7 Mart 2008
İYİ ki arada bir ağızlarından kaçırıyorlar ve biz onların ne olduklarını anlıyoruz.<br><br>Bir anda ortalık karışıyor: "N’oldu?..."
"Kaçırdı..."
Kimi zaman bir milletvekilleri, kimi zaman bir belediye başkanları, kimi zaman bir bakanları, kimi zaman....
Herhangi biri olabilir.
O zaman partiden uyarı geliyor:
"Öyle uluorta yapmayın..."
O hangisiydi; kazara mikrofon açıkken kaçırmıştı da, tüm ahali haberlerde dinlemişti.
İşte dün...
Sabah daha gazeteye gelir gelmez arkadaşlar, daha önce Amerikalılara "Delikten süpüreceğinize kullanın adamı" diyen Cüneyd Zapsu ile ilgili haber verdiler:
"Yine kaçırdı..."
Bu sefer de "Türbanını çıkar demek, sokaktaki bir kadına donunu çıkar demektir" diyerek değerli görüşlerini açıklamış, bu sözler dün tüm medyada yer aldı.
Başbakan’ın danışmanı bu, sıradan biri değil.
*
Birincisi:
Türbanlı hanımlara saygısızlık; çünkü hiçbir kadın kafası ile poposunu karıştırmaz.
İkincisi:
Akılsızlık... Çünkü türban sorununu altı yıl erteleyip, türbanlı kızların üniversite kapılarında başlarını açmasını seyreden bir partinin önemli adamı "Türbanı çıkar demek, donunu çıkar demektir" dememeli..
Üçüncüsü:
Bir zihniyetin ifadesidir bu. Kadının başına baktıklarında, aslında akıllarından başka organların geçtiği daha iyi nasıl anlatılabilir.
*
Neyse ki ağızlarını tutamıyorlar ve işte böyle arada bir kaçırdıkları zaman onları aziz halkımız tanıyacaksa tanıyor.
Asla çağdaş bir yaşamdan yana değiller.
Asla kadınların tüm ileri ülkelerde olduğu gibi medeni kimlikleriyle toplumda yer almalarını istemiyorlar.
Onlar kaçırdıkça biz niyetlerini anlıyoruz.
Yani ne alakası var; açık başlı olmakla donsuz olmanın?..
Yazının Devamını Oku 6 Mart 2008
SON olaylar-tartışmalar bize bir şey öğretti: Fazla kimsemiz yok.
Laik Cumhuriyet’i savunmak, ona sahip çıkmak, onu beklemek hiç kimseye bırakılamaz.
Onun tek sahibi var:
Siz...
Çağdaş kadınlar...
Aydınlık yüzlü babalar...
Yetişkinler...
Gençler...
Aklı ve yüreği olan cumhuriyet çocuklarıdır Cumhuriyet’in gerçek bekçileri.
O gözleri buğulu buğulu, boynundaki damarlar patlarcasına bağıran ve çocukları-torunları için "aydınlık Türkiye"yi isteyen adamdır bizim paşamız...
Her sabah ağzında son lokması ile merdivenlerden koşarak işine giden ve o gün geldiğinde meydanda başına "Atatürk kadınıyım" bandını takan melek yüzlüdür; devrimlerimizin bekçisi...
*
Fazla kimsemiz yok...
Görüyorsunuz; bizim sadece ve sadece "çağdaşlık" gibi masum bir ısrarımız var. Çok can vererek, çok yanarak, çok ağlayarak koyulduğumuz uygarlık yolundan dönmek istemiyoruz.
Bunun için; demokrasi, laiklik, bağımsızlık gibi yüce kavramları içinde barındıran "cumhuriyetimize" sarılıyoruz.
O bizim kara sevdamızdır.
Bu kadar...
Ama sorun çıktı...
Atatürk cumhuriyetini yıkıp yerine dinci rejim kurmak isteyenler dört bir yanı sardılar.
Tepeden tırnağa ele geçirdiler Türkiye’yi.
*
İşte bu noktada kendimizden başka kimseye güvenemeyeceğimizi öğrendik, canımız sıkıla sıkıla, içimiz yana yana.
Olsun...
Zaten demokrasi sivillerin işi değil midir?
Eğer cumhuriyet sevdaysa, sevda yüreğe düşer, devredilemez.
O kadın, o erkek, o genç, babasının omzunda minik bayrağını sallayan o çocuktur cumhuriyeti savunacak olan.
Görüyorsunuz:
Fazla kimsemiz yok...
