Banu Tuna

Kadınlara ürün satarken ağlamak işe yarıyor

11 Mart 2005
Ali Tikveş, bir satış elemanı. Ancak mağazalarda değil, kapı kapı dolaşarak çalışıyor. Hani telefonla randevu alıp işyerlerine, evlere gidip ürün tanıtan ve satanlardan. Bu işte 10 yıllık deneyimi var. Bugüne kadar devremülk, elektrikli süpürge, elektronik ev cihazları, güvenlik sistemleri, çanta ve valiz satmış. Son iki yıldır Elektromak’ta çalışıyor ve Toshiba fotokopi makineleri satıyor. Gerçi fotokopi makinesi deyince bozuluyor, onun sattığı çok amaçlı bir cihazmış, faks da çekermiş, e-posta da gönderirmiş (İşini seven satıcı dediğin böyle olur tabii).

Ali Bey, 23 Şubat’ta Türkiye’nin en iyi, geçtiğimiz hafta Ortadoğu’nun en iyi 4. Toshiba satıcısı seçildi. Yarışmacılara birer senaryo verildi ve farklı müşteri tipleriyle başa çıkmaları istendi. Yarışmacıların bu insanlarla nasıl iletişim kurduğuna, satış yapıp yapamadığına bakıldı. Ben de merak ettim Ali Bey’de şeytan tüyü mü var, Ortadoğu’nun 4. en iyi satıcısı neye benzer diye, gidip kısa bir sohbet yaptım.

Önünüze gelen her şeyi satabilir misiniz?

-
Ürün hakkında elimde bilgi varsa her şeyi satarım.

Sırrınız ne peki?

- Piyasa şartlarını iyi değerlendiririm, sonuna kadar satıştan ümidimi kesmem, sıkı takipçiyimdir ve müşterimle dertleşirim. Dört yıl sonra ürün sattığım müşterilerim var. En büyük özelliğim bu, takipçiyim.

Ne yaptınız, dört yıl boyunca arayıp durdunuz mu?

- İlk aradığımda ürüne ihtiyaçları yoktu. Ama ben düzenli olarak arayarak şirketle hem dostluk kurdum hem de ihtiyaçlarını öğrendim. Onlara benim sattığım cihazın tüm taleplerini karşılayabileceğini anlattım. Zaten dört yıl sonra ellerindeki cihaz işlerine yaramaz hale geldi ve yenisi gerekti. İşte o zaman onlar beni aradı.

Telefonda randevu koparmak zor olmuyor mu?

- Ben müşteri adayının ilgisini tutmak için hemen dertleşmeye başlarım. Halihazırda hangi ürünü kullandığını sorarım. Kullandığı ürünün eksilerini bildiğimden, başlarım dezavantajlarını saymaya. Şimdi siz şunu da yapamıyorsunuzdur, bunda da güçlük yaşıyorsunuzdur diye. Karşı taraf da halinden anlayan biri çıktı diye sohbete devam eder. En sonunda bizim cihazımızı alırsa bu dertlerin hiçbirinin kalmayacağını izah ederim.

Her telefon randevuyla sonuçlanır mı?

- Konuştuğum insanların büyük bölümünden randevu alabiliyorum. Zaten randevuyu kopardıktan sonra gerisi kolay. Çok büyük ihtimalle satışı gerçekleştiririm.

Süpürge satarken de bu kadar başarılı mıydınız?

- Elektrikli süpürge satarken müşteriniz genelde kadınlar oluyor. Onlar telefonda rahat randevu veriyor ama sizi ürün satın almaya değil çay içmeye çağırıyorlar. Altın gününe çağıran bile oldu beni. Tam sunumu bitirirsin, ‘Ay ben duymadım, bir daha anlat’ diyen biri çıkar. Üstelik içlerinde alışveriş kararı verecek durumda biri de pek olmaz. Kocalarına sormaları gerekir. Ama biri almaya karar verirse, hepsi alır. Ego meselesi. ‘Onda var niye bende olmasın’ diye düşünürler.

Ya randevuda karşınıza lanet biri çıkarsa?

- Hemen odanın, çalışma masasının üzerinde ne var ne yok bakarım, şöyle bir göz gezdiririm. Bir dergi, bir fotoğraf size sohbet yolu açabilir. Bir keresinde terslik oldu ve bir randevuma tam bir gün geç gittim. Odaya girdim, adam başladı beni azarlamaya, söylenmeye. Hemen arkasında asılı duran Ultra Aslan logosunu ve beyefendinin statta çekilmiş fotoğrafını gördüm. Sanki bana bağırılmıyormuş gibi sözünü kesip, ‘Siz de mi Ultra Aslansınız, ben de. Koltuk numaranız kaç?’ dedim. Hemen cepten giriş kartları çıktı, sohbete daldık, ahbap olduk. O gün satış yapmadan çıktım. Ürünün adını bile anmadım. Sonra bir kere daha ziyarete gittim, yine satış lafı etmedim. Haftasonu maçta karşılaştık, ‘Haftaya bana bir uğrasana’ dedi ve satışı öyle yaptım. Havayı ısıtmak için ortak yanlar bulmak lazım.

En zor müşteri kimdir?

- Benim için zor insan, en kolay müşteridir. Çünkü onlar ürün hakkında bilgi sahibidir, ne istediğini bilir. Size sürekli sorular sorar. Yeteri kadar donanım sahibiyseniz, rahatça satış yaparsınız. Benim için en zor müşteri ne istediğini bilmeyendir. Saatlerce anlatırsınız, ‘Çok uzadı, ben karar verip, sonra gelirim’ der ve gider.

Yarışmada neden birinci olamadınız, diğerlerinin üstün olduğu taraf neydi?

- Birinci Dubai’den gelen arkadaşımızdı. İngilizce sunum yaparken heyecanlandım, o yüzden kaybettim. Ortadoğu’da teknik bilgi sormuyor müşteri. Ürüne dokunmak istiyor onun yerine. Bir iki düğmeye basmasına izin vereceksiniz, tamam. Bir de dikkat ettim Ortadoğulu satıcılar ağlama taktiği kullanıyor.

O ne demek?

- Kendini acındırıyorsun müşteriye. Yeterince satış yapamadığını söylüyorsun. Gerçekleri söylüyorsun aslında ama müşteri senin özel koşullarını bilmek zorunda değil tabii.

Siz hiç ağlama taktiği kullandınız mı?

- Süpürge satarken kullandım, kadınlarda işe yarar çünkü.

Erkeklerde ne işe yarar?

