17 Haziran 2005
Bu hafta Cuma ilavesiyle birlikte bir de Cuma Extra hazırladık. Bu ikinci gazete erkeklere ama en çok da babalara özel. Belki de babasına hálá bir hediyelik arayanlara özel demeliyim. Çünkü ileriki sayfalarda ağırlıklı olarak babanıza alabileceğiniz hediye alternatiflerini bulacaksınız. Hobi malzemelerinin ve teknolojik ürünlerin öne çıktığını söylemek lazım. Anneler Günü için küçük ev aletleri ne anlama geliyorsa, Babalar Günü için de hobi malzemeleri ve teknoloji ürünleri aynı anlama geliyor.
Bu arada ünlü erkeklerin ciltlerine nasıl baktığını, bu yazın erkek modasını, vitrinlere yeni çıkan ürünlerin neler olduğunu da takip edebilirsiniz.
Tabii bir de pazar gününün nasıl programlanacağı meselesi var. Otel ve restoranların büyük bölümü indirimli kahvaltılar öneriyor. Ama anlaşılan bu yılın babalar için en popüler aktivitesi kampa gitmek. Pek çok işletme erkeklerin spor ve macera meraklısı olduğunu varsayarak buna uygun faaliyetler düzenlemiş.
Sadece kendi babanıza özel bir hediyeyi nereden bulursunuz, erkeklere özel kozmetik malzemelerini hangi markalar üretiyor, bu yaz erkekler ne giyiyor, balık tutmaya heveslenenler işe hangi malzemelerle başlamalı, babanızla pazar günü hangi programları yapabilirsiniz, hangi teknoloji ürünlerini hediye edebilirsiniz, uzaklardaki babanıza internet üzerinden güzel bir e-kart göndermek için hangi adresleri ziyaret etmelisiniz... Hadi, arkanıza yaslanın ve sayfaları çevirmeye başlayın.
Babanıza mayosunu Tülin Şahin seçsin
İstanbul’da yaşayan babalar için bir kıyak da benden. Alın babanızı, yarın Şaşkınbakkal Boyner Mağazası’na götürün, Tülin Şahin’le tanıştırın. Adımı vermenize gerek yok, Nelson standına uğrayan herkes Tülin Şahin’le tanışabilir.
Nelson, müşterileri mayo ve bikini seçerken doğru karar verebilsin diye manken Tülin Şahin’le anlaşmış. O da her hafta Nelson satılan başka bir mağazaya gidip kadınlara yardımcı olmaya çalışıyor. Zavallıcık, biz sıradan kadınların yaz diyetinden henüz çıkmamış vücutlarını gördükçe ‘Ne vücutlar varmış meğer yarabbim’ deyip, tahtalara vuruyordur herhalde.
Mağazaya girince doğruca yanına gidip, ‘Bana yardım edin, üzerimde iyi duran bir mayo veya bikini almam lazım’ diyorsunuz. O da, vücut tipinize, ten ve saç renginize göre sizi yönlendiriyor. Siz birkaç modeli giyip çıkarıyorsunuz, sonunda kendisi ‘Budur’ diyor. Siz de budur’u alıp çıkıyorsunuz. Üstelik yaz makyajı, plaj aksesuvarları, mayo bakımı ve zararlı güneş ışınlarından korunma yöntemleri hakkında da bilgilendiriyor.
Tülin Şahin’den aldığımız malumatlara göre Türk kadını, bu yaz mayo moda olmasına rağmen bikini almak eğilimindeymiş. Kendisinden yardım isteyenler en çok fazlalıklarını ve kusurlarını nasıl gizleyeceklerini öğrenmeye çalışıyorlarmış. Şaşırtıcı yani hakikaten...
Bir de erkekler yardım almak için yanına yaklaşmaktan çekiniyorlarmış. O yüzden kendisi yarın, Babalar Günü öncesinde özellikle erkekleri bekliyor.
‘Kim kalkıp da gidecek şimdi diyenler ve İstanbul dışında yaşayanlar için birkaç tüyo aldık elbette:
Küçük göğüslüler sünger dolgulu üçgen bikinileri tercih etmeli. Geometrik desenler veya çiçek desenleri küçük göğüslü kadınlar için ideal. Straplez bikini üstleri de iyi duruyor.
Büyük göğüslüler, omuzdan askılı veya boyundan bağlı dolgusuz ama balenli modelleri tercih etsin. Bikini alacaklarsa, üstü altına göre daha koyu renkte olsun. Üçgen bikini görürseniz arkanıza bakmadan kaçın. Çünkü bu modeller göğüsleri olduğundan büyük ve sarkık gösteriyor. Ayrıca büyük desenli, simli, pullu, taşlı ya da kendinden parıltılı modellerden de uzak durmanız lazım.
Geniş kalçalı ve büyük popolu olanlar, dikkati göğüslerine çeksin. Bunun için üçgen bikini üstlerinin altına kenarı geniş bantlı ve kaplı modelleri tercih edin. Özellikle etekli bikini takımlar tam size göre.
Sarkık, düşük veya iri göbekli kadınlar, altlarında da üstlerinde de mümkün olduğunca kapalı modelleri alsın. Midenin çok fazla açığa çıkmaması için üçgen bikinilerden kesinlikle uzak durun. Şortlu modellerin yüksek belli kesimleri sizin için ideal. Bikininin kenarları ipli veya çok ince olmasın.
Balık etliler, vücutlarının her bölgesinin eşit oranda görünmesi için koyu renkli, çift parça gibi görünen mayoları ya da tankinileri giyebilir.
Plastik bilezikler dünyayı kurtaracak mı?
Bu aralar neredeyse herkesin bileğinde bir tane var. Rengarenkler. Yurtdışında Awarenes (farkındalık) Bileziği deniyor. Her rengin bir anlamı var. Her farklı renkteki bilezik, toplumsal bir soruna işaret ediyor.
Her şey bisikletçi Lance Armstrong’un, üzerinde Live Strong (Güçlü Yaşa) yazan sarı plastik bilezikleriyle başladı. 1996’da testis kanseri teşhisi konan Armstrong, kanseri yenmekle kalmadı, bisikletinin üzerinde yarışlara geri de döndü. Hatta kanseri yendikten sonra en önemli başarılarına imza attı.
