30 Ocak 2008
BU formül iyi:<br><br>"Çene altı..." Türbanın bağlama yeri "çenenin altı" olunca hem demokrasiye uygun düşüyor, hem devrim yasaları açısından zararsız oluyor, hem laik cumhuriyet elden gitmiyor.
AKP ile MHP’nin çene çeneye verip buldukları bu:
"Çene altı formülü..."
Oysa AKP’ye yalakalık yapan bizim çenesi düşük aydınlar yıllardır ekranlarda yırtındılar da bunu akıl edemediler.
"Çene altı" formülü şöyle:
Türbanlı kızlar türbanın iki ucunu çenenin altında bağlayacaklar, böylece türban laik anayasaya uygun olacak.
Bir toplumu salak yerine koyarak, devrim yasaları ile alay ederek, Anayasa’daki laiklik tanımı ile dalga geçerek bulunan formül ancak bu kadar olur.
Çenenizi yormayın...
*
Türklerin,; ekonomiden sağlığa, depremden spora kadar her şeyi çene ile çözdüklerini bilirdim de, türban gibi rejimin tehdidi bir simgeyi "çenenin altı" ile çözecekleri hiç aklıma gelmemişti.
Bu kadar kolaymış:
"Çene altı..."
(........)
Ben asıl şu "altı" üzerinde duruyorum; bu ülke ne çektiyse "altı" olan şeylerden çekti:
Dil altı, sümen altı, şuur altı...
El altı, bel altı, hasır altı.
Hoş, vatandaş açısından hepsi aynı yere varıyor:
"Okka altı..."
AKP milletvekili ve Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin, şu türbanın nereye kadar yayılacağı konusunda, tıpkı çenesini tutamayan öbür milletvekilleri ve belediye başkanları gibi, partisinin bilinç altını açıkladı:
"Adım adım gideceğiz..."
*
Şimdi AKP’ye şirin gözükmek isteyen hukukçulara, profesörlere, işadamlarına, medya editörlerine bir görev düşüyor.
Ya bu "çene altı formülünün" çok da faydalı olduğunu anlatıp duracaklar, çeneye kuvvet...
Ya da; çenelerini kapatacaklar...
Nasıl olsa yalakalığın sınırı yok...
Yazının Devamını Oku 29 Ocak 2008
SEVGİLİ Kıymet Sönmez, bir eski takvim yaprağının arkasında buldu:<br><br>"...İnebolu’dan Kastamonu’ya geliyoruz. Büyük Gazi’nin 24 saat evvel şapka hakkında söylediği nutuk Kastamonu’da etkisini göstermiş. Bütün memurlar, öğretmenler beyaz şapka giymişler. (.......)
Ata, Kastamonu’ya gelirken çarşaflı-peçeli kadın öğretmenler, şimdi peçelerini açmışlar. Yol boyunca yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk herkes dizilmiş, sevgi çığlıkları atıyorlar. Bu sesler Ilgaz’ın eteklerinde yankı yapıyor.
(.......)
Gazi, manzaranın ihtişamı karşısında otomobilinden indi. Daha iki adım attı ki, yolun iki tarafını dolduran ve tarlalara taşan gök peştamallı Türk anaları onun etrafını sardılar.
(.......)
Altın saçlı, keskin bakışlı Atatürk, mendilini gözlerine kapattı...
Atatürk ağlıyordu..."
*
O kutsal devrimin, artık sadece eski takvim yaprağının arkasında kalan kısmıdır bu.
Bize; kılık-kıyafet devriminin, tüm cumhuriyet devrimlerinin sembolü olduğunu anlatır.
Atatürk, güçlü orduları yendiğinde değil, Kastamonu’da çağdaş giysili kadınları gördüğünde anlamıştı başardığını ve ilk kez ağlamıştı.
Ve dinci bu yüzden ısrarlı.
Bu yüzden; karşı devrimciler açısından kadınların tekrar tesettüre bürünmelerinin, üniversitelerden başlayarak kızların türbana girmelerinin önemi fazla.
