8 Şubat 2008
SORUN şu:<br><br>Neresi gibi olmak istiyorsunuz? Nereye benzeteceksiniz Türkiye’yi?
Arabistan’a mı?..
Avrupa’ya mı?..
*
"Laiklik-maiklik" desem, anlamıyorsunuz.
Laikliğin dinsizlik olmadığını... Sadece dincilik ile devletin yönetilemeyeceğini almıyor kafanız.
Siz "Türban dinin emri" diyorsunuz, bu sefer ben anlamıyorum:
Dinin hiçbir yüce emrine uymayıp; hırsızlıkta, rüşvette, suiistimalde, avantacılıkta AB birincisi... Dünya ahlak sıralamasında 68’inci ülke olmak, ama "türban din emri" diye tutturmak...
Almıyor kafam.
*
Ben desem...
Siz deseniz...
Laiklik, hukuk, demokrasi...
Hepsini geçiniz...
Her birisine bin yalan-dolan-bahane uydurduğunuza göre, net-açık sorum şudur, şu:
Nereye benzetmek istiyorsunuz Türkiye’yi?..
Nereye?..
Batı’ya mı?..
Elbette değil, çünkü dün Batı medyası, "Türkiye’de İran’a benzeme adımı" şeklinde haberler veriyordu. Bir teki, "Türkiye’de Batılılaşma adımı" dememişti.
Bu güzel ülkeyi benzetmek istediğiniz yer apaçık:
Arabistan...
Eee yazıklar olsun size...
*
Geçin; cumhuriyeti, devrim yasalarını, laikliği, demokrasiyi, Anayasa’yı, yasaları, hukuku, mukuku...
Hedefi çağdaşlık olan, AB kapısına dayanmış, Batı medeniyetine ulaşma planları yapan bir koca devleti, yasaları değiştirerek Arabistan’a benzetmek uygarlığa karşı suçtur.
Dahası; insanlık suçu...
Daha ne olsun?..
Yazıklar olsun size, yazıklar olsun...
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2008
MİLLETVEKİLİ yemininin orası şöyleydi: "...laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma ... namus ve şerefim üzerine ant içerim..."
Şimdi TBMM’de laiklik üzerine "namus-şeref" yemini edenlerin türban oylaması var.
Tabii ki türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasına "evet" diyecekler, bilirsiniz.
*
Milletvekilleri, oldum olası namus-şeref yeminlerinde durmadılar. Ve yeminlerini her çöpe atışlarında bir kılıf, bir bahane buldular.
Ancak bu sefer öyle değil:
Üniversitelere tesettürü sokmanın laikliğe aykırı olduğu, içerde Anayasa, Yargıtay, Danıştay... Dışarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile sabit.
Yani namus-şeref yeminine kılıf zor.
Bahane yok...
Yüksek yargı; üniversitelerde türbanın laikliğe aykırı olduğunu karara bağlamıştır... Ve "laikliğe bağlı kalacağına namusu ve şerefi üzerine" yemin eden milletvekilleri ise o kararları bile bile üniversitelerde türbana "evet" diyeceklerdir.
Bu kadar...
*
Daha da açıkçası; namus ve şeref mahkeme kararlarına tosluyor.
Şimdiye kadar sadece toplumun vicdanında yargılanan yeminler, bu kez mahkeme kararlarıyla kesin biçimde mahkûm...
Namus ve şeref...
Öyle mi?..
Dahası; o yemini etmeden milletvekili olamayanların, o yemini çiğnedikleri an milletvekilliklerinin düşmesi gerektiğini de düşünüyorum ben...
(.......)
Diyeceksiniz ki; sen kimsin?..
Ben; Mehmet Zeki oğlu...
Küçük okuru Tuğçe’ye söz vermiş birisi...
Umutları tükenen, ufku kararan, içi yanan, ülkesi Arabistan’a döndükçe dizine vuran... Bu kaypak zeminde yurtsever okurları ile el ele tutuşup düşmemeye çalışan... Öyle "namus-şeref yemini" etmemiş... Ama sokakta iyi insanların yüzüne utanmadan bakmak isteyen birisi...
Ben soruyorum, ben:
O namus-şeref yeminini kim etti?..
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2008
BAŞBAKAN milletvekillerine duvardaki "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" yazısı gösteriyor: "Bu ne?.."
"Yazı..."
"Ne diyor?.."
Milletvikelleri hep birlikte heceliyorlar:
"Ege...men...lik...Kayıtttt...tırsız...milleeeetin....dir..."
"Eeee...Bu ne demek?..."