Kendi adını taşıyan bir de vakıf kurdu. Kansere yakalanan diğer insanlara yardım etmek için. Nike’la anlaştılar ve bu sarı bileziklerden tüm dünyada satmaya başladılar. Bilezikler sayesinde sırf Kuzey Amerika’dan üç ay içinde vakfa 8 milyon dolar aktarıldı.
Ardından başka bilezikler çıktı ortaya. Bu aralar toplumsal bir yaraya parmak basmak isteyen pek çok inisiyatifin bir plastik bileziği var. Örneğin aralarında Brad Pitt, Susan Sarandon, Penelope Cruz, Cameron Diaz gibi ünlü isimlerin de bulunduğu bir grup AIDS ve dünya üzerindeki sınırsız güç kullanımına dikkat çekmek için beyaz plastik bilezikler satıyor. Brad Pitt’in de bileğinde taşıdığı bir bileziğe sahip olmak -üstelik çok düşük bir fiyata- son derece havalı elbette.
Sonra meme kanserine dikkat çekmek isteyenlerin pembe, ilik bağışı için çalışanların mavi, AIDS’le mücadele edenlerin kırmızı bilezikleri ortaya çıktı. İnsan artık hangi rengin neyi temsil ettiğini karıştırıyor. Bu bilezikleri takanların niye taktıklarını bildiklerinden bile emin değilim. Sırf herkeste var ve havalı duruyor diye birkaç tanesini bir arada takanlara rastlıyorsunuz. Daha dün İstiklal Caddesi’nde korsan plastik bilezik satanlara rastladım. Ne kadar ironik değil mi? Geliri bir fona, yardım kuruluşlarına aktarılsın diye yaratılan bileziklerin bile korsanı çıktı.
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2005
Firmalar, yeni ürünlerinden haberdar etmek için gazetecilere basın bültenleri gönderirler. Hele benim gibi alışveriş yazıları yazanlara günde 50-70 tane filan gelir. Sadece bunları okuyarak bir günlük mesai doldurulabilir, benim gibi zarfları açmaya üşenenler bir müddet sonra enkaz altında kalabilir.
Dikkat ettim, bu aralar gelen 2005 model mayo ve iç çamaşırı tanıtımlarında hep bir seamless lafıdır gidiyor. Seamless, İngilizce’de dikişsiz demek. Tekstil sektöründe ise bir kumaş türü. Seamless kumaş, dikişsiz kumaş veya kaynaksız kumaş olarak adlandırılıyor. Türkiye’de dikişsiz kumaş üreten firmaların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
FABRİKAYA GİTTİM
Atateks’in markası Morera, Türkiye’de bu işi en uzun zamandır yapan firmalardan. 25 ülkeye ihracatları var, dikişsiz kumaş üretiminde en büyük tesise sahipler. Ben de telefon açıp, onlara sorayım dedim, nedir bu dikişsiz kumaş diye.
Uzun uzun anlattılar ama sanırım benim görsel bir zekam var, ‘Ben anlamadım ille de göreceğim’ diye tutturdum. Aslına bakarsanız sorduğum abuk sabuk sorulardan sıkılıp, onlar beni çağırdı.
Dikişsiz kumaş üreten makinelerin en büyük özelliği kumaşı daire şeklinde çıkarması. Normal bir dokuma makinesini düşünün. Bu makineler metrelerce kumaş dokur, sonra onlar toplar halinde piyasaya sürülür. O toplardaki kumaşlar metreyle alınır. Diyelim ki elbise dikilecek, kalıba göre kumaş kesilir ve elbise dikilir.
Oysa dikişsiz kumaş üreten makinelerden her seferinde bir ürün çıkıyor. Her biri 2-3 dakikada dokunuyor. Makinenin içinde farklı çaplarda daireler var. Dolayısıyla daire şeklindeki kumaş da istediğiniz çapta çıkıyor. Daire şeklinde dokunduğu için yanlarında dikiş izi olmuyor. Üstelik makine, kumaşın eteklerini de kendisi bastırıyor. Yani makineden çıkan kumaşa iki askı eklediniz mi, al sana bir bluz, atlet veya body.
Makinenin bilgisayarına istediğiniz deseni, istediğiniz yer için yükleyebiliyorsunuz. Büzgülerini bile kendisi yapabiliyor.
ELBİSE HAZIR ÇIKTI
Gözlerimle gördüm, askılı bir elbise (göğsünde desenler vardı) makineden olduğu gibi çıktı. Askıları, deseni, her şeyi tamam. Etiketini bile makine yakasına dokumuş. Direkt mağazaya götürülüp, satılacak durumda. Anladım ki, konfeksiyon işçileri yandı. Bu makineler onlara yapacak hiçbir şey bırakmıyor.
Dikişsiz kumaş dokumak normalden biraz daha maliyetli bir işlem. Dolayısıyla fiyatları da yüksek oluyor. Bir de her şeyi yapamıyorsunuz bu kumaştan. Mesela gömlek yapmak mümkün değil. Yapılır tabii ama estetik bir görüntüsü olacağını sanmam. En kullanışlı olduğu alanlar ise iç çamaşırı, body ve mayo. Bizde en çok yakasına dantel işlenen body’ler satılıyormuş.
Sadece fabrikaya gitmekle kalmadım, denedim de. Giydikten sonra üzerinizde bir şey var mı, yok mu anlamıyorsunuz, o kadar hafif. Zaten ‘ikinci ten’ olarak lanse ediyorlar. Kumaşa sonradan anti-bakteriyel özellik kazandırılabiliyor ki, bir iç çamaşırı için ideal. Her yıkayışta kendini topladığı için uzun süre bozulmuyor, yamulmuyor. Yanlarda dikiş olmadığından iz yapmıyor. Bana sorarsanız bu özelliğinin deniz kenarı dışında bir önemi yok. Hani plaja giderken üzerinize aldığınız şortu ve bluzu sahilde çıkardığınızda, göbeğinizde ve bedeninizin yanlarında iz kalır da kolay kolay gitmez ya...
