20 Ocak 2008
TURİSTLERE balık satmak için balık çiftliklerini kurdular ama balık çiftlikleri yüzünden turistler kaçtı. Bazen böyle terslikler oluyor:
Balıkları ağırlayıp, turistleri kaçırmak...
Turistler kaçtı, zaten balıklar da öldü.
Televizyonda Muğla Valisi’ni gördüm, medyaya "Turistler kaçmamıştır" diyordu. Oysa arkadaşlarımız turistlere (rezerv yaptıran şirketlere) sordular, onlar "kaçtık" dediler.
Doğrusunu isterseniz balıklar ile turistleri buluşturarak para kazanmak iyi bir projeydi. Ama restorandaki masada değil de kumsalda buluşturmak uygun düşmedi, o kadar.
*
Balıklar niye öldü?
Pislikten...
Ve televizyonda o balık çiftliklerine imza atarak onay veren bilim adamlarını gördüm.
Bilim adamları öyle balığa bakıyorlardı.
Bakıyorlar; niye öldü...
Böyle terslikler olur bazen.
Bilim adamları bilimsel olarak elbette, "Balıklar bu pis denizlere dayanamadılar, öldüler" diyemedikleri için "Oksijen azlığına dayalı, solunum yetmezliği" diyorlar.
Bilirsiniz; bu balıklar hep gözleri açık giderler.
*
Bir doğa savaşçısı Büyükelçi Suha Umar, bu balık çiftliklerinin ulusal faciaya dönüştüğünü dört sene önce yazmıştı. Milliyet’teki dünkü yazısında da o koylarda gırgırla kaçak balık avlayan bir işadamının, Sahil Güvenlik botuna "kaçan balıkları yakalıyorum" dediğini yazdı.
İşte bu iyi bir fikir, kaçak balıkları yakalamak...
Geriye kaçan turistler kalıyor.
*
Tek tek bakıyorum hepsine; koca denizin elden gittiğinin farkında olamayan, ama İngiltere’deki turistlerin kaçmadığını bilen Vali... Kirlenmesine izin verdikleri denizdeki balıkların niye öldüğünü düşünen bilim adamları...
Kaçan balıkları yakalamaya çalışan yatırımcı...
Kaçan turistler...
Ölen balıklar...
Bu ne rezalettir, bu ne akılsızlıktır diye sormuyorum bile.
Böyle terslikler olur...
Yazının Devamını Oku 19 Ocak 2008
HERHALDE medyadan izlediniz; Başbakan türban için oturmuş Meydan Larousse’a bakmış. Normalde Nur Suresi 31’e bakması gerekmez miydi?
Bu Meydan Larousse’a bakıyor.
Ve okuduğunu anlatıyor da:
"Meydan Larousse’a göre türban; yumuşak kumaştan, kenarı teğelsiz, ipek veya pamukludan....."
Oysa hepimiz biliyoruz ki ne Nur Suresi, ne Meydan Larousse... Başbakan’ın kafasındaki türbanın tek tanımı var:
Siyasi simge...
İktidara yerleşen, Çankaya’ya çıkan, Meclis’i kapsayan, bürokrasiyi içine alan, kısacası artık Türkiye fotoğrafı olan bu değerli simgeye üniversitelerde kapılar kapalı olduğu için, Başbakan’ın keyfi kaçıyor ve bu eksiği gidermek istiyor.
İşte o zaman çözüm arıyor:
"Bana içinde türban olan şeyi getirin..."
"Nur Suresi 31’i?.."
"Hayır, Meydan Larousse’u..."
*
Elbette devlet Nur Suresi 31, ya da Meydan Larousse’a göre değil, Anayasa’ya göre yönetildiği için... Ve Başbakan ömründe hiçbir zaman Anayasa kitabını açıp bakmadığı için sorun çıkıyor.
Gördünüz; o "Bir cümleyle hallolur" dedi, Prof. Özbudun oradan bir cümleyle cevap verdi:
"Hallolmaz..."
Hatta AKP’nin kurtarma aracı konumundaki Devlet Bahçeli de kamuoyuna mutlulukla açıkladı:
"Bir cümle de ben buldum..."
Yine de olmadı.
Olmuyor...
*
Çünkü; Anayasa’da "Türkiye’nin laik olduğu" yazılıdır ve bu "değiştirilmesi teklif dahi edilemez" bir hükümdür.
Türban ise; dokusu Meydan Larousse’ta yazıldığı gibi öyle pamuk-mamuk değil. Herkes biliyor ki türban, laik Cumhuriyet’i çökertmek isteyenlerin yürüttüğü karşı devrimin siyasi simgesidir.
Eğer arkadaşlar ısrar ederlerse...
Yargıtay Başsavcısı, "Cumhuriyet’in temel ilkelerini yok sayarsanız kaos doğar" diyor.