Bu yüzden sabırsızlar.
Bu yüzden aceleleri var.
*
Şimdi kaybediyor Atatürk...
Şimdi yeniliyor...
Atatürk’ü ağlatan kıyafet devrimi de öbür devrimler gibi bugünlerde siliniyor.
Anlamıyor musunuz?..
Bir ulus, kendisine bağımsızlık-özgürlük-kimlik-kişilik veren... Onur-şeref armağan eden... Kendisine çağdaşlık-uygarlık yolunu açan... Ve bunu başardığını gördüğü zaman ağlayan yiğidine ihanet ediyor.
Çocukları terk ediyorlar onu...
Ve Atatürk yeni yeni ölüyor.
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2008
YİNE "2-B"leri tuttu.<br><br>Zaman zaman böyle oluyor. Biz unuttular sanıyoruz, ama krize girdiklerinde "2-B"yi bulup getiriyorlar.
"2-B", yani 2’nci maddenin B fıkrası.
Ama daha çok ormanları satıp paraya çevirmenin, çalınmış ormanları da yasalaştırmanın kod adı:
"2-B."
İşte yine "2-B"yi önlerine aldılar.
2 Lüksemburg, 6 Singapur, 15 Malta büyüklüğünde ormanlık alan "orman" olmaktan çıkartılıp satılacak.
Ormanları açanlara, tarlaya çevirenlere, üzerine villa yapanlara, ağaçları kesip kooperatif kuranlara, kurtarılmış mahallelere af getiriliyor.
Daha önceki tasarıda 1981 tarihinden önceki orman yağmaları affedilirken, tarihi de 2007 olarak öne çekiyorlar, ki bu son zamanlardaki yağmacılar da kurtulsun.
*
"2-B" birçok işe yarıyor:
Bir defa; yağmacılardan biraz para alıyorlar. Ki bu biraz bile 25 milyar dolar tutuyor, yağmanın boyutuna bakın.
İkincisi; kendi kendilerini de kurtarmış oluyorlar, çünkü irili ufaklı çoğu orman yağmacısı.
Üç:
Orman verip oy almak, siyasi ahlaksızlık geleneğidir.
İşte; yerel seçim var.
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa gibi büyük kentleri kuşatmış yağmacıların oyları, bir siyasi partiye seçimi kazandıracak kadar çok.
*
Böyle bir rezilliktir bu.
Bizim mokasen ayakkabılı salon çevrecileri, birkaçı dışında vakıflar, dernekler, elbette orada oturarak sağladıkları avantalardan olmamak için sessiz kalacaklardır.
Asla tepki göstermeyecekler.
Asla TBMM’nin önüne gidip "yapmayın" demeyecekler...
Asla meydanlara çıkmayacaklar.
Birer utanmaz suç ortağı olarak "çevreci" rollerini oynayıp, bu tarihimizin en büyük doğa yağmasını seyredecekler.
Bizler dizimize vuracağız.
Cılız, sessiz, etkisiz...
Bir cennet yurda ihanetin, yabandaki boyutuna baka baka...
Yazının Devamını Oku 26 Ocak 2008
HÜRRİYET, kentin biraz dışındaki yeni binasına taşınıyor, Cinnah’taki binayı bugün terk ediyoruz, Hürriyet tarihindeki Cinnah dönemi kapandı. Koridorlarda kucağında koliler, gözleri ıslak muhabirler, çalışanlar, şefler var.
Dün tüm kadro bu eski binanın önüne inip "Cinnah 8" ile son fotoğrafımızı çektirdik.
Bir yaz sonu fotoğrafı gibi.
(.......)
Tam 14 yıl geçirdiğim odamda kitaplarımı karton kutulara doldurdum. Resimleri topladım. Kalem kutumu, içinde boncuklar olan kavanozumu aldım yanıma.
Ve bu odadaki son yazımı yazıyorum:
"Cinnah’a veda..."