Yazının Devamını Oku 3 Haziran 2005
<B>M</B>arkaların Türkiye’deki en büyük derdi taklit edilmek. Dert etmekte de haklılar, çünkü dünya çapında haklı bir şöhrete sahibiz. Adımız, bu konuda sorunlu sekiz ülke arasında geçiyor. Hangi ünlü markanın sahibiyle konuşsanız taklitlerden dert yanıyor. Taklitle mücadelenin en etkili yöntemi, dedektiflik şirketleriyle çalışmak. Aslında isimleri başka tabii ama yaptıkları iş basbayağı dedektiflik. Bu şirketlerden biri de Netmark Patent Marka Fikri ve Sınai Mülkiyet Hizmetleri, Yönetim Danışmanlığı. Uluslararası firmaların hem Türk Patent Enstitüsü, hem de uluslararası patent enstitüleri nezdinde işlemlerini takip ediyorlar. Yani onlarla çalışan markaların taklitlerini kimler yapıyor bulup, imalathanelerini basıp, adalete teslim ediyorlar. Tekstilden mobilyaya, yapı malzemlerinden kırtasiyeye kadar geniş bir yelpazedeki firmalara danışmanlık yapıyorlar. Firmanın Genel Müdür Yardımcısı Yusuf Özoğuz’la konuştuk.
Yaptığınız iş dedektiflik gibi bir şeye benziyor, siz nasıl tanımlıyorsunuz?
- Markalar adına taklit ürünleri takip etme işi aslında fikri hakların korunması gibi adlandırılsa da, bu sektör hukuk danışmanlığı ile beraber, biraz dedektiflik de sayılabilir. İşin en önemli ve zor kısmı araştırma aşaması. Türkiye’de 2004 itibariyle taklit ürün sektörünün 4 milyon Euro gibi rakamlara ulaştığı söylense de, bu rakamın aslında söylenenin çok üzerinde olduğunu düşünüyoruz. Korsan ürünler açısından en sorunlu sekiz ülke arasında Türkiye de bulunuyor. AB komisyonu yılda 200 milyar Euro’yu bulduğunu tahmin ettiği taklit ürün ticaretine karşı bir eylem planı benimsedi.
Nasıl bir eylem planı bu?
- Avrupa Komisyonu, AB telif haklarını üçüncü ülkelerde korumak için harekete geçti. Bir eylem planı benimsediler. Türkiye’nin de bu konuya özellikle dikkat etmesi gerekiyor. Avrupa Birliği Komisyon yetkilileri, korsanlığın arttığına, suç örgütlerinin sektöre el attığına dikkat çekiyor. Türkiye’deki mevcut durum da aslında bunu ispat ediyor.
Sorunlu sekiz ülke arasında başka kimler var?
- Korsan ürünler açısından en problemli ülkenin Çin olduğu söyleniyor. Bir iddiaya göre, Çin’de satılan marka ürünlerinin yüzde 20’si taklit. Diğer sorunlu ülkeler Tayland, Ukrayna, Rusya, Endonezya, Brezilya, Türkiye ve Güney Kore. Özellikle tekstil sektöründe son derece kalite ürünler yapabiliyoruz. Avrupa’da yakalanan taklit tekstil ürünlerinin çok büyük kısmı Türk kökenli. Çünkü Türkiye’den Avrupa’ya korsan ürün nakletmek, öbür sorunlu ülkelerden çok daha çabuk ve ucuza geliyor.
Neden taklitlerin önüne geçilemiyor?
- Hukuk mevzuatımız yeterli ama uygulamada birçok sorunla karşılaşılıyor. Bu sorunlar çözülürse taklit ürünlerle mücadele konusunda ciddi neticeler alacağımıza inanıyoruz.
Biraz dedektiflik gibi demiştiniz, taklitlerin peşine nasıl düşüyorsunuz?
- Çalışma yöntemimiz hukuki mevzuat çerçevesinde. Yani tespit edilen taklit ürünlerin adreslerine güvenlik güçleri ile beraber operasyonlar düzenlemek için, savcılıklara başvuruda bulunuyoruz. Sulh Ceza mahkemelerinden arama ve zaptetme kararı alıyoruz. Daha sonra avukat arkadaşlarımız bölge karakollarındaki güvenlik güçleriyle beraber adreslere operasyonlar düzenliyor. Yakalanan ürünler zaptediliyor ve yediemin olarak seçilen kişilere teslim ediliyor. Polislerin nezaretinde tutulan zaptetme tutanakları ve taklit ürünlerden örnekler, taklit ürünü yapan, bulunduran, satan kişiler hakkında kamu davası açılması için savcılığa sevk ediliyor.
Baskın yapmadan önce emin olmak için araştırma yapıyorsunuzdur.
- Taklit ürünlerle ilgili istihbarat faaliyetlerimiz tüm yurt geneline yayılmış durumda. Özellikle tekstil sektörünün etkin olduğu İzmir, Denizli, Antep, Manisa, Bursa illerindeki irili ufaklı fabrika ve atölyeleri, ayrıca İstanbul’daki atölye, depo ve satış noktalarını takip ediyoruz. Bizim asıl amacımız sokakta bu ürünleri satanlara yönelik faaliyet yapmaktansa, bu işin koordinatörlerine ve büyük imalatçılarına ulaşıp onlara yönelik işlem yapmak. Ancak caydırmak için küçük satıcıları da takip ediyoruz.
Baskınlarda ne kadar ürün ele geçiyor?
- Mesela son olarak Tommy Hilfiger adına yaptığımız bir operasyonda yaklaşık 45 bin ürün yakalanmıştı. Bu sektör için oldukça büyük bir rakam. Araştırma elemanlarımız genel olarak firma içlerinden bilgi alıyor, pazar yerlerini takip ediyor, satıcıları takibe alarak üretim yerlerini ve depoları tespit ediyor. Bu yıl yaptığımız baskın sayısını tam hatırlamıyorum ama bir milyon adede kadar ürün yakaladığımızı söyleyebilirim.
En çok hangi markaların taklitleri yapılıyor?
- En çok hukuki takip yaptırmayan markaların taklitlerine rastlıyoruz. Hukuki takip yaptırmayan firmaların hem ürünleri, hem ismi taklit ediliyor.
Sadece taklitlerin peşine mi düşüyorsunuz, yoksa ihracat fazlası satılan marka ürünlerini de takip ediyor musunuz?
- İhracat fazlalarının takibini yapmak için üretici firmanın bize gerekli bilgileri vermesi gerek. Yakaladığınız ürün mahkeme aşamasında bilirkişi tarafından orijinal ürün olarak tespit edildiğinde davayı kaybedebiliriz. Bu konuda marka sahipleri imalat yaptırdıkları atölyelerle karşı karşıya gelmek istemedikleri için, ihraç fazlası ürünler konusunda kendi aralarında anlaşıyorlar. Ama imalatçıları da boş bırakmamak için bir ihtarnameyle uyarmayı tercih ediyoruz. ‘Senin sattığını biliyoruz, bu resmi, bu faturası, bir defa daha bu şekilde bir satışla karşılaşırsak hukuki haklarımızı korumak için prosedürü uygulayacağız ve uğradığımız zararların tazmini yoluna gideceğiz’ mahiyetinde bir ihtarname gönderiyoruz.
