Bekir Coşkun

Demokrasi ve kaplumbağa...

12 Ekim 2008
BALIKLAR, kuşlar, karacalar, sincaplar, kirpiler, kaplumbağalar için de demokrasi lazım. Göller, ırmaklar, denizler için de...

Halkın sevdiği varlıkları koruması, ancak demokratik hakları olduğunda olasıdır.

Yoksa köylüler nasıl koruyabilirler ormanlarını?..

Ya da mahalle halkı nasıl sahip çıkabilir yan tarafta çocukların oynadığı o yeşil alana?..

Ve onların içinde yaşayabilen; sincaplara, kaplumbağalara, tavşanlara, kuşlara?..

*

Çevresinde sessiz, tepkisiz, uyuşuk, kısacası demokrasiden habersiz insanların yaşadığı ağaçlar, Fransa’daki, İngiltere’deki, Belçika’daki, İsviçre’deki ağaçlardan daha şanssızdırlar.

Sahipleri yoktur çünkü...

Daha geçen gün gazetelerde vardı; asırlık çınarları kesiyorlardı, kalabalık birikmiş sadece seyrediyordu.

Öyle silik, öyle pısırık...

*

Alpler’
deki kurtlar, Toroslar’daki kurtlardan daha çok güvencededir.

Türkiye’deki bir ağacın, Avrupa’daki bir ağaçtan daha çok demokrasiye gereksinimi vardır, bilmelisiniz...

O kaplumbağanın da...

Eğilip seslensek kulağına:

"Demokrasi lazım mı ey kaplumbağa?.."

Bilemez...

O yerfıstığı ister...

Tıpkı orman köylüleri gibi...

Bu yüzden kimsenin savunmadığı, sahipsiz ormanları turizm bölgesi sayıp beton otellere çevirdiler, hem köylüler kaybettiler, hem kaplumbağa...

*

Demokrasinin en büyük nimetidir; örgütlenin a dostlar...

Mahallelerde, köylerde, beldelerde, sokaklarda bir araya gelip çevrenizi koruyun; vurgunculara, hırsızlara, yağmacılara karşı.

Kuşların hatırı için...

Çınarların, servilerin, çiçeklerin hatırı için örgütlenin... Sahip çıkın, hiç kimsenin olmadığı kadar sizindir onlar...

Bu hakkı size demokrasi verir.

Sizden sadece bir şey ister:

Yürek...
Yazının Devamını Oku

Paşa’nın topu deliğe girdi mi?..

11 Ekim 2008
"OPERASYON sürerken golf oynayan paşa" çok tepki çekti. Bu haklı bir tepkidir.

"İşte duyarlı toplum, duyarlı medya, duyarlı yazarlar..." dedim kendi kendime.

Ve "Operasyon sürerken golf oynanmaz" manşetlerinin yanındaki fotoğrafa baktım:

Paşa, vurduğu topun arkasından bakıyor; top deliğe girdi mi, girmedi mi?..

.........

Tamam...

Ama "Operasyon sürerken golf oynanmaz" diyenler diyelim ki kayıp trilyon davası sürerken Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül için, "Kayıp trilyon sanığıyken Cumhurbaşkanı olunmaz" manşetini atmadılar.

Ya da:

"Operasyon sürerken golf oynanmaz" diyenler, hiç de "Başbakanken, kamu bankalarının paraları ile damada gazete-televizyon alınmaz" diye de manşet atmadılar...

Diyelim ki:

"Operasyon sürerken golf oynanmaz" diyenler, bir gün olsun "Maliye Bakanı iken tavuk yemi diye mısır ithal edilmez... Maliye Bakanı iken likit yumurta ticareti yapılmaz..." gibi laf da edemediler.

Say say bitmez...

Asıl:

"Operasyon sürerken golf oynanmaz" diyenler, bir tek satırla bile "Anayasa Mahkemesi tarafından -laiklik karşıtı eylemlerin odağı- kararı verilmişken, iktidar olunamaz" diyemediler...

*

"Operasyon sürerken paşa golf oynayamaz"
savı doğrudur.

Ama Paşa’ya kızarken, bunca kamburu olan iktidara yalakalık yapılamaz diye bir şey yok...

Bence şöyle yapılır:

İktidar ve yandaşları her fırsatta askerleri ezip, hırpalayıp tüketmeye çalışıyorlar.

İçlerinde TSK’ya karşı kin var, bilirsiniz.

Bizim medyadakiler ise bu kadar kamburu olan bir iktidara artık "iyi" diyemedikleri için, iktidarın kızdıklarına vurarak bir tür "dolaylı yalakalık" yapıyorlar.

Bu kadar...

.........

Paşa ise topa bakıyor; deliğe girdi mi, girmedi mi?..
Yazının Devamını Oku

E-kuş sesi...

