29 Nisan 2005
Paco Underhill’den kitaplarını okudukça bahsediyorum. Envirosell adlı araştırma şirketinin CEO’su olan Underhill’e alışveriş antropoloğu diyorlar. Çünkü onun işi saatler, günler ve aylar boyunca marketlerde, mağazalarda, kısacası alışveriş yapılan her yerde insanları izlemek. Kapıdan girince ilk hangi ürüne yöneliyorlar, satıcı ne yaparsa mağazadan kaçıyorlar, kasa için sırada en fazla ne kadar bekliyorlar, soyunma kabinlerinde nasıl hareket ediyorlar... İnsanların tüm bu hareketlerini izliyor ve bir rapor haline getirip, hangi şirket için çalışıyorsa tavsiyelerle birlikte o şirkete sunuyor. Müşterileri arasında Wal-Mart, Starbucks, Gap gibi büyük firmalar var. Bir yandan da Wall Street Journal ve New Yorker Times’da yazılar yazıyor. Neredeyse 30 yıldır bu işi yapıyor. Dolayısıyla, yüzbinlerce insanı izledikten sonra elinde toplanmış tonlarca veri var. Alışveriş Bilimi ve Alışveriş Merkezleri Nereye Kadar adlı kitapları Türkçe’ye çevrilen Underhill ile kısa bir e-mail röportajı yaptık. Yılın üçte birini evinden uzakta geçiren alışveriş antrolopoloğu yine yollardaydı.
Envirosell ne kadar büyük bir firma? Bugüne kadar kaç kişinin alışveriş alışkanlıklarını gözlediniz?
-Tüm dünyada yaklaşık 70 kişiyle çalışıyoruz. Yılda ortalama 10-15 bin kişiyi alışveriş esnasında izliyoruz ve 50 bin saatlik video kaydı yapıyoruz. Genelde aldığımız bir işi bitirmemiz üç ay sürüyor. ABD’nin en büyük 50 perakende şirketinin yüzde 40’ından fazlası bizim müşterimiz. Geçen sene Güney Afrika Cumhuriyeti’nden İsveç’e kadar 30 ülkede faaliyet gösterdik.
Türkiye’de de bir şubeniz bulunuyor. Türkiye ile çalışmaya ne zaman başladınız?
- 3-4 sene evvel başladı ilişkilerimiz. Türkiye’nin büyük potansiyeli var. Tarihi ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunuyor. Ortadoğu ve Asya’daki değişimlerden sonra, Türkiye dünyanın en büyük alışveriş başkentlerinden biri olabilir. Zaten bir tüccarın sahip olması gereken beceriler Türklerin genlerinde bulunuyor.
İnsanların alışveriş alışkanlıkları ülkeden ülkeye değişiyor. Bir kıyaslama yapabilir misiniz?
- Alışveriş alışkanlıklarını etkileyen faktörleri iki gruba ayırabilirsiniz. Bunlar biyolojik ve kültürel benzerliklerdir. Biyolojik açıdan bakarsanız hepimizin vücudu aynı biçimde çalışıyor ve hepimiz aynı şekilde yaşlanıyoruz. Hangi milletten olduğumuz fark etmiyor. Gözlerimiz aynı biçimde görüyor, çoğumuz sağ elimizi kullanıyoruz, eşlerimiz, çocuklarımız oluyor. Kültürel bakımdan farklar bazı etkenlere bağlı olarak ortaya çıkıyor. Bunlardan biri gayrimenkul fiyatları. İstanbul’daki Bağdat Caddesi’nde veya Londra’daki Fleet Caddesi’nde olsun fark etmez. İkinci bir etken kadınların değişen konumu ve çalışan kadın gücü. Üçüncü etken ise aile durumu ve yerleşim. Daha önce söylediğim gibi 30 ülkeyle çalışıyoruz ve biyolojik faktörlerle kültürel faktörleri birbirinden iyi ayırmaya özen gösteriyoruz.
Bugün bildiğimiz anlamda alışveriş merkezleri, Amerika’da ortaya çıkmış ve gelişmiş yapılar. Amerika’da alışveriş merkezleri şehir dışında, banliyölerde yoğunlaşır. Oysa Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da trafik sorunları yaratacak olsa bile şehrin tam da göbeğine inşa ediliyorlar. Neden arada böyle bir fark var?
- Aslına bakansanız dünyanın pek çok yerinde alışveriş merkezleri şehrin göbeğindedir. ABD ve Kanada’nın birer istisna olduğunu söyleyebilirim. Perakende insan yerleşiminin peşinden gider. Amerika’da pek çok aile banliyölere taşındı, bu yüzden alışveriş merkezleri de onların peşinden gitti. Türkiye, İspanya ve diğer pek çok ülkede insanlar hala şehir merkezlerinde yaşıyor.
Son kitabınızda alışveriş merkezlerinin altın çağı bitti diyorsunuz. Bu saptamanız sadece ABD için mi, yoksa dünya geneli için mi geçerli?
