Banu Tuna

36-38 beden giysilerin indirimde nereye kaybolduğu anlaşıldı

26 Ağustos 2005
İndirim sezonunun sonuna geldik ama başında da durum pek farklı değildi zaten: İndirimde küçük beden giysi bulunamıyor. Birkaç gün önce Marks&Spencer’da bir hırka beğendim, raftaki en küçük beden 20 (İngiliz sistemi) idi. Ben 8 beden giyiyorum, hesap edin artık. Kazara askıda bir tane 36 veya 38 beden görürseniz hemen sevinmeyin. Muhtemelen içine girmeye çalışan bir 40 beden tarafından yan dikişleri patlatıldığından veya fermuarı bozulduğundan orada kalmıştır. Ya da indirimin en ateşli günlerindeki itiş kakış sırasında yere düşmüş, üzerinden 20-30 kişi geçmiş ve her yanı lekelenmiştir. Tabii bir de sahne makyajı yaptıktan sonra alışverişe çıkanlar var. Bu kişiler en açık renk ve dar yakalı üstleri denerler ve yüzlerindeki makyajın bir kopyası da giysiye çıkar. Buradan mağaza yöneticilerine sesleniyorum. Lütfen tüm soyunma kabinlere birer küçük eşarp koyunuz da, fondöten ve rimel lekelerinin önüne geçiniz.

Buraya kadar, indirim döneminde doğal seleksiyon ile ortadan kaybolan küçük beden giysilerden bahsettim. Fakat bir de açıklanamaz biçimde ortadan kaybolanlar var. Mağaza o sabah indirime girmiş, gidip bakıyorsunuz küçük bedenler tükenmiş bile. Sanırsınız buhar olup uçmuşlar. Ancak bu durumun da sırrına vakıf oldum sevgili okurlar.

Sık sık aynı yerlerden, hatırı sayılır miktarda alışveriş yapan insanlar var. Müdavimi oldukları mağazanın ne zaman indirime gireceğini önceden kestirebiliyorlar. İşte bu kişiler indirimden birkaç gün önce mağazaya gidip beğendikleri parçaları indirimde satın almak üzere ayırtıyorlarmış. Mağazanın indirime girdiği günün sabahı da önceden hazırlanmış poşetlerini alıp çıkıyorlarmış.

Firmalarla konuşunca böyle bir uygulamaları olmadığını, münferit durumların da önüne geçmeye çalıştıklarını söylüyorlar ama böyle bir uygulama aslında var. Fakat bunun için bir mağazanın devamlı müşterisi olmanız, hatta iş bitirici bir satış görevlisiyle de samimiyet kurmanız gerekiyor. Öyle kapıdan girip de, karşınıza çıkan ilk kişiye ‘Duydum ki iki gün sonra indirim varmış, bana şuradan iki pantolon, beş tişört ayırın ben indirime girince gelip alırım’ demekle olmuyor.

Önümüzdeki indirim sezonu için şimdiden çalışmaya başlayın isterseniz.

240 bin dolar çalan kadın alışverişkoliğim dedi kurtuldu

Olay ABD’nin Şikago kentinde geçiyor. Andersen Danışmanlık şirketinde çalışan 51 yaşındaki Elizabeth Roach, üç yıllık bir zaman zarfında işyerinden 240 bin doların üzerinde parayı kendi hesabına geçirdi. İşlediği suç ortaya çıkınca, mahkemede hakime ‘Ben alışveriş bağımlısıyım, tedavi olmam lazım’ dedi ve hapse girmekten kurtuldu.

Roach, Andersen Danışmanlık’ın ortaklarından biriydi ve yılda 150 bin dolar maaşla çalışıyordu. Ancak kredi kartlarının toplam borcu yüz binlerce doları bulmuştu. O da, alışveriş faturalarını kocasından sakladı ve şirketin hesabından kendi hesabına para aktarmaya başladı. Üç yıl sonunda hesabına aktardığı paranın miktarı 241 bin 61 doları bulmuştu.