Bence de...
Meydan o kadar da boş değil...
Yazının Devamını Oku 18 Ocak 2008
DÜNKÜ "Rüşvetçileri toplarsanız kamuda açık daire kalmaz" şeklindeki yazıma kimi memur okurlarım, "Biz rüşvet almıyoruz" diye haklı olarak tepki gösterip kızdılar. Birincisi; o mizah yazısıydı, karikatürlerdeki büyük burunlar gibi biraz abartılı. İkincisi; elbette namuslu-dürüst memurlarımız vardır. Onları tenzih ederim.
Ve "...açık yer kalmaz" iddiamı düzeltiyorum:
"Bazı yerler açık kalır..."
*
Ben yine de sorarım kendi kendime:
"Neden cumhuriyetimiz bu halde?.. Neden yoksullarımız, açlarımız var?.. Neden hálá üçüncü sınıf ülkeler arasındayız bu cennet kadar güzel ülkede?.. Neden bir sömürge gibi bağımlı, bir eyalet gibi güdülen, bir aşiret gibi kanunsuzuz?.."
Ve son kurşunu kendine sıkan adam gibi, son öldürücü soruyu yöneltirim beynime:
Neden Türkiye gitti elimizden?..
*
Yanıt bence var:
Kimliğimize sinmiş; çıkarcılık, avantacılık, beleşçilik, yağmacılık, rüşvetçilik yüzünden...
Kısacası; kirlilik bizdedir.
Düzgün-namuslu insanları da elbette ayrı tutmalıyım. Ama gerçek ortadadır.
Elli yıldır avanta-suiistimal-rüşvet-yağma üzerine kurulu siyasi yapıların seçicileri başkaları mıydı? Yağma-hırsızlık haberleriyle dolu gazete arşivleri ve peşinden açılan seçim sandıkları tanıktır, dönüp bakmaz mısınız?
Dört senede 150 milyar dolar çalındığında, bıçak kemiğe dayandığında ve 2000’lere gelindiğinde bu sefer güya alternatif "AK" dönemde kimdir kömür ve nohut karşılığı oy veren?..
"Çalsın, ama iş yapsın" kimin sloganıdır?..
Bu son seçimlerde dahi; ortaya çıkan gemicikler, likit yumurtalar, sünnet altınları, kayıp trilyonlar, ilkokuldaki oğlanın mısır ticareti, Ali Dibolar, arsa kapatmalar, gurbetçilerin başına yıkılan yeşil sermayeler, ihalesiz televizyon-gazete satışları, İstanbul’un parsel parsel pazarlanması mıdır yüzde 47’ye fırlayan oy’un nedeni?..
Böyle midir hırsızlık-yağma-rüşvet istemeyen millet?..
Böyle midir temiz toplum?..
Böyle mi olacaktı "düzeltme" yazım?..
Yazının Devamını Oku 17 Ocak 2008
ANKARA’daki tapu dairesinde olduğu gibi öbür dairelerdeki rüşvetçiler de toplanacak olsa, daha birçok devlet dairesi kapanır. Kimse kalmaz.
Açık yer bulamazsınız.
Diyelim ki belediyelere gittiniz; kapı duvar.
Vilayetlere koştunuz; in cin top oynuyor.
İlçede açık kalmış bir tek kamu kurumu olsun, ilde bir tek açık kalmış devlet dairesi olsun yok...
Bakanlıklara yöneldiniz; bir teki açık kalmadığı gibi bağlı kuruluşlar da kapalı, seslenirsiniz:
"Kimse yok mu?.."
Bağırın, içerde kimse olmadıktan sonra...
Çünkü; rüşvet olmayan bir tek yer yoktur bu memlekette. Bir tek kamu kuruluşu, bir tek makam, bir tek oda, bir tek masa, bir tek koltuk, bir tek sandalye bulamazsınız.
*
Rüşvet; örf, gelenek, kültürdür.
Edebiyattır; "zarf atmak", "yan cebe koymak", "adamını bulmak", "müdürü görmek" vs. başlı başına bir anlatım biçimidir.
Tiyatrodur; "mağdur vatandaş" ile "görev aşkı olan yetkili" başarıyla oynanır.
Müziktir; merdivenden inen keyfinden ıslık çalarken, masasına dönen türkü mırıldanmaktadır keyfinden.
İletişimdir; insanların ayaküstü kaşla-gözle mükemmel anlaşabilmeleri...
Birliktir; herkes savaşırken, birbirini tanımayan iki insanın bir anda kenetlenmesi...
Paylaşımdır; birisinin parası öbürünün cebine gizlice girerken, her iki tarafın da bundan kárlı çıkması...
Hizmettir; halkımızın her seçim öncesi "çalsın ama iş yapsın" diyerek bunu çok da güzel ifade ettiği gibi...
Yatırımdır, ihaledir, teşviktir...