- Alışveriş merkezleri dünyanın farklı yerlerinde, farklı roller üstleniyor. 21. yüzyılın yatırımcısı alışveriş merkezi değil, yaşam merkezleri inşa etmek istiyor. Yaşam merkezi, mağazaların, eğlence merkezlerinin, kültürel faaliyet alanlarının, meskenlerin, otellerin ve ofis bölümlerinin birleşiminden oluşur.
Sadece alışveriş olarak baktığımızda sırada ne var? Online alışveriş mi?
- Alışveriş merkezlerinin altın çağı bitmiş olabilir ama alışveriş her zaman var olacak. Ben gelecek için üçlü bir formül oluşacağını düşünüyorum. Katalogdan ürünü seç, online sipariş ver, mağazadan al.
Kadınlar ve erkekler için alışveriş neden farklı anlamlar ifade ediyor? Neden alışveriş deyince erkeklerin tüyleri diken diken oluyor?
- Öncelikle her iki cins için de aç, yorgun ve telaşlıyken alışveriş yapmak bir eziyettir. Bunun dışında, kadınlar alacak bir şey için bakınmaktan zevk alırlar. Çünkü onlar genetik olarak toplayıcıdır. Erkekler avcı olduğundan sabırları daha çabuk tükenir. Onlar bakınmaktan değil, bulmaktan zevk alırlar.
Her şey gibi alışveriş de küreselleşiyor mu?
- Küresel medya tarafından yönetilen günümüz dünyasında ne görürsek onu alıyoruz. Buna karşılık günümüz tüccarı için asıl mesele neyin yerel, neyin küresel olduğunu ayırt etmek.
Yazının Devamını Oku 22 Nisan 2005
‘Ay Kurtlar Vadisi mi, o da ne, vallahi ben bir Discovery Channel bir de cnbc-e izliyorum’ seçkinciliği yapacak değilim. Millet perşembe geceleri Show TV’de çakılıp kalıyorsa vardır bir hikmeti. Yani insan en azından, herkes neye bakıyor böyle deyip, merakından durup bir bakar. Sonra aklı başında diye bildiğim birçok arkadaşım var, perşembeleri toplanıp birlikte Kurtlar Vadisi seyrediyorlar. Diyeceğim o ki, ben de ortalama bir Türkiye vatandaşı kadar meseleye hakimim, en azından kim kimdir söyleyebilirim.
İtirafımızı da yaptıktan sonra meseleye geçelim:
Yine bir salı günü mevzuuuu mevzuuuu diye inim inim inleyerek sağı solu tırmalarken yeni bir internet sitesine rastladım. www.ekonomikticaret.com. İlk ve tek çok katlı sanal alışveriş merkezi diye lanse ediyorlar. Gerçekten de yerli pek çok alışveriş sitesinden daha zengin. Tekstil ve ayakkabı bölümü zayıf, ama elektronik ve beyazeşya alanında pek çok marka ve ürün bulmak mümkün. İsterseniz ayakkabı, bahçe, kozmetik veya hediyelik eşya gibi kategoriler arasından, isterseniz direkt marka adıyla arama yapıyorsunuz.
Ben önce markalara göre arama yapayım dedim. Liste alfabetik olarak hazırlanmış. Başladım teker teker okumaya: Ariston, Beko, Braun, Casio, Güral Porselen, IBM, Kurtlar Vadisi.... Pardon, nasıl yani? Vallahi Kurtlar Vadisi yazıyor. Krups ile Leitz’ın arasında, nal gibi duruyor işte. Ee tıkladık üzerine hemen tabii.
Kurtlar Vadisi başlığı altında tam sekiz departman çıktı sevgili okurlar. Aksesuvar, dizi, film müziği, giyim, oyun seti, poster, saat ve yüzük. Dizinin DVD’leri, film müzikleri ve posterleri satılıyor, farkındayım. Hatta haber dergisinin içinden bile çıktığı oluyor. Bu nedenle diğer başlıklar altında satılan ürünlerden bahsedeyim.
ÇEKİLİŞE KATILIN DİZİDE OYNAYIN
Kurtlar Vadisi aksesuvarları iki tip mouse pad ve üç tip kartvizitlikten oluşuyor. Mouse pad’ler 2.88 lira. Deri ve metalden üretilen kartvizitlikler 5.76-17.28 lira arasında. Mouse pad neyse de, kartvizitlik yapmayı nasıl akıl etmişler anlamadım. Dizide maşallah kimsenin kartvizit bıraktığı yok, onun yerine mermi bırakmayı tercih ediyorlar.
Giyim başlığı altında dört ürün var. Üç tip tişört ve bir tip spor şapka. Hepsinin fiyatı 9.60 lira.