Yaptıkları ortaya çıkınca, mahkemede kendini ‘Alışveriş bağımlısıyım, kendime engel olamıyorum’ diye savundu. Bölge yargıcı, Roach’u beş yıl göz hapsine mahkûm etti. Böylece kronik depresyon ve saplantılı alışveriş sorunlarıyla baş etmek üzere psikiyatrik tedavisine devam edebilecekti. Roach şimdi alışveriş bağımlılığından kurtulmaya çalışıyor.
Yazının Devamını Oku

Pasaj Markiz yanlış seçimlerin kurbanı oldu

19 Ağustos 2005
Bu aralar hiç Pasaj Markiz’e uğradınız mı? Başından beri kafeleri dışında pek de büyük kalabalıkları ağırlayamayan mekan şimdi tamamen ıssız. Terk edilmiş bir kasabayı andırıyor. Che Cigar, Mont Blanc, Sedef Gür ve Kafe Biriki tüm o şaşaadan geriye kalan dört adres. Tabii bir de pasaja adını veren Markiz Pastanesi’ni unutmamak lazım.

Eskinin Aynalı Şark Pasajı, Passage Markiz adıyla Aralık 2003’te hizmete girmişti. Açılışta pasajın iki katında toplam 10 mağaza, pastaneyle birlikte üç de yeme-içme, eğlence mekanı vardı. Mağaza sahiplerinin hepsi yaptıkları konuşmalarda, Markiz ile Beyoğlu’na sınıf atlatacaklarını, Etiler veya Nişantaşı’ndan A sınıfı müşteriyi getireceklerini, varlıklı, üstün tabakadan insanlara hitap ettiklerini, pasaj sayesinde Beyoğlu’na çıkmaktan artık kimsenin korkmayacağını söylemişlerdi.

Bu belki de yapılan ilk hata oldu.

Öncelikle ‘A sınıfı’ veya ‘üstün tabakadan’ olmayan insanlar burada yerlerinin olmadığını düşündüler. Pasaj, potansiyel müşterisi ile arasına mesafe koymuş, çok küçük bir gruba hitap ettiğini kendi ilan etmişti. Kapıda duran güvenlik görevlileri de işi kolaylaştırmıyordu. Ardında güvenlik görevlilerinin beklediği ve hep kapalı duran kapılar, içerisini merak edenler için cesaret kırıcıydı.

İkincisi, ‘Beyoğlu’na sınıf atlatacaklarını’ iddia ederken hayatını zaten bu bölgede geçiren insanların onların müşterisi olamayacağını söylüyorlardı. Oysa pasaj açılmadan çok önce Beyoğlu değişmeye başlamıştı. Çok yakınındaki Cihangir’de yaşamak için belirli bir gelir düzeyine sahip olmak gerekiyordu, Asmalımescit bugünkü popülaritesine doğru hızla ilerlemekteydi ve Galata İstanbul’un Soho’su ilan edilmişti. Fransız Sokağı’nın açılması için çalışmalar hızlandırılmıştı.

*

Bugün Markiz dışında, saydığım bu mekanların hepsine Etiler ve Nişantaşı’ndan insanlar geliyor. Bu mekanların hepsinde her gün alışveriş yapıyor, yemek yiyor, kısacası para harcıyorlar. Ama kendilerini açık açık davet eden Pasaj Markiz bu trafikten payını alamadı.

Bana göre bunun en önemli sebeplerinden biri pasajın içinde yer alan mağazaların seçimi. Çünkü eğlence mekanları iyi kötü müşteri çekmeyi başardı. Ama mağazalar başından beri hep boş. Peki hangi mağazalar bunlar? A-46, Aydın Saat, L’Occitane, Ravelli Gömlek, Mont Blanc, Karmen Bijuteri, Vario Deri, Che Cigar, Dunlop ve Ivy Oxford. Sonra listeye Stefanel, Taboo, Demirel ve Koziol gibi başka mağazalar da eklendi. Neredeyse hepsi bugün pek çok alışveriş merkezinde rastlayabileceğiniz isimler.

Mağaza seçimi yanlıştı, çünkü Beyoğlu’na gelmesini istedikleri insanların oturduğu semtlerde bu markaların zaten mağazaları bulunuyordu. Üstelik yer sıkıntısından dolayı herkese küçücük alanlar ayrılmıştı, sergilenebilen ürün sayısı kısıtlıydı. Akmerkez veya Nişantaşı’ndaki mağazalarından alışveriş yapmak varken buradaki ‘model’ mağazalara gelmenin bir anlamı yoktu.

*

Ayrıca mağazalar seçilirken Beyoğlu’nun mevcut dokusu da göz önüne alınmamıştı. Pasajda tek bir kitapçı, müzik veya hobi mağazası, gazete-dergi satan bir köşe veya ne bileyim bir antikacı yoktu. Mekan tasarımının havaalanlarındaki free shop’ları andırması da cabası. Öyle seçimler yapılmalıydı ki, gelende tiryakilik yaratsın, satılan ürünler başka hiçbir yerde bulunmasın.