Gizli ajanlarınız nerelere gider, günde ne kadar çalışır?
- Eğer şüphelendiğimiz firmada işe soktuğumuz bir elemansa mesai saati kadar çalışır. Taklit ürün imalatı yapanlar, yaptıklarının ciddi bir suç olduğunu bildikleri için geç saatlerde üretim ve nakliye yapıyor. O sebeple de beraber çalıştığımız araştırma elemanlarımızın çalışma saatleri esnek. Özellikle satış noktalarında ciddi bir takip yapılıyor. Kapalıçarşı, Merter, Kadıköy, Perşembe Pazarı gibi noktalarda genel bir inceleme yapılıyor. Semt pazarları bizim operasyon yapmadığımız ama satıcıları takibe aldığımız noktalar.
Yazının Devamını Oku 3 Haziran 2005
Markaların Türkiye’deki en büyük derdi taklit edilmek. Dert etmekte de haklılar, çünkü dünya çapında haklı bir şöhrete sahibiz. Adımız, bu konuda sorunlu sekiz ülke arasında geçiyor.Hangi ünlü markanın sahibiyle konuşsanız taklitlerden dert yanıyor. Taklitle mücadelenin en etkili yöntemi, dedektiflik şirketleriyle çalışmak. Aslında isimleri başka tabii ama yaptıkları iş basbayağı dedektiflik. Bu şirketlerden biri de Netmark Patent Marka Fikri ve Sınai Mülkiyet Hizmetleri, Yönetim Danışmanlığı. Uluslararası firmaların hem Türk Patent Enstitüsü, hem de uluslararası patent enstitüleri nezdinde işlemlerini takip ediyorlar. Yani onlarla çalışan markaların taklitlerini kimler yapıyor bulup, imalathanelerini basıp, adalete teslim ediyorlar. Tekstilden mobilyaya, yapı malzemlerinden kırtasiyeye kadar geniş bir yelpazedeki firmalara danışmanlık yapıyorlar. Firmanın Genel Müdür Yardımcısı Yusuf Özoğuz’la konuştuk.Yaptığınız iş dedektiflik gibi bir şeye benziyor, siz nasıl tanımlıyorsunuz?- Markalar adına taklit ürünleri takip etme işi aslında fikri hakların korunması gibi adlandırılsa da, bu sektör hukuk danışmanlığı ile beraber, biraz dedektiflik de sayılabilir. İşin en önemli ve zor kısmı araştırma aşaması. Türkiye’de 2004 itibariyle taklit ürün sektörünün 4 milyon Euro gibi rakamlara ulaştığı söylense de, bu rakamın aslında söylenenin çok üzerinde olduğunu düşünüyoruz. Korsan ürünler açısından en sorunlu sekiz ülke arasında Türkiye de bulunuyor. AB komisyonu yılda 200 milyar Euro’yu bulduğunu tahmin ettiği taklit ürün ticaretine karşı bir eylem planı benimsedi.Nasıl bir eylem planı bu?- Avrupa Komisyonu, AB telif haklarını üçüncü ülkelerde korumak için harekete geçti. Bir eylem planı benimsediler. Türkiye’nin de bu konuya özellikle dikkat etmesi gerekiyor. Avrupa Birliği Komisyon yetkilileri, korsanlığın arttığına, suç örgütlerinin sektöre el attığına dikkat çekiyor. Türkiye’deki mevcut durum da aslında bunu ispat ediyor.Sorunlu sekiz ülke arasında başka kimler var? - Korsan ürünler açısından en problemli ülkenin Çin olduğu söyleniyor. Bir iddiaya göre, Çin’de satılan marka ürünlerinin yüzde 20’si taklit. Diğer sorunlu ülkeler Tayland, Ukrayna, Rusya, Endonezya, Brezilya, Türkiye ve Güney Kore. Özellikle tekstil sektöründe son derece kalite ürünler yapabiliyoruz. Avrupa’da yakalanan taklit tekstil ürünlerinin çok büyük kısmı Türk kökenli. Çünkü Türkiye’den Avrupa’ya korsan ürün nakletmek, öbür sorunlu ülkelerden çok daha çabuk ve ucuza geliyor.Neden taklitlerin önüne geçilemiyor?- Hukuk mevzuatımız yeterli ama uygulamada birçok sorunla karşılaşılıyor. Bu sorunlar çözülürse taklit ürünlerle mücadele konusunda ciddi neticeler alacağımıza inanıyoruz. Biraz dedektiflik gibi demiştiniz, taklitlerin peşine nasıl düşüyorsunuz?- Çalışma yöntemimiz hukuki mevzuat çerçevesinde. Yani tespit edilen taklit ürünlerin adreslerine güvenlik güçleri ile beraber operasyonlar düzenlemek için, savcılıklara başvuruda bulunuyoruz. Sulh Ceza mahkemelerinden arama ve zaptetme kararı alıyoruz. Daha sonra avukat arkadaşlarımız bölge karakollarındaki güvenlik güçleriyle beraber adreslere operasyonlar düzenliyor. Yakalanan ürünler zaptediliyor ve yediemin olarak seçilen kişilere teslim ediliyor. Polislerin nezaretinde tutulan zaptetme tutanakları ve taklit ürünlerden örnekler, taklit ürünü yapan, bulunduran, satan kişiler hakkında kamu davası açılması için savcılığa sevk ediliyor. Baskın yapmadan önce emin olmak için araştırma yapıyorsunuzdur. - Taklit ürünlerle ilgili istihbarat faaliyetlerimiz tüm yurt geneline yayılmış durumda. Özellikle tekstil sektörünün etkin olduğu İzmir, Denizli, Antep, Manisa, Bursa illerindeki irili ufaklı fabrika ve atölyeleri, ayrıca İstanbul’daki atölye, depo ve satış noktalarını takip ediyoruz. Bizim asıl amacımız sokakta bu ürünleri satanlara yönelik faaliyet yapmaktansa, bu işin koordinatörlerine ve büyük imalatçılarına ulaşıp onlara yönelik işlem yapmak. Ancak caydırmak için küçük satıcıları da takip ediyoruz. Baskınlarda ne kadar ürün ele geçiyor? - Mesela son olarak Tommy Hilfiger adına yaptığımız bir operasyonda yaklaşık 45 bin ürün yakalanmıştı. Bu sektör için oldukça büyük bir rakam. Araştırma elemanlarımız genel olarak firma içlerinden bilgi alıyor, pazar yerlerini takip ediyor, satıcıları takibe alarak üretim yerlerini ve depoları tespit ediyor. Bu yıl yaptığımız baskın sayısını tam hatırlamıyorum ama bir milyon adede kadar ürün yakaladığımızı söyleyebilirim.En çok hangi markaların taklitleri yapılıyor?