17 Eylül 2008
ALTI senedir AKP’yi göklere çıkartan, bu Başbakan’a yalakalık yapa yapa bitiremeyen yazarlara bir şey oldu.<br><br>İki arada bir derede kaldılar. Ve yine döndüler...
Kimisi Başbakan’a çatıyor aslanlar gibi.
(Ki biz buna döneklik literatüründe "ters takla" diyoruz.)
Kimisi akıl veriyor.
Kimisinin kafası karışık; ya iktidar-grup ilişkileri normalleşirse... Başbakan’ı kızdırıp da sonra açıkta kalırsa yazar?..
Olsun...
Yine döner adam, azar azar.
Dönmek, dönekliğin şanındandır.
*
Bence kötü haber; bu durum yazar için iyi olmadı. Çünkü Başbakan bir daha onu uçağına bindirmeyecek.
Kaldı mı yaya...
Oysa geyik derisi uçağın döner koltuğuna oturup Başbakan’ın daha da gözüne girmek için o sorular ne hoştu:
"Sayın Başbakanım, Türkiye’yi getirdiğiniz bu güzel noktadan, daha güzel bir noktaya götürürken, en çok üzerinde durduğunuz güzel nokta konusundaki önemli bir noktayı açıklar mısınız?.."
Başbakan’ı kim tutar...
Ve yanıtlar:
"Buyurduğunuz bu noktalarda..."
*
Ben size söyleyeyim:
Başbakan sizi uçağına da almayacak...
Kızdı çünkü...
(........)
Öyle üzülmeyin ama; bulunur bir yolu.
Her dönemde nasıl döndüyseniz, herhalde vardır bu işin bir usulü...
*
Ama yazık ettiniz Türkiye’ye...
Herhalde bu "ters takla"nın sebebi; Başbakan’ı yeni anlamadınız.
Siz; altı yıldır ülkemizin ortaçağa doğru sürüklendiğini, çağdaşlıktan uzaklaştığını, insanların din-iman ile aldatıldığını, Türkiye’nin bir dinci diktaya doğru gittiğini gizlediniz.
Kandırdınız insanları.
Tam altı yıldır...
Hiç vicdan yok sizde.
Hiç...
Yazının Devamını Oku 16 Eylül 2008
DÜN medyadaki o habere uzun uzun baktım; adeta müjdeler veriyorlardı televizyonlar-gazeteler hepimize:<br><br>"Baykal, Cumhurbaşkanı Gül ile samimi hava içinde..." "Gül-Baykal sıcaklığı..."
"Baykal, Gül’ü, ’Sayın Cumhurbaşkanım’ diye selamladı..."
Tebrik ederiz...
Aferin...
(.........)
Ben size söylemiştim; Baykal’ın öyle iktidar-miktidar olmak gibi bir derdi asla yok, o duruma razı...
Mutlu...
Rahat...
Anamuhalefet Partisi Lideri olarak geziyor, tozuyor, protokolde yerini alıyor, konuşuyor, her gün medya kendisinden söz ediyor...
Bu kadar...
Bu da ona yetiyor.
*
Bakın:
İktidar boğazına kadar yolsuzluğa, vurguna, soyguna battı.
Her gün bir suiistimal, avanta, hırsızlık haberi medyada patlıyor. Ve tümünün içinde iktidarın adamları var.
Laiklik, cumhuriyet, hukuk, demokrasi gibi kamburlarını bir yana bırakıyorum.
Holdingler ve iktidarın aveneleri zenginleşirken; giderek yoksullaşan dar gelirliler, iflas eden esnaf, ağlaşan çiftçi, kredi kartlarının taksitini ödeyemeyen insanlar, hayatı tatsızlaşan aileler, babalar, analar...
Herkes aldatıldığını anladı...
AKP’ye oy verenler dahi pişmanlar, açık açık "elimiz kırılsaydı" diyorlar.
Ancak tek sorun var:
Tayyip Erdoğan iktidarının yerine koyacak bir şey yok...