- Erkekler de kadınlara karşı kollama, koruma hissi taşıdıklarından, yardım etme içgüdüsüyle alışveriş yaparlar. Satıcı kadın olursa yani. Ama yine de birinci kural, satıcının donanımlı olması. Kadın satıcının kadın müşteriye giderken fazla süslenmemesi lazım bir de. Karşı tarafın hoşuna gitmeyebilir.
Yazının Devamını Oku

Dışarıda kar yağıyor mağazalarda kazak yok

4 Mart 2005
Annemin evlat edinmek zorunda kaldığı bir kedisi var. Geçen yaz, daha gözleri bile açılmamışken annesi tarafından kapıya bırakıldı. Televizyonun uzaktan kumandası, bir kase süt ve hatta kendi kuyruğundan bile korktuğu için adını ‘Tırsık’ koyduk. Sevimli sarman kedi Tırsık, pek de oyuncu maşallah. Bütün gün evdeki meşgalesi de (uyuyarak geçirdiği 18 - 20 saat hariç) ayakkabı bağcıklarını kemirmek. Bağcıklara meydan okuyuşunu, kahramanca üzerlerine atılışını ve onları alt edişini izlemek, kabul etmem gerekir ki zevkli oluyor.

Son gidişimde, geçen sezon sonunda indirimden aldığım ve bu kış sadece birkaç kez giyebildiğim çizmelerimi dolaba kaldırmaya üşenip, dışarıda bıraktım. Çizmelerin bağcığı yok, dolayısıyla Tırsık’ın ilgi alanına girmiyorlar. Hayvan sürekli çevrelerinde dolanıp duruyor, ama ben aptalım ya, aldırmıyorum. Birkaç saat sonra kedimiz beyefendinin şevkate ihtiyacı oldu, kucağıma atladı. Ama hayvanda bir terslik var, her zamankinden daha tırsık sanki. Bıyıklarından ve ağzından sallanan kahverengi deri parçalarını farketmem o esnada oldu. Gerisini hatırlamıyorum, kendimi kaybetmişim.

Şimdi elimde tekinin burnu bir kedi tarafından yenmiş bir çift çizme var. Gözüm görmesin diye dolabın en dibine sakladım. İyi bir lostracı bulmadan oradan çıkarmayacağım. Gerçi artık o çizmeler için lostracı değil, plastik cerrah lazım. Sıfırdan burun kondurmak gerekiyor çünkü.

Eli ayağı düzgün tek çizmem kullanılmaz hale geldiğinden, hafta başında yeni bir tane almak için alışverişe çıktım. Bir yandan da ‘Allah’tan’ diyorum, ‘kedi çizmeyi indirim döneminde yedi’.

Ama meğer indirim fiilen bitmiş sevgili okurlar. Yani alışveriş takvimine bakarsak hálá indirimde olmamız lazım, ama vitrinlerde çizme filan kalmamış. Her yerde parmak arası terlikler var. Her biri de çizme fiyatına satılıyor. Mağazaların pek çoğu kışlıkları tamamen kaldırmış, bazıları bir köşede birkaç parça bir şey bırakmış ama ne beden var, ne de doğru düzgün modeller.

Sadece ayakkabı değil, her şeyde durum aynı. Dışarıda kar yağıyor, mağazalarda kazak yok. ‘Kazak kalmadı, yerine bikini verelim’. Bu soğukta kimsenin elini yazlıklara sürdüğü de yok, öööle duruyorlar. Zaten indirimde 20-30 liraya kazak gören bu gözler, 120 liraya avuç içi kadar askılı bluzları görünce dumura uğruyor.

GERÇEK İNDİRİM SAHTE İNDİRİM

Alışveriş merkezlerinde indirim bitmiş gibi görünüyor ama elime de her gün indirim bültenleri geçiyor. En son Sarar’dan bir tane geldi. Anlaşılan erkekler için indirim daha bitmemiş.

Aynen şöyle demişler: ‘İndirimin gerçeği olur mu demeyin. Olur. Üstelik sahtesi de olur. İndirim öncesi yükseltilen fiyatlar... Bu şişik fiyatlar üzerinden konan, gerçek olmayan yüksek indirim oranları ve indirim kisvesi altında indirimsiz sunulan fiyatlar. Oysa Sarar uyguladığı dürüst fiyat ve dürüst indirim politikasıyla gerçek bir indirim uyguluyor.’

Ne kadar da hamasi. Anladık, Sarar’da en hakiki öz indirim uygulanmakta. İyi de insan dahil olduğu bir sektörü, adres göstermeden, böyle ortadan ve genelleyerek karalar mı? Zaten müşterilerde güvensizlik var, zaten kimse bu tip söylentilerin doğruluk payından emin olamıyor. İnsanlar güvenlerini hepten yitirirse, gerçek, hakiki, öz indirim yaptığınız için bir tek siz mi tercih edileceksiniz.

Evet, bir vakitler bu yöntemi kullanarak müşteriyi kandırmaya çalışanlar, hatta kandırmayı başarıp kár sağlayanlar olmuştu. Ancak bugün tekstil firmaları belli başlı odalar veya birlikler etrafında toplanıyorlar. Artık herkes bir diğerinin ne yaptığından haberdar ve bu da bir tür denetleme mekanizması oluşturuyor.

Zaten indirim esnasında kaliteli ürünler satan herhangi bir markada hakiki deriden bir ayakkabı 40 liraya, gömlek 10-15 liraya düşmüşse indirim oranının ne önemi kalıyor. ‘Evet bu ayakkabı gerçekten çok ucuz ama acaba iddia ettikleri kadar indirim yapmışlar mı’ diye paranoyak mı olacağız?

HER ALIŞVERİŞ MERKEZİNE KİLİTLİ DOLAP

Bugün burada bir kampanya başlatmış bulunuyorum sevgili okurlar. Adını da ‘Her alışveriş merkezine kilitli dolap’ kampanyası koydum. Bıktım elim kolum dolu dolaşırken eziyet çekmekten.

Kış günü üzerinizde ağır palto, şemsiye, atkı, bere, çanta ile giriyorsunuz kapıdan. İçeride bir iki adım attıktan sonra terlemeye başlıyorsunuz. Soyunmak zorunda kalıp, zaten çanta ve şemsiye ile dolu olan elinize palto, atkı ve bereyi de alıyorsunuz. Sonrası mağazalarda çekilen eziyetten ibaret. Bir de alışveriş yaptığınızı düşünün.

Sonra bir de soyunma kabinleri var. Elinizdekileri kabine alsanız soyunacak yer kalmaz, dışarıda bırakamazsınız, çalınır.

Otomobili olanlar paltolarını bırakıp, giriyor alışveriş merkezlerine. Alışveriş yaptıktan sonra yemek yiyeceklerse veya sinemaya gireceklerse poşetleri de arabaya indiriyorlar. Peki bizim günahımız ne?