Her şeyi topladım da...
Ya anılar.
Anılar nasıl taşınır dostlar?
Bu odanın dört duvarı arasında kızdığım zamanlar... İyi bir şey yapıp da kendi kendime güldüğüm ya da her kötü haberler ile birlikte endişelendiğim anlar...
Köşedeki çatlaklara sokuşturduğum korkular...
Pervazlara gizlediğim acılar...
O tek başıma kapımı kapatıp burnumu çeke çeke elimin tersi ile yanaklarımı sildiğim zaman...
Bilmiyorum, nasıl taşınır anılar?..
Dün bir dolapla, bir askıyla, bir çekmeceyle, bir duvarla dost olunabileceğini ilk kez anladım.
Şu kapı benim sırdaşımdı, şu pencere tam 14 yıllık ahbabım.
Masamın tam şurasına alnımı koymuştum, canımın sıkıldığı o akşamüstü. Ve her öldürüldükleri haberi geldiğinde, şu köşede ağlamıştım arkasından arkadaşlarımın.
*
Şeytan diyor ki sök götür şu pervazı.
O yepyeni, görkemli, cam ve metalden yapılmış binanın kapısında, iki elini açıp soracaktır Enis Berberoğlu:
"Bu ne?..."
Altında iki büklüm yanıtlarım:
"Duvarım..."
Ama olmaz...
Zaten ben de sadece kavanozumu aldım, içinde boncuklarım var.
Cinnah 8’e veda ediyorum bugün, yüreğimde tam 14 yıllık anılar.
Yazının Devamını Oku 25 Ocak 2008
BEN hiç böyle "milliyetçi parti" görmedim; milletine Arap kültürünü öneriyor. AKP’nin bunu yapmasını anlamak olasıdır; çünkü AKP birleştirici unsur olarak dini kullanır, milliyetçiliği reddeder.
Ama Me Ha Pe?..
Bu nasıl milliyetçiliktir; kendi ulusuna çağdaşlık yolunu açmak yerine, ortaçağdan kalma Arap kültürüne yol açmak?..
Söyler misiniz; yeryüzünün en güzel coğrafyası üzerinde yaşanan, yeryüzünün en güzel kültürünü Arabistan’a çevirmek "milliyetçilik" olabilir mi?..
Ama Me Ha Pe bunu yapıyor.
*
Devlet Bahçeli politikayı bırakıp evine gittiğinde üzülmüş, Türk siyasetinin ciddi bir insanını yitirdiğini düşünmüştüm.
Bu seçimlerden önce de "dinci devrime" karşı olan kimi yazarlar, CHP’ye eli varmayanların Me Ha Pe’ye oy vermelerini istemişlerdi.
Hepimiz pişmanız.
Dün de, Me Ha Pe’ye oy vermiş kimi okurlarım bilgisayarıma "Elimiz kırılsaydı" diyen mesajlar gönderiyorlardı.
Ne yapacaksınız?..
Me Ha Pe, AKP’nin tamamlayıcısı oluverdi.
Ona "AKP’nin koltuk değneği" diyorlar.
İktidardakiler ne zaman laik cumhuriyeti savunanların tepkisiyle karşılaşsa ve yalnız kalsa, Me Ha Pe yetişiyor.
Belki de sanıyorlar ki AKP’den oy alacaklar!..
Diyelim ki bakıyorsunuz ilk seçimlerde seçmen AKP’yi bırakıp Me Ha Pe’ye koşuyor ve Me Ha Pe’yi ödüllendiriyor!..
Ayaklar dururken çorabı koltuk değneğine giydirmek gibi.
*
Sonuçta göreceksiniz; evrensel laiklik tanımı, Anayasa, yargı kararları, AİHM kararı ortada dururken, Me Ha Pe’nin desteğiyle türbanı önce üniversitelerde, elbette sonra da tüm kamuda serbest bırakacaklar.
Me Ha Pe’ye aferin.
