27 Şubat 2008
DAĞLARDA büyük mücadele sürüyor. Kimi zaman haberci arkadaşlarımız çatışma haberleri getiriyorlar, "Kayıp var mı?" diye soruyoruz.
Hep var...
Vatanları için can veriyor çocuklarımız.
*
Kara operasyonu başladığı günden bu yana, yiğitler vatan için can verirken, öbür vatanda neler oluyor, bakar mısınız:
- Yolsuzluk-hırsızlık yapanlara (elbette dokunulmazlık dosyalarını da içine alacak şekilde) gizli af...
- Sosyal Güvenlik yasası görüşülürken, milletvekili maaşlarına zammı araya sokuşturma girişimi...
- Tarikat ve cemaat vakıflarına kıyak...
- Türban yasası.
- Tekel satışı.
- Belediyelerin 5 milyar YTL’lik borcunun silinmesi.
(.........)
Bu sonuncusunu açmalıyım:
Adam AKP’li Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin para makinesi Bel-Pa’nın badem bıyıklı Genel Müdürü...
Karısı-çocukları var, ayrıca imam nikáhlı karısı var.
Bir de imam nikáhlı sevgilisi...
(Ben bu "imam nikáhlı sevgili" işini ilk kez duyuyorum.)
Mümin kardeşimiz, memur maaşı ile imam nikáhlı sevgilisine daireler almış, 1 milyon Ye Te Le (bir trilyon Te Le) para sunmuş.
İşte bu belediyelerin borcu siliniyor.
Yani; o savrulan, çarçur edilen, yağmalanan, müteahhitlerle ortaklaşa yenilen, imam nikáhlı sevgililere giden paralar, Türk milletinin ödeyeceği vergilerle kapatılacak.
Anlıyor musunuz?..
*
O zaman iki türlü vatan var:
Birisi uğruna ölünecek vatan.
Çocuklarımız dağlarda o vatan için canlarını veriyorlar, ertesi gün tabutları taşınıyor kasabalara-köylere.
Öbür vatan?..
Öbürü yağmalanmakta olan.
Birinci vatan kurtarılmaya çalışılırken, öbürü işte böyle...
Ne yapacaksınız?
Herkesin "vatanı" kendine göre.
Yazının Devamını Oku 26 Şubat 2008
ŞİMDİ anladınız mı "Gül benim cumhurbaşkanım değildir" dememi?..<br><br>Evet; o benim cumhurbaşkanım değil... O geçerken, kaldırımın kenarında durup asla alkışlamam.
Arkamı dönerim.
Televizyonda gözüktüğünde asla bakmam, kanal atlayıp "Dingo-mingo"yu izlerim.
Gazete sayfalarında "Bir açıklama yapan Cum..." diye başlayan haberleri okumam, geçerim.
Sohbetlerde söz düşerse kestirip atarım:
"O benim cumhurbaşkanım değil..."
*
Türban yasası önündeyken "düşünüyormuş" gibi yaptı sadece.
Türbanı siyasi bayrak yapmış, "hanımının" türbanı için Türkiye’yi AİHM’ye vermiş birisinin önüne türban serbestisi yasası gidince "düşündüğüne" nasıl inandınız?
Bu tür "düşünmek" bana yabancı değil; muhterem karım işime gelmeyen bir şey sorduğunda "Düşüneyim" derim.
Ama hiçbir zaman düşünmem.
Düşünüyormuş gibi yaparım.
Muhterem, "Bak düşünmüyorsun, çünkü dudakların uzadı" der, öyle düşünceli düşünceli bakarım.
*
Abdullah Gül’ün de "düşünüyormuş" gibi yaptığını herhalde artık biliyorsunuz.
Olsun...
Bu bir dönüm noktası oldu, takvimlerinize bir çetele koyun:
AKP’nin kaybetme süreci başladı.
Bakın:
- Sermaye kesimi dahi uyandı; kısa vadeli çıkarları için Türkiye’nin ufkunun karartılmasına göz yumduklarını nihayet gördü patronlar.
- Toplumu etkileyen ve şimdiye kadar AKP’yi destekleyen birçok yazar-çizer-aydın artık açıkça eleştirmeye başladı.
