17 Şubat 2008
RİZE’deki ayı Datvi’yi ormandaki doğal ortamına saldılar, çok sevindi ve ağaçlıklara doğru yola koyuldu. O an bir ayı gördü.
Görür görmez gerisin geriye, insanların yanına koştu.
Datvi, ayıdan korkmuştu.
Daha da açıkçası, biz ayı görünce nasıl koşup en yakındaki insanlara sığınırsak, o da öyle yaptı.
Koştu insanların yanına.
*
Oysa bu yanlış yöndü.
Dili olsaydı Datvi nefes nefese sığındığı insanlara, arada bir arkasına bakarak belki de şöyle diyecekti:
"Ayı gördüm... Nasıl da korktum..."
Datvi; annesini insanların öldürdüğünü, bu yüzden insanların eline düştüğünü bilmiyor.
Bilse...
İnsan görünce kaçacak.
O, bu sene yurtdışından avcı getirip para karşılığında 30 ayıyı öldürten gözü dönmüş insanların farkında değil.
İnsanların yanına koşuyor.
Bilmiyor...
Datvi; annesinin yavrusuna süt olsun diye iki armut toplarken "yağmacı ayı" ilan edildiğini...
Doğduğunda kendisine sarılan kollardaki yumuşak ve sıcak anne tüylerinin, şimdi kim bilir hangi ahmak ve görgüsüz zenginin paltosunun yaka süsü yapıldığını...
Ya da; hangi çirkin kadının şapka tüyü olduğunu...
Belki de annesinin o yumuşacık karnının, öldürmekle övünen ruh hastası bir zenginin salonunda, ayak altında serili olduğunu...
Bilmiyordur Datvi...
Ve annesinin yaşamını yabancı zenginlere satan kentlerdeki turizmcilerin, bürokratların... Arazideki koruyucu ve görevlilerin, aldıkları avantaları zıkkımlandıklarını da bilmiyordur...
*
O, ayı görünce insanların yanına koşuyor.
Tıpkı çoğu zaman bizim gibi...
Hani yaşamımızı, umutlarımızı, varlıklarımızı, kanımızı, canımızı elimizden alanlara koşup sığındığımız gibi...
Yanlış yön...
Datvi bilmiyor.
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2008
FUTBOLUMUZ da çok güzel oldu.<br><br>Eskiden de güzeldi. Nerden anlıyorum; reklamlardan:
Böğürmekle bağırmak arasında bir koro sesi "Beklöööö bizööö İsvöçrööö" diyor ve birbirlerine sarılmış herkes zıplıyor. Oradan 135 bin Ye Te Le (135 milyar Te Le) maaş alan Fatih Terim’in kafası gözüküyor.
Yarı aç, yarı tok yaşayan hemşireler, öğretmenler, polisler, memurlar, işçiler, emekliler sürünürken, verdikleri vergi ile 135 bin Ye Te Le maaş alan Fatih Terim de zıplamaya katılıyor.
Kim olsa zıplar:
"Beklööö bizööö İsvöçröööö..."
Bizim Mahmut Kutay’a soruyorum:
"İsviçre’deki maç yarın mı?..."
"Yok 7 Haziran’da..."
"Niye şimdiden zıplıyorlar?.."
Meğer Federasyon seçimleri var...
*
İşte bu noktada futbolumuz bir kez daha güzelleşiyor.
Çünkü o reklam filminde zıplarken kafası gözüken Haluk Ulusoy’un yerine bu sefer Başbakan’ın oğlunun "Gemicik" işinden arkadaşı Hasan Doğan, Türkiye Futbol Federasyonu başkanlığına getirildi.
Son zamanlardaki ihale ve demokrasi geleneğine uyarak, yine tek aday olarak...
Konya AKP milletvekili adayı gibi diğer birçok AKP yakını-yandaşı ile Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın danışmanı da yönetimde artık.
Gazeteler "Futbol da AKP’lileşti" diyorlar.
Güzelliği görüyor musunuz?..
*
Ben oldum olası içinde rüşvet, vergi kaçakçılığı, kara para, yolsuzluk, avanta, bıçak, satır, küfür, kan, revan, hatta cinayet olan kirli bir şeyin "spor" olamayacağını söyledim.
Bu futbol "spor" değildir.
Adı; hobi, eğlence, bahis, sektör, kumar ya da başka bir şey olabilir.
Ama "spor" değil.
Koyun bir de bunun içine; siyaseti, hatta bir tarikatın Türkiye’yi ele geçirme entrikalarını...