Oysa alışveriş merkezlerinde, yurtdışındaki garlarda olduğu gibi kilitli dolaplar olsa. Elimizde ağırlık yapmasını istemediğimiz eşyalarımızı bu dolaplara bıraksak, anahtarı da bizde olsa. Şöyle kuşlar kadar hafif vitrin baksak, alışveriş yapsak.
Yazının Devamını Oku

Kapalıçarşı’dan şekerpare aldım, sıcacık tutuyor

25 Şubat 2005
Haftalardır yazılıp çiziliyor, Kapalıçarşı bir dönüşüm sürecinde. Esnaf uzun zamandır bu işin sadece turistlerle yürümeyeceğini, İstanbullulara da ihtiyacı olduğunu anlamış bulunuyor. Buna karşılık şehirde yaşayanlar için Kapalıçarşı, hálá alışveriş yapılacak adresler arasında değil. Daha çok Nuruosmaniye’den Beyazıt’a çıkmanın kestirme yolu, şehir veya yurtdışından gelen eş dostu gezdirme rotası olarak kullanılıyor. Çünkü herkesin kafasındaki imaj belli: Kapalıçarşı’ya gidersen kazıklanırsın.

Oysa sadece burada bulabileceğiniz pek çok ürünü barındırıyor Kapalıçarşı. Örneğin ben her kış başında yün çorap, eldiven, patik almaya buraya gelirim. Anadolu’nun dört bir yanından, geldiği yörenin izlerini, renklerini taşıyan el örgüsü eldiven, patik ve çoraplar bulabilirsiniz. Fiyatları son derece uygundur ve zamanınız varsa dükkan sahibi size uzun uzun Konya ile Sivas’tan gelen örgü işlerini birbirinden nasıl ayırt edebileceğinizi, hangi köyde kadınların değil kahvehanedeki erkeklerin çorap ördüğünü anlatır. Keşke adres de verebilsem, ama her seferinde biraz kaybolarak ve tabelalara pek de aldırmadan alışveriş yaptığım için aklıma gelmiyor. Biraz pazarlık edebildikten sonra hiç de pahalı değil. Artık esnaf da akıllandığından, çok daha makul fiyatlar uyguluyorlar. Tek sıkıntı, hálá dükkan önünden geçenlere laf atmaları, gözünüzün bir şeye takıldığını fark edince, ısrarla içeri davet etmeleri. Keşke insanı kendi haline bıraksalar.

Restorasyondan geçirip, çarşıyı haftada yedi gün açacaklarından bahsediyorlar. Eminim bu da çarşı için çok faydalı olacaktır. Şehirde yaşayan insanlar haftanın 5-6 günü çalıştıktan sonra, ancak pazar günü alışveriş imkanı bulabiliyor ve pazar günü Kapalıçarşı kapalı.

Keşke adres verebilsem dedim ama size bahsedebilmek için özellikle not aldığım bir dükkan var: Eğin Tekstil. Köylü Pazarı da denen, Yağlıkçılar Caddesi, Örücüler Kapısı’nın hemen girişinde, solda. Buradan el dokuması saf pamuktan nevresim takımları, banyodan sonra üzerinizdeki suyun tamamını bir çırpıda emen ve turistik olanlarına hiç benzemeyen peştemaller, bu kadar incesini eminim hiç görmemiş olduğunuz tiril tiril pamuklu gömlekler, havlular alabilirsiniz. Fiyatlar, Keseciler Caddesi ve çevresindeki yeni, modern ve havalı dükkanların neredeyse yarısı kadar. Ben geçen yaz şekerpare diye bir şal almıştım. Şal dediğime bakmayın, boynunuza dolayınca atkı ile fular arası bir şey oluyor. Görünümü bürümcük gibi. Saf yün dokuma ama gösterdiğim hiç kimse inanmadı. Daha çok şile bezine benziyor, yazın serin, kışın sıcacık tutuyor.

TURNACIBAŞI SOKAK’TAKİ KİMONOLAR

İstiklal Caddesi’ni Galatasaray Hamamı’na bağlayan sokağın adı Turnacıbaşı Sokak. Caddeden girince 20 metre ileride solda Kreo Design diye bir dükkan var. Seramik eşyalar satıyor. İki katlı ama ben üst katına hiç çıkmadım. Çünkü daha çok girişteki serisonu ürünlerle ilgileniyorum. Son gittiğimde 100 milyona 50 küsur parça yemek takımı satıyorlardı. Ben 10 milyona kocaman bir salata kasesi aldım. Aynı kase üst katta 25 milyon. Neden indirimli? Çünkü sırında küçük bir çizik var. İçini salatayla doldurunca kim görecek ki? Sakın buradaki her şeyin defolu olduğunu sanmayın, devamı kalmadığı için yarı fiyatına satılan ürünler de var. Kocaman kahve fincanları 2.5, orta boy salata kaseleri 5 milyon. Yanlış hatırlamıyorsam 250 bin liraya küllük gördüm.

Aynı sokakta ilerleyin, hamamı geçin, Yunan Konsolosluğu’na gelmeden, konsoloslukla aynı hizadaki, yeşil kapılı dükkana girin. Tabelası yok ama adı Gardrop. 28A numaralı kapı. İki ay önce açılmış. Sahibi Ayşegül Astan. Gardrop’ta daha çok ihraç fazlası ürünler satılıyor. Ama aralarında işe yaramaz hiçbir şey yok. Ayşegül Hanım hepsini tekstilci arkadaşlarının, yabancı markalar için ürettikleri arasından elleriyle seçmiş.

Gardrop’a daha çok Atlas Pasajı’ndan bıkan, 25 yaş civarındaki insanlar geliyor. Tişört, sweatshirt, jean veya kadife pantolon, ceket, çanta, etek, bluz bulabilirsiniz. Fiyatlar son derece makul. 39 milyona pantolon var. Sweatshirtler 20 milyon civarında.

Burası genç tasarımcılara da açık. Getirin tasarımlarınızı, Ayşegül Hanım onları satılmak üzere, vitrinde güzel bir köşeye koysun.