*
Deniz Baykal’ın yakasına yapışmış büyük günahtır bu:
Bu milleti AKP’ye mahkûm etmek...
Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmuş bir iktidarı, TBMM çatısı altında birlikte oturarak meşrulaştırmaktan başlıyor vebal... Orada oturmaması gerektiğini söylediği kişiyi "Sayın Cumhurbaşkanım..." diye selamlamaya kadar uzanıyor.
Görüyorsunuz arkadaşı; rahat, mutlu...
Keyifli...
Yazının Devamını Oku 14 Eylül 2008
O gece sabaha karşı yağmur-şimşek-fırtına sesi ile uyandık. Bu yazın ilk şiddetli yağmuru yağıyordu Cunda’nın üzerine. İlk aklımıza gelen, yandaki tarlanın ortasında yavruları ile yatan anne kangal oldu. Andree ile ayakkabılarımızı bile giymeden fırladık.
Yoldan denize doğru bir dere oluşmuştu, tarla ise sanki göl. Ve anne, yavrularının etrafında hızla dönüyor ve bağırıyordu. Onun o sesini belki de hiç unutamayacağım. Havlamak ile ağlamak arasında, yardım mı isteyen, yoksa tehlikeye karşı koyuş mu, bir annenin çığlığı ki...
Arada bir yandaki binanın saçağının altına koşuyor, yavrularına buraya gelin der gibi dönüp bakıyor, sonra yıldırım gibi onların yanına dönüyordu.
Yavrular ise ilk kez tanıdıkları yağmur karşısında şaşırmış, su birikintisinin içinde çırpınıp duruyorlardı.
Anne bizi görünce bir bize doğru, bir yavrularına koşmaya başladı.
Onları kucaklayıp alt kattaki bizim atölyeye taşıdık, havlularla kuruladık, bir minderin üstüne altısını dizdik.
Hemen uyudular...
Anne kapının aralığından bizi izledi, yavrularına kötülük yapılmadığından emin olduktan sonra sokulup kuyruk sallayarak, giysilerimizi öperek, muhtemel bir başka tehlikeyi mi önlemek istedi, yoksa teşekkür mü etti, bilemeyiz...
* * *
Bütün mahalle onları sevdi.
Firuzan Hanım (şair Orhan Veli’nin kız kardeşi), ressam Özen Tokatlı, heykeltıraş Sakine Özkan, komşularımız Ümmiye ile Musa, Seyhan ile Nazik, "Kaptan"ın eşi Kübra Hanım, Ayvalık eşrafından Rıza Bey...
Mahallede oturan genç-yetenekli veteriner Furkan Kamburoğlu tüm aşı ve testlerini yaptı.
Mahallenin tek emekçisi sevgili Hayrettin’in gözü bebeklerde.
Bir gece yine sabaha karşı yavrular ağladığında, komşumuz Nurcan Hanım ile Andree’nin yan yana tarlanın ortasına doğru yardıma koştuklarını görmüştüm.
(.........)
Sonra ne olduğunu size haftaya anlatırım.
Bize gelince; bu mahalleyi artık daha çok seviyorum. İyi insanları burada toplamışlar sanki. Her birinin boynuna sarılıp yanaklarından öpmek geliyor içimden. Bu insanların arasında olmak, onlara selam vermek, her sabah merhametli yüzlerini görmek ve boyunlarına sarılmak...
Kimi zaman bir taşın üzerine çıkıp bağırsam diyorum:
"Sağolun komşular..."
İşte; bir anne köpek ile yavruları bizi böyle yaptılar...
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2008
SAHİL Güvenlik botunun yanındaki iskeleye bağlı, mültecileri kaçırmakta kullanılan ama yakalanmış bir kayık gösterdiler bana. Altı metre kadar, eski, sağına-soluna yamalar yapılmış, içine kötü bir kırmızı boya sürmüşler.
Hiçbir şey yok kayıkta.
Bomboş...
Daha çok devler için yapılmış bir tabuta benziyor.
Sadece tam ortasında kocaman bir balyoz duruyor.
"Bu balyoz?..."