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2008
DAHA dün sabah "ABD’den icazet almadık" diyordu iktidardakiler ve örtülü yandaşları. Küfürbazım ise bilgisayarımdaydı:
"ABD’ye ancak senin gibi ..... çocukları şirin gözükmek ister... Aha şu bacağımı..."
Başbakan da kızmıştı:
"Diyorlar ki ABD istedi... Yahu sen..."
*
Daha "icazet" yalanlamaları gökten yağarken Hürriyet İnternet’in sağ üst köşesindeydi salata tabağı gibi fotoğraf ve haber:
"Anayasa taslağını gidip ABD’lilere anlattılar..."
Baktım ABD’de sırayla oturmuşlar; AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, anayasa hukukçuları Prof. Dr. Ergun Özbudun, AKP milletvekili ve danışmanları...
New York’a gitmiş, ABD’lilere taslaklarını gösteriyorlar.
Halkımız anayasa taslağını biliyor mu?.. Siz, ben, demokratik örgütler, hatta parlamento?..
Gören var mı?...
Yok...
Ama Amerikalılara sundular taslaklarını.
*
Niçin?..
Çünkü; Yeni Ortadoğu projesi içinde, Türkiye’de "Ilımlı İslam" modelini isteyen ABD’dir. Ve AKP’nin kafasındaki anayasa bunun önemli bir adımıdır. Bu bakımdan anayasa taslağı ABD’yi elbette ilgilendiriyor.
Bu nedenle "Koş Mir’im" demiştir AKP’li...
Mesele fikir alışverişi ise; hukukun beşiği olan ve tüm yasalarımızı aldığımız Avrupa’ya gitmeleri gerekmez miydi?
Kendi anayasa tarihi insanlık suçları ile dolu ABD’ye neyi danışacaklar dersiniz?
*
Amerikalılar arkadaşların taslağına baktılar da beğendiler mi, beğenmediler mi bilemeyiz.
Ama kimseyi ilgilendirmeyen taslağını bile gidip Amerikalılara gösteren bir zihniyetin, askeri harekátlarda "icazet alıp-almadığının" tamı tamına yanıtıdır bu.
Bu kadardır işte bağımsızlıkları...
Özgürlükleri...
Devlet adamlıkları...
Ve ulusal onurları...
Yazının Devamını Oku 4 Mart 2008
BİRİNCİSİ; Cumhurbaşkanı...<br><br>Ben hiç böyle "başkomutan" görmedim, "Ordunun yerinden haberim vardı" diyor. Öbür türlü "ordusunu kaybetmiş yeryüzünün ilk başkomutanı" olacaktı.
Yine de her gün baştan alarak "ordusunun yerini bildiğini" anlatmaya çalışıyor:
"Yani şimdi bilmesem..."
Ama eminim; bundan böyle arada bir eğilip cihet-i askeriyeye bakacaktır delikten:
Yerinde mi?..
*
İkincisi; Başbakan...
O da aralıksız "kimse bize Kuzey Irak’tan çekilin demedi, diyemez" diyor, inanan yok.
Çünkü onun "ilerliyoruz" demesi ile (Ulusa Sesleniş ilk kayıt), "döndük" demesi (Ulusa Sesleniş ikinci kayıt) arasındaki zaman ortada.
Kimsenin "çıkın diye imada dahi bulunmadığı"na gelince, o zaman Bush kılığına girmiş başka birisiydi, o "Çıkın" diyen.
*
Üçüncüsü; Genelkurmay Başkanı...
Harekátı çok güzel anlatıyor.
Uzaktan anlattığı az gelince, bu sefer medyayı çağırıp yakından anlatıyor.
Ne yapacaksınız?
Bizler Türk Ordusu’nun gücünü, yiğitliğini, kahramanlığını zaten biliriz paşam.
Sorun o değil.
Sorun; ordu, 27 yiğidini vererek kendi görevini yeterince yapmışken, siyasi sorumluluğu da üzerine alıp, AKP iktidarını kurtarmak zorunda mıdır?..
Her şey tabak gibi ortadayken...
Misal; Bush’un dünya önünde açıkça söylediğine paralel, ABD "Çıkın" baskısı yapmışsa Genelkurmay Başkanı nasıl emin olabilir?
Ve nasıl "Telkin yok" diyebilir?..
Aslında kafamıza takılan ama dile getiremediğimiz soru çok paşam, çoookkk...
En azından 27 şehit hatırına dahi soramayız.
Hoş böyledir kimi zaman:
Yanıt vardır da, soru yoktur...