Ama buradan bahsetmemin asıl nedeni, dükkanın bir köşesinde duran, 100-150 yıllık, 10 tane antika kimono. Hepsi Japonya’dan getirilmiş. Üzerlerinde hálá sandık lekeleri duruyor. Genç kız için olanı, çocuk için olanı, düğün ve resmi törenler için olanı var. Bunları daha çok renklerinden ayırt edebiliyorsunuz. Genç kız kimonoları canlı renklerde oluyor. Bir de kolları diğerlerinden daha uzun. Kadının yaşı ilerledikçe kimononun renkleri de soluyor. Hepsi yüzde yüz ipek ve el boyaması. Fiyatları 490 dolar. Evet, epeyce pahalı. Bugüne kadar ilgilenen çok olmuş ama alan çıkmamış. Bir müşteri ‘Sabahlık için biraz fazla fiyat istemiyor musunuz?’ bile demiş. Gerçi bu, insan nutkunun tutulduğu, uç bir örnek. Satın alırsanız, nasıl giyeceğinizi ve kuşağını nasıl bağlayacağınızı öğretiyorlar. Ama ben olsam bu kadar parayı verdikten sonra çerçeveletir, duvarıma asarım.
Yazının Devamını Oku

Dinimiz imanımız alışveriş mi oldu

18 Şubat 2005
Bu iddia bana değil, İngiliz gazetesi The Guardian’ın cuma ilavesi yazarı Julian Baggini’ye ait. Her ne kadar tapınma ve alışveriş çılgınlığı arasında bağ kuran birtakım verileri ortaya koymuş olsa da, bana göre iddiası biraz fazla iddialı ve zorlama. Ancak kabul etmek gerekir ki, alışveriş alışkanlıklarımız, tıpkı din gibi gündelik hayatımıza bazı düzenlemeler getiriyor. Düzenli olarak alışveriş merkezlerini ziyaret ediyor, sinemaya veya tiyatroya gitmek, sergi gezmek gibi kültürel faaliyetleri buralarda gerçekleştiriyor, arkadaşlarla alışveriş merkezlerinde buluşuyor, yemeklerimizi buralarda yiyor ve kahve molalarımızı buralarda veriyoruz. Spor yapmak için bile paşa paşa, içinde taze hava değil, havalandırma sisteminde sirküle edile edile bayatlamış havanın solunduğu alışveriş merkezlerinin yolunu tutuyoruz.

Ben yine tam da bu nedenle (alışverişin günlük hayatı düzenlediği savı), kredi kartlarının tanıdığı taksit atlatma imkanlarının da tüketici için son derece lüzumsuz olduğunu düşünüyorum. Taksit atlatmak neden işe yarar? Kredi kartınız limite dayanmıştır, önümüzdeki ay yüklü bir ödemeniz vardır, fakat ortada kaçırılmayacak bir alışveriş fırsatı vardır ve satın alacağınız ürün sizin için elzem bir ihtiyaçtır, taksiti bir iki ay ileri atarak alışveriş yapar, bütçenizi zorlamadan ihtiyacınızı gidermiş olursunuz.

Fakat artık hangimiz gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şeyleri alıyoruz ki? Alışveriş artık boş zamanları değerlendirme, cepteki paranın keyifle hakkından gelme metodu. Yani ihtiyaç olsun olmasın her ay alışveriş yapıyoruz. Taksit atlasa ne işe yarayacak, atladığı ay siz yine alışveriş yapacaksınız, her ay altı ay taksitli alışveriş yapacaksınız, toplamda ödediğiniz taksit miktarı, her ay peşin alışveriş yapmanıza yetecek kadar kabaracak.

Konumuza dönelim...

Baggini’yi dehşete düşürüp, onu din ile alışveriş arasında bağ aramaya iten olay, 10 Şubat’ta Londra’da yaşandı. Şehrin kuzeyinde bulunan Edmonton’da yeni bir İkea mağazası açılacaktı ve ilgi çekmek için mağaza kapılarını tam gece yarısı açmaya, ürünleri de yüzde 80 civarında indirimlerle satmaya karar vermişlerdi.

Halk akşamın erken saatlerinden itibaren mağaza önünde toplanmaya başladı. Saat gece yarısına yaklaşırken topluluktakilerin sayısı 6 bini bulmuştu. Kalabalık nedeniyle sinirler bozulup, sabırlar tükenince itiş kakış başladı. Kalabalık gece yarısı olmadan cebren mağazaya girdi. Deli gibi 45 sterline satılan kanepelere ve indirimli diğer ürünlere saldırdılar. Bu esnada çıkan arbedede beş kişi yaralandı, yaklaşık 20 kişi kalabalıktan ve sıcaktan havale geçirerek hastaneye kaldırıldı.

Peki tüm bu yaşananların din ile ve tapınmayla ne ilgisi var? Baggini üşenmemiş ve geçtiğimiz ay Müslüman hacı adayları Mekke’de şeytan taşlarken, Hindu hacılar Batı Hindistan’daki Mandher Devi tapınağında ibadet ederken çıkan olaylarda ve İkea olayında basına yansıyan cümleleri karşılaştırmış. Her üç olay için ortak kullanılan cümleler var: ‘Görevliler derin bir üzüntü içinde, şok oldular ve endişeliler’, ‘Bir kadın kendini ileri doğru attı ve heyecanla çığlık atmaya başladı’, ‘Bir görgü tanığı kalabalığın kontrolden çıktığını söyledi’, ‘Ortama tamamıyla karmaşa hakimdi’...

Eh, mağaza kataloglarının -tıpkı kutsal kitaplar gibi- bizlere daha bir hayat, huzur ve mutluluk vaat ettiğini düşünecek olursanız, yukarıdaki verilerin de ışığında, Baggini gibi bizim de, din ile alışveriş arasında bir bağ aramamız işten bile değil. Ama dediğim gibi bu benim için yine de zorlama bir fikir. En azından alışveriş ile gelen tatminin, diğerinden daha geçici olduğunu söyleyebilirim.

Fakat insanların üzerine çöreklenen ‘mutlaka sahip olmalıyım’ saplantısının özellikle indirim dönemlerinde tavan yaptığını söylemek lazım. İzliyorum da, insanlar indirim döneminde ihtiyaçlarını, evde duran yığınla eşyayı, başkalarına nazik davranmayı, satıcılara ve ürünlere özenli davranmayı filan bir kenara bırakıyorlar. Herkes birbirini itip kakıyor, birbirinin elindeki çekip alıyor, satıcıları paylıyor, ürünleri sağa sola fırlatıyor.

Özetle diyorum ki: Sevelim sevilelim, alışveriş yaparken şuurumuzu muhafaza edelim.
Yazının Devamını Oku

Aşkım bu büyük boy patates kızartması ile sana mutluluk vaat ediyorum

11 Şubat 2005
Sizi bilmem ama, Tepe Nautilus’un yol haritalarından bana fenalık geldi. Evet, ilk kez yaptıklarında fikir hoş gelmiş olabilir, ama bu kadar da suyu çıkarılmaz ki! Ne kadar hediye alınması icap eden önemli gün varsa, pat diye bir yol haritası çıkarıveriyorlar önümüze. Sanıyorum kalabalık bir harita ekibi çalıştırmaktalar.