- En çok hukuki takip yaptırmayan markaların taklitlerine rastlıyoruz. Hukuki takip yaptırmayan firmaların hem ürünleri, hem ismi taklit ediliyor. Sadece taklitlerin peşine mi düşüyorsunuz, yoksa ihracat fazlası satılan marka ürünlerini de takip ediyor musunuz?- İhracat fazlalarının takibini yapmak için üretici firmanın bize gerekli bilgileri vermesi gerek. Yakaladığınız ürün mahkeme aşamasında bilirkişi tarafından orijinal ürün olarak tespit edildiğinde davayı kaybedebiliriz. Bu konuda marka sahipleri imalat yaptırdıkları atölyelerle karşı karşıya gelmek istemedikleri için, ihraç fazlası ürünler konusunda kendi aralarında anlaşıyorlar. Ama imalatçıları da boş bırakmamak için bir ihtarnameyle uyarmayı tercih ediyoruz. ‘Senin sattığını biliyoruz, bu resmi, bu faturası, bir defa daha bu şekilde bir satışla karşılaşırsak hukuki haklarımızı korumak için prosedürü uygulayacağız ve uğradığımız zararların tazmini yoluna gideceğiz’ mahiyetinde bir ihtarname gönderiyoruz.Gizli ajanlarınız nerelere gider, günde ne kadar çalışır?- Eğer şüphelendiğimiz firmada işe soktuğumuz bir elemansa mesai saati kadar çalışır. Taklit ürün imalatı yapanlar, yaptıklarının ciddi bir suç olduğunu bildikleri için geç saatlerde üretim ve nakliye yapıyor. O sebeple de beraber çalıştığımız araştırma elemanlarımızın çalışma saatleri esnek. Özellikle satış noktalarında ciddi bir takip yapılıyor. Kapalıçarşı, Merter, Kadıköy, Perşembe Pazarı gibi noktalarda genel bir inceleme yapılıyor. Semt pazarları bizim operasyon yapmadığımız ama satıcıları takibe aldığımız noktalar.
button
Yazının Devamını Oku 27 Mayıs 2005
Çocukluğumdan hatırlıyorum. Mutfaktaki tezgahın üzerinde içi süt dolu bir kase, kasenin içinde de sürekli büyüyen beyaz bir yumru dururdu. Babam, içinde bu yumrunun büyüdüğü sütü düzenli olarak süzer ve içerdi. Midesinde ülser vardı, o yüzden... Sonra babamın ülseri iyileşti, bizim evdeki içi süt dolu kase de yok oldu gitti.
Yıllar sonra market rafında gördüm kefiri yeniden. Hani şu sütün içinde büyüyen şeyi. Aslında market rafındaki süzülmüş hali, içinde o büyüyen organizma yok.
Altınkılıç, 1 Ekim 2004 tarihinden bu yana kefir üretip marketlere satıyor. Aslında peynircilikle uğraşan bir şirket, 1992 yılında kurulmuş. Sahipleri Kemal ve Mehmet Kılıç. Kefir satmaya başlamadan önce, bir yıl boyunca Ege Üniversitesi ile işbirliği yapıp, araştırma geliştirme (AR-GE) çalışmalarını yürütmüşler.
Önce Metro’ya ürün vermişler, 1 Ocak 2005’ten bu yana ise Türkiye’deki Migros, Gima, Tansaş gibi tüm zincir marketlerde onların ürettiği kefiri bulmak mümkün. Zaten şimdilik onlardan başka, perakende satılmak üzere kefir üreten de yok.
Bundan sadece yedi ay önce, ayda 10 ton kefir üreterek başlamışlar işe. Önce orta yaşlı ve yaşlılar ilgi göstermiş. Çünkü kefirin ne olduğunu bilenler, genelde bu yaş grubunda bulunuyor. Bugünse ayda tam 200 ton kefir üretiyorlar. Büyüme hızına bakar mısınız?
OKUL KANTİNİNDE SATILIYOR
Altınkılıç Kefir, inanılmayacak kadar büyük bir hızla gelişiyor. Üretim miktarı kadar ambalajların çeşitlenmesinden de anlaşılıyor bu. İşe ilk başladıklarında sadece bir litrelik ambalaj kullanıyorlardı. Ardından yarım litrelik ambalaj geldi. Şimdiyse kutu kola boyutundaki kutularda kefir satıyorlar. Çünkü insanlar işe giderken yanında kefir götürüyor, beslenme çantalarına konuyor. Bin yıllık kefir, bizde yeniden keşfediliyor.
Hatta kefir servis etmeye başlayan mekanlar bile var.
İstanbul’daki Develi ve Kaşıbeyaz bunlardan sadece ikisi. Ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Spor A.Ş. tesisleri ve Memorial Hastanesi’nin kafesinde de kefir bulabiliyorsunuz.
Firma yetkililerinin söylediğine göre kantininde kefir satılan okullar bile varmış. İddialılar; bugün ayran ve kola satılan her yerde kısa zaman sonra kefir de satılmaya başlanacak diyorlar.
Eh, bu hızlı yükselişte Putin’in büyük payı olduğunu da kabul etmek lazım. Bizimkiler ‘Ne ola ki bu elinden düşürmediği sütümtırak şey’ diye merak edip sormasalardı, bir dolu insanın kefirden haberi olmayacaktı. Kefir’i bir süt markası sananlar bile var hálá. Putin demişken, buyrunuz bir malumat daha; bugün dünyada en fazla kefir tüketen ülke Rusya.
