Bekir Coşkun

Açıklamanın açıklaması...

24 Ağustos 2007
BAŞBAKAN diline engel olamayıp çamlar devirdiğinde ve kıyamet koptuğunda iki gün öyle bekler. İkinci günün sonunda akşama doğru, görevi Başbakan’ın söylediklerini düzeltmek olan sözcüsü Akif Beki’yi çağırır.

Ona "Akif de ki..." diye talimat verir.

Akif Deki "Peki" der.

Nitekim Akif Deki’nin açıklamasını duydunuz; Başbakan’ın "Çek git" dediği ben değilmişim, bu zihniyette olanlarmış.

Yani ben tek başıma gitmiyorum, siz de geliyorsunuz.

*

Bu açıklama keşke hemen yapılsaydı, o altın madeni işleten gazetenin yazarı bana köşesinde "Defol git..." demeseydi.

(Doğayı ve insanları zehirleyen o altın madeni için çok sayıda yazı yazmıştım. Belki de "Defol git" demek en çok onların hakkı.)

Ya da; dün bir gazetedeki "Türbanlı kadınlara ulusal salak dedi" yalanı...

Ben öyle bir şey asla söylemedim, türban tartışmalarının "ulusal salaklık" olduğunu (kendimi de içine koyarak) yazmıştım. Bunu kullanmak isteyen din simsarları beş ayrı ilde suç duyurusunda bulundular, tümünden beraat ettim.

Ayrıca bu tartışmalarla gündemi değiştirmek istediğimiz de doğru değil.

Çünkü Başbakan benim sözümü hiç dinlemez. Yani ona "Çek git" cümlesini benim söyletme imkánım yok.

*

Ne yapacaksınız?

Belki bana da bir Akif Deki lazım.

Ortalığı berbat ettikten sonra, kulaklarımı diker, gözlerim fırfır döne döne iki gün beklerim. İkinci gün akşama doğru çağırırım Akif Deki’yi:

"Akif de ki..."

"Peki..."

Bu kadar.

Akif Deki’nin açıklamasında en ilgimi çeken, Başbakan’ın "seçilecek cumhurbaşkanına saygı göstermenin yasal zorunluluk olduğu" düşüncesinde olduğuydu.

O zaman ben de "İlgili yasanın 112’nci maddesine göre saygılar..." derim. Hani sigaraların üzerindeki "Yasaya göre sağlığa zararlıdır" yazıları gibi.

Neyse...

Sanırım sonunda Başbakan çekip gitmeyeceğimizi anladı.

Bizler hep burada olacağız.
Yazının Devamını Oku

Dün çekip gittim...

23 Ağustos 2007
DOSTLARIM-arkadaşlarım bana gideceğim birçok yer buldular. Komşumuz, mesleğimizin yüz aklarından, duayenimiz Orhan Tokatlı, "yolluk" getirdi. Sevgili eşi Özen Tokatlı, sevdiğimi bildiği için, bir çıkın içine mis gibi kokan taze mısır ekmeği koymuş.

Bir baş da soğan.

Kardeşim Haldun çok mutlu. "Abi Moldova’ya gidelim" diye ısrar ediyor.

Yeryüzündeki tüm kovboy filmlerini seyretmiş okurum Tayfur Bey "Meksika’ya geç..." diyor.

*

Ben ise "Çek git" lafı üzerine, bir insanın gidebileceği dünyanın en güzel yerine yolculuk ettim dün:

Bu ülkede yaşayan iyi insanların yüreklerindeki o müthiş yere...

Orada yaşayanlar duygularını renk renk çiçekler gibi attılar üzerime.

Duyguların bu denli güzel koktuğunu bilmezdim.

Düşüncelerini-görüşlerini sanki kent mızıkasının eşliğinde şarkı şarkı mırıldandılar kulağıma.

Düşüncelerin-görüşlerin bu kadar hüzün verici olduğunu da bilmezdim.

Bakışların sesliliğini...