Yazının Devamını Oku 2 Mart 2008
BAŞIMI kaldırıp baktım. "Yaban güvercinleri" bölük bölük dönmeye başladılar.
Saydım, saydım.
27 eksik çıktılar.
*
O yaz karnemdeki kırıklar alışılmışın dışında biraz az olduğundan babam izin vermişti, onu gömleğim ile vücudum arasına sokup eve getirmiştim.
Tülmen’deki bağ evimizin büyük boş odasına saldım.
Çok mutsuzdu.
Arada bir tavana yakın cama bakıyor, oradan çıkmak istiyor, cama çarpıyor, çıkamıyor, yeniden deniyordu.
Su tasına su koydum, ekmek kırıntıları, bulgur, buğday, maydanoz bile verdim ona.
Karşı köşeye sinip onu izliyor, korkmasın diye sanki ondan daha küçük olmak için büzülüyordum.
Razı olmadı teslimiyete.
Hastalandı.
O bir köşeye büzüldü, ben öbür köşeye.
O gün farkına vardım; önünde tas tas suyu, çeşit çeşit yiyeceği vardı, ama bir şeyi yoktu:
"Özgürlüğü..."
Sonunda yenik düşüp onu bahçede yere bıraktım, uçmak istedi uçamadı, gücünü yitirmişti ve özgürlüğü elinden alındığı için canından olmuştu yaban güvercini.
*
Bizim evin üzerinden sabah ve akşamları geçerler, başımı kaldırıp bir eski anının mahcubiyeti ile bakarım.
Doğanın en "istisna" canlılarındandır şu yaban güvercinleri.
Barışı severler, ama "teslimiyet" olmaz.
Yeryüzünün en güçlü ve yırtıcı canlıları kafeslere alışıp esarete razı olurken, yaban güvercini bağımlı yaşayamaz.
Ve...
Onların hem güçlerinin sebebi, hem ölümlerinin nedenidir masumiyet.
Ne kadar saflar bilemezsiniz.
Ne kadar saftırlar...
*
Dün yaban güvercinleri dönmeye başladılar.
Alay alay, bölük bölük.
Saydım...
27 eksik var...
Yazının Devamını Oku 1 Mart 2008
HABERLER şöyleydi:<br><br>"Başbakan, ABD’ye rest çekti..." Oooooo...
Çeker çeker.
Medyaya dağıtılan "Ulusa Sesleniş" metninde rest olarak "İşimiz bitince çıkarız" diyordu Başbakan. ABD "çıkın" deyince acele yeni kayıt yapıldı ve Başbakan bu sefer "İşimiz bitti" dedi.
Herhalde izlediniz.
Nasıl buldunuz "rest"i?..
Ve uzmanlar "işimizin haftalar-aylar sonra biteceğini" hesaplarken, Kuzey Irak’tan çekilme kararı geldi, dün çekildik.
*
Kuzey Irak’a girerken Washington’a kadar gidip kimden izin alındıysa, çıkma işi de oradan sorulur.
Niçin?
Çünkü; büyük devlet olmak için; büyük ordu, büyük nüfus, büyük toprak, büyük millet olmak yetmiyor.
Büyük devlet adamları lazım.
Donanımlı, bilgili...
Kendinden emin...
Ve güven veren...
Bakın; İngiltere tacının adaylarından Prens Harry’nin Afganistan’da savaştığı ortaya çıktı.
Kraliçe göndermiş.
Büyük devlet işte böyle olunur.
İngiltere’de eğer meydanlara doluşmuş insanlar bir ağızdan "Bilal askere, Bilal askere..." diye bağırsalardı, İngiltere elbette büyük devlet olamazdı.
Koyun bunun üzerine; Başbakan olmak için kendi parlamentosundan önce Washington’a koşmaları... "Stratejik ortağız" teslimiyetini... "Bu adamı delikten süpüreceğinize kullanın" ödünlerini...
*
ABD "çıkın" dedi, çıktık.
Hepimiz biliyoruz ki, ABD ne derse o...
Hepimiz biliyoruz ki, ABD’nin istemi dışında karşıya top mermisi bile atılamazken, bu arkadaşlar ABD’nin istemi dışında asla ve asla hareket edemez.
"Rest"miş...
Milleti aptal yerine koymanın lüzumu yok...
Yazının Devamını Oku 29 Şubat 2008
OKURLARIMDAN çok sayıda e-posta aldım, onlar da katıldılar...<br><br>Evet; iki vatan var. İki vatan...