"Kayığı batırmak için..."
*
Ortadoğu ülkelerinde batıya kaçmak isteyen insanlar her şeyi deniyorlar.
Kimi zaman balıkçılarımız cesetlerini topluyor denizden, kimi zaman TIR’larda havasız kalıp ölenleri tarlalara atıyorlar, kimi zaman bir uçağın tekerleğine sarılıp batıya uçmak isteyen bile çıkıyor.
Bizim Sahil Güvenlik (Dünyanın en iyi Sahil Güvenlik’lerinden birisidir) genelde her gece denizden topluyor onları.
Ama aynı gün binlercesi yola çıkıyor; İran’dan, Suriye’den, Irak’tan, Yemen’den, Pakistan’dan, Mısır’dan, Kuzey Afrika’dan, Arabistan’dan...
Geri kalmışlıktan kurtulmak için ölümüne kaçıyorlar.
Göz göre göre yaşamlarını hiçe sayıp, yüzde üç-beş şanslarını deneyip, istedikleri o yere ulaşmayı deniyorlar:
Uygarlığa...
*
O kayığın içindeki balyoza uzun uzun baktım.
O insanlar bir çürük kayığa doluşup, devriyeler gözüktüğünde belki de yaşamlarına inecek balyozu ayaklarının altına alarak uygarlığa doğru yola çıkarken, Türkiye onların kaçtığı yere doğru koyulmuş yola...
Müslüman ülkeler içinde laik ve çağdaş kimliğe sahip tek ülke Türkiye’nin insanları, yüzlerini dönmüşler ortaçağa...
Giderek Arabistan’a benziyorlar...
Giderek İran’a...
Devletin en tepesinden, Mahmutpaşa çarşılarına kadar...
Her gün binlerce insan ölümüne uygarlığa doğru kaçmaya çalışırken, Türkiye’nin yönü tersine tersine...
O balyoza uzun uzun baktım.
Bir millet kendisine sunulmuş çağdaşlık denilen nimetin farkında bile değil... İnsanların kaçıp kurtulmak istediği yere doğru almış başını gidiyor.
Nasıl olur?..
Canım sıkıldı...
O balyoz kaç gündür gözümün önünden gitmiyor...
Yazının Devamını Oku 12 Eylül 2008
MÜREKKEP ve káğıt...Gazetecinin kanı ile eti. Bizler aslında her gün oturup baştan baştan insanlara mektup yazarız. Aralıksız, her gün, her gün...
O káğıtlara yazarız, o mürekkeplerle...
Káğıtlarımız ve mürekkeplerimiz olmadan olmaz.
Ve mürekkep kokusunu sever, bir sevgilinin teni gibi káğıt bobinlerini okşarız...
*
Bizim gruba yöneltilen suçlamalara ve iktidarın ipe-sapa gelmez iddialarına hiç girmek istemezdim doğrusu. Çünkü grubun beni ilgilendirmeyen bir sürü işi vardır, benim ise küçücük köşemde yıllardır anlatmak isteyip bizimkilere dahi anlatamadığım savlarım.
O kadar...
Ama işin içine Hürriyet’in káğıdı ve mürekkebi girince...
(.........)
Hadise şu: Bir AKP Genel Başkan Yardımcısı var; Dengir Fırat...
Alakasız "Dingil" yazım üzerine "Dingil benim" diye beni mahkemeye verdiği için dikkatli yazıyorum bu sefer:
Dengir...
Evet, Dengir Bey (elbette Başbakan’ın emri üzerine) önceki gün basın toplantısı yaparak, Hürriyet’in káğıt-mürekkep kullanımında fiyatları pahalı gösterip küçük tüketiciyi zarara uğrattığını iddia etti. Oysa bu iddia taa 2001 yılında Star Gazetesi tarafından ortaya atılmış, müfettişler tarafından araştırılmış, sonunda Star Gazetesi’nin haberi doğru olmadığı için mahkeme tarafından tazminata mahkûm edilmişti.
Demek ki Ding...
Pardon, Dengir Bey yeni duydu.