DİĞER PROBİYOTİKLER
Altınkılıç’ın bu muhteşem zamanlaması aslında tamamen tesadüf. Yani oturup da; ‘Aman efendim halk sağlıklı beslenmeye hepten sardırdı, yüzde yüz doğal ve katkısız besinlerin peşinde koşup, fellik fellik antioksidan arıyor. Biz de sürelim şu kefiri piyasaya, paraya para demeyelim’ diye plan program yapmamışlar. Denk gelmiş.
Kefir, probiyotik bir besin. Doğal antibiyotik ve antioksidan.
Bağırsak ve mide florasını koruyor, iyileştiriyor. İçinde, vücudun sadece ihtiyaç halinde ürettiği K vitamini var. Uykusuzluğa, yorgunluğa, sindirim bozukluklarına, kabızlığa, şişkinliğe, özellikle çocuklarda ishale iyi geliyor.
Diyet yapanlar için zengin bir besin desteği. Diyet demişken, bir bardağında 72 kalori var.
Piyasadaki tek probiyotik ürün kefir değil.
Danone’nin Activa’sı ve Sütaş’ın yeni çıkardığı Yovita’sı var. Bu ikisi içine probiyotik maya katılmış yoğurt.
Önümüzdeki günlerde probiyotik ürün sayısının artacağı kesin. Bunu söylemek için müneccim olmaya gerek yok.
Yazının Devamını Oku 20 Mayıs 2005
Şişli Belediyesi ile Yerel Gündem 21 Kadın Meclisi ortak bir çalışma yaparak, dar gelirli kadınlara Feriköy’de pazar açtı. Artık her çarşamba sabah saat sekizden, gün batımına kadar evlerinde, kendi elleriyle yaptıkları işleri, uygun fiyatlarla satacak, aile gelirine katkıda bulunacaklar. Feriköy Halk Pazarı’nda tek boş gün çarşamba olduğundan, kadınlara bugün verilmiş. Şimdilik 260 tezgah var ancak başvurular hálá kabul ediliyor. Tek şart var: Kendi elinle yaptığın şeyleri satacaksın. Çünkü işin ticarete dökülmesini istemiyorlar. Bu nedenle tüm tezgahlar kontrol ediliyor.
Pazarın açılışına ben de gittim. Burası kocaman bir çeyizlik dükkanı gibi. Tezgahların çoğunda danteller, işlemeler satılıyor. Tabii bolca takı tezgahı da var. El örgüsü bluzlar, mutfak önlükleri, tutacaklar, rengarenk harika çantalar bulabilirsiniz. Pazarın bir bölümü yiyeceğe ayrılmış. Zeytinyağlı yaprak sarmalar ve gözlemeler acayip lezzetliydi. Gözlemeleri hemen orada yapıp, sıcak sıcak satıyorlar. Eve misafir gelecek olsa, bir koşu pazara gidip kakaolu kekler, dolmalar, börekler alabilirsiniz.
Ben kendime dört liraya boncuklu bir yüzük aldım. Çok basit aslında, ama epey gösterişli duruyor takınca. El örgüsü mutfak önlüğüme yedi lira ödedim. Sonra bu sayfanın tasarımını yapan Tülay’a, temmuzda doğacak kızı için yine el örgüsü bir yelek aldım. Fiyatını söyleyemem kusura bakmayın.
İstanbul’da alışveriş bir álem
Bugün açılan bir fotoğraf sergisinin başlığı bu: İstanbul’da Alışveriş Bir Álem. İstanbul Ticaret Üniversitesi Fotoğraf Kulübü üyelerinin, bir buçuk yıllık çalışmasının ürünü. Kendilerine alışverişi konu edinmelerinin sebebi de ortada. Onlar Ticaret Üniversitesi’nde okuyor.
Aylarca İstanbul’da alışveriş yapılan her yeri gezmişler. Semt pazarları, Yenicami önündeki işportacılar, balık hali, nesli tükenmekte olan camekanlı esansçılar, şık alışveriş merkezleri, ikinci el oto pazarları, hayvan pazarları... Her yere girilip çıkılmış, binlerce kare fotoğraf çekilmiş. Ama Menkul Kıymetler Borsası ile limanları fotoğraflamak mümkün olmamış, izin alamamışlar.
Sonunda elde edilen binlerce kareyi önlerine koyup, aralarından bir hikayesi olduğuna inandıkları 50 tanesini seçmişler. Şimdi, dokuz fotoğrafçıya ait bu 50 kare, üniversitenin Eminönü binasının giriş fuayesinde sergileniyor. Hani şu eski Ticaret Odası binası var ya, orası işte. Bu akşamki açılış töreninden sonra 25 Mayıs’a kadar gezilebilir. Sonra fotoğraflar üniversitenin Üsküdar Fıstıkağacı’ndaki binasına taşınacak. Orada da 10 Haziran’a kadar görmek mümkün.
İnsan tüm fotoğrafları yanyana görünce gerçekten de ‘İstanbul’da alışveriş bir álem’ diyor. Melih Ekinci’nin Tahtakale’de portakal suyu satan seyyar satıcı fotoğrafına dikkat.
Anonslar müşteriyi paranoyak yaptı
Bu hafta medyatava.com’da ‘İkea’da güvenlik zaafı mı var’ başlıklı bir haber yayınlandı. Habere göre, geçtiğimiz pazar günü personele yönelik ‘Otoparkta 1011 durumu var’ şifreli anonsunun art arda defalarca yapılması, müşterileri tedirgin etmişti. Sonunda otoparkta bomba olduğu kanaatine varan müşteriler, aldıkları ürünleri olduğu yere bırakıp, kendini dışarı dar atmıştı.
Ben de İkea’ya gittiğimde ‘Altıncı kasada kod bilmem ne’ durumu vardı. Birkaç kez tekrarlandıktan sonra, yanımdakilerle bunun ne anlama gelebileceği üzerine geyik döndürmeye başladık tabii. Biri sahte para yakalandığından, biri sırada beklemekten bunalıp arıza çıkaran müşteriden, bir diğeri de kasiyerin elindeki vazoyu düşürüp kırdığından, ortalığı temizlesin diye birini çağırmakta olduklarından şüphelendi. Altıncı kasanın olduğu tarafa baktıysak da, 24. kasada olduğumuzdan bir şey göremedik.
İkea yetkilileri ile görüştüm. Teknik bir arızadan dolayı anons sisteminin takıldığını, anons tekrarının bu yüzden olduğunu söylediler. Problem 10 dakikada giderilmiş. Bu anons sistemini mağaza içine yaymak yerine, tüm personele bir kulaklık alsalar iyi olacak. Yoksa toptan paranoyak olacağız.