Gelmesini istedikleri insanlar geldiler, baktılar ve gittiler. Yönetim, aksaklıkları zamanında göremedi veya gördüyse de önlem almadı, taktik değiştirmedi.

Bugün geriye kalan birkaç mağazada çalışanlar, tek tük ziyaretçinin ‘Nedir buranın hali böyle’ sorularını yanıtlamakla uğraşıyor. Artık kapıda güvenlik yok, asma kat karanlığa gömülmüş, müşteri gelmeyeceğini bilen çalışanlar mağazaların önüne sandalye atmış, gazete okuyor.

Bir de söylenti var ortada, tüm mağazalar gittikten sonra Pasaj Markiz butik otel olacakmış. Pasaj Markiz’i işleten Aksoy Holding, pasajdaki kiracılara git demediklerini ama yeni bir formül üzerinde çalıştıklarını söylemekle yetindiler.
Yazının Devamını Oku

Amatörler için evlilik

12 Ağustos 2005
ABD ve İngiltere’de 1991 yılından beri yayınlanan bir kitap serisi var: For Dummies (Aptallar İçin). 80’li yılların sonunda hızla gelişmeye başlayan bilgisayar teknolojisinden anlamayanlar için rehber olsun diye yaratılmış bir seri.Aptallar İçin Bilgisayar, Aptallar İçin İnternet, Aptallar İçin Google’da Arama Yapmak gibi isimler taşıyan bu kitaplar bugüne kadar satış rekorları kırdı, pek çok dile çevrildi. Aptallar İçin serisi Türkçe’ye de çevrildi. Ancak Türk okuyucusuna aptal dememek için adını Amatörler İçin olarak değiştirdiler. Kitaplar ilk çıktığında bu durum ABD’de de mesele olmuştu ama sonunda kitabevleri isim değişikliği yapılmadan seriyi satmaya ikna edilmişti. Dün elime geçen bir kitap işte bu Amatör-Aptallar serisini aklıma getirdi. Kitabın adı Modern Gelin aslında. Evlilik hazırlığı yapanlara yardımcı olmaya çalışan ve aynı adı taşıyan internet sitesindeki bilgiler derlenerek hazırlanmış. Yazarı Meltem Öksüm. İçinde düğün tarihi, yeri, yüzük, pasta, davetiye ve şeker gibi unsurların seçiminden damat tıraşına ve gelin makyajına kadar pek çok başlık var. Evinizin eksik listesini bile koymuşlar. Kitabın kapağına bakınca hani şu ilkokul yıllarında sınıf arkadaşlarımızın burnuna soktuğumuz anı defterlerini hatırladım. ‘Bana kalbin kadar temiz bu sayfayı ayırdığın için sana teşekkür ederim’ klişesiyle başlayan cümlelerle doldurduğumuz defterleri. Bu hissiyat ilk birkaç sayfa boyunca da devam etti. Çünkü karşınıza sırasıyla evlenme teklifi, söz ve isteme, nişan, kına gecesi, bekarlığa veda partisi ile düğün anılarının yazılması gereken sayfalar çıkıyor. Anket üslubunda düzenlenen bu sayfalarda, düğünde kimin ne taktığını bile yazmanız isteniyor. Birkaç yıl sonra düğüne katılan bir davetlinin düğününe gittiğinizde ‘acaba ne takmıştı, altta kalmak da olmaz’ tarzı streslerden bu sayede kurtuluyormuşsunuz. Peki kitaba bakınca benim aklıma niye For Dummies serisi geldi? Eserin Balayı ana başlığı altında düzenlenen bölümünün 86’ıncı sayfasında yer alan bir maddeyi okudum da ondan: ‘Balayına çıkarken çift yataklı bir oda ayırtmayı unutmayın.’ Evet etraftan duyuyorum, evlilik hazırlıkları insanı serseme çeviriyor filan ama bu kadar mı yani. Farkettinizse başlıkta Aptallar İçin Evlilik demeye ben de cesaret edemedim. Unutmadan, satın almak isteyenler için söyleyeyim, Alfa Yayınları’ndan çıkan kitabın fiyatı 22 lira.
Yazının Devamını Oku