Oyun seti 54 iskambil kartından oluşuyor. Üzerlerinde dizideki 14 karakterin resmi var. Bunlar; Polat, Memati, Abdülhey, Güllü Erhan, Deli Hikmet, Deve Tuncay, Abidin, Halo, Hüsrev Ağa, Laz Ziya, Kılıç, Elif, Baron ve Doğu Bey. Oyun setinin bir de sürprizi var. Kutudan çıkan başvuru formunu dolduruyorsunuz, yine kutu üzerinde yer alan hologramı ve iki fotoğrafınızı ekleyip, yolluyorsunuz. Çekilişle her ay bir kişi, dizide yardımcı oyuncu olarak oynamaya hak kazanıyormuş. En iyi vurulan adam performansınızla ödül bile alabilirsiniz belki.
Dört tip duvar saatinin ikisi siyah, ikisi gümüş renginde. Fiyatları 14.40 ve 16.80 lira.
Gelelim yüzüğe... Site üzerinden Polat Alemdar’ın kullandığının tıpkısının aynısı bir yüzük satın alabiliyorsunuz. Fiyatı parmak ölçüsüne göre değişiyor. 51.84-69.12 lira arasında.
Hemen hatırlatayım, ürünlerin hepsini 12 aya varan taksitlerle satın alabilirsiniz.
Bana sorarsanız yine de ürünlerde eksik var. Yani insanın gözü bir Kirve mermisi, Memati tespihi, Baron yüzüğü (ki Polat’ınkinden daha havalı), Doğu Bey bastonu arıyor. Sonra efendim kadınları da düşünmek lazım değil mi? Mesela avukat Elif bundan sonra hep aynı renk ruj veya allık kullansa da, onu satsanız. Ya da ne bileyim, Nesrin’in saç boyasının markasını ve numarasını söyleseniz de alsak. Olmamış arkadaşlar, biraz daha çalışmanız lazım.
(*) Başlık, Kurtlar Vadisi resmi sitesinde beyan edilen sloganların birinden apartılmıştır.
Yazının Devamını Oku 15 Nisan 2005
Ben, ‘Evde küçük, ikinci bir tuvalet olsa da fazla eşyaları koysam, banyoya sığmayan çamaşır makinesini postalasam’ diye demode demode düşünürken, alem bu konuda çığır açmış, farkında değilim sevgili okurlar. Henüz fark ettim ki, evlerde genellikle misafir kullansın diye yapılan küçük tuvaletler birer birer saunaya dönüştürülüyor. Yani aklınızda bulunsun, bundan sonra ilk kez gittiğiniz bir evde pat diye küçük tuvalete girmeyin, sauna çıkabilir.
Geçen gün işe gelirken yanımdan geçen kamyonetin üzerinde yazıyordu ‘İkinci tuvaletleriniz itinayla saunaya çevrilir’ diye. Benim bildiğim ona küçük tuvalet denir, hiç ikinci tuvalet diyeni görmemiştim ama sonra hatırladım ki, dilimizde küçük tuvaletin başka bir anlamı daha var. Bu nedenle yazının başlığında da ikinci tuvalet tanımını kullanmayı uygun gördüm.
*
Neyse, böylece fark ettim yeni bir eğilim olduğunu. Moda haline geldiğini ise birkaç telefon konuşması sonrasında anladım. Bu işi yapan firmaların listesini çıkardım. Sadece İstanbul değil, Ankara ve İzmir’den de bir iki yeri aradım. Hepsi aynı şeyi söyledi; ‘Evet hanımefendi, sık sık ikinci tuvaletleri saunaya çeviriyoruz, hem de itinayla’.
Üstelik bu aralar tuvaletleri saunaya çevirmenin tam mevsimiymiş. Niye anlamadım, onlar da izah edemedi, ama siparişler baharda artıyormuş.
Gösterdiğiniz her yere sauna yapabiliyorlar. Fakat elbette en uygun yer ikinci tuvaletler veya ebeveyn banyoları. Karanlık odalarını saunaya çevirenler de oluyormuş. Ama bunun için varsa pencerenin örülmesi gerekiyor. Bu saydıklarım apartman dairesinde yaşayanlar için. Müstakil evi olanlar bodrum katlarına kocaman saunalar yaptırıp, yanına fitness aletleri koyup, sağlık merkezi yaratıyormuş.
Karar verdikten sonra, saunanızı yaptırıp, içinde ter atmaya başlamanız için 20 gün ile 1 ay arasında değişen bir süre gerekiyor. Evinize gelip ölçü alıyorlar, siz kullanılacak ahşabın cinsini ve aksesuvarları seçiyorsunuz (Genellikle çam ağacı kullanılıyor ama yerli ve yabancı olanları var), sonra saunanızın çizimi ve üretimi yapılıyor. Montajı en fazla iki gün sürüyor. Bir saatte bitireceğini iddia eden firmalar var, bilemiyorum.
*
Sauna yapılacak yer önce ısı kaybına karşı izole ediliyor. Ardından duvarları ahşap kaplanıyor. Ahşap bir oturma yeri konuyor. Yere portatif ahşap ızgaralar yerleştiriliyor. Elektrikli soba mekanın büyüklüğüne göre seçiliyor. En pahalı malzemelerden biri soba. Aksesuvarlar da 800 liraya yakın tutuyor.
