11 Ocak 2008
BAŞBAKAN, valilerden sonra, bu sefer partisinin il yöneticilerine "kömür dağıtın" dedi.<br><br>Korkum, partinin adı değişecek: Avanta Kömür Partisi (AKP)...
Ben, "Kamyonun önüne binip, kömürü kendiniz götürüp vatandaşın kapısına bırakacaksınız" emrini alan Vali’yi televizyonda gördüydüm, kömür çuvallarının başında.
Paltosunu giymiş, kömür çuvallarının yanındaydı.
Vali, "Şöyle koyacaksın çuvalı, ucu şu tarafa..." gibi özenli emirler de verdi.
Çuvalın ucu hangi yana gelecek?..
Vali biliyordu.
İyi ki bir kömür çuvalını makam arabasının arka koltuğunda, yanına oturtup şehri gezdirmedi:
"Efendim şunu da ifade etmek isterim ki, şehrimizin meseleleri hızla halledilmiştir sayın kömür..."
Olmaz diye bir şey yok.
Bir valiyi kömür dağıtırken ve kömür çuvalının ucunun hangi tarafa geleceğini beyan ederken gördükten sonra, bu memlekette her şey olur derim a dostlar.
Misal; yakında elleri-yüzleri kömür karasına bulanmış, gözleri beyaz kalmış valilerin toplantılara gelme olasılığı yok değil.
Ki Başbakan görsün.
Kimin "yüzü karaysa", parti adına kömür dağıtan vali odur.
*
Önceki gün AKP’nin il yönetimlerinden de bunu istedi Başbakan:
"Bineceksiniz kamyona, kömürü vatandaşın kapısına bırakacaksınız... Böylece bu yerel seçimlerde oy yüzde 60 olur..."
Doğrudur...
60 olur, 70 olur, 80 olur...
100 olur...
Bu döneme "kömür demokrasisi" de diyebiliriz.
Açıkça, oy oranını yükseltmek için partinin "güzel kömür dağıtmasını" isteyen Başbakan... Kömür kamyonunun önüne oturmuş, arkadaki kömür çuvalları ile yol alan valiler... "Türkiye zenginleşiyorsa, ben niye yarım ton kömüre muhtacım?" diye yazgısını sorgulamayan vatandaş...
Ve milli iradenin kömür çuvalında tecelli ettiği aziz vatan...
Yürek yarası mı?
Kömür karası mı?..
Yazının Devamını Oku 10 Ocak 2008
BAŞBAKAN, ABD’deki Cumhurbaşkanı’nı telefonla aradı:<br><br>"Benim ben..." Cumhurbaşkanı:
"Hayırlı olsun, gördüğünüz gibi görüşmeler fevkalade iyi oldu. Yani bu kadar güzel olabilir. Bir defa mükemmeldi her şey... Ben anlatırım da, uçakta getirdiğim gazeteci arkadaşlar daha güzel anlatıyorlar. Ben onlar kadar güzel anlatamıyorum..."
Başbakan:
"Beni sordu mu?..."
"Kim?.."
"Başkan Buş..."
"Sormaz mı... O nerelerde, ne yapıyor dedi... Ona, yatıp kalkıp size duacı dedim... Çok duygulandı, şöyle bir durdu..."
"Tabiii... Çünkü geçen ay biz de görüştük biliyorsun..."
Cumhurbaşkanı:
"Fotoğraf çektirdik yan yana, şöyle sırtıma dokundu, ayak ayak üstüne attık, doğrusu fevkaladeydi hakikaten..."
Başbakan:
"Biz de ayak ayak üstüne attıydık. Bir ayak üstte, öbürü altta oluyor. Bir üst, bir alt..."
"Evet... Beyaz Saray’da buluştuk, girdik içeri her tarafa baktık, önemli misafir olarak..."
Başbakan:
"Biliyorum, kapıdan giriyorsun, ortada hol diyorlar. Yani şimdi ben istesem gidip girerim-çıkarım... Gir çık, gir çık..."
Cumhurbaşkanı:
"South Lawn’da birlikteydik..."
"O da bize destektir, tanır beni..."
"Kim?.."
"Sayın South Lawn..."
"O insan değil, bahçe kısmı demek... Güney bahçe yani..."
".......!"
Başbakan:
"Başkan Buş’un ’PKK ortak düşmanımız’ demesi iki ediyor. Yani iki kat ortak düşman demeye geldi... Bir daha gidişte bir daha ’PKK ortak düşmanımız’ derse, üç... Bir daha, bir daha... O zaman ileri bir seviyede kararlılık noktasına çıkarız..."