Gülücüklerin ıslaklığını...

Bilmezdim...

Kendi kendime "İyi ki kovuldum da geldim buraya" dedim.

*

Gazete editörleri, muhabirler, televizyonlar, köşe yazarları, tüm meslektaşlarım, yanımdaydı.

Okurlarım çevremde...

Dostlarım...

On binlerce mesaj, telefon, tepki, ses...

Hiç tanımadığım-bilmediğim, ama evimize kadar gelip kapıyı çalan, sadece "Seni yalnız bırakmayacağız" diyen insanlar.

Sanki bir başka memleketteyim.

Ya da memleketimin içindeki başka memleket burası.

Başbakan "Çek git..." demeseydi, gelip göremeyecektim.

Bence burası; insanın asla kovulamayacağı, kovuldukça kalacağı, gönderilmek istendikçe yerleşeceği, atıldıkça geleceği bir yer.

Doğrusunu isterseniz "Çek git"çilere sormak isterim:

Sizin gideceğiniz böyle bir yer var mı?..

Söyleyin, var mı?..
Yazının Devamını Oku

Gidecek yerim yok...

22 Ağustos 2007
SABAH sabah bizim Uğur Ergan aradı, Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği ile konuşmuş. Uğur "Abi Başbakan’ın ’çek git’ ikazı üzerine BM Mülteci Yüksek Komiserliği ile görüştüm. Türkiye’den kovulma haberini gösterirsen seni mülteci kabul edecekler. Ama bir de işkence-mişkence gibi, darp izi var mı diye soruyorlar..." dedi.

Uğur’a "var" dedim.

*

Aslında gidecek yerim yok.

Ben başka hiçbir ülkeyi sevmedim.

Bu yurdun taşını, toprağını, sulaklarını, denizlerini, ırmaklarını, yaylalarını, kedilerini, kirpilerini sevdim, tanıksınız.

Bir dal kesildiğinde yanarım..

Ama orman alanını kaçak ev yapan, bana "Bu ülkeden çek git" diyor.

Bir yeşil alan yok edildiğinde çığlık attım, canım yandı, ormandaki bir vaşak öldürüldüğünde oturup ağladım.

Ama ormanları "2-B arazisi" diye satmak isteyen Başbakan bana ve benim gibi düşünenlere "Çekin gidin" diyebiliyor.

*

Ben bu ülkeyi severim.

Amerika’da okuyan kızlarım yok.

Oğluma Washington’da iş vermediler.

Kimse benim için yabancılara gidip "Delikten aşağı süpüreceğinize kullanın" da demedi, dedirtmedim.

*

Ben bu ülkeyi severim.

Devrek 125’inci alayda askerliğimi yaptım.

Nöbet tuttum.

Mataramı parlattım, potinlerimi kaybettim.

Askerlikten kaytarmak için rapor-mapor almadım.

*

Ama Başbakan "Çek git" diyor.

Gidemem.

Doğrusunu isterseniz bu toplumun göz göre göre dinimizi siyasete alet edenlerin peşine takılması, boşa giden yazılarım, o yalnız kalma duygusu... Bunların tümü canımı yaktı ve sevgili Uğur’a "Darp izi yok da, yürek yarası olur mu?" diye sordum.

Olsa da, olmasa da...

Benim gidecek başka bir yerim yok...
Yazının Devamını Oku

Dizinize vuracaksınız...

21 Ağustos 2007
NE kadar hızlı tur attı.. Ben Cumhurbaşkanı olacak Abdullah Gül kadar hızlı tur atan siyasetçi görmedim:

MHP, DTP, bağımsızlar, BBP, Hak-İş, Türk-İş, DİSK, Memur-Sen, TOBB, Ziraat Odaları Birliği...

Tam durdu-duracak gibi olurken...

TİSK, TÜSİAD, MÜSİAD, Barolar...

Yani o motorlu pizza dağıtıcısı Abdullah Gül’ü yakalayamaz.