Anladığım kadarıyla 1.5 metrekarelik bir saunanın maliyeti 1.800-2.000 lira (bir milyar 800 milyon-2 milyar) civarında. Zaten daha küçük bir alanın uygun olmadığını söylüyorlar. Ahşap kalitesi ve mekanın ölçüleri arttıkça fiyat da artıyor.
Saunaya tahammül edebilen, üstüne üstlük 85 derecelik bu ortamda rahatlayabilen bünyeler için verilmeyecek para değil. Neticede böyle bir zevkiniz varsa ve sık sık gidiyorsanız kısa sürede kendini amorti edecektir.
Bana sorarsanız, ben yine ardiye yaparım derim. Bir iki kere denemişliğim var, nefesim daralıyor, çarpıntı yapıyor. Para verip üstüne bir de eziyet çekecek değilim. Size tavsiyem de, nasıl olsa evde hazır var deyip, zırt pırt kullanmamanız, insan buharlaşıverir maazallah.
Yazının Devamını Oku 15 Nisan 2005
Ben, ‘Evde küçük, ikinci bir tuvalet olsa da fazla eşyaları koysam, banyoya sığmayan çamaşır makinesini postalasam’ diye demode demode düşünürken, alem bu konuda çığır açmış, farkında değilim sevgili okurlar.Henüz fark ettim ki, evlerde genellikle misafir kullansın diye yapılan küçük tuvaletler birer birer saunaya dönüştürülüyor. Yani aklınızda bulunsun, bundan sonra ilk kez gittiğiniz bir evde pat diye küçük tuvalete girmeyin, sauna çıkabilir. Geçen gün işe gelirken yanımdan geçen kamyonetin üzerinde yazıyordu ‘İkinci tuvaletleriniz itinayla saunaya çevrilir’ diye. Benim bildiğim ona küçük tuvalet denir, hiç ikinci tuvalet diyeni görmemiştim ama sonra hatırladım ki, dilimizde küçük tuvaletin başka bir anlamı daha var. Bu nedenle yazının başlığında da ikinci tuvalet tanımını kullanmayı uygun gördüm. *Neyse, böylece fark ettim yeni bir eğilim olduğunu. Moda haline geldiğini ise birkaç telefon konuşması sonrasında anladım. Bu işi yapan firmaların listesini çıkardım. Sadece İstanbul değil, Ankara ve İzmir’den de bir iki yeri aradım. Hepsi aynı şeyi söyledi; ‘Evet hanımefendi, sık sık ikinci tuvaletleri saunaya çeviriyoruz, hem de itinayla’. Üstelik bu aralar tuvaletleri saunaya çevirmenin tam mevsimiymiş. Niye anlamadım, onlar da izah edemedi, ama siparişler baharda artıyormuş. Gösterdiğiniz her yere sauna yapabiliyorlar. Fakat elbette en uygun yer ikinci tuvaletler veya ebeveyn banyoları. Karanlık odalarını saunaya çevirenler de oluyormuş. Ama bunun için varsa pencerenin örülmesi gerekiyor. Bu saydıklarım apartman dairesinde yaşayanlar için. Müstakil evi olanlar bodrum katlarına kocaman saunalar yaptırıp, yanına fitness aletleri koyup, sağlık merkezi yaratıyormuş. Karar verdikten sonra, saunanızı yaptırıp, içinde ter atmaya başlamanız için 20 gün ile 1 ay arasında değişen bir süre gerekiyor. Evinize gelip ölçü alıyorlar, siz kullanılacak ahşabın cinsini ve aksesuvarları seçiyorsunuz (Genellikle çam ağacı kullanılıyor ama yerli ve yabancı olanları var), sonra saunanızın çizimi ve üretimi yapılıyor. Montajı en fazla iki gün sürüyor. Bir saatte bitireceğini iddia eden firmalar var, bilemiyorum.*Sauna yapılacak yer önce ısı kaybına karşı izole ediliyor. Ardından duvarları ahşap kaplanıyor. Ahşap bir oturma yeri konuyor. Yere portatif ahşap ızgaralar yerleştiriliyor. Elektrikli soba mekanın büyüklüğüne göre seçiliyor. En pahalı malzemelerden biri soba. Aksesuvarlar da 800 liraya yakın tutuyor. Anladığım kadarıyla 1.5 metrekarelik bir saunanın maliyeti 1.800-2.000 lira (bir milyar 800 milyon-2 milyar) civarında. Zaten daha küçük bir alanın uygun olmadığını söylüyorlar. Ahşap kalitesi ve mekanın ölçüleri arttıkça fiyat da artıyor. Saunaya tahammül edebilen, üstüne üstlük 85 derecelik bu ortamda rahatlayabilen bünyeler için verilmeyecek para değil. Neticede böyle bir zevkiniz varsa ve sık sık gidiyorsanız kısa sürede kendini amorti edecektir.Bana sorarsanız, ben yine ardiye yaparım derim. Bir iki kere denemişliğim var, nefesim daralıyor, çarpıntı yapıyor. Para verip üstüne bir de eziyet çekecek değilim. Size tavsiyem de, nasıl olsa evde hazır var deyip, zırt pırt kullanmamanız, insan buharlaşıverir maazallah.