Ayrıca Hürriyet yöneticilerinin hiçbirinin "dokunulmazlık" zırhı yok... Devletlerine ve milletlerine hesap vermekten kaçınıp "dokunulmazlıkların" arkasına sığınmazlar, onlar şerefli insanlardır.
İktidarın gücü var, bizler ise mürekkep ve káğıttan ibaret...
*
O mürekkep ile káğıt, gazetecinin eti ile kanıdır.
Onlarsız olmaz.
O mürekkeplerle o beyaz káğıtlara yazdıklarımız, insanlığa sevda mektuplarıdır aslında, iyi bakın...
Kir götürmez...
Gırtlaklarına kadar gömüldükleri yolsuzluk-avanta-soygun çukurundan kafalarını uzatıp mürekkep ve káğıdımıza laf söylerlerse...
Canımız yanar...
Yazının Devamını Oku 11 Eylül 2008
YERALTINDAKİ büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) ile 13.7 milyar yıl öncesine dönerek, evrenin oluşumundaki büyük patlamayı oluşturuyorlar. Böylece maddeye kütle kazandıran "Higgs parçacığını" bulmaya çalışıyorlar. Sonra ne oluyor?
Evrenin oluşumu çözülüyor.
(.........)
Başkentin ünlü Mogan Gölü ise kurumuş, göl sakinleri dün itibarıyla göle bakıp "Niye kurudu anlayamadık" diyorlar.
Suyunu kesmişler gölün...
Göle su gelmiyor...
Çözemiyorlar:
"Şimdi bu göl, bu niye kurudu, bu nasıl kurudu, hayret bir şey bu..."
*
Cern’deki yeraltı laboratuvarlardaki denemede; evrenin yarısının anti maddeden oluştuğu varsayılıyor. Higgs parçacığının keşfedilmesiyle, evrenin bilinmeyen kısmına ne olduğu da ortaya çıkacak. LHC’nin içindeki oluşum, "kara deliklerin" de sırrını çözecek diyorlar.
(.........)
Dün fındık üreticisi soruyordu:
"Biz bu hükümete oy verdik, peki biz niye mağduruz?.."
Çiftçi tam elli yıldır yerin üstünde deney yapıyor. Ekiyor, biçiyor, terliyor, yoruluyor, pazara götürüyor, satıyor.
Her seferinde mağdur, yazgısı kara, cebi delik...
Hem karası var hem deliği, ama kara deliği bilemiyor.
*
LHC dedektörü, büyük patlamadan hemen sonra evrenin ilk mikrosaniyelerinde daha protonlar oluşmadan ortaya çıkan kuark ve gluonları dedekte edecek. Böylece anti madde oluşumu belirginleşecek.
(.........)
Cennete gitmek isteyenlerin Deniz Feneri’ne makbuz karşılığı verdikleri paralar da bir tür deney sayılır.
Cern’deki evrenin oluşumuna doğru yatay gidişe karşın, bu Cennet-i Álá’ya doğru dikey gidiş...
Makbuz cepte...
Vatandaş cennete gitti gitti...
Gitmedi...
AKP yandaşları umutlu ki, daha önceki gün Tayyip Erdoğan’ı görünce bağırdılar:
"Türkiye seninle gurur duyuyor..."
Değil 13.7 milyar yıl öncesini, içinde bulunduğu anı kavrayamadı arkadaş.
13.7 milyar yıl sonra belki...
Yazının Devamını Oku 10 Eylül 2008
DÜNYANIN hiçbir demokratik-laik ülkesinde, "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" olmuş birisini orada "başbakan" olarak oturtmazlar. Bir dakika bile...
Devletin en yüce mahkemesi tarafından, devletin en temel ilkesini yıkma eyleminin merkezi olduğu tespit edilen birisine, devleti teslim etmezler.
Bir saniye dahi...
*
Kamyon şoförü bile yapmazlar adamı...
Eğer şoförün "şirket kurallarına karşı eylemlerin merkezi" olduğu tespit edilmişse... Onu kamyonun direksiyonuna oturtmazlar...