İşte böyle bir şeydir futbol.
"Spor"a benzemiyor.
Her şeye benziyor.
Yazının Devamını Oku 15 Şubat 2008
GERÇEKTEN de Başbakan’ın dediği gibi "Öfke bir hitabet sanatı" mıdır? Demek ki ne sanatlar var.
"Öfke bir hitabet sanatı" ise, o zaman öfkenin aşamaları da "hitabet sanatının icrası" sayılır ki, bunlar:
Küfür.
Sille.
Tekme.
Tokat.
Çifte...
Bir de buna "ümük sıkmayı"ı ilave edebiliriz.
*
"Hitabet sanatı" olarak küfür, hakikaten memleketimizde çok ileri bir seviyededir.
Misal:
"Düttürü düdük..."
Karşılığı bir başka kültürde olmadığı gibi, hitabet sanatının bu bulunmaz parçasının anlamını "öfke ile hitabet sanatçısı"nın kendisi de bilmez, kullandıktan sonra sorar:
"Anladın mı?.."
Yanıta göre iki şık vardır artık; yanıt "Evet" ise sorun kalmaz. Yok eğer "Hayır" ise hitabet sanatının bir başka aşamasına geçilir:
Çifte...
Çifte üçe ayrılır:
- İkili çifte...
- Katır çiftesi...
- Çifte...
İkili çifte; havaya zıpladıktan sonra iki bacak aynı anda yere paralel konuma getirilirken, vücut yan yatmış "V" harfi şeklindedir ve popo yerden 70 santim havadadır.
Hitabet sanatının bu şıkkı, sözel hitabet sanatı ile birlikte kullanılıp şu sesler çıkartılırsa daha da iyi olur:
"Uggggg..."
"Yeeeee..."
"Aaagggghhh..."
Bu hitabet sanatı başarıya ulaşamadığı takdirde, sanatın "Kıç üstü oturma" bölümüne girer ki, o durumda sanatçı oturduğu yerden ilk sözel hitabet sanatına dönmeyi deneyebilir:
"Düttürü düdük..."
Kısacası "Öfke bir hitabet sanatıdır" diyebilir miyiz?
Deriz...
Yazının Devamını Oku 14 Şubat 2008
SUUDİ Arabistan’da bugün sevgililerin birbirlerine kırmızı gül vermeleri yasaklandı.<br><br>Orada bir tür devlet gücü olan "İyiliği teşvik ve kötülükten men komitesi" çarşıda-pazarda kırmızı oyuncak ayıların da, kırmızı boncukların da satışını suç saydı. "Dini polis" yakalarsa, ne yapıyorlar bilmiyorum.
Sebebi; Sevgililer Günü’nün dine uygun olmayışı.
Böyle olunca ne yapacaksınız, elbette oyuncak ayılar da, kırmızı boncuklar da, güller de yasak.
*
Yoksa öyle bir ülkede mi yaşamak isterdiniz?
Düşünün; Sevgililer Günü’nde elinizde bir kırmızı gül, anısı olan şarkınızı mırıldana mırıldana mutlulukla giderken polis devriyesi sizi kovalıyor. Siz ise, elinizdeki gül ruhsatsız tabancaymış gibi nasıl da kaçıyorsunuz.
Göz göze gelmek yasak...
El tutmak yasak...
Bence "seviyorum" demek de yasaktır.
"Aşk" yasak...
Oyuncak ayılar yasak...
Kırmızı boncuklar yasak...
Güller yasak...
*
Henüz o noktaya gelmemiş olsak dahi; haremlerin kurulduğu, saç ucunun gözükmesinin dahi günah sayıldığı...
"İçki yasağı" gibi masum gözüken dayatmalarla başlayıp, afişlerdeki kadın resimlerinin boya ile giydirildiği...
Ramazanlarda ağzı oynayanın dövüldüğü, yılbaşı kutlamalarının haram ilan edildiği...
Anayasa’sına "türbanın" girdiği...
En son dün; Başbakan’ının gazetelerdeki arka sayfa güzellerine içerleyip bunu sorun yaptığı...
Kısacası, "Arabistan" yapılmak istenen bir ülkede, Sevgililer Günü’nün "ahlaksızlık" sayıldığını bilmez miyiz?
*
Ve bugün Sevgililer Günü.
En büyük ibadettir sevmek, yobaz ne derse desin.
Aşk; yaşamaktır.
Oyuncak ayılar alın.
Renkli boncuklar...
Kırmızı güller verin sevgililerinize.