*

Cumhurbaşkanı adayı, cumhurbaşkanı olduğunda "laikliğe ve anayasaya bağlı kalacağını" kapı kapı dolaşıp anlatma gereğini duyuyor.

Size tuhaf gelmiyor mu?..

Doğal değil midir bir cumhurbaşkanının "laikliğe ve anayasaya bağlı" kalması? Kapı kapı gezip "Ben laikliğe ve anayasaya bağlı kalacağım" diye anlatmasına gerek var mıdır?

Arkasında canlı yayın arabaları:

"TOBB’a laikliğe ve anayasaya bağlı kalacağını anlatan Gül, daha sonra TİSK’e de laikliğe ve anayasaya bağlı kalacağını anlattıktan sonra, laikliğe ve anayasa bağlı kalacağını anlatmak üzere TÜSİAD’a geçti..."

*

Ama ne yapacaksınız.

Laik cumhuriyete karşı başlatılan karşı devrimin ikinci aşamasındayız.

"İktidar olmaktan", "devlet olma" aşamasına geçmek için işte son bir-iki günü izliyorsunuz sadece.

TBMM’de bir oylama, bir göstermelik yemin, bir tören, o kadar...

Hiç kimse; düne kadar Atatürk, laiklik, cumhuriyet, devrim yasaları için ağzına geleni söylemiş ve Dışişleri Bakanı olduğu zaman dahi "tesettür isterim" diye kendi devletini AİHM’ye vermiş birisinin bir anda değişip "laikliğe ve anayasa bağlı kalacağına" inanmaz.

Bu olmaz...

*

Yakında Türkiye’nin "dinci ülke" olduğunu siz de daha iyi görüp, daha iyi anlayacaksınız.

Dönüp arkanızı baktığınızda...

Uygar dünyadan dışlanıp, çağdaş toplumlara imrenip, kendinizi bir Arap ülkesinde hissettiğinizde...

Molla Türkiye’yi kendine benzettiğinde...

Bu cennet kadar güzel ülkenin ne hale geldiğini gördüğünüzde...

Vuracaksınız dizinize...
Yazının Devamını Oku

Karga...

19 Ağustos 2007
KARGA akıllı bir hayvandır.<br><br>Ama unutkan... Unutkan olduğu için sakladığı tohumların yerini hatırlayamaz ve düşünür.

Ben bir dalda düşünen karga gördüğümde, onun sakladığı meşe palamudunun yerini unuttuğunu anlarım.

Sağ ayağıyla kafasını kaşır, hatırlayamaz.

Evrendeki müthiş tasarımın, akıl almaz katrilyonca gizeminden sadece birisidir bu. Eğer akıllı karga unutkan olmasaydı, bu ormanlar, bu meşelikler, bu alıç ağaçları, yalçın kayalıkların tepesinde gördüğünüz o incir ağaçları olmayacaktı.

Ama vali karga kadar olamaz.

Ektiği göstermelik "Hatıra Orman"ın kuruduğunu görürsünüz yol kenarlarında.

Karganın ektiği ormanlık alanın ise yakılıp-kesilip, üzerine çirkin kooperatif evleri yapılmasına göz yumdu vali.

*

Bakan da karga kadar olamaz...

Bir hesaba göre karga yılda yüz bin ağaç tohumu gömer.

Sonra yerini unutur.

Unutunca canı sıkılır.

Ve yüksek kayalıklara çıkıp etrafına bakar ki hatırlasın.

O sırada kakasını yapar.

İşte size doğanın katrilyonca gizeminden bir tanesi daha; bir de bakarsınız ki yalçın kayalıklarda incir ağaçları.

Bakan bunu yapamadığı gibi, karganın milyonlarca senede ekip yetiştirdiği yeşil alanları peşkeş çeker, satar, yok eder...

*

Başbakan da karga kadar olamaz...

Karga sakladığı tohumun yerini unutunca aramaya başlar.