Aşçı yamağı yapmazlar...
Ustanın en temel ilkesine "karşı eylemlerin odağı" ise yamak...
Aşçı yamağı olamaz..
Yasalarda yazılı; memur olamaz...
İşçi olamaz...
(.........)
Patronlar "AKP kapatılmadı" diye bayram edip sevindilerse de hiçbir patron şirketinin en önemli ilkesine karşı eylemlerin odağı olmuş birisini CEO yapmaz...
Müdür de yapmazlar o şirkette adamı...
Şef de...
Garaj bekçisi de...
(.........)
Karpuzcu da olamaz...
Karpuzcuların en temel ilkesi; içi kırmızı karpuz satmayan, kırmızı karpuz satılmasına karşı eylemlerin odağı haline geldiği müşteriler tarafından tespit edilen karpuzcuya karpuzculuk yaptırmazlar...
*
Ama siz...
Siz Tayyip Erdoğan’a başbakanlık yaptırtıyorsunuz...
Devletin en temel ilkesi olan laiklik karşıtlığının merkezi haline geldiği Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilen Tayyip Erdoğan’a ve partisine devleti teslim ediyorsunuz.
Bu suçtur...
Bu garabete sessiz kalan, göz yuman, katlanan herkes Türkiye’ye karşı suçludur...
Anlamanız için şoförün dolabınızı bir başka adrese götürüp bırakmasını... Ya da beyaz karpuz almanızı bekleyemez Türkiye...
Tayip Erdoğan orada oturmamalı...
Bir saniye bile...
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 2008
İŞTE benim size altı senedir ezile büzüle, kahırlar içinde anlatmaya çalıştığım "Başbakan" buydu. Ama siz anlamamazlıktan geldiniz.
"Sıra size gelecek" yazısını yazdığım günü hatırlıyorum; önce başlığa "Sıra bize gelecek" yazmıştım. Masamın etrafında hızla üç kez sağdan sola, üç kez soldan sağa dolandıktan sonra, vaziyeti düşünüp yeniden eski başlığa dönmüştüm:
"Sıra size gelecek..."
Oysa dün televizyona baktım:
Sıra bizde...
*
Altı senedir anlatamadım; bu Başbakan asla "demokrat" değildir...
Siyasete "Minareler süngümüz..." diye adım atan insanı, sanki bir demokrasi manifestosu sunmuş gibi karşıladınız.
(.........)
Bu Başbakan "çağdaş" da değildir.
Batılılığı-çağdaşlığı reddeden anlayışın simgesi haline getirdikleri türbanı-tesettürü yanında taşıyan ve kadrolarını türbanlı hanımlar ordusundan kuran insanı "çağdaş" sandınız.
(.........)
Bu Başbakan "hukuk" da tanımaz...
Seçimlerde aldığı yüzde 46 oyu hukukun üstünde gören ve halk desteğinin mahkeme kararlarının üzerinde olduğunu açıkça söyleyen insanı "hukuki" saydınız.
(.........)
Bu Başbakan "Türkiye’yi AB’ye sokacak adam" da olamaz...
Çünkü AB; demokrasi, hukuk, laiklik, çağdaş yaşam biçimi demektir. Bunlardan bir tekine sahip olmayan insandan, Türkiye’yi "AB’ye sokmasını" beklediniz.
(.........)
Bu Başbakan "AK" da değil...
Ormana yapılan villadan gıda dağıtım şirketine... İki kamu bankasından verilen 350’şerden 700 milyon dolarla damada alınan medya şirketinden gemiciğe... Burs paralarından kral hediyelerine... Çevresindekilerin yolsuzluklarını görmemesinden kendisini koruyan dokunulmazlığı (millete söz verdiği halde) kaldırmamasına kadar...
*
Üstelik bu Başbakan artık gerçek kimliğini gizlemiyor; haksız-hukuksuz, demokrasiye tahammülsüz, çağdışı ve saldırgan...
Ve sıra bize geldi.
Sıra size de gelecek.
Yazının Devamını Oku