button
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2005
Migros, 25 Mart’tan bu yana kasasız alışveriş uygulaması deniyor. Sistem şimdilik sadece İstanbul Ataşehir ve İzmir 3M Balçova’da var.Yakında İstanbul Bahçeşehir ve Ankara mağazalarında da devreye girecek. Kasasız alışveriş, benim ‘akıllı araba’ dediğim, bilgisayarlı alışveriş arabaları sayesinde yapılıyor. Sepete attığınız ürünlerin barkodunu araba okuyor, böylece kasada sıra beklenmiyor. Gizli Cadı olarak iki gün önce Ataşehir Migros’a gittim. Kimseye çaktırmadan kasasız alışveriş yapacağım. Gazeteci olarak önceden haber verip gidince, aksayan yönleri rahatça gözleyemiyorsunuz. Çünkü mutlaka yanınıza size yardımcı olacak bir görevli veriyorlar. Mağazaya girer girmez test sürüşü yapmak üzere arabaların durduğu köşeye gittim. Otomobil kullanmayı bilmiyor olabilirim ama alışveriş arabası ile en dar koridorlardan bile geçebilir, geri geri gidebilir, kalabalık alanlarda rahatça manevra yapabilirim. Alışveriş arabalarının tek tek hepsine baktım, hiçbiri gözüme akıllı gibi görünmedi. Hepsi son derece sıradan alışveriş arabalarıydı. Ben de akıllı bir tane istemek için danışmadaki kızın yanına gittim. Hemen ‘Size de mektup geldi mi?’ diye sordu. ‘Ne mektubu?’ ‘Migros Club üyesi müşterilerimize gönderdiğimiz mektup’. ‘Yooo’. ‘Üzgünüm o zaman deneyemezsiniz’. Mecburen ‘nüfuzumu’ kullanmak zorunda kaldım ve Migros merkez ofisi aradım. Tabii gizlilik mizlilik kalmadı. Hemen yanıma gelip, arabayı ve sistemi nasıl kullanacağımı anlattılar ve sağolsunlar ille de yanınızda duralım diye tutturmadılar. Meğer Migros kartı olup, yüksek harcama yapan toplam bin müşteriye (Yarısı İstanbul, yarısı İzmir’den) mektup gönderilmiş ve gelip arabaları denemeleri istenmiş. Şimdilik kartı olmayan ve davet mektubu almayanlar kasasız alışveriş yapamıyormuş. Ama ben size alışverişin nasıl yapıldığını anlatayım, neticede yarın öbür gün herkes kullanacak:Mağazaya girince doğruca danışmaya gidiyor ve Migros kartınızı uzatıyorsunuz. Kart karşılığında size alışveriş arabasına takılmak üzere bir ekran veriyorlar. Ayrıca önlerindeki bilgisayara da sizinle ilgili bilgiler giriliyor. Korkmayın, annenizin kızlık soyadını filan sormuyorlar. Adınız, soyadınız ve kart numaranız yeterli. Ekranın üzerinde bazı komutlar bulunuyor. ‘Alışverişe başla’ yazısına parmağınızı dokundurunca ekran değişiveriyor. Artık sepeti doldurmaya başlayabilirsiniz. Hani kasada aldığınız ürünün barkodunu okuyan ve bipleyen bir alet var ya, ekranın sol kenarında da böyle bir bölüm var. Raftan aldığınız ürünü ekranın soluna 10 cm. yaklaştırınca devreye giriyor. Barkodu okutunca ekranda ürünle ilgili bilgiler görünüyor. İsterseniz sadece fiyatına ve kampanya kapsamında olup olmadığına bakıp rafa geri koyabilirsiniz. Almak isterseniz ‘Sepete Ekle’ komutuna basıyorsunuz. Aynı üründen dört beş tane alacaksanız, hepsini tek tek okutmanız gerekmiyor, ekrana kaç tane olduğunu yazarsanız, toplamayı kendisi yapıyor. Sepete attığınız bir şeyi almaktan vazgeçerseniz, ‘Geri Dön’ komutu verip, o ürünü iptal edebilirsiniz. Sebze-meyve reyonundan aldıklarınızı kendiniz tartmalı ve üzerine etiket yapıştırmalısınız. Yoksa arabaya okutamazsınız. Ama çok zor değil, satılan tüm sebze meyvelerin resmi ve ismi tartının üzerinde var. Poşeti tartıya bırakıp, ürünün resmine basıyorsunuz, etiket kendiliğinden çıkıyor.Ben fesat bir insan olduğumdan, acaba raflara fazla yaklaşırsam elimi bile sürmediğim bir ürünü bu alet kendiliğinden okuyup, istemediğim halde sepete ekler mi diye merak ettim. Yapmadığım maymunluk kalmadı ama korkmayın, kırmızı çizgi asla raftaki ürünün barkodu ile aynı hizaya gelmediğinden, inisiyatif dışı bir durum söz konusu olmuyor. Bu akıllı arabalar