Yazının Devamını Oku 13 Mayıs 2005
Alman Burkhard Treude, lüks ürünleri satış uzmanı. 1998’den beri özellikle bu konuda eğitim veriyor. 1976’dan beri ise satış eğitmeni. Geçen hafta Gaggenau’nun davetlisi olarak İstanbul’daydı ve bir seminer verdi. Lüks, dolayısıyla da pahalı ürünleri satmak ayrı bir uzmanlık gerektiriyor. Çünkü bir satıcı olarak, ikna etmeye çalıştığınız müşteriden normalden çok daha fazla parayı gözden çıkarmasını bekliyorsunuz. İşte Treude, satıcılara bunu nasıl gerçekleştireceklerini öğretiyor. Esprili bir eğitim sistemi var. Başarılı olmak için satıcının önce kendisinin, sattığı ürünün değerine ikna olması gerekiyor. Başarısızlık garantili durumları şöyle sıralamış Treude:
Satıcının kendi yaşam koşullarını ve gelirini göz önüne alarak satış yapmaya çalışması.
Mağazadan içeri giren insanın kullandığı otomobile, yaşına ve giysilerine bakarak, parasının yetmeyeceğini düşünmesi. (Bu benim en sık karşılaştığım durumdur. Pahalı giysiler satan bir mağazadan içeri girdiğinizde, tezgahtar sizi yeterlilik sınavından geçiriyormuş gibi süzer. Sanırsınız markanın sahibi kendisidir de, tasarımlarını sırtınızda görmek isteyip istemediğine karar vermektedir.)
Başarısız olma, müşteri tarafından geri çevrilme endişesi.
Satmaya çalıştığı malın gereksiz olduğunu, müşterinin bu ürüne ihtiyacı olmadığını düşünmesi.
Malın o kadar para ödemeye değmeyeceğini düşünmesi.
Ürünün piyasadaki benzerlerinden bir farkı olmadığını düşünmesi.
Mesleğin püf noktaları da var elbette. Örneğin her zaman müşteriye üç alternatif sunulması gerektiğini söylüyor. İşe en yüksek fiyatlı veya en karmaşık olandan başlanıyor. Böylece müşterinin gözü fiyatlara alıştırılıyor. Üstelik önüne üç alternatif konan kişi seçme özgürlüğü olduğunu düşünerek rahatlıyor.
Müşteri yüksek fiyata itiraz ederse kullanılan yöntemlerden biri, Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in adını taşıyor. Joschka Fischer metodunda taktik basit; yüzünüzü acı çekiyormuş gibi buruşturuyor ve ‘Bu elbette düşük kalitede bir ürün değil’ diyorsunuz. Sanırım böylece müşteri kendisini, bunca kıymetli bir şey karşısında pazarlık yapmaya kalktığından sefil biri gibi hissediyor, yaptığından utanıyor ve terbiyesizliğini telafi etmek için sorgusuz sualsiz ürünü alıyor.
Zaten Treude finalde şöyle diyor: ‘Müşterilerinizi kobay olarak kullanabilirsiniz. Nasıl olsa onlar hiçbir zaman üzerlerinde yeni bir formül veya yöntem deniyor olduğunuzu bilmeyecek.’
IKEA hakkında ilk şikayet geldi
Aslında bu hafta IKEA ile ilgili tek bir satır yazmamak niyetindeydim. Geçtiğimiz hafta gazetelerin birinci sayfalarından giren açılış haberleri, her türlü detay ile dolup taşmıştı çünkü. Bana söyleyecek bir şey kalmadığını düşünüyordum. Derken bir şikayet geldi.
Bir arkadaşım, geçen salı akşamüstü saatlerinde IKEA’ya gitmiş. Otomobili olmadığından, mağaza kapısındaki görevlilere çıkışta taksi çağırıp çağıramayacaklarını sormuş, olumlu cevap alınca alışveriş yapmak üzere içeri girmiş. Birkaç parça bir şey aldıktan sonra dışarı çıkmış, en yakındaki taksi durağından taksi çağrılmış. Ortada küçük boy bir iki kutu, birkaç poşet ve bir tane de sandalye varmış. Hepsinin bagaja sığabileceğini, belki sandalyeyi arka koltuğa koymak gerekebileceğini söylüyor arkadaşım. Fakat taksi gelmiş ve şoförü yerdeki eşyaları görür görmez söylenmeye başlamış. Bagajı açıp yerleştirmeyi denememiş bile. Hatta patronunun ‘Bagajı açmayacaksınız’ diye buyurduğunu söylemiş. (Anlaşılan havaalanına veya otobüs terminaline giden yolcu da almıyor.) Neticede götürmeyi kabul etmemiş, arkadaşım da ortada kalmış.
Açıldığı gün IKEA’ya gittim. İçeride her şey dünya genelindeki tüm mağazalarında olduğu gibi tıkır tıkır işliyor. Tüm çalışanlar güleryüzlü ve yardımsever. Ancak belli ki, bazı müşterilerin otomobili olmayabileceği hesaba katılmamış. IKEA gibi bir alışveriş merkezinin kapısından yolcu almaya giden taksi şoförü, nasıl olur da bagajı açmam gibi bir ön şart koyabilir, yolcunun poşetleri var diye söylenebilir?
Belli ki IKEA yetkililerinin yapması gereken kendi taksi duraklarını kurmak. Böylece yolcusuna saygısızlık eden taksi şoförleri yüzünden müşteri kaybetmemiş olurlar. Hatta eşya taşımak sorun olmasın diye, hani şu yeni model büyük taksiler var ya, onlardan koyabilirler durağa. Aksi halde altında otomobil olmayan IKEA’ya gitmesin.1
Yazının Devamını Oku 6 Mayıs 2005
<B>M</B>ayıs ayının ikinci haftasını bitirmek üzereyiz ve Anneler Günü yine geldi çattı. Eğer şu saate kadar, dört bir yandan gelen bunca hediyelik öneri bombardımanına ve küçük ev aletleri reklamlarının bitmek bilmez geçit törenlerine rağmen durumun farkına varmadıysanız, Hürriyet’in Cuma ilavesini elinize alınca kesin varacaksınız.