Daha önce Babalar Günü ve yılbaşı için bu tür bir harika haritacılık yöntemine başvurduklarını hatırlıyorum. Şimdi de ‘Bize aşkınızı söyleyin, size hediyenizi söyleyelim’ sloganı ile Çiçekli Yol Haritası yapmışlar Sevgililer Günü için. Tepe Nautilus’un harita ekibine sorarsanız, doğru hediyeyi seçmek hiç bu kadar kolay olmamıştı.

Toplam sekiz çiçek seçmişler; beyaz karanfil, nilüfer, pembe gül, kırmızı lale, sıklamen, zambak, ıhlamur ve pembe glayöl. Her birinin farklı bir anlamı var. Alışveriş merkezinin kapısından girince, hediyeniz aracılığı ile sevgilinize vermek istediğiniz mesajı en iyi anlatan çiçeği seçiyor ve onun sembollerini takip ediyorsunuz.

Örneğin nilüfer yenilenmeyi sembolize ediyormuş. Eğer siz de sevgilinize yepyeni bir gelecek vaat ediyorsanız nilüfer resimlerini takip edecekmişsiniz. Peki yolun sonu nereye varıyor? Giysi satan mağazalara...

Sevgilinize yeni bir ceket, gömlek, çorap veya bere satın alınca güzel günlere de başlangıç yapmış oluyorsunuz.

Zambak neşeyi ifade ediyor. Sevgiliniz sizin için mutluluk demekse zambak sembolünün peşine düşüyorsunuz. Bir süre sonra burnunuza patates kızartması kokuları geliyor. Çünkü yolun sonu yemek katına çıkıyor. Harita ekibinin sarmaşık misali karmaşık mantık silsilesi işte. Yemek insanı mutlu eder!

Hediye seçimi bu kadar özensizleştirilebilecek, tek tipleştirilebilecek bir şey mi Allah aşkına? Kim hoşlanır böyle bir çırpıda, üstün körü sınıflandırılmaktan? Hem sonra hediye seçmek niye kolay olsun ki? İşin bütün zevki üzerine düşünmek, özenmek değil mi?

Bu tip yönlendirmelerin ve genellemelerin burçlara göre yapılanları da vardır biliyorsunuz: ‘Terazi burcu sanata düşkündür, resim alın, yağlıboya seti alın, yengeç burcu romantiktir mum alın, şiir kitabı alın’ derler. Yani bir yandan düşünüyorum da, keşke hediye seçmek bu kadar kolay olsa. Böylece birileri, yay burcu olduğumdan bana çoktan bir dünya seyahati hediye etmişti bile.

Bir türlü doğru hediyeyi seçemeyenlere

Bir erkek arkadaşım var, sevgilisine ne zaman bir hediye alsa, kız dosdoğru mağazaya geri gidip değiştiriyor. O kadar uzun bir zamandır bu böyle sürüp gidiyor ki, kızın artık paketi açmadan mağazanın yolunu tuttuğunu düşünmeye başladım. Yani bir insan hediye seçimi konusunda bu kadar mı beceriksiz olur. Kızın yaptığı ayrı bir kalpsizlik. Bari nezaketen bir tanesini de değiştirme. Koy bir dolaba dursun, ne var?

Bana sorarsanız insan hediyesini kendi elleriyle seçmeli, ama siz de bu konuda sürekli çuval dolusu inciri berbat etmekteyseniz, Gift Card’ı deneyebilirsiniz. Hani şirketlerin öğle yemeklerinde kullanılsın diye dağıttığı Multinet yemek biletleri vardır. Aynı firma şimdi de hediyelik kartlar çıkarmış. Belirli bir miktarı yükletiyorsunuz karta, hediye olarak verdiğiniz kişi üye olan tüm mağazalardan -ki sayıları epeyce kabarık- alışveriş yapabiliyor. Tek tek firmaların hediye çekleri var, ama bu insana çok çok daha büyük bir alışveriş olanağı sağlıyor. Üstelik miktarın hepsini tek bir mağazada harcamak zorunda da değilsiniz. Sevgililer Günü’ne özel bir kart tasarımları da var, elbette kırmızı ve bol kalpli. www.multinetgiftcard.com adresinden veya 212 336 88 88 no’lu telefondan kart siparişi yapabiliyorsunuz.

Dudağına bir parmak tutku meyvesi çalın

The Body Shop’un 14 Şubat için öne çıkardığı ürün bir bakım serisi. Ancak içinde Brezilya’da yetişen tutku meyvesi ile kavun çekirdeğinin yağları var. Seride vücut ve dudak kremleri, banyo ve duş jelleri, vücut spreyi ile sabun bulunuyor. Özellikle normal ve kuru ciltler için tavsiye edilir. Ürün fiyatları 4-29.9 YTL arasında değişiyor.

Hediyeler de Feng Şui’ye göre

Biliyorsunuz ortalıkta bir Feng Şuyi modasıdır gidiyor. Maslak Pabetland da bu modayı hediyelik seçimine uyarlamış. Feng Şui uzmanı Esra Koyuncu, sevgilinizin doğum yılından yola çıkarak sihirli sayısını bulmanızı ve bu sayının sembolü olan elemana göre (ateş, su, ağaç, toprak ve metal) hediye seçmenizi sağlıyor.

Bu çiçekler hiç solmuyor

Sevgiliniz için aradığınız hediyeye bir oyuncakçı dükkanında da rastlayabilirsiniz. Esprili, sempatik, sürprizli bir şeyler mutlaka çıkacaktır karşınıza. Toys’R’Us, kadın erkek herkes için bu güne özel hediyeler öneriyor. Bunlardan biri de fotoğrafta görmüş olduğunuz peluş papatyalar. Gülümseyen papatyalar 70 cm. boyunda. Neredeyse her rengini bulmak mümkün. Tanesi 3 YTL.
Yazının Devamını Oku

Almhults’dayım burada dağ taş İKEA

4 Şubat 2005
İki gündür İsveç’teyim sevgili okurlar. Almhults adlı, ıssızlığın ortasında duran kasabanın İKEA manzaralı, tepeden tırnağa İKEA mobilyalı, İKEA misafirhanesindeki odamda kırdım dizimi, oturmaktayım. Tam penceremin karşısında duran İKEA mağazasının vitrinine bakmaktan veya yine buradan alışveriş yapmaktan başka yapacak bir şey yok çünkü.

Güzecek bir müze de mi yok derseniz, var aslında. İKEA Müzesi. Ona da yarın gideceğim.

Sekiz bin nüfuslu bu kasabanın dörtte biri İKEA için çalışıyor. Zaten Ingvar Kamprad’ın da zamanında (1954) yapacak başka bir şey olmadığından İKEA’yı yarattığını düşünmeye başladım. ‘Delirdin mi, bu dağ başına kim mobilya almaya gelir?’ demişler ama dinlememiş. Haklı, riskin her türlüsü düşünmeden alınır burada. Yeter ki biraz hareket olsun.