ile alışveriş yapmak bana çok eğlenceli geldi. İnsan barkodu okutmayı becerince kendini dünyanın en becerikli ve zeki insanı gibi filan hissediyor. Tabii eminim bir iki seferden sonra geçer. Bir de galiba reyon görevlileri, akıllı araba kullanan müşterilere daha nazik davranıyor. Almak istediğim iki şeyin barkodunu alet okumadı, resmen seferber oldular. Bir kere de başka bir görevliye arabayla ben çarptım, adamcağız 80 kere özür diledi. Alacaklarınız bitince ‘Alışverişi Bitir’ komutuna basıyorsunuz ve danışmaya geri dönüp, ekranı görevliye teslim ediyorsunuz. Kasasız alışveriş ödemeleri şimdilik danışmalara yapılıyor. İleride özel bir kasa açacaklarmış. Kasadaki görevli hızla ekrandaki liste ile sepetinizdekilerin birbirini tutup tutmadığına bakıyor, siz ödemeyi yapıyorsunuz ve çıkıyorsunuz. Klasik yöntemden çok daha hızlı ama yine de kasaya uğranıyor tabii. Bana sorarsanız en iyi tarafı almasanız bile her şeyin fiyatını öğrenebiliyor ve toplamda ne kadar alışveriş yaptığınızı görüyor olmanız. Kasada sürprizle karşılaşmak yok. Eminim haftasonu kasa önüne 20 araba birden yığıldığında da çok işe yarayacaktır.
button
Yazının Devamını Oku 1 Nisan 2005
Daha önce Paco Underhill’den birkaç kez bahsetmiştim. Müşteri davranışları konusunda uzman olan Underhill’e alışveriş sosyoloğu da deniyor. Yirmi yıldır insanların alışveriş alışkanlıklarını inceliyor. Underhill’in Alışveriş Merkezleri Nereye Kadar adlı kitabı Türkçe’ye çevrildi. Soysal Yayıncılık’tan çıkan kitap, ABD merkezli olmak üzere dünyanın pek çok yerindeki alışveriş merkezini inceliyor.
Bugün bildiğimiz anlamda alışveriş merkezi denen şey, Amerikalıların icadı. Bizde bu merkezlerin pek çoğu şehrin göbeğinde yer alır, ancak Amerika’da insanların kenti bırakıp, banliyölere taşınması ile ortaya çıkmış. Kısa zamanda da alışveriş olanağı sağlamanın çok ötesine geçip, kamusal alanların en önemlilerinden biri haline gelmiş. Öyle ki, bir dönem alışveriş merkezlerinde protesto gösterileri düzenlenip düzenlenemeyeceği bile tartışılmış.
Kitapta 24 konu başlığı var. Bu başlıklar altında erkeklerin alışveriş alışkanlıklarından tutun da, kadınların vitrin bakarken hangi tempoda yürüdüğüne değin pek çok tespit bulmak mümkün. Kendinize dair pek çok ipucu bulabilirsiniz.
Yazar, final bölümünde alışveriş merkezlerinin altın çağının sona erdiğini öne sürüyor. Artık hiçbir zaman eskisi kadar parlak, çekici ve güzel görünmeyecekler gözümüze diyor.
Bu tespit ABD için geçerli olabilir. Orada alışveriş merkezleri, Türkiye’dekinin en az iki katı bir geçmişe sahip. Bizde ilk ortaya çıkışları yaklaşık 15 yıl önce olmuştu. Ataköy Galleria açıldığında yaşanan heyecanı hálá hatırlıyorum. Gelecekte bizim için de eski cazibeleri kalmayabilir ama şu an için ‘tarih oldular’ demek imkansız. Ama zaten hiçbir zaman alışverişin en önemli mecrası da olmamışlardı. Çünkü bizim Amerika’ya göre çok daha sağlam bir çarşı-pazar geleneğimiz var.
Kitabın her sayfası ilgi çekici verilerle dolu. Birkaç tanesini buraya aldım:
Müşteri mağazaya girdikten sonra, satış elemanının ilk 30 saniye içinde kendisine yaklaşması halinde korkup mağazadan kaçacağı kanıtlanmış gerçek.
Kozmetik ürünleri kolay kolay indirime girmiyor. Çünkü kadınlar ucuz ürünün yeterince kaliteli olmadığını düşünüyor. Firmalar bu yüzden indirim yerine hediye uygulamasını tercih ediyor.
Kadınlar sevgili ve kocalarının beden numarasını biliyor ama erkekler kendilerininkini bile bilmiyor.
Büyük mağazalarda parfümeri bölümünün kapıya en yakın noktada durmasının sebebi tarihsel. Otomobil olmadığı dönemlerde at pisliğinin kokusunu bastırmak için parfümler kapıya yakın konurmuş.
Bir insanın alışveriş merkezinde geçirdiği zaman ile orada harcadığı para doğru orantılı.