Me Ha Peh peh peh...
Oysa; Türk ulusunun çok acı çekerek, yeryüzünün en şerefli savaşını vererek kurduğu laik cumhuriyete önce "milliyetçilerin" sahip çıkması gerekmez mi?
"Milliyetçilik" bir milletin çağdaşlığını, uygarlığını, aydınlık yarınlarını savunmak değil midir?..
Yoksa...
Yoksa bir milletin çağın dışına savrulmasını savunmak mıdır milliyetçilik?..
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2008
ANKARA’ya Afrikalılar geldi.<br><br>Protokoldeki Afrikalı devlet adamının başında, bizim Memo’yu annesi sokağa çıkarttığında taktığı o tuhaf kapüşondan vardı. "Kim bu?" dedim.
"Cumhurbaşkanı yardımcısı" dediler.
Öbürü de cepleri eşya dolu kalın paltosu ile oradaydı, arada bir öbür paltosunu da istiyordu.
"Bu kim?.."
"Cumhurbaşkanı..."
Törenler sırasında Sudan’ın devlet adamları yorulunca oturup ceplerindeki simitleri yediler.
Ertesi gün Vatan Gazetesi’nin manşetiydi:
"Ankara böyle heyet görmedi..."
*
Bir an daldım:
Diyelim ki bir Batı kenti...
Türkler gelmişler.
Hava cehennem gibi sıcak ama bunlar paltolu.
Hanımlar o sıcakta palto ile oturdukları gibi, başlarını da sıkı sıkı sarmışlar.
Kat kat tuhaf tuhaf giysileri var.
Dışarda erkeklerden ayrı yürüyorlar, el sıkmak yok, konuşmak yok, öyle sağa sola bakmak yok...
Hanım hanıma alışverişte el ele tutuşup koşuyorlar.
Batı ülkesinin gazetecisi soruyor:
"Bunlar kim?.."
"Türk first leydileri..."
*
Afrikalıları niye yadırgayacaksınız?
Yeni "Türkiye fotoğrafı"yla; biz Afrikalıları nasıl görüyorsak Batılılar da bizi öyle görüyorlardır.
Kabul etseniz de, etmeseniz de...
Devleti tesettürün temsil etmesinden sonra, şimdi bir ulusun okumuş-yazmış tüm kadınlarını (Anayasa’ya madde sokarak) örtme girişimine en çok bu yüzden canım sıkılır.
Çağdaş, Batılı gibi giyinen, uygar görüntülü Türk kadını istemiyorlar.
Dertleri bu...
Yaz sıcağında sarıp sarmalayıp, palto ile Batı’yı dolanan bizim protokol varken, Ankara soğuğunda kapüşonlu Afrikalılar size niye tuhaf geldi anlamıyorum.
Batılıların "Afrikalısı" yapmadılar mı bizi?..
Yazının Devamını Oku 23 Ocak 2008
BAKTIM; Türkiye’nin başına kara çoraplar örülürken, il kongrelerinde iki CHP’li birbirlerine kafa atıyor.<br><br>Ana muhalefetin biraz olsun "kafa kafaya" vermesi iyi ama, bu kadar da değil... Buna "kafayı yemek" de denir.
Doğrusunu isterseniz kafanın birçok zihinsel fonksiyonu vardır:
Kafa yormak...
Kafa vermek...
Kafa çalıştırmak...
Bunlar tükendiğinde, öbürüne sıra geliyor demek ki:
Kafa atmak...
*
Bizler hep birlikte CHP’lilerin kafa ile bir şeyler yapmalarını bekliyorduk aslında.
Ama içinde kafa atmak yoktu.
Türkiye’nin geleceği için verilen savaşta kötü niyetlilere onurluca kafa tutmaktan, bıçak kemiğe dayandığında ortaya kafa koymaya kadar...
Bunlar kafa atıyorlar.
Üstelik bunu "parti içi demokrasi" adı altında yapıyorlar ki, bunun adı da bizimle ilgilidir:
Kafa bulmak...