Milletvekilleri bir ağızdan:
"Yani millet ne derse o..."
"Hah işte gördünüz mü... Bunu buraya yazacaksın, sonra da milleti dinlemeyeceksin..."
*
Size söylemiştim; Başbakan Anayasa’yı bir kez okumadığı için o "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözünün Anayasa’daki devamını da okumuş değil.
Hemen arkasından gelen cümle ile birlikte veriyorum:
"Anayasa madde 6; Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti egemenliğini, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır..."
O organları da sayar Anayasa; Yasama, Yürütme, Yargı... Yani yargı da yürütme ve yasama gibi millet egemenliğinin parçasıdır.
Ve yargı üniversitede türbana karşı...
*
Yok eğer Başbakan duvardaki yazıya bakıp "millet ne derse o..." derse, tamam o zaman:
Getirin gündeme; vergilerin kökten kaldırılmasını...
Getirin; Merkez Bankası kasalarının boşaltılıp, paranın millete dağıtılmasını...
Getirin; ne kadar orman alanı varsa, ağaçların kesilip her vatandaşa bir parsel, Başbakan’a iki parsel verilmesini...
Halkımızın bunlara "Aman, hemen yapalım" diyeceğini hangimiz bilmeyiz, hangimiz?
*
Hukuk devletlerinde Başbakan’lar "millet istiyor" diye her şeyi yapamazlar.
Hoş türban üniversitelere girecektir.
Çünkü; Araplaşmayı "iman" sanan bir milletle, duvardaki yazıyı "anayasa" sanan bir Başbakan bir araya gelirse...
Neler olmaz?..
Neler?..
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2008
İŞTE ben de dönüyorum.<br><br>Karım "Yüzün yamuklaştı sanki" dedi. Ona "değiştim..." dedim.
İçimden "Türkiye’de iyi şeyler de oluyor" yazısı yazmak geliyor.
Telefonun başından ayrılamıyorum; sanki Cumhurbaşkanı beni Çankaya’da yemeğe çağıracakmış gibi oluyorum.
Biraz uzaklaşacak olsam, gerisin geriye koşup yanında bekliyorum telefonun.
Muhterem karım, "Sağa-sola kırıtıp durma öyle, henüz seni Çankaya’da yemeğe çağırmış değiller ve sen şu an Çankaya’da değilsin" diyor.
Olsun...
*
Aydınlar, aydınlar...
Ah bu aydınlar bizi yaraladılar.
Düşünüyorum; tüm başarmış mutlu ülkelerde aydınlığın bayrağını aydınlar taşıdılar. Bu zavallı ülkede karanlığın bayrağını aydınlarımıza mı taşıtacaklardı a dostlar.
Niçin?..
Neden?..
Söyler misiniz; bir yanda tüm dünyanın hayran olup örnek aldığı Atatürk’ün yolu, öte yanda iktidarı ele geçirmiş tarikatçıların yolu apaçık ortadayken, aydınların tarikatçılara koşmaları...
Ve bizler kömür-nohut ile iradesini satan cahil insanlara kızarken, bu aydınların göz göre göre laikliği yıkmak isteyenlere malzeme olmaları, nasıl olur?..
Şunlara bakın; üniversitede türbanı isteyen, laikliği değil dinciliği demokrasi sayan profesörler, yazarlar, gazeteciler, edebiyatçılar, sanatçılar, okumuşlar, aydınlar...
Cumhuriyeti asıl aydınlar arkadan vuruyorlar.
*
İşte ben de dönüyorum.
İçimden "Çankaya’da nurlu sofralar..." yazısı yazmak geliyor.
Karım, "Dudakların uzadı yine... Öyle işaret parmağını c harfi gibi yapıp garsona ’beyaz şarap lütfen’ deme... Çankaya’daki sofrada değilsin, otur köfteni ye..." diyor.
Olsun...
Döndüm, dönüyorum...
Dönekliğim tuttu, öyle aydın sorumluluğu-ilke-etik-metik yoktur bende.
Ne sandın?..
Benim sıfatım; aydın...
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2008
YILLARDAN beri ilk kez "büyük kanal" denilen televizyonlardan birisindeki programı izledim dün gece: "Can dostum..."
Show TV, cuma akşamı gibi en verimli günü ve saatleri hayvanlara ayırmıştı. Ünlü insanlar, barınaklardan aldıkları kimsesiz köpekleriyle, belirlenmiş hareketleri yapıp yarıştılar.
Jüri vardı, salonda izleyiciler alkışlarıyla, ekranların başındaki insanlar cep telefonlarıyla puan vererek yarışmaya katıldılar.