Gazeteyi elinizde şöyle bir tartın. Evet evet, her zamankinden epey ağır çekiyor değil mi? Çekecek tabii, bu hafta Ekstra’mız var çünkü. İki kat fazla çalıştık ve iki gazete birden çıkardık. Cuma Ekstra, daha çok Anneler Günü’ne odaklanan bir ek oldu. İçinde vitrinlerde göze çarpan hediye alternatiflerini, o güne özel programları, etkinlikleri bulacaksınız. Ama hepsi bu kadar değil.
Küçük çocukla alışverişe çıkan annenin ıstırabını, ünlülerin hediye seçimini, büyük beden giyinip şık görünmek için uğramak gereken adresleri, yaşam tarzına göre masaj önerilerini de okuyabilirsiniz.
Anneler Günü’nü uzuuunn bir sabah kahvaltısı, yani brunch’la kutlamak gelenek oldu. Yine tüm beş yıldızlı oteller, restoranlar bu tip programlar hazırlamışlar. Aralarında geçen yıldan çok da farklı bir şeyler öneren yok. Yani gidip, bir otel veya restoran müdürüne filan sormak istiyorum; ‘Neden brunch, sayın yetkili’ diye. Öğünler arasında nasıl bir hiyerarşi var anlamış değilim. Dikkat ettiyseniz söz konusu Sevgililer Günü olunca akşam yemeği programları önerilir hep. Anneler Günü oluncaysa brunch... Anneler evlerine şöyle hava kararmadan, vakitlice dönsün diye herhalde. Bir de tabii anne olmak, sevgili olmak kadar romantik bir şey değil.
Hediye seçerken yaratıcılık size kalıyor. Firmalara bakarsanız sair zamanda sattıkları her şey Anneler Günü hediyesi olabilir. Gerçi bu güne özel nevresim takımı, mücevher, çatal bıçak takımı üreten birkaç yer var. Ama yine de korkuyorum, yakında birileri matkap setini de ‘Elinin hamuruyla erkek işine karışan annelere’ sloganıyla satmaya kalkacak diye.
Pek çok firma özel indirim ve taksit kampanyaları düzenlemiş ki, kaçırmamanızı tavsiye ederim. Bazıları yabana atılır türden değil.
Haftanın akıllara durgunluk veren iki ürünü
Bu hafta iki yeni üründen haberim oldu ki, bahsetmeden geçemeyeceğim. İlki Lilies adlı giyim markası tarafından üretilen Aloe Vera’lı tişört.
Bu Aloe Vera denen bitkinin faydaları tartışmalı bir konu biliyorsunuz. Kimi mucize gibi sunuyor, aralarında bilim adamlarının da bulunduğu kimileri ise şüpheyle yaklaşıyor. Zararlı bir şey değil neticede ama söylendiği kadar çok işe yarayıp yaramadığı bilimsel olarak ispat edilmiş değil.
Daha önce kremleri, şampuanları, tuvalet kağıtları çıkmıştı da, bu tişört meselesi beni hayli dumura uğrattı. Pes yani! Bakınız aloe vera’lı bir tişört sahibi olmak hayatta ne gibi kolaylıklar sağlıyor.
İçerdiği E vitamini ve jojoba sayesinde cildi nemlendiriyor. Tişörtlerin ipeksi dokusu rahatlatıcı bir etki sağlıyor. Elektriklenmeyi önlüyor. Cildin esnekliğini ve tazeliğini koruyor. Akne ve egzamayı kontrol altına almaya yardımcı oluyor.
Aloe Vera ekstresini tişörtün boyasına katmışlar. Saydığım özellikler 30 yıkamaya kadar dayanıyor. Üç ayrı modeli ve beş rengi var.
Yani, bakar mısınız, mucize gibi bir şey. Tüm bunları okuyunca sırtıma bir tane geçiriverdim ama henüz bir rahatlama saptamış değilim. Bekliyorum, hayırlısı.
SIVI ARAP SABUNU ÜRETİLDİ
Gelelim ikinci ürüne... Bodex adlı deterjan fabrikası tarafından, Arap sabununun sıvısı üretildi sevgili okurlar. Yeni ürün, ‘’Bir Şişe Her İşe’’ sloganıyla pazara sunulacakmış.
Arap sabunu kokusu beni hemen anneannemin evine götürür. Anneannem halıları ve koltukları silmek için kullanırdı Arap sabununu. Bir de Arap sabunuyla yıkanan saçların çok parlak ve sağlıklı olduğuna dair bir efsane vardır, ama ben bugüne kadar denemeye cesaret edebilmiş değilim.
Firma yetkilileri, doğal ürünlererağbet arttığı için, bilinçli tüketicilerin doğal bir temizlik maddesi olan Arap sabununa yönelmesini bekliyormuş. Anladığım kadarıyla bir süre beklemişler, kimse yönelmeyince sorunun eritme zorluğundan kaynaklandığına karar vermişler ve 1.5 yıl uğraşıp, sıvı Arap sabunu üretmişler. Sıvı Arap sabunu Altın Damla markasıyla satılacak. Kullanım alanları ise şöyle sıralanıyor: Bulaşıkta, elde yıkamada (umarım kokusuna bir çare düşünmüşlerdir), genel temizlikte, ahşapta, parkede, halıda, koltukta, masa temizliğinde, duvarda, kapıda, vitrifiyede, seramikte, mermerde, granitte, çelikte, alüminyumda, otoların iç ve dış temizliğinde.
Elele’nin alışveriş dergisini gördünüz mü
Bu ay Elele dergisi, 66 sayfalık bir alışveriş dergisi veriyor. Giyim, makyaj, güzellik, dekorasyon, internet alışverişi, outletler... İçinde kelimenin tam anlamıyla yok yok. Alışverişe çıkmadan önce bakmakta kesinlikle fayda var. Zaten derginin Genel Yayın Yönetmeni Seda Ercan da, daha çok zamansızlık çekenler için böyle bir çalışma yaptıklarını söylüyor: ‘Alışverişe çıkma planları yapıyoruz, ama tek sorun ne zaman? Ne zaman gidilecek, hangi arada giyilip, denenecek? Madem zaman yok, nokta atışı yapmak şart. Elele alışveriş dergisi de tam bu ihtiyaçtan doğdu.’ Derginin bana sorarsanız en önemli özelliklerinden biri, erkekler için de bir bölüm ayrılmış olması. Alın, saklayın. Bütün sezon dönüp dönüp bakarsınız.
Yazının Devamını Oku