Ararken eşelediği toprakta, ağaç kabuklarında, dalların arasında rastladığı zararlıları yiyerek temizler, ormanlık alanların temizlenmesini, sağlıklı olmasını, ormanın genişlemesini sağlar bir çeşit.

Başbakan ise, ormanlık alanı kesip ev yapmaktan suçlanan birisidir, bilirsiniz.

*

Kısacası: Karganın da, unutkanlığının da, kakasının da bir hikmeti vardır.

Ama biz daha çok insanoğlunun basiretsizliğinin, akılsızlığının, kötü niyetinin cezasını çekeriz.

Karga kadar olamaz insan...
Yazının Devamını Oku

Dükkán...

18 Ağustos 2007
GAZETE başlığında Genelkurmay Başkanı’nın "Dükkán kapalı" sözlerini okuyunca (özür dileyerek yazıyorum) çocukluğumuzda düğmeler açık kaldığında, büyüklerin o uyarısı geldi aklıma:<br><br>"Dükkán açık ha..." Utanıp kaçarken dükkánı kapatırdık.

İlgisi yok tabii ki...

Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, askerin ne yapacağını yoklamak için etrafını saran gazetecilere şöyle dedi:

"Dükkán kapalı..."

*

Ben askerin dükkánının kapalı olduğuna inanmam.

Büyükanıt Paşa gibi; açık sözlü, gözü pek, ülkesi için her şeyini feda etmeye hazır bir büyük askerin böyle günlerde canının çok sıkıldığını ve söyleyecek çok sözü olduğunu da hepimiz biliriz.

Ama demek ki dükkánı kapatmış son günlerde.

Bence Büyükanıt’ın "dükkánın kapalı olduğunu" bildiren sözlerinden hemen sonra "Anayasa’da olanı söyledim, ben kendim mi uydurdum", "Konuşuyorum borsa düştü diyorlar" gibi yakınmaları çok kırgın olduğunu gösteriyor.

*

Doğrusunu isterseniz hepimiz kırgınız.

Aklı başında yurttaşlar, beyni satılık olmayan aydınlar, siz, ben, askerler...

Hepimiz kırgınız.

22 Temmuz’dan bu yana, Atatürk Türkiye’sine karşı işlenmiş bir ulusal vefasızlığı içimize sindiremiyoruz.

Bu toplumun neredeyse yarısının oyları ile Türkiye "ılımlı İslam" rejimini kurmak isteyenlere teslim edildi.

Atatürkçülük, cumhuriyetçilik, devrim ilkelerini savunmak bir anda suç oluverdi.

Artık 235’inin eşi türbanlı bir parlamentomuz var.

O parlamentonun oyları ile laik cumhuriyetin sembolü Çankaya’ya, siyasi İslam’ın sembolü türban çıkıyor.

*

Genelkurmay Başkanı ne yapsın?

Bence hem bu büyük ihanetten, hem sivillerin görevlerini yapmamalarından, hem de ikide bir askeri zorlamalarından üzgün.

Bu yüzden soranlara yanıt veriyordur:

"Dükkán kapalı..."
Yazının Devamını Oku

Türbanlı eş kimliktir...

17 Ağustos 2007
TÜRBANLI eş bir kimliktir.<br><br>Elbette AKP’liler olsun, onlara şirin gözükmek isteyenler olsun "Eşinin türbanı ile cumhurbaşkanlığının ne ilgisi var?" diyecekler. Bu doğru değil.

Türbanlı eşin bir kimlik olduğunu hepimiz biliriz.

Türban; şeriatın emridir.

Şeriat; bin dört yüz yıl önce inmiş, asla değiştirilemeyen, asla itiraz istemeyen, asla aksi düşünülemeyen yasalardan oluşur.

Şeriatçı; türbanı zorunlu saydığı gibi, kafasının içinde tüm şeriat hükümlerini zorunlu sayar.

Çağdaş hukuk, insan hakları, kadının özgürlüğü ve eşitliği, modern yaşam kuralları, şeriatçıya uymaz.