Yarışmanın geliriyle barınaklardaki hayvanlara bakılacak. Yani, yarışan köpekler farkında olmadan, kendileri gibi terk edilmiş arkadaşları için para kazandılar.
Biz yarışmayı barınaktan aldığımız Suşi ve annesi ormanda öldürüldüğü gece bizim bahçeye kaçıp sığınan Çıtır ile birlikte izledik; her birimiz birer koltukta.
Andree onlara yarışmanın şartlarını anlatsa da onlar ekrandan köpek sesleri geldikçe kalkıp evi aradılar.
*
Yarışan köpekler, insanlar tarafından sokağa atılmış, eziyet görmüş, kimisi dövülmüş, tümü bir travmanın içinden çıkıp gelmişti. Yeni ünlü sahipleri ile belki de bir haftada ortak çalışmayı, işbirliğini, uyumu, birlikte başarmayı öğrenmişlerdi.
Ama onlar gibi binlercesi var barınaklarda, ben bilirim oraları.
O demir kapılar her açıldığında "Beni almaya geldiler" diye sevinip, deliler gibi zıplarlar çelik kafeslerinde.
Ama kimse onları almaya gelmez.
*
İşte bu sefer medya duyarlılığı ile hasret kaldığımız sanatçı duyarlılığı bir araya gelmişti, adı:
"Can dostum..."
Her şey para ya da reyting değildir.
Bir büyük televizyon kanalının çocuklarımıza verdiği "tüm canlıları sevme" duygusunun değerini kim ölçebilir?
Bu kanlı ve acılı dünyada, birbirini yiyen bir topluma "bir tek canı kurtarmanın dahi insana verdiği huzur" daha iyi nasıl anlatılır?
"Korkmak" ile "sevmek" arasındaki fark... Ya da "öldürmek" ile "yaşatmak" arasındaki fark...
Bu değil midir dizlerimize vura vura aradığımız eksik şey...
İşte o aradığımız şeyin yerini bize gösteriyorlardı önceki akşam iyi insanlar:
Hemen yanıbaşımızda...
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2008
İYİ haber dün geldi:<br><br>"Kadınlar erkeksiz de doğuracaklar..." Ama haberin daha da sevindirici yanı, "kadınlarda Y kromozomu olmadığı için doğanların hepsinin kız" olacağı.
Elbette erkekler buna izin vermek istemeyeceklerdir. Erkeksiz doğurmak isteyen kadınların başına dikilip, katkı olarak "illa ben de bir şeyler yapayım" diyeceklerdir.
Kadın "orta yol" önerebilir:
"Sen de mama şişesini tut..."
Erkek huysuzlanır:
"Hayır, o baştaki işi ben yapayım..."
Ama gerek yok...
*
Erkeklik kalkıyor...
Bir kez olsun düşünerek bakın; bu pis-kirli-kanlı dünyanın yaratıcısıdır erkek.
Tüm bu savaşların, kanın, acıların altında erkek vardır.
Türkiye’nin bu günleri:
Maytap imalathanesindeki patlamadan Anayasa tartışmalarına, raydan çıkan trenden türbana kadar, tümünün altındaki ahmaklığın, beceriksizliğin, yalanın, dolanın sahibidir o...
İkiyüzlü...
Üçkáğıtçı...
Yalancı...
*
Ve aptal...
Patlayıcı ile ateşin bir araya gelince patlayacağını düşünemiyor. Ya da dini simge ile laikliğin bir arada olamayacağını akıl edemiyor.
Tirenin soğuktan devrildiğini söyleyen de o... Bir tek kişinin yönettiği Türkiye’de demokrasi olduğunu sanan da...
Ayı zamanda korkaktır erkek.
Bakın; tepki gösteren kadınlar var; "222A" diye yüreklice yine bugün meydana çıkıyorlar.
Ve işçi sendikaları, sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları gibi yüzlerce önemli güç arasından, bir tek TÜSİAD var sesi çıkan, başında bir kadın.
(Bunu içimden geldiği gibi yazamıyorum, adama "patron yalakası" derler.)
"Erkek" sandıklarımız ise sindiler.
İşte bu yüzden mutlandım okuyunca haberi:
Erkeklik kalkıyor...
Yazının Devamını Oku 1 Şubat 2008
"Kültür Başkenti"ndeki patlamadan sonra, kentin valisi, kendi kendine "Koş..." dedi:<br><br>"Koş Muammer, bir şey patladı..." Patlayıcı maytap, havai fişek malzemeleri ile ateşli buharlı kazanlar yan yanaydı.
Eğilip uzun uzun baktılar:
Niye patladı?..