Birinci vatanın çığlıkları geliyor Kandil Dağı’ndan.
*
Ya ikinci vatan?..
Bölük bölük, alay alay yürüyüşe geçtiler ikinci vatanın yiğitleri.
Önde; Bülent Ersoy...
Adam gibi adamlar konuştuğunda asla oralı olmayan... Yeryüzünün en büyük rezillikleri yaşandığında dönüp bakmayan... En kepaze ihlaller yaşandığında, ya da Türkiye yolunu yitirdiğinde tınmayan ikinci vatanın evlatları, Bülent Ersoy söyleyince hatırladılar:
"Aydın sorumluluğu" denilen bir şey olduğunu...
Hiç sesleri çıkmazdı oysa.
İkinci vatanda bundan bir önceki en önemli konu ise "G noktasının fotoğrafının çekildiği" haberiydi.
Kendi "G noktalarının" fotoğraflarını çektirip, gazi dedelerinin yanına assalar şaşırmam, ikinci vatanın sahipleri.
İşte; dünya yıkılırken, dün internette en çok okunan haberler listesindeydi.
"2008 model Gülben..."
Demek ki ikinci vatanın insanları en çok "2008 model Gülben"e ilgi duydular, ne yapalım?..
Televizyonlara bakın; vur patlasın, çal oynasın...
Dün birisinde "Aşılmaz dağları aştık, milli gurur günümüzdür bugün" diyen birisini duyunca nasıl da sevindim. "İşte, dağlarla ilgilenen adam gibi bir adam" dedim, sesi yükselttim, mutlandım, arkama dayandım.
Devam etti adam:
"Hakem hakkımızı yedi..."
Ve imamlar cephesinden son haber var; imam nikáhlı sevgilisine beş daire, bir de villa alan AKP’nin genel müdürünün, imam nikáhlı sevgilisi açıkladı dün:
"İşin içinde büyükler var..."
*
İşte böyledir ikinci vatan.
Birinci vatana acı, gözyaşı, ölüm düşerken... Sanki arsızlığın sesleri yükselir ikinci vatandan.
Evet, evet... Tamı tamına ayırabiliyorum artık.
İşte; birinci vatan...
İşte; ikinci vatan...
Yazının Devamını Oku 28 Şubat 2008
Milletvekilleri çok ilgisiz bir yasa görüşülürken dahi, kendi maaşlarını o yasanın içine sokmak isterler.<br><br>Uysun, uymasın... Nitekim "kıyak emeklilik" girişimleri ters tepince, bu sefer de "gazilere tanınan sağlık yardımı" bölümüne kendilerini ilave ettiler.
Bir anda oturdukları yerde "gazi" oluverdiler.
*
Diyelim bir zamanlar komisyonda "develerin ıslahı yasası" görüşülüyor.
Bir anda "Develerin ıslahı" maddelerinin arasına "Milletvekillerine de yolluklarının yüzde ellisi nispetinde ilave yapılması..." şeklinde bir madde sokuşturulacak...
(Burada "deve" kelimesi "yolluk" çağrışımı yapmakta.)
Komisyon Başkanı sorar:
"Sayın üye, bizi nereye sokacağız efendim?.."
"Develer yok mu?.."
"Var..."
"İşte develerin orasına..."
"Demek oluyor ki deve ıslahı mevzuatı kapsamında, bizim yolluk ve ödenekler de hakkaniyet çerçevesinde, milleti temsil etmenin onuruna yakışır biçimde, makul bir yere sokulmuş olacaktır..."
"Evet sayın başkan..."
Başkan:
"Yani bizi devenin devamına koyarsak, bu son derece uygundur..."
"Develerin islahı yasasına", "Maaş artışı" maddesini ilave eden başkan devamla:
"Arkadaşlar... Millet ne derse odur. Burada millet adına ve egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu noktasında..."
*
Doğrusunu isterseniz ben, türban için kalkan 411 eli "kutsal" ilan eden Başbakan’ın, sıra "kıyak emekliliğe" gelince kızmasını da asla anlamış değilim.
Eğer milletvekillerinin iradesi her şeyin üstündeyse....
Tamam işte... O zaman pembe koltuklarda oturarak ve el kaldırarak "gazi" de olunur.
Bu milli iradedir.
Buna niye itiraz edeceksiniz?
Budur işte "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" yazan duvarın önünde oturmuş "egemenliğin" kayıtsızlığı...
"Gazi" oldularsa oldular.
Kime ne?
Yazının Devamını Oku