10 Ekim 2008
SANAL álemdeki E-kuşun sesidir: "Bip..."

Ömründe hiç parası olmamış bizim ufak Remo "bip" sesinden sonra bilgisayarın başında "İşte aldım" demişti.

Mont almış...

Ki ben de markete gittiğimde, kartın takıldığı sanal álemden gelen bir "bip"le hesabı öderim, param olsun olmasın.

Sanal álemin kuşu böyle ötüyor...

Nasıl olsa bizi "Seni bir kuş getirdi", elimizden alınan şeyler için de "kuş götürdü" diye diye büyüttükleri için yadırgamadık.

*

Artık her şey bir "bip"le oluyor.

İçinde "bip" sesi veren sanal kuşa sahip olan herkes, şirket bile kurabiliyor, yatırım yapabiliyor, para kazanıyor, harcıyor, alıyor, veriyor...

Fabrika yok, baca yok, atölye yok...

Kazma yok...

Kürek yok...

Her şey "bip" sesleri ile...

Bir de bakıyorsunuz ki işsiz, parasız pulsuz E-kuş sahibi, kartını takıp bir "bip"le yüklenmiş mağazaya gidiyor.

Kepçe kulaklı, fincan dibi gözlüklü, benzi sarı cılız çocuklar "bip" ile floresan kılıçlı çelik dev "Agor"u yere devirirken, babası içerde bir "bip" ile menkul kıymetleri dolaşıp para kazanıyor.

Buna "E tüketim-E üretim" diyorlar.

Emek yok...

Çaba yok...

Üretim yok...

Çalışmak yok...

*

Bu çöktü.

Ekonomik kriz; aslında her şeyi bir "bip" sesine indirgeyen yeni dünya düzeninin su koyuvermesidir.

Önce uluslararası kimi büyük bankalardaki kuş sustu, sonra dünyadaki "bip" sesleri azaldı.

(Krizin Türkiye’yi daha az etkilemesi ise; henüz aziz halkımızın bilgisayarda, dolayısıyla "bip" diye öten o E-kuşa yeterince sahip olmayışındandır)

(.........)

Cinliği, beleşçiliği, avantacılığı, kolaycılığı, yozlaşması, ama en çok da ahmaklığı başına yıkılıyor insanlığın.

"Bip" sesleri azaldı.

E-kuş
sessizleşiyor...
Yazının Devamını Oku

Ve hükümet terörü görüştü...

9 Ekim 2008
HÜKÜMET yine terörü görüşmek üzere toplandı.<br><br>İlk sözü Başbakan aldı: "Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz terörün sağı-solu, ilerisi-gerisi olmaz. Yani şimdi o terör, bu terör, şu terör diye bir şey yok. Biz kararlılıkla geldiğimiz nokta itibarıyla terörün neresindeyiz?.."

Bakanlar bir ağızdan:

"Üzerinde..."

"Evet... Diyor ki -İhyaneke bilkum el mıtıl takip... El yekünen vellezine ül fitne... El külliyen tazyik-in tahrip- diyor... Yani terörü takip ediniz buyuruyor..."

Bakanlar "doğru" anlamında başlarını üçer kez salladılar.

Kültür Bakanı Ertuğrul Bey, yanında oturan Adalet Bakanı’nın kulağına eğilerek "Ben de bir dua biliyorum..." dedi.

***

İkinci konuşmayı İçişleri Bakanı alarak Uhud Savaşı’nı anlattı.

"Bir beyaz kuş geldi... Dedi ki ey Caferi..." dediğinde tüm kabine ağlıyordu.

İçişleri Bakanı daha yüksek sesle adeta bağırarak:

"Dedi ki ey sellam... Bilal-i Habeşi olmuştur şehit..."

O an Aileden Sorumlu Bayan Bakan, yanında oturan Maliye Bakanı’nın kulağına eğilerek ve gözlerini silerek:

"PKK onu da mı vurdu?.."

"Kimi?.."

"Bilal-i Habeşi’yi... Bu kadar da olmaz yani... Askerin o yana sorti yapması lazım..."

Maliye Bakanı:

"Ama o eskiden olmuş..."

Bayan Bakan:

"Olsun... Ben yeni duydum..."

***

Daha sonra "Tedbirlerimiz kısa, orta ve uzun vadeli olacaktır" diyen Dışişleri Bakanı Ali Bey söz alarak "El Külliyatül Hukuk-u Alemin"den mealler okudu. Ve "Ariflerin menkıbeleri buyuruyor ki, bir kimse diğer bir kimsenin canına kastederse, o kimse ahiret gününde ondan alacaklı olur" dedi.

Başbakan sordu:

"Bu hangi vadeli tedbir oluyor?.."

"Uzun..."