Kitaptaki 12. bölümün adı ‘Eller Serbest’. Alışveriş merkezine eli kolu dolu gelen birinin çok daha az alışveriş yapacağını anlatıyor uzun uzun. Hani ben haftalardır, kapı girişlerine kilitli dolap koyun diyorum ya, artık arkamda Paco Underhill desteği de var. Beni dinlemiyorsanız, onu dinleyin bari.
Amerika’daki bazı merkezlerde kilitli vestiyer dolaplar varmış, ancak 11 Eylül’den sonra güvenlik gerekçesiyle kaldırılmış. Yazarın bunların yerine önerisi ise, mağazaların hepsinde kullanılabilecek, şık alışveriş arabaları. Eh, bu da fena fikir değil.
Yazının Devamını Oku 25 Mart 2005
İtiraf edeyim daha yeni haberim oldu, meğer kredi kartıyla bahşiş de ödenebiliyormuş. Düşündüm, kaç zamandır restoranlarda, barlarda, kafelerde boşuna ıstırap çekiyormuşum. Uçuş mili kazandıran bir kredi kartım var ve mümkün olduğunca tüm ödemelerimi kredi kartıyla yapıyorum. Bana kalsa ekmeği bile kredi kartıyla alıp, milime mil katacağım. Miller birikip de bedava uçabileceğim miktara gelince, nedense kendimi daha bir özgür hissediyorum. Diyorum ki, ‘İstesem şimdi atlar uçağa, oraya giderim, buraya giderim. Bilet parasını düşünmek zorunda değilim.’ Sanki gittiğim yerde bedava kalacağım. Bakın şimdi aklıma geldi, otelde konaklama kazandıran kredi kartı da olsa keşke!
Ben bütün ödemeleri kredi kartıyla yapıyorum ya, cüzdanımdaki paranın bittiğini bazen fark etmiyorum. Ya da fark ediyorum da, nasıl olsa kredi kartım var diyorum. Bu gibi durumlarda bir restorana ya da kafeye gittiğimde aklım başıma geliyor tabii. İyi güzel, kredi kartıyla hesabı ödedin de bahşiş ne olacak?
En son Zencefil’de başıma geldi. Ben oraya her hafta giderim üstelik. Bozuk para cüzdanımdakileri masaya döktüm, imkanı yok hesabın yüzde 10’u kadar etmiyor. Bu kadar komik bir meblağ bırakacağına hiç bırakma daha iyi, garsonla dalga geçer gibi. Aksi gibi garsonların çoğu sık sık gittiğimden yüzümü tanıyor. Allahım nasıl utandım çıkarken anlatamam. Yabancı bir yer olsa, o kadar aldırmayacağım. Bir daha beni nerede görecekler?
Şimdi öğreniyorum ki, kredi kartıyla bahşiş ödenebiliyormuş. Dışbank ve Garanti Bankası’nın böyle bir uygulaması var. Dışbank üç sene evvel başlamış.
Diyelim, bir restorana gittiniz... Hesap geldi, kredi kartıyla ödediniz. Hani imzalayın diye size bir slip getiriyorlar. Kredi kartı Dışbank veya Garanti’nin POS makinesinden geçerse, slipin üzerinde bahşiş alanı oluyor. Siz bu alana ne kadar bahşiş bırakacağınızı yazıyorsunuz. İşyeri de yazılan bu bahşiş bedelini POS terminali üzerinden satış olarak giriyor.
Bahşiş ödemesi yapılan her işletme bu uygulamayı kullanabiliyor. İşletmenin Dışbank veya Garanti POS terminali olması ve şubesine bu özelliği istediğini belirtmesi hizmetten yararlanması için yeterli.
Dışbank POS’larıyla bahşiş ödeme uygulaması 2715 restoran, kafe ve barda kullanılıyormuş. Maalesef elimde Garanti’nin rakamları yok. Ama dert etmeyin, kredi kartıyla bahşiş ödemek için ille de bu iki bankanın kredi kartını kullanıyor olmanız gerekmiyor. Herhangi bir kredi kartını kullanabilirsiniz. Yeter ki, POS makineleri bu iki bankaya ait olsun.
Düşündüm de, bu uygulama benim en çok kuaförlerde işime yarayacak. Çok utanırım çünkü elimde bahşişle, kuaförün peşinde koşturmaktan. Parayı arka cebine mi sıkıştıracağım, gömlek cebine mi sokacağım, eline mi tutuşturacağım... Elim ayağım dolanıyor hep. Bazı kadınlara çok özeniyorum, ne kadar rahatlıkla yapıyorlar bu işi. Ama bu sistemle dert değil, son derece teknik bir biçimde mesele hallolur biter. Oh ya...
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2005
Giderken çok söylendim, ‘Ne işim var bu havada benim Kağıthane’de’ diye. Deli gibi yağmur yağıyordu ve Kağıthane, Çarşamba kadar olmasa da selleriyle ünlü bir ilçemizdir. İlk defa gittiğimden yol iz de bilmiyorum. Beşiktaş’tan taksiye bindim. Adama yolu nasıl tarif edeceğim hakkında hiçbir fikrim yok. ‘Kağıthane’ye gidelim’ der demez, taksici bana şöyle bir bakıp, ‘Outletlerin oraya mı abla?’ dedi de rahatladım. Beşiktaş-Kağıthane arası yedi lira tuttu. Ama Seyrantepe-Kağıthane minibüsleriyle de gidilebiliyor.