İnternetten alışveriş artık daha güvenli

5 Ağustos 2005
İnternet üzerinden alışveriş hem büyük bir kolaylık ve konfor sağlıyor, hem de kredi kartı bilgilerini vermek gerektiğinden kullanıcılarda huzursuzluk yaratıyor. Güvensizlik sadece bize özgü bir durum değil. BBC haber servisinin yayınladığı bir araştırmaya göre İngiltere’deki internet kullanıcılarının 10’da dokuzu internet alışverişinde kredi kartı bilgilerini vermekten rahatsız. Visa’nın Avrupa genelinde yaptırdığı bir başka araştırmaya göre de kullanıcıların sadece yüzde 5’i elektronik ticarete güven duyuyor.

ABD’de FBI ile ortaklaşa faaliyet gösteren bir İnternet Suçları Şikayet Merkezi var. 2004 raporuna göre, gelen şikayet oranında bir önceki yıla nazaran yüzde 66.6’lık artış var. Şikayetlerin yüzde 5.4’ü kredi kartı kullanımından doğan sorunlarla ilgili. Aynı rapor, erkeklerin internette kadınlara oranla daha fazla maddi kayba uğradığını ortaya koyuyor.

Türkiye hakkında bu kadar detaylı rakamlara ve araştırma sonuçlarına ulaşmak şimdilik mümkün değil. Ancak yeni uygulamaya konan bir sistem sayesinde, internetten alışveriş yaparken gönlümüz daha rahat olacak.

Visa ve Mastercard, internet üzerinden satış yapan sitelere yeni güvenlik standartları getirdi. Artık tüm bu siteler, Visa ve Mastercard’ın yetkili kıldığı güvenlik firmalarına denetim yaptırmak zorunda. Söz konusu standartlara uymayan sitelerle çalışan bankalar, Visa ve Mastercard’a ceza ödemek zorunda kalacaklar.

Bu yeni sistem mevcut güvenlik önlemlerine ek bir güvenlik formülü getirmiyor aslında. Ancak şimdiye kadar internet sitelerinin iyi niyetine bırakılan güvenlik önlemlerinin doğru işleyip işlemediğini denetleme zorunluluğu getiriyor.

Yeni güvenlik standartlarını ilk uygulamaya başlayan e-ticaret sitelerinden biri Hepsiburada.com. Genel Müdürü Oğuz İşiten, kendilerinin yılda dört kez denetleneceğini anlatıyor. Türkiye’de de temsilciliği bulunan Qualys adlı bir güvenlik firması ile anlaşmışlar. Şirket dışarıdan sistemlerine girerek, özel bir denetleme yazılımı sayesinde güvenliklerinde bir delik olup olmadığını saptayacak. Denetlemeyi geçen sitelere sertifika verilecek.

Oğuz İşiten ile kısa bir sohbet yaptık.

Sizden kredi kartıyla alışveriş yapanlara nasıl bir güvenlik garanti ediyorsunuz?

-
Önemli olan müşteri bilgilerinin gizli kalması. Bizde sadece bir kişinin kart numarasını görme yetkisi var. O da son üç rakamını göremez, şifreyi göremez. Bilgisayarda yaptığı her hareket kayda geçer. Herhangi bir kötü niyet söz konusu olsa bile, bunu kimin yaptığını hemen tespit edebiliriz. Bir de dışarıdan gelebilecek saldırılar var. Buna karşıda firewall denilen bir program kullanıyoruz. Daha pek çok güvenlik önlemi var. Şimdi bu yeni standart sayesinde bizim bütün bu önlemleri doğru işletip işletmediğimiz düzenli olarak denetlenmiş olacak. Denetleme sonuçları rapor halinde bankalara gönderilecek.

Türkiye’de e-ticarette güvenlik zaafları nedeniyle uğranılan zararın boyutu nedir?

- Türkiye’de çok az, münferit olaylar var. Genelde dolandırıcılık müşteriye değil, mağazalara yönelik. Yani aslında dolandırılan biz oluyoruz. Mevcut yasa ve yönetmelikler tamamen müşterinin lehine, aslında olması gereken de bu, sektörün büyümesi gerekiyor.

Sizden alışveriş yapanların ne kadarı kredi kartı, ne kadarı havale yöntemi kullanıyor?

- Müşterilerimizin yüzde 85 i kredi kartı ile ödeme yapmayı tercih ediyor. Bunun en büyük sebebi peşin fiyatına taksitli kampanyalardan yararlanmak.