- AKP’ye oy verdiğini gizleyenler dahi şimdi ortaya çıkıp "Elim kırılsın, oy verdim" diyorlar, kamuoyu yoklamalarında (SONAR ve diğerleri) iktidarın yüzde 10’a yakın oy kaybı var.
Külah düştü, kel gözüktü...
Belki de iyi oldu; şu benim olmayan Cumhurbaşkanı’nın türban yasasını imzalaması...
İyi bakın:
Türkiye pişman...
Yazının Devamını Oku 24 Şubat 2008
BUGÜN pazar.<br><br>Yıllardır pazar günlerini ormanlara, denizlere, kuşlara, ayılara, kedilere, karacalara, yunuslara, doğaya ve hayvanlara ayırmayı gelenek edinmiştim.
Bozuyorum geleneği.
Bugün bizim başımız daha çok derttedir.
Dibi oyulan Kazdağları’ndan daha yaralı, Sorgun Ormanları’ndan daha çok kesilip biçiliyoruz. Haliç sularından daha kirli, Seyfe Gölü’nden daha çok bataklığız.
Bugün itibarıyla Cumhurbaşkanı’nın imzaladığı çağdaşlık karşıtı hükümler Anayasa’ya resmen girdi.
Yazının Devamını Oku 23 Şubat 2008
"YABAN güvercinleri" sınırı geçtiler.<br><br>İnsanın kulağına telsizlerden yayılan uğultular ve kayalardan seken kurşunların sesleri geliyor. Dağlar karlı.
Hava soğuk.
Kaç bin annenin korku ve evham içinde ekranlara baktığını ve çocukları için dua okuduklarını tahmin bile edemeyiz.
İyi ama PKK orada değildi.
*
PKK kentlerde...
PKK masa başlarında...
PKK devlet koltuklarında...
PKK belediyelerde...
PKK parlamentoda...
PKK işte orda parti binasında...
PKK hemen gözümüzün önünde, yanı başımızda, karşımızda, içimizde, oramızda, buramızda...
Parlamentodaki geyik derisi koltuklarda otura otura Türkiye Cumhuriyeti’nden maaş alanların PKK’nın siyasi parçası olduğunu bilmeyen var mıdır?
Ki gerektiğinde iktidar partisi onlarla el ele verip, işbirliği yapmıyor mu?
Tüm bu esrarengiz ilişkilerden cesaret alarak daha geçen hafta Türk bayrağını gönderden indirip üzerinde tepinerek parçaladılar.
Devletin gözü önünde...
*
Daha beteri:
İşte; askerimizin Kuzey Irak’a gireceğini YouTube’da, 48 saat önceden herkese duyurdular. Hem de kaynak olarak komutanlarımızın özel telefonlarının dinlendiği anlaşılıyor.
O zaman sınırın hangi yanındadır düşman?
*
Bir bildiğim ya da istihbaratım yok; ancak gazetecilik içgüdüsü bana başımıza daha büyük bir çuval geçirilmekte olduğunu söylüyor.
Hepimiz biliyoruz ki gizli ilişkilerin, bilmediğimiz pazarlıkların, sinsi tuzakların tam ortasındayız.
Bu satırlar yazıldığı sıralarda "yaban güvercinleri" uzaktaki dağlarda yine canlarını vatanları için koymuşlardı ortaya.
Dağlar karlı ve soğuktur.
İçimdeki ses ise susmuyor:
"İyi ama PKK orada değil..."
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2008
ÇOK zamandır Başbakan’ın "Batı’dan ahlaksızlık aldık" demekle neyi kastettiğini düşünüyorum.<br><br>Bence Başbakan’a göre ahlaksızlıklar: - Dans...
- İçki...
- Flört...
- İşte; itiraf ettiği gibi arka sayfa güzelleri...
- Belki kısa etekler...
Ne bilelim biz?
*
Biliyorsunuzdur; Başbakan’ın da katılmasıyla "Türkiye’de yolsuzluğun önlenmesi için etik projesi" ilk toplantısını yaptı.
Şimdi sıkı durun:
Bu proje için AB’den 1.5 milyon Euro’luk kaynak sağlandı.