Kolaylıktır...
*
Yani hiçbir siyasi parti rüşvet kadar işe yaramamıştır, hiçbir devlet adamı rüşvet kadar iş bitirememiştir, hiçbir kanun rüşvet kadar tıkır tıkır işlememiştir.
Toplayın rüşvetçileri, yaşam durur...
Devlete koşsanız...
Kapı duvar...
Yazının Devamını Oku 16 Ocak 2008
İYİ ki Başbakan dilini tutamıyor.<br><br>Tutsa, birçok niyetini bilemezdik. Ama o bir anda açıklayıveriyor.
İşte; bizler türbanın "siyasi simge" olduğunu yazıp-çizdikçe yalanlayan Başbakan kendisi açıkladı:
"Türban siyasi simgeyse suç mu?.."
Ve ekledi:
"Bunu anayasaya koyacağız..."
Yani biz bu kadar güzel anlatamazdık.
Diline sağlık.
*
Başbakan söylediğine göre, herhalde artık anlamış olmanız gerekiyor:
Bir; türban siyasi simge...
İki; türban anayasaya girecek...
Böylece laik cumhuriyet karşıtlığının simgesi türban anayasada güvence altına alınacak ki, bu Türkiye’nin ne hale geldiğini gösteriyor. Ve bu ülkenin laik yapısının nasıl paldır-küldür çöktüğünü ve nasıl başımıza yıkıldığını...
*
Duydunuz; "Türban siyasi simgeyse suç mu?" diyor, Başbakan’ın saygıdeğer dili.
Suçtur...
Anayasamızın "değiştirilemez" maddeleri arasındaki "laiklik" tanımına göre, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlara göre, Siyasi Partiler Yasası’na göre ve en son gidilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına göre kamuda türban olmaz.
Hukuku yok saymak ise suçtur.
Bu yüzden partiler kapatılmadı mı?
*
Ayrıca suç bir yana...
Günah da...
Genç kızların başlarındaki örtünün bir siyasi partiye simge yapılması, inancın siyasi çıkar için kullanılması, dinin günlük dünya işlerinde menfaatlere malzeme yapılması dine-imana sığar mı?
Ya da İtalyan kravat takanların, saf genç kızları tesettüre sokarak siyasi rant sağlamaları dürüstlük müdür?
Ama ne yapacaksınız?
Başbakan "türbanı siyasi simge olarak kullanmanın suç olmadığını ve bunu anayasaya koyacaklarını" söylüyor.
Bize inanmadınız...
İyi ki Başbakan’ın dili durmuyor.
Yazının Devamını Oku 15 Ocak 2008
ALEVİLER; 25 milyondur...<br><br>Aleviler; bu ülkenin yüz akıdır... Aleviler; aydındır...
Aleviler; iyi vatandaştır.
Aleviler; okuyan, bakan, gören, dinleyen, bilen, anlayan, düşünen insanlardır.
Aleviler; her zaman uygarlıktan yanadır.
Aleviler; inançlarında samimi oldukları için kimliklerini asırlardır acı çeke çeke koruyabildiler.
Aleviler; tarihin bir kanlı hesabını sorarken, sadece kendi dizlerine vurdular.
Aleviler; "incinsen de incitme" derler.
Aleviler; yiğit insanlardır.
Aleviler; çalışkandır.
Aleviler; doğaya saygılıdır.
Aleviler; Allah’ın yarattığı tüm canlıları sevdiler.
Aleviler; kadını ikinci sınıf vatandaş sayarak, bir mal gibi görerek, ona şüpheyle bakarak, insan yerine koymayarak, kapalı kapıların arkasına hapsetmezler.
Aleviler; kadına güvenirler.
Aleviler; yobaz değildir.
Aleviler; saz çalarlar.
Aleviler; dans ederler.
Aleviler; ozanları-şairleri yakmazlar, edebiyatçıları kovmazlar, aydınları vurmazlar.
Aleviler; "el, dil, bel sağlamlığı" isterler.
Aleviler; çağdaş dünyanın reddettiği, akıl dışı hurafelere, batıl inançlara kanmazlar.
Aleviler; Mustafa Kemal Atatürk’ü severler.
Aleviler; ulusumuza çağdaşlık kapılarını aralayan devrim yasalarına yürekten bağlıdırlar.
Aleviler; laik cumhuriyete sahip çıkarlar.
Aleviler; dönek değildir.
Aleviler; kendi çıkarları için, hangi iktidar gelse ona yanaşıp yalakalık yapmazlar.
Aleviler; hiçbir zaman küçük hesaplar yüzünden Türkiye’nin aydınlık yoluna ihanet etmediler, etmezler.
Aleviler; vefalıdır.
Aleviler; dürüsttür.
Aleviler; yiğittir...