"Tabiii... Ben Cumhurbaşkanı olarak, siz Başbakan olarak, doğrusu fevkalade bir noktaya gelmiştir Türkiye..."
"Hani buyurulduğu gibi ’el kavmin mukadderatül salla safsatayün mıtıl dünya’... Yani diyor ki..."
Yazının Devamını Oku 9 Ocak 2008
MUHALİF at, muhalefetin atlı olanıdır.
Nitekim pazar günü DP kongresi sürerken, gazetelerin başlıkları çoğunlukla şöyleydi:
"Kırat süvarisini arıyor..."(......)
Kıratın ilk süvarisi şüphesiz Süleyman Demirel idi.
Altı kez attan düşüp, yedi kez yeniden ata binmekle bir siyasi rekorun sahibiydi süvari Demirel.
Yazının Devamını Oku 8 Ocak 2008
BİZ okurlarımla Cemil İpekçi’yi "en erkek" seçtik.<br><br>"En erkek ne?" derseniz... Diyelim ki; en erkek aydın.
Televizyonlara çıkıp öyle "Ben AKP’ye oy vermedim ama" ya da "Ben AKP’li değilim ama" diyerek, peşinden AKP yalakalığı yapanlardan değil.
"Ben eşcinselim" diyor:
"Eşcinsel muhafazakár..."
Açık ve net...
Yiğitçe...
Ya öbürü?..
Öbürü yalancı.
*
Ayrıca; en erkek seçmen...
Açıkça söylüyor AKP’yi desteklediğini.
Oysa bilirsiniz, AKP 22 Temmuz seçimlerinde yüzde 46 küsur oy aldığında, yani karşıdan gelen her iki insandan birisi AKP’ye oy verdiğinde, bizler aramış-taramış, AKP’ye oy vermiş bir tek kişi bulamamıştık.
Herkes "Kim verdi acaba?" diyordu.
AKP’ye oy verenler karşımıza oturup, gözlerimizin içine baka baka "Acaba kim oy verdi?" diyerek gizlendiler.
Cemil İpekçi "Veririm" diyor.
*
Bence iktidar kesiminin de en erkeği.
Öyle "din-iman" deyip, ayaküstü kırk tane yalan söylemiyor.
"Faiz haram" diye diye insanların oylarını alıp, yüklü banka hesaplarının faizini cebe indirenler gibi... "İslam"ı kullanıp sonra kutsal topraklarda taş üstünde taş bırakmayan ABD’ye koşanlar gibi... Kadını örtüp, İtalyan kravat takanlar gibi... Laik cumhuriyetin koltuklarına oturup, laik cumhuriyeti yıkmak isteyenler gibi değil...
Fakir-fukaradan yana gözüküp, yabancı sermayeye Türkiye’yi peşkeş çekenler... Ya da yetim hakkından söz edip kendi çocukları üzerinden malı götürenler gibi de değil...
O "Ben eşcinselim" diyor:
"Muhafazakár eşcinsel..."
Dürüstçe...
Mertçe...
Adam gibi adam...
Yalansız-dolansız...
Bu açıdan ben ve okurlarım Cemil İpekçi’yi takdir ederek "en erkek" seçtik.
Hayırlı uğurlu olsun...
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2008
O sınırdaki soğuk dağda bir asker nöbet bekliyor, yanında köpeği var.<br><br>İkisi de uzaklara bakıyorlar. Biliyorum; asker yurdunu, köpek askeri seviyor.
Asker yurdu için, köpek asker için ölmeye hazır.
Benim önümdeki sadece bir kare fotoğraf. Ama o tek kare fotoğraf beynimde bir videoya dönüşüyor, biraz sonra asker "Oğlum..." diye köpeğin başını okşuyor.
Köpek askeri kokluyor.
(.....)
PKK’nın bomba yüklü araçlarının peşindeki polislerin yanlarında da köpekleri var.
Ankara’da, Bursa’da, İstanbul’da köpekler bombalı araçları patlamadan buldular.
Önceki gece Van’da köpek "Şaina", büyük şehirlere doğru yol almakta olan patlamaya hazır minibüsü yakalattı.
Köpekler kaç can kurtardılar bilemeyiz.
*
Ama insanoğlu köpekler kadar vefalı değildir.