Yani Başbakan’ın "Ahlaksızlık aldık" dediği Avrupa, bizdeki hırsızlığı, yolsuzluğu, yağmayı önlemek için para veriyor bize.
Daha da açıkçası:
Ahlaksızlığımızı, o "ahlaksızlık aldık" denilen Avrupa parasıyla önleyeceğiz.
İyi mi?..
*
Ahlak neresindedir insanın?
Eteğinde, saçında, gözünde, dizinde midir?..
Söyler misiniz; Batılı yaşıtları gibi giyinen genç kız, çağdaş arkadaşları gibi dans eden kadın, medeni insanlar gibi bir yudum şarabını içen erkek mıdır ahlaksız?..
Yoksa insanlar açken, akşamları aç uyuyan o çocukların rızkını çalanlar mıdır ahlak sahibi?..
Hangisi?..
O 1.5 milyon Euro, dansı önlemek için, etek boylarını uzatmak için, saçın ucu için, kadın eli sıkmamak için, arka sayfa güzellerini önlemek için mi harcanacak?
Elbette hayır...
Sunumda "Kayırmacılık, hamilik, oy satın alma" için diyor.
Yani AB desteği ile düzeltilmesi gereken ahlaksızlık nerede, görüyorsunuz.
*
En iyisi "etiğimizi" korumak için Avrupa’dan gelsin paralar.
1.5 milyon Euro...
Eşe-dosta yeter de...
Yetmez de...
Yazının Devamını Oku 21 Şubat 2008
"İSTEDİĞİ şarkıyı okumadı" diye Özcan Deniz’i ayağından vuran arkadaşın istediği şarkıya bakın:<br><br>"Meleğim..." Ne kadar duygusal.
Az daha şarkıcıyı "melek" yapacaktı.
Topal melek.
Doğrusunu isterseniz bu "ayağına sıkmak", sanatçı ve sanat açısından iyi bir şey.
Bütün ünlü ve başarılı sanatçılarımızın en az bir kez ayaklarına sıkılmıştır. O an medyanın gündeminin en tepesine oturuyor sanat insanı. Ve gazetelerde olsun, televizyonlarda olsun geniş yer buluyor:
"Ayağına sıkıldı..."
"Saldırgan ’İstediğim şarkıyı okumadı’ dedi..."
Ve o sanatçı, normal şartlarda asla gazetelerde-televizyonlarda yer alamayacak mesajını da verir:
"Yakında sahnelere dönüyorum..."
*
Başbakan da aramış, "Meleğim" şarkısını okumadığı için ayağına sıkılan sanatçıyı ve sormuş:
"Yapacağım bir şey var mı?.."
İyi ki Özcan Deniz, "Öbür ayağım size emanet" demedi, iki ayaksız zor olur.
Aslında Başbakan da şarkı ister herkesten; adı "Meleğim" olmasa bile, Türkiye’nin nasıl da uçtuğuna dair.
Şarkıyı okumayan oldu mu...
Haber gelir:
"Başbakan grup konuşmasında topuğuna sıktı..."
"Kimin?.."
"Ertuğrul Özkök’ün..."
*
Dönüyorum "Meleğim"e...
Bence bu "ayağına sıkmak" kötü bir şey değil, bir tür uzlaşı arayışı.
Uzlaşıda gerekli olan; ağız, dil, el, kafa gibi yerlere değil de ayağa sıkmak bu nedenle. Hani bozuk radyoyu yere vurmak yerine, yanına bir şaplak indirerek şarkıyı dinlemek gibi.
Tabancalı saldırganın istediği şarkı neydi:
"Meleğim..."
Sözleri şöyle:
"Hadi hadi meleğim, uç da göreyim..."
İnsan nasıl da duygulanıyor.
Yazının Devamını Oku 20 Şubat 2008
GAZETELERDE okuyorum:<br><br>"Liberaller aydınlarla AKP’nin yolları ayrıldı..." Bu ayrılıklar beni ne kadar da üzer.
Nasıl oldu, niye ayrıldılar?
Sebep ne?..
Oysaki "ampul" ile "aydın" sıfatı ne kadar da birbirini tamamlıyordu.