***

Sonrasını zaten siz biliyorsunuz, haberlerde verdiler:

"Hükümet terörü görüştü..."
Yazının Devamını Oku

Kriz...

8 Ekim 2008
UZUN zaman "Türkiye dünya ile entegre bir şekilde bütünleşmiştir" diyorlardı ve şimdi ekliyorlar:<br><br>"Dünya krizi bizi etkilemez..." Kim bilir hangisi doğru?

Demek ki bu (Allah korusun) hani uçak düşüyor ama siz uçmaya devam ediyorsunuz gibi bir şey...

Ya uçak düşmedi, ya siz uçakta değildiniz olasılıkları burada geçerli değildir.

Kule bir de bakıyor ki tek başınıza geliyorsunuz:

"Ne oldu imam, uçak nerde?..."

"Düştü... Bizi etkilemedi..."

*

Kapitalizmin insan yığınlarını aralıksız ve kesintisiz sömürmesi asla yetmiyor.

Bu ona az geliyor...

Zaman zaman böyle krizlerin çıkması gerekiyor.

Bir karambol, bir keşmekeş, bir cıyaklama, bir toz-duman, bir hengame... Ve sonunda faturayı sıradan insanlar ödüyor.

Siz hiç iflas edip de en azından sizin gibi yaşamaya başlayan bir kapital sahibi gördünüz mü?..

Restoranlara artık gidemeyen bir banker, arabasız kalmış bir patron, evi elinden alınmış bir borsa cambazı, dolmuş durağında bir bankacı, köftecide bir holding yönetim kurulu üyesi?..

Ama her krizden sonra sokaklarda perişan-sefil işsiz kalmış insanları gördünüz. Nasıl oluyorsa her seferinde sermaye iflas ediyor, ama onlar aç kalıyorlar.

Aç...

Sefil...


Niçin?

Çünkü kapitalizme ara faturası ödemektedir insanlık.

Adı; kriz...

*

Neyse ki bize bir şey olmuyor.

Ki anlatıyor badem bıyık:

"Bu noktada Türkiye ekonomimiz dünya ile bütünleşmiştir... Bir nevi entegre olmuştur... Yani şu an itibariyle bütün ileri dünya ekonomilerinde ne varsa bizde de o..."

"Dünya batarken bize bir şey olur mu?..."

"Olmaz..."

Hani uçak misali...

Uçak düşüyor, imam uçuyor...

Yazının Devamını Oku

Bize ağlamak düşer...

7 Ekim 2008
TASALANMAYIN birazdan geçecek.<br><br>Gazetelerdeki "Yüreklere ateş düştü" manşetleri unutulacak, televizyondakiler "gazoz kapaklarını" konuşmaya dönecekler, siyasetçiler içlerinden "işte unutuldu gitti" diyerek ve sırıtarak dolanacaklar, Genelkurmay yine Kuzey Irak’a kaç sorti yaptıklarını açıklayacak. Sizler unutacaksınız...

Ben unutacağım...

Sadece orada bir yığma evde, bir gelin gizli gizli ağlayacak, bir anne sabahlara kadar acı çekecek ve bir çocuk okulda "Bu şehit çocuğudur" diye başının okşanmasını boşu boşuna bekleyecek.

*

Niçin?..

Çünkü kimliğini yitirmiş toplumlar böyle yaparlar.


O şanlı-şerefli savaşları bile inkár eden, bir ulusun şahlanışını dahi küçümseyen... Kutsal savaşının yiğit komutanı Mustafa’sına küfredenleri başına taç yapan... İslam áleminin son asırlarda kazandığı tek şanlı zaferin kurduğu cumhuriyetini tekmeleyen halklar...

İşte böyle olurlar...

Silik...

Ezik...

Çaresiz...

*

PKK Kuzey Irak
’ta, Genelkurmay’ın yaptığı açıklamaya göre asıl saldırı oradan yapıldı.

Kuzey Irak ABD’nin, Kuzey Irak ordusu ABD’nin, cumhurbaşkanları ABD’nin, başbakanları ABD’nin, hükümetleri ABD’nin, bize verilen istihbarat ABD’nin, kurşun atacaksak o yana izin ABD’nin...

ABD; bu utanmadan şehit cenazelerine gidenlerin strateji ortağı.

Yapıştıkları kuyruk...

Sıkıysa Türkiye’yi yönetenler, ağızlarını açıp birkaç laf dahi etseler ya ABD’ye...

Ne gezer?..

Çünkü; koşup koşup yaladıkları yer ABD’nin...

*

O zaman bize ağlamak düşer.

Ve unutmak...

Yolunu kaybetmiş milletlerin yazgısıdır bu...

Kaybettiği değerlerden, unuttuğu tarihinden, büyük kahramanlarına ihanetlerinden, varlık nedenlerine vefasızlıklarından sonra, geriye bu kalır:

Ağlamak ve unutmak...
Yazının Devamını Oku

Bir sevgi hikáyesi...

