medyanın desteğiyle...
*
Oysa Abdullah Gül (türbanı-tesettürü bir yana) cumhuriyet tarihinin en başarısız Dışişleri Bakanı’dır.
Askerimizin başına torba geçirmekle başlayan, kaç yıldır cami avlularına şehit tabutlarının taşınmasıyla süren, sonunda ABD’nin PKK’ya silah yardımı tartışmalarına varan dönemin Dışişleri Bakanı’dır o...
Kıbrıs’ta limanların, havaalanlarının açılacağı söylemleri arasında, gelinen hazin nokta ortada...
"AB’ye girdik" diye Kızılay’da havai fişekli bayram yapılmasından tam bir yıl sonradır, iktidarın AB’ye teessüflerini bildirmesi...
Başbakan’ın çağrılan yabancı konuklardan kaçıp Esenboğa yolundaki kereste fabrikasına saklandığı dönemin Dışişleri Bakanı’dır Abdullah Gül...
Türkiye’nin "ılımlı İslam" modeliyle Araplara örnek seçildiği, ABD’nin BOP projesinin ise strateji ortağı...
*
İşte bu Abdullah Gül’ü Türkiye’ye "cumhurbaşkanı" yapmak istiyorlar.
Zerzevatçı kılığında sormak isterim:
"Otuzbeşe bakla
Ne hakla..."
Yazının Devamını Oku