Ne de köpekler kadar dost...
Bir türlü anlatamadık.
Anlamıyorlar.
*
Sevgili okurum Melike Aslantepe’den birkaç gün önce bir mesaj aldım:
Her zamanki gibi bu puslu kış günü de annesiyle yürüyüşe çıktılar.
Veterinerin olduğu caddedeki bankta bir kadın oturuyordu. Kadının yanında ayaklarında serum bantları olan bir köpek vardı. Köpek halsiz, hasta ve bitkindi.
Kadın arada bir köpeği kucaklıyor, bir şeyler söylüyor, başını okşuyor, sonra banka çöküp ağlıyordu.
Melike’nin annesi üzüldü, kadına yaklaşıp "Neyi var, yardımcı olabilir miyim?" diye sordu.
Kadın "Çok hasta" dedi.
Onu teselli etmeye çalıştılar, kadın köpeğini kaybederse buna dayanamayacağını anlattı.
"Üzülmeyin" dediler:
"Siz elinizden geleni yapıyorsunuz. Ölürse hep birlikte size bir başkasını buluruz."
Kadın köpeğine yeniden sarıldı.
Dudakları titrerken şu cümleyi söyleyebildi:
"Başkası olmaz, bu benim şehit oğlumun köpeği..."
Yazının Devamını Oku 5 Ocak 2008
BELKİ izlediniz; bir kurdele kesme töreninde, Başbakan kestiği kurdelenin bir parçasını cebine yerleştirirken, birlikte kurdele kestiği Genelkurmay Başkanı Büyükanıt Paşa’ya sordu: "Paşam siz biriktirmiyor musunuz?.."
Büyükanıt Paşa, kurdelenin yerdeki kaçan ucuna bakarak "Hayır" yanıtını verdi.
Başbakan "Ben saklarım" dedi:
(.......)
Demek ki Başbakan’ın evinde birçok kurdelesi vardır.
Şöyle kırmızı, üç parmak eninde, birbirinin aynısı kurdele koleksiyonu hiç görmemiştim.
(.......)
Dönüyorum kurdeleli törene; Genelkurmay Başkanı "Hayır" deyince, Başbakan görevlilere dönerek "Sayın Paşama da verin" dedi.
Görevliler makaslarla koştular...
Kurdelenin en güzel yerinden kesip Paşa’ya verdiler, Paşa bir süre elindeki kurdeleye baktı.
Böylece Büyükanıt Paşa’nın da kurdelesi olmuş oldu.
*
Demek istediğim Başbakan ile Genelkurmay Başkanı arasındaki ilişkiler sıcacık.
Öyle sorun-morun yok.
Tam tersine yakınlaşmanın sevindirici boyutlara ulaştığı gözlerden kaçmıyor.
Sorun şu:
TBMM’den geçtikten sonra tezkerenin uzun zaman sürüncemede kalması, "vurduk vuracağız" açıklamaları ile terör örgütünün adeta uyarılması ve sonuçta teröristlerin çoğunun operasyon öncesi sınırın bu tarafına geçmesi, terörü bir başka boyuta taşıdı.
Şimdi sınırın bu tarafında, kentlerde eylemler başladı.
Bombalar patlıyor, şehirlerde korku var, masum insanlar yaralanıyor, ölüyor...
Bu işte bir hata yok mu?..
Her güçlü ve akıllı devlet gibi, davul-zurna çalmadan, terör örgütünün beyni, elebaşıları, kumanda merkezleri, yığınakları yok edilseydi, bunlar olur muydu?
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt o gecikmeden rahatsız olmadığı gibi "başarıdan" söz ediyordu. Başbakan "Bu işi de hallettik" diyordu.
Bu ülkenin güvenliği önce ikisinden sorulur.
Kurdele biriktirmek hoş bir şey de içlerinden birisinin açıklaması gerek:
Hata nerede?
Yazının Devamını Oku 4 Ocak 2008
TOPLUM eleştirilemez diye bir şey yok.<br><br>Toplum eleştirilir. Eğer demokrasilerde nihai kararı halk veriyorsa, o halkın eleştirilebilmesi gerekir.
Halkın seçtiği başbakanları, bakanları, mebusları eleştireceksiniz, ama halkı eleştirmeyeceksiniz.
Bu olmaz...
Toplumu eleştirmek, onu sevmemek anlamına da gelmez.
Babanın çocuğunu eleştirmesi, annenin babayı eleştirmesi, çocuğun annesini-babasını eleştirmesi gibidir bu.