Mayıs başında İstanbul’da açılacak Türkiye’nin ilk İKEA mağazasının tanıtımı nedeniyle buradayım. Ümraniye’deki dev mağaza binası neredeyse bitmek üzere.

Markanın amacı insanlar için daha iyi bir gündelik yaşam, daha doğrusu yaşam alanı yaratmak. Tasarım objelerine sahip olmanın sadece zenginlerin hakkı olmadığını düşünüyorlar. İskandinav tarzının sade ve temiz çizgilerinin hakim olduğu İKEA ürünlerini dünyanın ünlü tasarımcıları yaratıyor. Ancak yıllardır uyulan bazı prensipler sayesinde bu ürünler herkesin rahatça ulaşabileceği fiyatlarla satılıyor.

İKEA’NIN RENGİ SARI-LACİVERT

Tam 33 ülkede İKEA mağazası var. Öyle yaygın bir marka ki, çocuklar tıpkı Mc Donalds’s’ta olduğu gibi, okuma-yazmayı öğrenmeden sarı-lacivert İKEA logosunu öğreniyorlar. Mesela İsviçre’de yaşayan bir arkadaşımın üç yaşındaki kızı gördüğü her sarı-lacivertin İKEA olduğunu sanıyor ve Fenerbahçe forması gördüğünde bile İKEA diye bağırmaya başlıyor. Gerisini siz düşünün artık.

Önümde İsveç İKEA’nın yıllık fiyat kataloğu var. Kabaca Türk Lirası’na çevirecek olursak, 70-80 YTL’ye tek kişilik karyola, 50-60 YTL’ye çalışma masası, 500 YTL’ye kanape bulmak mümkün. Evet, bunlar İsveç fiyatları ama fiyat politikası hakkında yaklaşık bir fikir verebilir.

Türkiye’de aynı fiyatlar uygulanmayacak. Sadece şunu söyleyebilirim, piyasada rekabet ne kadar yoğunsa, İKEA’da fiyatlar o kadar aşağı çekiliyor. Çünkü kaliteye göre en ucuz olmak gibi bir iddiaları var. Türkiye de sıkı rekabetin yaşandığı bir piyasa.

FİYATLAR NASIL DÜŞÜK TUTULUYOR?

Peki fiyatları nasıl düşük tutabiliyorlar? İKEA’nın en genç tasarımcılarından Henrik Preutz’un başından geçenleri anlatırsam, sanırım daha iyi izah etmiş olurum:

İKEA çocuk biriminin yöneticileri iki yıl önce Henrik’ten eğlenceli bir oyun aracı yapmasını ister. O da üç fonksiyonlu, ay çöreği şeklinde bir tasarım yapar. Çocuklar bununla hem oynayacak, hem de mobilya gibi kullanabilecektir. Ucuz olması gerektiğinden malzeme olarak plastiği seçer.

Tasarımı yöneticilere sunar. Yöneticiler nakliyat sırasında yeterince verimli istiflenemeyeceğini söyleyerek, üzerinde biraz daha çalışmasını ister. İKEA’nın kurallarından biri, ürünleri mümkün olduğunca az boş alan bırakarak paketlemek. Böylece tek seferde mümkün olduğunca fazla mal nakledebiliyorlar, nakliyat harcaması düşüyor.

Henrik, kolay depolansın diye tasarımın alt kısmını keserek açar. Böylece paketlenirken birkaç tanesini iç içe sokmak mümkün olacaktır.

Yönetim bu sefer de tasarımın yeterince sevimli ve eğlenceli görünmediğini söyler. Henrik, artık en baştaki fonksiyonlarından epeyce uzaklaşmış olan oyuncağa kulak ve gözleri ekler. Artık daha çok bir oyuncak ata benzemektedir.

İdareciler tasarımı bu kez de maliyeti fazla olduğu için geri çevirir. Kulaklar ve gözler pahalıya mal olmaktadır. Bu da fiyata yansıyacaktır.

Henrik, kulak ve gözleri iptal eder. Fakat sallanan at fikrine sadık kalır. Böylece oyuncak, test için bir çocuk yuvasına gönderilir. Sallanırken tutunacak yer bulamayan çocuklar, oyuncağa hiç yüz vermez. Üstelik plastik malzemenin üzerindeki desenler hálá maliyeti artırmaktadır.

Hikáye bir süre daha böyle devam eder, tasarım birkaç kere daha maliyet ve güvenlik gerekçeleri ile geri çevrilir.

Henrik’in tasarımı şimdi mağazalara çıkmak üzere. Fiyatı sekiz Euro olacak. Neye benziyor derseniz, tarif etmek zor. Ama son derece ucuz, eğlenceli ve güvenli görünüyor. Henrik ise tasarımıyla bu kadar oynandığı için hayal kırıklığı yaşadığını inkár etmiyor. Yine de mutsuz değil. ‘Bu sayede daha fazla çocuk satın alabilecek, daha fazla çocuğa ulaşmış olacağım’ diyor.

Kısa kısa

Bebek-Çocuk Fuarı’nda hedef büyükler

Dün İstanbul Harbiye Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı Rumeli Fuar Merkezi’nde başlayan Bebek ve Çocuk Fuarı, pazar gününe kadar devam ediyor. Fuarda ana babalara yönelik pek çok eğitici seminer ve konferans var. Psikolog Alanur Özalp, Dr. Osman Abalı, yazar Nora Romi, Dr. Yasemin Bradley ve bebeklere özel çalışmalarıyla tanınan ressam Bob Ross, müzisyen Raimond Lap fuarın konukları arasında. Fuara giriş ücretleri Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağışlanacak.

Utananlara prezervatif otomatı

Okey (OK) prezervatifleri, ‘kondomat’ adında bir makineyle satışa başladı. Kelimenin kökenini anlamak zor değil. Prezervatif anlamına gelen kondom’la otomat’ın bileşimi... Meşrubat makinelerini andıran kondomatlar, şimdilik iki eğlence mekanında, Taksim’deki Roxy ve A Plus’ta bulunuyor. Üniversitelere de kondomat yerleştirmeyi planlıyorlar. Kondomatlar, kağıt para, bozuk para ve kredi kartı ile kullanılabiliyor. Makinenin içinde Okey prezervatiflerinin tüm çeşitleri bulunuyor ve hepsinin fiyatı 3 YTL.