*
Yeni mi anladılar dersiniz demokrat aydınlar; dinci asla ve asla demokrat olamaz...
Demokrasi; doğruyu aramaktır.
Oysa "dincinin" tek doğruları vardır; 1400 sene önce inmiş kurallar ve yasalar asla tartışılamaz, asla değiştirilemez, asla itiraz edilemez, asla eleştirilemez.
Ağza dahi alınamaz; işte türban...
Yasalar ve kurallar emredilmiştir, kula ona uymak düşer.
O kadar...
*
Dinci...
("Dindar" demiyorum. Dindar demokrat da, çağdaş da, laik de olabilir. Dindar; Allah’ın verdiği en değerli şey aklın, doğruyu arayıp bulmak için olduğunu ve kutsal kitabın "Düşünmek için size akıl verdim" dediğini bilir.)
Ama dinci?..
O, kendisini güçlü kılan, insanlara hükmetmesini sağlayan bağnazlıktan hiç bir zaman ödün vermez.
Aslında tartışılmasını istemediği, kendi gücü ve egemenliğidir.
Fikri, düşünceyi sevmez.
İtiraz istemez.
*
İşte; bunları bilmesi gereken liberal aydınlar(!) bunu tam altı senede anlayabildiler ve şimdi "yollar ayrıldı" diyorlar.
Aydınlar bu kadar ahmak olamayacaklarına göre sebep ne?..
Nasıl oldu?..
Niçin bu acı haber?..
Ne kadar da yakışıyordu birbirine aydın ile ampul...
Türkiye bu hale geldikten, devlet kuşatıldıktan sonra niye bu ayrılıklar?..
İçlerinden birisi çıkıp itiraf etmeli:
Ahmaklıktan mı?..
Kaypaklıktan mı?..
Neden?..
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2008
ÇANKAYA’daki yemeğe kimi emekli büyükelçiler gitmeyeceklerini söylediler ve yemek iptal edildi. Pazar günü Hürriyet bunu manşetinden duyurdu.
Nedeni; haber önemliydi.
Niye önemli?
Çünkü cumhuriyet aydınlarının tümünün öyle teslimiyet içinde olmadığını gösteriyordu Uğur Ergan’ın manşet haberi.
*
"Seçilmiş Cumhurbaşkanı’nı tanımak ve davetine icabet etmek demokrasi terbiyesi gereğidir" tezi doğru değil.
Çağdaş demokrasi, dört-beş yılda bir ortaya sandık koymakla olmamalı, olmaz...
Olmuyor...
Demokrasi; etkilerin ve tepkilerin olduğu bir süreçtir.
Yani "Nasıl olsa halk seçti" diyerek iktidarın tüm uygulamalarına "evet" demek demokrasi terbiyesi değildir.
Tam tersine demokrasi terbiyesinden yoksunluktur.
O zaman ne anlamı var; bu itirazların, tepkilerin, yükselen seslerin, tartışmaların?..
*
Dahası:
Özel sohbetlerde oturup Türkiye’nin ufkunun nasıl karardığından yakınıp "ah-vah" etmek... Sonra Çankaya’dan sofra daveti gelince "demokrasi terbiyesi gereği" diyerek ülkemizi karartanların sofrasına koşmak, en azından "dürüstlükle" nasıl bağdaşır?
Nohut-kömür dağıtıp oy almak... Sonra o oylarla parlamentoda çoğunluğu yakalayıp, uzlaşı-muzlaşı demeden devletin tepesine Abdullah Gül’ü oturtmak demokrasi ahlakı, ama onun sofrasına koşmamak demokrasi ahlaksızlığı...
Öyle mi?..
*
Pekiiii...
Hem türbana "hayır" demek, hem de türbanı Çankaya’ya çıkartan Abdullah Gül’e "evet" demek neyin nesi?
Nasıl oluyor?..
Nasıl demokrasi ahlakıdır bu?..
(.......)
İşte bu nedenlerle; o büyükelçiler birer cumhuriyet aydını olarak doğrusunu yaptılar, ikiyüzlü davranıp içlerine sindiremedikleri bir sofraya koşup oturmadılar.
Dürüstçe...
Mertçe...
Yazının Devamını Oku