28 Eylül 2008
KULAKLARI bir iner bir kalkar.<br><br>Her gece rüyamda bir yavru köpek koşar. (.........)

Doğrusunu isterseniz sevgiler yüreklerimize gömülüdür, bir küçük torbada saklı begonvil tohumu gibi.

Onun filizlenmesi için "bir şey" gerekir.

Hani nasıl ki çiçekler güneşi görünce açar...

Şirin olmasaydı Ferhat’ın esamisi okunmazdı derler.

İşte böyle bir şeydir sevgiler.

Yüreklerde gömülü, saklı-gizli

Ne bileyim ben...

Bir gün görünce güneşi...

*

Bana çok çok sevmeyi bir köpek yavrusu öğretti.

Bir mukavva kutu içinde gelmişti evimize.

Nasıl dost olmuştuk, nasıl...

Tam 17 yıl...

Onsuz hiçbir yere gitmezdim.

Ya da onu istemeyen yerlere adımımı atmadım hiç.

Kimi zaman uzaklardaysam yalnız, telefon açardım Andree’ye:

"Bebeğim nasıl?.."

*

Sonra...

Sonra o gitti.

Ve ben bir şeyi bu kadar çok çok... Dürüstçe ve gerçekten sevmenin ne demek olduğunu o zaman anlamıştım.

Onu ararım hálá...

Bir an bile çıkmaz aklımdan.

Birlikte gezdiğimiz çayırlıkları, kumsalları tek başıma dolanır dururum, burnumu çeke çeke ve sanki o varmış gibi..

Kimi zaman çıkartıp koklarım çekmecemde sakladığım tasmasına.

Biliyorum bir daha gelecek değil...

Ama yine de saklarım su tasını.

*

İşte böyledir benim canlılara sevgimin hikáyesi.

Her sevginin bir yeşerteni var.

(.........)

Kimi zaman bulutların üzerinde...

Kimi zaman sislerin gerisinde...

Kulakları bir iner bir kalkar...

Her gece rüyamda bir yavru köpek koşar...
Yazının Devamını Oku

Başbakan tekme atabilir...

27 Eylül 2008
O sırada orada işini yapan muhabir arkadaşlarımızı azarlayıp "Terbiyesizlik, edepsizlik etme... Çekil oradan..." diyerek kovan Başbakan’ın aslında asabı bozuk. Belki tekme de atar.

Ben tıfıl muhabirliğim sırasında öyle bir siyasetçi tanımıştım. Gazetecileri görünce sağ ayağını havaya kaldırır, öyle soru sormalarını beklerdi.

Ki muhabir arkadaşlarımız topallaya topallaya büroya döndüklerinde, onunla mülakat yaptıklarını bilirdik.

(........)

Başbakan’ın sinirleri bozuk.

Bir Genel Başkan Yardımcısı; Trakya’da köylülerin tarlasını ucuza kapatıp uluslararası holdinge pahalıya satmaktan ve makbuzla rüşvet almaktan suçüstü oldu, gitti...

Öbür Genel Başkan Yardımcısını; sevgili Uğur Dündar’ın sayesinde gördünüz, halkın gözleri önünde ne haldeydi...

Hayali ihracat..

Suiistimal...

Siyasi nüfuzu kötüye kullanma...

Eroin iddiası...

Partiyi birlikte kurdukları en yakın arkadaşı Adüllatif Şener’in sözlerini okudunuz belki, röportajında "Başbakan ve iktidardaki bazı önemli isimler Deniz Feneri ile iç içe... Dürüst, namuslu, kamu malını koruyan bir anlayış burada yok..." diyordu daha dün...

Taha Akyol dahi "Yoksa Ak değil mi?" sorusunu koymuştu köşesine...

Hasan Abi keza...

Televizyonları güya "ahlaki çizgiye çekecek" diye RTÜK’ün başına getirdiği Zahid AK-men, Deniz Feneri’nin kuryeliğinden, "Sizi ev sahibi yapacağım" diyerek gurbetçileri dolandırmaya kadar birçok suçtan zanlı...

Alman savcı onu arıyor...

(.........)

Say say bitmez...

Gökten yolsuzluk-rüşvet-yağma yağıyor başına.

Bir anda her şey değişti; tepetaklak gidiyor arkadaş.

*

Demek ki tam o sırada muhabir arkadaşlarımız Hasan ile Murat’ı gördü, işte oradaydılar...

Ben o psikolojiyi bilirim.

İnsan el, ayak, dil gibi kimi yerlerini tutamaz...

Bence muhabir arkadaşlar dikkat etmeli.

Başbakan tekme atabilir...
Yazının Devamını Oku