Yazının Devamını Oku 13 Şubat 2008
ARKADAŞLAR "Koş, Başbakan kızdı" dediler.<br><br>Nasıl koştum. Baktım; "Etik" diyor "Çıkar" diyor, "Terbiye" diyor, "İnsanlık" diyor, "İzan" diyor...
"Demokrasi" diyor...
"Hukuk" diyor...
"Bedel ödemeye hazırız, biz o beyaz çarşaflarla yola çıktık" diyor.
Çok kızdığı belli.
Karşımızda televizyon da olsa, ağzımı elimle kapatarak arkadaşların kulağına adeta fısıldayarak:
"Neye kızdı?.."
"Çarşafa..."
*
Evet; işler çarşafa dolandı.
Hürriyet’te okumuşsunuzdur; tüm dünya medyası "Türkiye’de laik sistemin çökertildiğini" haber veriyor.
Türkiye, AB’den bir anda uzaklaşıverdi.
Yabancı para kaçmaya başladı, ekonomi sallanıyor.
İç barış kargaşaya dönüştü, toplum paramparça...
En önemlisi:
AKP’nin gerçek yüzü ortaya çıktı, deşifre oldu, niyetlerini artık herkes biliyor. Ve "istikrar" hatırına ona destek verenler gözlerini açtılar, bizim bilgisayarlarımıza bile "Oy verdim, elim kırılsaydı" mesajları yağıyor.
Kısacası; çarşafa dolandırdılar...
*
Bu yüzden kızdı Başbakan.
Haber vermeliyim; daha da çok kızabilir.
Çünkü bilirsiniz; hepimiz kandırmak istediklerimizi kandıramadığımız zaman kızarız.
Bu türban dayatmasından sonra kim inanır, AKP’nin Türkiye’yi uygarlığa taşımak istediğine?.. Kim inanır, laik sisteme bağlı kalacaklarına?.. Kim inanır, çağdaşlıktan yana olduklarına?...
Kim inanır, Türkiye’nin İran olmayacağına?
Kim inanır, demokratlıklarına?
Kim inanır; samimiyetlerine?
Kim inanır; dürüstlüklerine?
Kimse inanmaz...
O zaman Başbakan daha da kızar.
Bunun adıdır işte:
Çarşafa dolanmak...
Yazının Devamını Oku 12 Şubat 2008
FARKINDA mısınız; kimileri yeni uyandılar. Jeton düştü.
Türkiye’yi tepeden tırnağa sarıp sarmalayan dincilerin gerçek yüzünü şimdi gördüler.
Tayyip Erdoğan’ın hiç de değişmediğini, AKP’nin laikliği silip süpürmekte olduğunu, Abdullah Gül’ün aslında bizim cumhurbaşkanımız olmadığını...
AB’den giderek uzaklaşıldığını...
Anadolu’nun Arabistan’a döndüğünü...
Geri vitesle ileri gidilemeyeceğini ve bu güzel ülkeye yazık olduğunu yeni gördüler.
Tam altı yıl sonra.
*
Altı yıldır...
Altı yıldır AKP’nin eteğine yapışmak için yarıştılar.
Başbakan’ın uçağıdır, Cumhurbaşkanı’nın sofrasıdır, iktidarın kucağıdır, yer kapmak için koştular.
Methiyeler yazıldı köşelerde.
Manşetlerde gerçeklerin üzerini örtüp, aslı olmayan umutlar dağıttılar insanlara.
Televizyonlarda yayın yönetmenleri olsun, program yapanlar olsun, çıkıp konuşanlar olsun, yağcılığın en utanç verici örneklerini sundular.
*
Ya bizler?
Bizleri görünce yüzlerini çevirdiler, sözlerimiz-yazılarımız kayda değmezdi, itibarsızdık...
Bizler bir yandan "etmeyin-eylemeyin" derken, öte yandan itildiğimiz köşelerde kan kustuk.
Canımız yandı.
Onlara hiçbir gericiliğin toplumlara yarar getirmeyeceğini, çağdışılığın er geç bir yıkıma dönüşeceğini anlatmak istedik, anlatamadık.
Azarlandık, suçlandık...
*
Şimdi?
Şimdi her şey daha net.
Başbakan, Almanya’da "Kararlı adımlar atıyoruz, hedefe er ya da geç ulaşacağız" derken, dünya medyası "Türkiye’de laik sistemin çöktüğünü" duyuruyor insanlığa.
İşte; en büyük vebal, altı yıldır bunu görmeyenlerin boynundadır.
Sorma zamanıdır onlara:
Şimdi ne yapacaksınız?..