Silk & Cashmere Bursa Asmerkez’de mağaza açacak

Silk & Cashmere’in kaşmir koleksiyonundan: Erkek kazağı 452, beresi 52, kaşkolü 135 YTL. Kadın kazağı 374, kaşkolü 135, beresi ise 34 YTL. Silk & Cashmere, İstanbul (Carrefour, Akmerkez, Profilo, Metrocity, Nişantaşı, Galleria, Kemerburgaz), Ankara Armada Alışveriş Merkezi ve İzmir Arua Butik’te bulunuyor. Yakında Bursa Asmerkez’de de bir mağaza açacaklar.

Kırmızı ve pembe ayakkabılar

İngiliz ayakkabı markası Faith, Sevgililer Günü için kırmızı ve pembe renklere ağır verdiği bir koleksiyon hazırladı. İstanbul Metrocity Alışveriş Merkezi’ndeki mağazada sonbahar-kış koleksiyonu yüzde 70’e varmış indirimlerle satılıyor. Açık yılan derisi kırmızı ayakkabı 135 YTL. Adres: Metrocity Alışveriş Merkezi 1. Levent Mağaza No: 121 Tel: (0212) 344 04 42

Replay Nişantaşı’nda yeni mağaza açtı

Son olarak 24 Ocak’ta Nişantaşı Abdi İpekçi Caddesi’nde yeni bir mağaza açan Replay, ilkbahar-yaz koleksiyonunu satışa sundu. Yeni sezonda bluzlar 167, gömlekler 209, pantolonlar 315-377, ceketler 544-589 YTL. İndirimdeki eski sezonda ise, pantolonlar 173-296, etekler 119-125, ceketler 152-445 YTL. Replay’in diğer mağazaları Akmerkez, Uptown Etiler, Mayadrom Msquare Akatlar ve Carousel’de. Abdi İpekçi Caddesi Altın Sokak No 14. Tel: (0212) 343 68 56.
Yazının Devamını Oku

Metro’nun kredi kartı kabul etmeye başlaması memleketimiz için hayra alametmiş

28 Ocak 2005
Birkaç hafta önce, Metro Grossmarketler zincirinin artık kredi kartıyla ödemeyi de kabul ettiğini yazmış, bunu nakit alışverişe dayalı Cash&Carry sisteminin Türkiye’de tutmamış olabileceğine yormuştum. Meğer Metro’dan artık kredi kartıyla alışveriş yapabiliyor olmamız memleketimizde işlerin yolunda gidiyor olduğuna delaletmiş.

Metro Genel Müdürü Hakan Ergin anlattı. Sadece kredi kartı meselesini değil, marketçilikle ilgili pek çok şeyi de öğrenmiş oldum. Bakalım hepsini buraya sığdırabilecek miyim.

Biliyorsunuz, bizim kredi kartıyla yaptığımız her alışveriş, firmaların sırtına bir miktar yük bindiriyor. Çünkü araya bir banka giriyor ve firma (bu örnekte Metro) sattığı malın parasını bankadan hemen alamıyor. Parayı bankadan alana dek geçen zaman içinde bir miktar kayba uğruyor ve bu kaybı fiyatlara yansıtıyor. Siz nakit de ödeseniz, kredi kartıyla da ödeseniz bu yansıtılmış fiyatla alışveriş yapıyorsunuz. Metro’nun bugüne kadar bu kadar ucuz olmasının sebeplerinden biri de kredi kartı kabul etmiyor oluşuydu.

Peki kredi kartı devreye girince Metro’da fiyatlar artacak mı? Hakan Ergin, kesinlikle hayır diyor: ‘Eskiden yüksek enflasyon nedeniyle, kredi kartıyla alışveriş, finansmanımıza yüzde 6 oranında yansıyordu. Ancak şimdi enflasyonun düşmesiyle birlikte bu oran kabul edilebilir seviyelere indi ve kredi kartını fiyatlara hiçbir şey yansıtmadan kullanabiliyoruz.’

Metro tüm dünyada tutucu mali politikaları ile tanınıyor, risk almaktan hoşlanmıyor. Dolayısıyla Türkiye’de ekonominin uzun vadede yoluna girmiş olduğuna inandıklarından kredi kartı kabul etmeye başlamışlar.

Tabii bir de müşteriden gelen talep var. Nakit kullanımı gitgide azalıyor.

Kredi kartı geçmeye başladığından beri (uygulama geçen kasımda başladı) satışlar yüzde 25 oranında artmış. Müşteri sayısında dikkate değer bir artış olmasa da, halihazırdaki müşteri daha fazla alışveriş yapmaya başlamış. Yani müşterinin ‘sepeti büyümüş’.

MÜŞTERİNİN ALIŞVERİŞ POŞETİNİ NİYE KONTROL EDİYORLAR

İlk yazımdan sonra gelen okuyucu mektuplarından biri ‘son kontrol’ uygulaması hakkındaydı. Metro’da parasını ödeyip kasadan ayrılan herkesin poşeti, kapıdan çıkmadan önce kontrol ediliyor. Buna son kontrol deniyor. Mektupta, bu uygulamanın ne kadar aşağılayıcı olduğu, Metro’dan alışveriş yapan herkese potansiyel hırsız muamelesi yapıldığı yazıyordu.

Meğer bu uygulamanın da Alman usulü bir açıklaması varmış ve tüm dünyada geçerli bir uygulamaymış.

Hakan Ergin’in verdiği rakama göre, tüm dünyadaki hipermerketlerde yılda yüzde 1-2 oranında envanter kaybı oluyor. Yani, marketin yıllık kazancının hatırı sayılır bir bölümü açıklanamayan sebeplerle havaya uçuyor. Kağıt üzerinde bir malın markete girişi var, fakat çıkışı yok.

Bunun bir bölümü hırsızlık olaylarından kaynaklanıyor. Ancak asıl büyük bir bölümü kasiyer ve barkod hatalarına dayalı. Siz bir kilo pirinç alıyorsunuz, kasada barkod hatası yapılıyor, fındıklı gofret almışsınız gibi görünüyor ve siz gofretin parasını ödüyorsunuz.

İşte son kontrol, bu hataların önüne geçmek için yapılıyor. Kapıdaki görevli sepetinizdeki ürünler ile faturada yazan ürünlerin aynı olup olmadığına bakıyor. Son kontrol sadece birkaç saniye sürüyor.

Uygulama sayesinde envanter kayıpları Metro’da yüzde 0.5’e çekilmiş. Tabii asıl bizi ilgilendiren bölümünü söylemeyi unuttum. Marketler zarar etmemek için yıllık envanter kayıplarını da fiyatlara yansıtıyorlar. Kayıp ne kadar az olursa, fiyatlar da o kadar az artıyor.