Yazının Devamını Oku 13 Ocak 2008
HER yerde kar var... Güvercinler, serçeler, sığırcıklar, saksağanlar o sabah terasta yerlerini aldılar.
Nasıl olur, geçen seneyi nasıl unutmamışlar.
Üstelik hepsinin yüzü terasa açılan kapıya dönük. Hatta kimisi camdan içeri bakıyor.
Sanki "Yine aç kaldık" der gibi.
Kar var yerde.
Kent bembeyaz.
Tarlalar-otlaklar karın altında ve doğadaki tüm canlılar kar yağdığından bu yana açlar.
*
Karlı camın önünde, bilgisayarımdan sevgili Cengiz Altınsoy’un bir eski hikáyeye benzeyen mesajını okuyorum:
Bir ciğerci kapısının önündeki kedileri sevmedi, onları istemedi. Sonunda onları çuvala doldurarak uzak bir yere götürüp attılar.
O günden sonra kimse dükkánına gelmedi ciğercinin.
Dükkán bomboş kaldı.
Günler sonra bir yaşlı kadın uğradı sadece, "Oğlum burada ciğerci vardı, nereye taşındı?" diye sordu. Ciğerci bir tek müşteri olsun geldi diye sevindi, "Burası teyze" dedi. Kadın çevresine bakarak mırıldandı:
"İyi ama hani kediler yok... İnsan kedileri görünce burada ciğerci olduğunu anlar..."
Ciğerci kötü bir şey yaptığını anladı, kedilerini aramaya gitti, uzak bir yerde kediler bir başka ciğercinin önündeydi.
Ve içerisi müşteri doluydu. Kedilerini almasına yeni ciğerci izin vermedi:
"Onları veremem... Onları gören buranın ciğerci olduğunu anlıyor, dükkánım ilk kez dolup taşıyor..."
*
Kuşlar balkona dizildiler.
Açlar, aç...
Bir avuç pilav artığı, bir dilim bayat ekmek kırıntısı, sofranın döküntülerini olsun verin.
Doyurun, ölmesinler.
Balkonunuz kirleniyor diye kızmayın sakın, bir an için yüreğinize kanat takın.
Ciğerciyi gösteren kediler gibi, balkondaki kuşlar içerde merhametin-sevginin olduğunu gösterirler.
Dışarısı soğuk...
Yerde kar var...
Yazının Devamını Oku 12 Ocak 2008
TAKSİM’deki taciz olayı, üniversitelerde tez konusu oldu. Üniversiteli arkadaşlar dün bana sordular:<br><br>"Neden?.." Onlara "Bilmiyorum" dedim:
"Bilsem söylemem mi?.."
Bildiğim; o tacizcilerin yanlarında kadınları yoktu. Her kadınsız toplulukta olduğu gibi sapıklaştılar. Böyle topluluklarda erkekler birbirlerine dahi niyetlenirler.
Demek ki işte tam o sırada turist kadını gördüler.
Benim çözemediğim ise, bir turist kadının arkasına 18 kişinin nasıl sığdığı.
Gerçi daha okul yıllarında bir sıraya altı kişi oturarak, dolmuşa otuz kişi binerek, bir maaşla yirmi kişi geçinerek, bir hastane yatağında üç kişi yatarak, düğündeki küçük pistte yüz kişi oynayarak "sıkıştırılmış eylemlere" alışık bir toplumuz.
Ama yine de yılbaşı gecesi bir turist kadının arkasına 18 kişinin nasıl sığdığını kimse çözmüş değil.
*
Çözüm?..
Bence yok.
Gerçi Almanlar yanında kadını olmayan, kendi kadınını eve kapatıp sokağa çıkan Türk erkeklerine karşı bir çözüm olarak afişler hazırlattılar, Hürriyet’te okumuşsunuzdur:
Afişte bir sarışın Alman kızı ve altında kocaman yazı:
"Ali bana sulanma..."
Türk erkekleri daha afişi görür görmez "Anaaaa..." dediler.
Kız çok güzeldi.
Ve yuvarlak poposu dönüktü.
Değil 18 kişi, 200-300 kişi atılırdı atılmasına...
Şimdi Türk erkeklerin gittiği kahvehanelerde o afişlerden dört bir yana asılmış durumda diyorlar.
*
Neden?..
Bence kadınsız topluluklarda bunlar olur.
Kadın ahlaksızlığın kaynağı değil, ahlakın bekçisidir.
Bebekliğimizde bizlere iyi insan olmayı öğreten kadın, erkeğin malı konumuna getirilip eve kapatıldığında ve erkek "öğretmensiz" kaldığında böyle yapar.
İstatistiklere göre; kadına yer vermeyen topluluklardaki sapıklık suçları, kadının özgür olduğu toplumlardakinin beş katı.
Bırakın kadınlar bize "ahlakı" öğretsinler.
Yazının Devamını Oku