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2008
YIRTICI hayvanlar, yeşil otlaklara doğru yol almakta olan buffalo sürüsünün zayıf anını beklediler. Sürüde yavrular vardı ve yırtıcıların hedefi küçüklerdi.
Bir su kıyısında yırtıcılar bir yavruyu kaptılar, yavru başını çevirip annesini aradı, acı acı bağırdı. Görmeliydiniz, kaçıp kurtulmak için nasıl çırpındı.
Buffalo sürüsü durdu.
Önce düşündüler.
Doğa gözlemcileri, bu durumlarda genelde buffaloların her zaman kaçtıklarını tespit etmişlerdi.
Bu sefer buffalolar döndüler.
Yavruyu yere yatırmış, üzerine kocaman pençelerini koymuş yırtıcıların çevresini sardılar.
Yırtıcılar şaşırmışlardı.
Çevrelerinde siyah boynuzlardan bir duvar vardı. Biraz sonra buffaloların korkup dağılacağını umdular. Ama öyle olmadı, ilk hamleyi bir yaşlı buffalo yaptı, koca bir aslanı boynuzlarına taktığı gibi havaya fırlattı.
Yırtıcılar tek tek kaçmaya başladılar.
Sürü yaralı yavruyu alıp yoluna devam etti.
(Bakınız; http:/www.youtube.com/watch?v=LUDDz68kM)
*
Doğa bize birçok şey öğretir.
Ama biz öğrenemeyiz.
İyi bakın doğaya; akılsız, teslimiyetçi, kaderci, tepkisiz, sessiz, pısırık tüm canlıların acı çektiğini göreceksiniz.
İşte:
Buffalolara saygım arttı. Onlara "öküz" derdim, o yaptıklarını izledikten sonra artık demiyorum.
Elbette bir buffalo görme ve ona "Saygılar..." diye yanaşıp "Hakikaten sizi kutlarım, yani ancak bu kadar olur, kişilikli ve onurlu bir iş yaptınız..." deme olanağım yok.
Ama uzaktan uzaktan saygım sonsuz.
Bereketli bir yaşama doğru umutla yol alırken, özgürlüklerini, amaçlarını, kimliklerini, gururlarını, yaşama haklarını ve çocuklarını yırtıcılara bırakmadılar.
Benim gözümde "öküz" olmaktan çıkıp "buffalo" oldular.
Onurlu...
Mağrur...
Yürekli...
Adam gibi adam şu buffalolar.
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2008
DÜN gece sabaha karşı.<br><br>Henüz ışıkları işe yarıyordu sokak lambalarının. Başımı dayadım pencerenin camına.
Günaydın gece.
Günaydın...
*
Ortalık karanlık.
Bugün Ankara, tarihinin en önemli günlerinden birini yaşıyor.
Kentin bir yanındaki cumhuriyetin kalesi binada, türban ve tesettüre yol veren yasayı onaylayıp elbette kabul edecekler. Kentin öbür yanında bir meydanda, çağdaşlıktan ödün vermek istemeyen insanların mitingi var.
Medeniyeti istemeyenler, kadınların örtünmesiyle ilgili bir şeriat hükmünü Anayasa’ya ve yasalara koyarak Türkiye’yi "din devletine" dönüştürmeye "Evet" diyecekler.
Hemen aşağıdaki meydanda, Mustafa Kemal’in çağdaşlık yolundan dönmek istemeyen aydınlık insanlar "Hayır" diye çığlık atacaklar.
Bugün böyle bir gün.
*
Aslında Ankara en acı gününü yaşıyor.
Bu şehir birçok zor günler gördü. İhanet her zaman bu kentin orasında-burasında vardı.
Ama bu sefer...
Bu sefer kazanıyor.
Bir koca milleti aydınlık yolundan alıkoyup, ortaçağa doğru sürüyor ihanet.
Ve bunu bugün başarıyor.
Bugün...
Ankara’nın bu yanında aydınlığa koşmak isteyenler "hayır" diye bağırırken, öte yanında aydınlığa giden yolu açması gereken parlamento karanlığa "evet" diyor.
*
Oysa bizim aydınlık umutlarımız vardı.
Çocukluğumuzda okul bahçelerinde "Güneş ufuktan şimdi doğar... Yürüyelim arkadaşlar" diye diye yola çıkmıştık.
Şimdi bir ihanetin altında eziliyoruz.
Karanlığa bakıyorum arkasından camın.
Zor günlerdir bu günler.
Günaydın gece.
Günaydın...
Yazının Devamını Oku