Şeriatçı; türbanı-tesettürü vazgeçilmez sayıyorsa, onun dünyasında gizli gizli daha nice vazgeçilmezler vardır.

*

Türbanlı eş bir kimliktir.

Bu nedenle çağdaş hukukun, ulusal ya da uluslararası en üst mahkemelerin, türbanı bir simge saydıkları ve kamusal alanda, okullarda, üniversitelerde yasakladıklarını bilmeyen var mı?

Bu dönemde 235 milletvekilinin türbanlı eşe sahip olması, ya da AKP’nin tüm bürokrat kadrolarının türban eşlilerden oluşması rastlantı mıdır?

Bu iktidarın türbana yapışmasını ve meydanlarda "Türban namusumuzdur" diye diye oy topladığını nasıl unutursunuz?

Türbanlı eş bir kimliktir.

O kimlik; cumhuriyeti istemez...

Laikliği beğenmez...

Atatürk’ü sevmez...

*

Bu yukarda yazdıklarımın tümünün bu cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül tarafından geçtiğimiz yıllarda ifade edilmiş olması dahi, Türkiye’nin tepesinde oynanan sinsi oyunun boyutunu göstermiyor mu size?

Şimdi nasıl oluyorsa "Türbanlı eş kimlik değildir" diyerek o Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı yapmak istiyorlar.

Bir ulusu aptal yerine koyarak.

Türbanlı eş kimliktir...

Kimlik...
Yazının Devamını Oku

Kürek mahkûmları...

16 Ağustos 2007
BU yazıyı zor şartlar altında yazıyorum.<br><br>Telefonlar durmadan çalıyor, televizyonlar kapıda, haberciler durmadan bizden söz ediyorlar, benim ise söyleyecek çok sözüm yok. Sözümü sadece size söyleyebilirim.

Olan şu:

Biz bir kayıktaydık.


Kürek arkadaşımı dalgalar aldı.

Bizim ulaşmak istediğimiz bir yer vardı. Söylene söylene, sızlana sızlana, adeta kendimizi kürek mahkûmu sayarak kürek çekiyorduk o yere doğru...

Orası; sadece bizim aydınlık ülkemizdi.

Çağdaş okulların bahçesinde, çocukların sevgi-barış-özgürlük şarkıları söyledikleri, karanlık merdiven altlarında tarikat kurslarının yer almadığı bir yer...

İtilmiş, yasaklı, suçlu, sakıncalı, haram, günahkár, aşağılanan, hiç sayılan kadınların olmadığı yurt...

Babaların evlerine güler yüzle ve alın teri sıcak ekmeklerle döndükleri...

Soygunun, hırsızlığın, talanın olmadığı bir yer.

İran’a, Suudi Arabistan’a benzemesini asla istemediğimiz... Şeriatçıların, tarikatların, laik cumhuriyet düşmanlarının karanlığa sürüklemelerini asla kabul edemeyeceğimiz mübarek-kutsal vatan...

Mustafa Kemal’in memleketi....

Bizim ülkemiz...

*

Ulaşmak istediğimiz yer burasıydı.

Emin Çölaşan artık yok.

Ne yapmalıyım?..

Bırakmalı mıyım kürekleri?...

Ben şimdiye kadar her şeyimi okurlarımla paylaştım. Evimizi, evimizdeki canlıları, kemanımı, şarkılarımı, sevdalarımı, sancılarımı...

Bilmezsiniz; yazılarımı onlarla birlikte yazarım ben.

Şimdi soruyorum:

Ne yapmalıyım.

Asılsam mı küreklere?..

Avuçlarım kanasa da, hırsımdan ağlasam da, o yere doğru tek başıma kalsam dahi çekmeli miyim kürekleri?

Yoksa, vaz mı geçsem kürek çekmekten?

Söyleyin dostlarım...

Ne yapmalıyım, ne?..
Yazının Devamını Oku