Toplumu eleştirmek, onu aşağılamak da değildir.
Tam tersine onu yücelerden yüce görme çırpınışıdır.
*
Siz eleştirmezseniz, hatalarını yüzüne karşı açık açık söylemezseniz, toplum işlerin yolunda olduğunu zanneder.
Ve battıkça batar...
Aslında kanunlar topluma birer eleştiridir:
"Bıçak taşımak yasaktır..."
"Kırmızı ışıkta geçmek yasaktır..."
"Kaçak elektrik kullanmak yasaktır..."
Kimse bıçak taşımıyor, kimse kırmızı ışıkta geçmiyor, kimse kaçak elektrik kullanmıyor da mı, öylesine kanun yaptılar kanun yapıcılar?
Kanun olmasa bile niçin yazdılar köşelere:
"Buraya işemek yasaktır..."
Yani kimse işemiyordu da o köşeye, laf olsun diye mi yazdı o yazıyı yandaki bakkal?..
*
Toplumun arkasından fısıldayarak "Bu millet adam olmaz" demek yerine, gelen baskılara rağmen bu köşede toplumu; apaçık, mertçe, gözlerinin içine baka baka eleştirmek doğru olanıdır.
Toplumu eleştirmemizi "halkı aşağılamak" sayan halk dalkavukları, halkın kötü geleneklerinden, kötü tavırlarından yararlananlardır, onlara iyi bakın...
Çünkü onlar toplumun gelişmemişlik, cehalet, kültürsüzlük çukurunda debelenmesinden yarar sağlarlar. Aydınlık, bilinçli, görgülü, gelişmiş bir toplumda yerleri asla olmaz, olamaz.
Onlar halkın görmesini, duymasını ve dilinin açılmasını istemezler.
Türkiye’de ilk kez bu köşede topluma eleştiriler başladı.
Ve sürecek...
Çağdaş, uygar, saygın, dünyanın imrendiği, çocuklarının gurur duyduğu bir toplum sevdamız olduğu için...
Yazının Devamını Oku 3 Ocak 2008
BENCE yılbaşı gecesi turistleri "taciz" edenlere fazla da kızmamalısınız. Onlar vatan evlatlarıdır.
Yaptıkları yasaya göre "Kabahatler" maddesine girdiğine göre, demek ki öyle büyütülecek bir şey de yok.
Ayrıca verilen ceza 57 ye te le...
Ki turist kadınların memelerini tutmak yerine, izinsiz pankart tutsalardı, çok daha fazla ceza kesilecekti.
*
Doğrusunu isterseniz bu ülke, tacize uğrayan o kadına benzer.
El atan atanadır.
Sık sık "Bu işte falanın parmağı var" denilmesi bundandır.
Daha birkaç gün önce tacize uğrayan emekçiler "Uuyyyy..." diye zıpladılar bir başka meydanda.
"Delenler" yüzünden anayasa dahi tacize uğruyor arada bir.
Hukuk, insan hakları, demokrasi...
Laik cumhuriyet dahi kurtulamıyor...
*
Tacizden geçilmiyor.
Hileli gıdalardan sahte ilaçlara, garibanlara satılan demirsiz binalardan, dünyanın en pahalı benzinine kadar...
Kentlerin yüzde altmışı, kamu arazilerine tacizin üzerine kurulu değil midir?
Birkaç gündür Milliyet’in manşetinde, İstanbul’un göbeğinde tarihi kalıntıların üzerine yapılan otelin haberi var. Kenti yönetenlerin "parmağından" söz ediliyor.
Yani tarihin dili olsa "Ayyyy..." diye zıplayacak.
Doğası taciz altındadır bu memleketin.
Bütün gölleri...
Bütün ırmakları...
İşte Belek, işte Kazdağları...
*
Bu toplum böyledir.
Bütün gün hepimiz hırsızlık, vurgun, soygun ortamında ahlaksızca çeşit çeşit tacize uğrarız, farkında olsak da olmasak da.
Yoksulluk, işsizlik, açlık, mutsuzluk, bu yakınmalar, birçok tacizin kaçınılmaz sonucudur.
O zaman niye kızacaksınız turistlere tacizde bulunanlara.
Bu ahlaksızlık çukurunda büyüdüler ve paylarına turistler düştü.
Uzaydan gelmiş değiller.
Vatan evlatlarıdır onlar.
Yazının Devamını Oku