Dünyanın her yerinde patlayıcılar ile ateş yan yanayken patlama olmaması durumunda koşup bakarlar; niye patlamadı?... "Kültür Başkenti"nin adamları ise eğilmiş bakıyorlar; patlayıcı ile ateş bir araya gelince niye patladı?..
"Kültür Başkenti" ilginç bir yerdir.
Misal "Kültür Başkenti"nin valisi enteresan bir haber verdi:
"68 yaralıdan 40’ı ambulans ile taşınmıştır..."
Oooooo...
Bu iyi bir şey.
Demek ki ambulans ile yaralılar denk gelebildi.
Peki 40’tan geri kalan 28 yaralı ya da 20 ölü?..
Vali onları bulmak için kendi kendine şöyle dedi:
"Koş Muammer..."
*
"Kültür Başkenti"nde boya atölyeleri, iplikçiler, çorap imalathaneleri, ilaç depoları, naylon işleme fabrikaları, lastikçiler, petrol tankları, fişek-maytap yapıcıları, kuş yemi satıcıları, tavuk kesimhaneleri, tenekeciler, borucular, plastikçiler, káğıtçılar... Saymakla bitmez, tümü iç içe, kentin içindedir.
Kentin yüzde 60’ı ruhsatsız, kaçak, izinsiz...
Zaten burayı "Kültür Başkenti" yapmaya kalkan Başbakan, Bizans kalıntısı antik yapılara daha geçen gün "Harabe..." dedi. Ve o tarihin kentin üzerine betonarme otel yapılmasına karşı çıkanlara kızdı.
"Kültür Başkenti" böyle bir yer.
Gerçi "Kültür Başkenti" kendine dünyada itibarlı bir yer arıyor aramasına... Diyelim ki maytap-havai fişekler ile ateş kazanlarının bir arada olduğu o patlayan binanın adı ne:
"Prestij..."
Vali de eğilmiş bakıyor:
Niye patladı?..
Bakarken birisi bağırıyor "Kültür Başkenti"nde:
"Yine patlayacak, kaçın..."
"Kültür Başkenti"nin valisi söyleniyor:
"Koş Muammer..."
Yazının Devamını Oku 31 Ocak 2008
TÜRBAN tarifi yerine kanuna resim koymaya kalktıklarına bakılırsa, demek ki yeryüzünün ilk resimli yasasını yapmaya kalktılar. O zaman demokrasi tarifinin yerine Tayyip Erdoğan’ın resmi, laiklik tarifinin yerine Abdullah Gül ve hanımının fotoğrafı konulabilirdi.
Tavukçuluğu teşvik maddesine Unakıtan’ın...
Çağdaş ve tarafsız televizyon yayıncılığı tarifi yerine de Taha Akyol’un resimleri...
Kısacası, anayasayı hizaya getirmek isteyenler resim koymaya kalktılar; çünkü yaptıkları şey sözcüklerle anlatılacak gibi değil:
Düpedüz laikliğe karşı hile...
*
Bakın:
Bu laik cumhuriyet anayasasında ve yasalarda yapmak istedikleri şey; örtüden söz eden Kuran’daki Nur Suresi 31’inci Ayet’i uyarlamaya açıklık getirmek değil mi?
Evet...
O zaman desenize bu laik anayasa ve laik yasa maddeleri bir anlamda "tefsir-i kebir" oluyor.
Yani; Kuran’ın emirlerinin nasıl uygulanacağını izah eden meal:
Tefsir-i Kebir...
*
İşte böyle dostlar; laik anayasayı görüyor musunuz?...
Ama ne yapacaksınız?
Bunun dile getirilmesinin tek yeri medyada ise, türbanın fiyongu üzerinde duruluyor.
İktidardakiler laik düzenin beline vuruyorlar tekmeyi... Anayasayı, yasaları, şeriat hükümlerine göre değiştiriyorlar...
Ama medyada türban fiyongu var.
Türkiye AB’den yüzlerce yıl uzaklaşıyor... Çağdaşlık rüyaları bitiyor... Herkes biliyor ki bu güzel ülke şimdi şimdi "dinci devlet" formatına oturtuluyor...
Ama medya fiyongun yeri...
Sanki ılımlı İslam’a dönüştürülen başka bir vatanmış gibi... Sanki dincilerin kendilerine benzettikleri başka bir ülkeymiş gibi...
Medya sinmiş...
Ve susmuş...
Bir büyük günahı örtmek için de ne yapsın "fiyongun yeri" üzerinde duruyor.
Ne yapacaksınız?..
Ne?..
Yazının Devamını Oku