EN ÇOK PREZERVATİF VE TIRAŞ BIÇAĞI ÇALINIYOR

Markette dolaşırken Hakan Bey, en çok prezervatif ve tıraş bıçağı çalındığını söyledi. Prezervatifin nedeni malum. Eczacıdan istemeye utananlar markete gidiyor ama bu sefer de karşılarına kadın kasiyerler çıkıyor. Yüzleri kızarmasın diye araklayıveriyorlar. Prezervatif almaktan utananların çaresi yok gibi görünüyor. Yurtdışında olduğu gibi otomatını yapsalar, bu sefer de otomatın başında birileri görür, laf söz olur diye düşünüp, yine marketlerden araklamaya devam edecekler.

Tıraş bıçağını niye çaldıklarını bilmiyorum ama gözlerimle gördüm, tıraş köpüğü ve tıraş bıçağından oluşan setlerde, beyefendiler kutudan sadece bıçağı almış, kutuyu yarı yarıya boş bırakıp gitmişler.
Yazının Devamını Oku

Allah insana soyunma kabini azabı çektirmesin

21 Ocak 2005
Bir soyunma kabini ne kadar azap verici veya tehlikeli olabilir? Yahut soyunma kabinlerinde bir tek ben mi maceradan maceraya koşmaktayım?Neden pek çok mağazanın, üzerinde en az düşünülmüş köşesi soyunma kabinleridir? Soyunma kabinleri üzerine bu kadar düşünerek vaktimi boşa mı harcamaktayım? Yurt Sathında Soyunma Kabinlerini Rehabilite Etme ve Güzelleştirme İnisiyatifi oluşturulabilir mi? Perdeli kabinleri tedavülden kaldırmak mümkün müdür?İşte bunca hezeyana yol açmış ve bizzat tarafımdan yaşanmış birkaç olay:3 Mango’dan alışveriş yapanlar bilir, soyunma kabinleri branda giydirilmiş çelik iskeletlerden oluşur. İskelet sadece kabinin ayakta durmasını sağlamaktadır ve aslında kabinin dört bir yanı brandadan yapılmıştır. Bunlar bitişik nizam dizilmiş bulunmaktadırlar. Ve yine buradan alışveriş yapanların bildiği üzere Mango tasarımcıları öyle fazla kilolu kadınlardan hoşlanmaz. Giysilerin pek çoğu fidan gibi kadınlar için yapılmıştır. Sadece giysiler olsa neyse, kabinler de o kadar küçüktür ki, esas duruşta giyinip soyunmayı gerektirir. Efendim bir gün ben yine böyle Mango kabinlerinden birinde hazır ol’a geçmiş, pantolon denemekteyim. Fakat dar alanda eğilmek güç olduğundan ve perdeyle kapatılan girişe arkanızı dönerseniz, eğilince poponuz açıkta kaldığından, arkamı yanımdaki kabinin yan ‘duvarı’na dönmüş vaziyetteyim. Heyhat, haberim yok ki, o esnada yan kabinde de kilolu bir hanımefendi pantolon denemektedir ve onun da arkası benim kabine bakmaktadır...Olanlar ikimiz birden öne doğru eğildiğinde oldu sevgili okurlar. Daha ziyade de bana oldu. Maşallah hanımefendinin dengesi benden daha sağlamdı ve bendeniz diğer taraftaki kabine doğru uçmak ve ardından çelik bardan geri sekmek üzere yerle yeksan oldum. Olay yerini ağlamaklı terk ettim tabii. Üstelik pantolonu denemek de kısmet olmadı.3Geçtiğimiz hafta Bağdat Caddesi üzerindeki Levi’s’lardan birindeyim. Burada da tamamiyle perdeden oluşan bir kabin var. Gerçi rahat rahat soyunup giyinecek kadar geniş fakat bu da ayak altında duruyor. Yine pantolon deniyorum. Yerim nasıl olsa bol diye de arkamı girişe döndüm. Yani ben nereden bileyim dört-beş yaşlarında bir kız çocuğunun, annesinin gözü önünde kabini benimle paylaşmaya karar vereceğini. Kabin perdesinin iki yerden kilidimsi bir şeyi var ama en alttaki benim belimin hizasında. Dolayısıyla küçük hanımın boyunu geçiyor. Canı sıkılan küçük hanım dolaşmaya çıkıyor ve yolu benim kabinin içine düşüyor. Ne oluyor dememe fırsat kalmadan (utanarak söylemek zorundayım ki üzerimde bir pantolon da olmaksızın) açıkta kalıyorum. Çünkü perde artık ağzına kadar açık. Yine ağlamaklıyım ama bu sefer dükkandan çıkarken denediğim pantolonu da yanıma alıyorum. 3Bu son olayın hangi mağazanın kabininde geçtiğini maalesef hatırlamıyorum çünkü epey bir zaman geçti üzerinden. Bu kabinde başta her şey yolunda gözüküyor. Her tarafı ahşap, yine ahşap ve kilitlenebilen bir kapısı var. Fakat bu sefer de içeride yeteri kadar askı yok. Denemek için aldıklarımı çengellere asınca, üzerimden çıkardıklarımı koyacak yer kalmıyor. Ben de yan kabinle aramda bulunan ahşap paravanın üzerine atıyorum kendi giysilerimi. O gün epey bir şey denediğimi hatırlıyorum. Pek çok kez kabine girip çıktım. Sonunda alacaklarımı bir kenara ayırdım ve giyinmek için yine içeri girdim. Girdim de kazağım yok! Ara tara yok! Ama nasıl olur, daha demin şu paravanın üzerine bırakmamış mıydım? Deli gibi aranıyorum. Satış görevlisi de benimle birlikte arıyor. Sonunda kazağım yan kabinde asılı bulunuyor. Çünkü yan kabindeki müşteri benim kazağı mağazanın malı sanıp, paravanın üzerinden çekmiş almış, denemiş, Allah’tan beğenmemiş ve bırakıp gitmiş. Oysa yeteri kadar askı olsa başıma bunlar gelmeyecekti. Bunlar benim başıma gelen gerçekten şaşılası birkaç şey. Bir de artık alıştığımız ve şaşılası bulmadığımız terslikler oluyor. Örneğin pek çok kabinde oturma yeri yok. Hepsi sadece sağlam insanlar için yapılmış maşallah. Sanki insanın hiç başı dönmez, dizi sakat olmaz, oturma ihtiyacı duymaz. Yine pek çoğunda yerler o kadar kirlidir ki, ayakkabınızı çıkarmanız gerektiğinde yere basmak istemezsiniz. Yüzünüzde makyaj varsa, bulaşır korkusuyla açık renkli kıyafetler deneyemezsiniz. Çünkü yüzünüzü örtmeniz için konmuş bir mendil bulamazsınız. Yeteri sayıda askı, kapı ve kapı kilidinden oluşan ideal kabin üçlüsü nadiren bir araya gelir.Nedir bu kabinlerden çektiğimiz?
Yazının Devamını Oku