*
Bunların kafaları böyle.
Emekçilerin mitinglerde sembolik olarak kendi tabutlarını taşıdığı, memurların meydanlarda kuru ekmek yeme gösterisi yaptığı, her hafta üç bin esnafın iflas ettiği, on dört milyon insanın yoksulluk sınırında yaşadığı, bir milyon üniversite mezununun sokaklarda gezdiği, soyulmadık köşesinin kalmadığı bir ülkede, iktidar yerine muhalefetteki sosyal demokratlar oy kaybediyorsa...
Ve insanlar, ülkelerinin geleceğini kurtarmak için kafalarını taşlara vurup, ama ana muhalefet partisinin haline bakıp yine de güvenemiyorlarsa...
(......)
Boşuna kafa patlatmayın.
Böyledir bu arkadaşların kafası.
Eskiler bu gibi durumlarda "Nato kafa, nato mermer" derlerdi, yani taş kafa.
Normalde kafanın yapması gereken birçok şey, işe yaradığı birçok yer vardır.
Ama olmayınca ne yapacaksınız.
O zaman buna yarıyor:
Kafa atmaya...
Yazının Devamını Oku 22 Ocak 2008
BÖYLECE yeryüzünde içinde türban gibi bir giysi olan tek anayasa bizim Anayasamız olacak.<br><br>Eğer giysiler anayasaya giriyorsa, o zaman etek, yelek, mintan, ayakkabı, çorap, don, gömlek gibi giysiler de gerekiyorsa Anayasa’ya konulabilir. Sanki bohça bu...
Başbakan’ın "Milletin kıyafetine ne karışıyorsun?.. Herkes istediği gibi giyinsin, bırak..." sözü üzerine diyelim ki Anayasa değişti ve bizim Osman kırmızı benekli donla üniversiteye gitti...
Ya da ben; yılbaşından kalma ucu püsküllü huni şapkamı taktım, Başbakan’ın basın toplantısında gidip en öne mutlulukla oturdum ve göz göze geldik...
Bu anayasal bir şeydir.
*
Nitekim Başbakan, "Anayasa’ya biz de bakıyoruz" demekte.
Tebrikler...
Bu iyi bir şey; Başbakan’ımız Anayasa’ya bakıyor...
Bakıyor ama demek ki anlamıyor.
Bir:
Türban konusunda iktidarı uyaran yüksek yargı organlarına kızıp "Kuvvetler ayrılığı varsa, herkes yerini bilecek" demesi bunu kanıtlıyor. Demek ki o "kuvvetler ayrılığını" herkesin ayrı ayrı bildiğini yapması sandı.
Oysa kuvvetler ayrılığı, en başta üç kuvvetin (Yasama, Yürütme, Yargı)birbirlerini kontrol etmesidir.
İki:
Başbakan yargının ihsas-ı rey (kararı önceden belli etme) makamı olmadığını da söyledi ki, yine anlamamış.
Çünkü bu konuda yargı karar verecek değil, karar çoktan verildi zaten. Hem içerde Anayasa Mahkemesi’nin, hem dışarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları var.
Yargı kararını belli etmiyor, verdiği karara sahip çıkıyor, Başbakan bilse de bilmese de...
Üç:
Başbakan baktıysa; Anayasamız Türkiye’nin bir "hukuk devleti" olduğunu yazar.
Hukuk devleti; yasamaya (Meclis’e) tek başına sahip olan, yürütmeyi (Hükümeti) zaten elinde tutan... Böylece üç kuvvetten ikisini ele geçirmiş bir tek kişinin her aklına geleni yapmasına, diyelim ki Anayasa’yı bohçaya çevirmesine izin vermez.
Eğer Anayasa’ya baktıysa...
Sorun da burda zaten:
Sizce bu Başbakan bir kere olsun; Anayasa’ya baktı mı, bakmadı mı?..
Yazının Devamını Oku