Ayazma Yolu üzerinde, yan yana beş tane indirim mağazası var. Vekem, Hotiç, Depo, Koton ve Fusion.
Vekem, hem kendi markasının, hem de Calvin Klein, Guess, Esprit, Marlboro, Brooksfield gibi yabancı markaların seri sonu ürünlerini satıyor. Her şey zaten çok ucuz, bir de Calvin Klein ve Guess ürünlerine kasada yüzde 25 indirim yapıyorlar. Ben 12 ve 27 liraya iki Calvin Klein bermuda pantolon, 19 liraya Vekem kazak aldım. 19 liraya güneş gözlükleri, 29 liraya anoraklar vardı. Erkek reyonunda 10 liraya pantolon gördüm. Tek sorun her bedeni rahatça bulamıyorsunuz.
Hotiç, defolu ve seri sonu ürünler satıyor. Şu anda mağazalardan toplanan tüm kışlık ayakkabılar bu mağazaya geliyor. Defolu ayakkabı ve çizmeler 59 liraydı. Bazılarının defosu nerede anlaşılmıyor bile.
Hemen yanındaki Depo’dan ucuza penye ve kazaklar alabilirsiniz. Özellikle çocuklar için çok çeşit var. Üç lira reyonunda etek, şort, sweatshirt ve bluzlar vardı. Çocuk montları da piyasanın çok altında fiyatlarla satılıyor.
Depo’dan sonra sıra Koton’a geldi. Koton’un fabrika mağazası burada. Yolu kaybederseniz, Koton fabrikasının yerini sorun, herkes gösterir. Koton’da hem seri sonu ürünler, hem de sezon ürünleri satılıyor. Seri sonu ürünlerin ucuz olması normal. 29 liraya ceketler, 10 liraya kravatlar, 19 liraya kazaklar var. Fakat burada sezon ürünleri de yüzde 50 indirimle satılıyor. Gözlerime inanamayınca satış görevlisi kıza üç kere sordum, sonunda beni azarlamak suretiyle susturmak zorunda kaldı. Yeni sezondan merserize bir kazak aldım. Normalde 50 liraydı, 25 lira ödedim.
Fusion’da trikolarıyla ünlü Stamina, Loft, Colin’s, Kappa ve Volkano gibi markaları bulabilirsiniz. Bir de Füzyon Tekstil’in kendi ürünleri var tabii. 19 liraya kadın ceketi gördüm.
Alışveriş yazıları yazıyorum ama alışveriş delisi olduğumu söyleyemem, soyunma kabinlerine girmekten nefret ederim, uzun uzun bakınmaktan hoşlanmam. Ama üç saat nasıl geçti ben bile anlamadım. Her şey o kadar ucuz ki, bakmadan edemiyorsunuz.
Çevremdekilere o kadar ballandırarak anlatmışım ki, ertesi gün ve sonraki gün bir daha gitmek zorunda kaldım. Her iki seferde de kaybolduk. Sonunda öğrendim, en kolay Çağlayan’dan aşağı inince ulaşıyorsunuz. Neyse, baktım her gittiğimde yeni ürünler gelmişti.
Arkamda kitle var kilitli dolap işini iyi düşünün
İki hafta önce yazmıştım, özellikle bu mevsimde, üzerimizde kat kat giysiler, paltolar, elimizde şemsiyeler, çantalar varken alışveriş merkezi gezmek zor oluyor, girişlere kilitli dolaplar koysanız ne iyi olur diye. Eli kolu doluyken insanın ne vitrin bakası, ne kıyafet seçesi geliyor. Soyunma kabinleri insana kabir azabı çektiriyor. Zaten çoğunda askı sayısı yetersiz, elinizdeki astınız mı deneyeceklerinize yer kalmıyor. Oysa kapılara yakın yerlerde kilitli dolaplar olsa, her şeyi içine atıp, yanımıza sadece cüzdanlarımızı alsak, güle oynaya dolaşsak...
Yazı üzerine onlarca e-posta geldi, aklın yolu bir tabii. Mektup yazan herkes, alışveriş merkezi girişlerine konacak kilitli dolapların hayatı ne kadar kolaylaştırabileceğini yazmış. Hatta birkaç kişi, sırf böyle bir uygulamadan yararlanmak için müdavimi olduğu alışveriş merkezini değiştireceğini bile söylüyor. Alışveriş merkezi idarecilerine sesleniyorum... Bakın ne diyorlar, duyuyor musunuz?
Boyner mağazalarından da bir posta geldi. Kısa bir süre önce yenilenen Maslak Boyner mağazasında, müşterilere özel kilitli dolap sistemini devreye sokmuşlar, haberiniz olsun.
Yazının Devamını Oku