Türkiye’de internet üzerinden alışveriş ne kadar yaygın?

- Biz 1998 senesinden beri online alışveriş sektöründeyiz, her sene ortalama yüzde 100 büyüdüğünü söyleyebilirim. 2004 ciromuz 23.4 milyon USD iken, bu seneki bütçemiz 40 milyon USD. Telekom’un ADSL’yi yaygınlaştırmasıyla, bilgisayar kullanımının artması ile giderek büyüyen bir pazar bekliyoruz. Alışveriş yapan üyelerin yüzde 38.71 gibi büyük bir oranı büyük şehirlerin dışından geliyor. İstanbul yüzde 38.73, Ankara yüzde 10.18, İzmir yüzde 6.87, Bursa yüzde 3.12, Antalya yüzde 2.95 gibi bir paya sahip.

Hepsiburada.com en çok hangi ürünleri satıyor. İnsanlar en çok hangi alışverişlerini internet üzerinden yapmayı tercih ediyor?

- Uzun zaman elektronik ürünler ağırlıklı paya sahipti. En çok satılan ürünler bilgisayar ve bilgisayar malzemeleri, cep telefonu, ev elektroniği, spor malzemeleri kategorisindeki ürünler. Ancak iyi bir alışveriş deneyimi yaşamış olan müşteriler giderek tüm mağazaları kullanmaya başlıyor. Sağlık & güzellik, spor ürünleri, petshop, hırdavat gibi mağazalarımızın satışları giderek artıyor.
Yazının Devamını Oku

Poşet için para istediler müşteri küstü

22 Temmuz 2005
Bizim mahallede başka bir market olmadığı için günlük alışverişimi sürekli Dia’dan yapıyorum. Marmara Bölgesi dışında yaşayanlar için açıklayayım; Dia, 1999’dan bu yana sadece Marmara Bölgesi’nde faaliyet gösteren, İspanyol menşeli bir marketler zinciri. Hani ‘discount market’ denen, ucuzluk marketlerinden.

İlk açıldığı günden bu yana nasıl değiştiğini ve işlediğini takip etme fırsatım oldu. Örneğin poşetleri (Türkiye’de hiç alışık olunmadığı halde) cüzi bir ücret karşılığında vermeleri çok hoşuma gitmişti. Uzun zamandır Avrupa’daki marketlerin neredeyse tamamında poşetler belirli bir ücrete tabi. Tamamen daha az naylon tüketilerek çevrenin korunmasına yönelik bir uygulama. Naylon doğada en zor yok olan maddelerden biri. Yanı sıra firmanın poşetler için yaptığı harcama ürün fiyatlarına yansıtılmamış oluyor. Her seferinde poşete para ödemek istemeyenler -ki bu da hatrı sayılır bir insan kalabalığı oluşturmaktadır- markete giderken yanlarına bez torba, file veya daha önceki alışverişlerinden kalma naylon poşetleri alıyor.

Bizde biliyorsunuz, naylon poşetler mühim bir maddi değer taşırmışçasına evlerde biriktirilir. Evde biriken onlarca poşete rağmen markete gidince yeniden ve yeniden poşet alınır. Bir seferinde, satın aldıkları tek poşete sığan bir kadının, (nasıl olsa bedava diye) bir tomar poşeti çantasına tıkıştırdığını görmüştüm. Sanırım, bu biriktirme alışkanlığı market poşetlerinin çöp torbası olarak kullanılmasından da kaynaklanıyor.

Dia’nın poşetleri ücret karşılığı verme uygulaması bize sökmedi. Çok uğraştılar, sonunda firmanın sekiz ülkede uyguladığı konsepti değiştirmek zorunda kaldılar. DiaSA Genel Müdürü Ömer Egesel ile bir telefon sohbeti yaptık. Bakın neler anlatıyor: ‘10 milyonluk alışveriş ettim, siz bir poşet için para istiyorsunuz diye çıkışanlar oldu. Defalarca anlatmaya çalıştık, sonunda yorulduk. İki boy beyaz poşeti ücretsiz vermeye başladık. Çoğunlukla da onlar gidiyor. Üzerinde firma logosu olan diğer poşetleri üretim fiyatına satıyoruz konsepti bozmamak için. Poşeti ille de satacağım dersen, müşteri küsüp gidiyor. Son bir buçuk senedir vazgeçtik.’

Dia’nın Türkiye’de duvara tosladığı bir diğer uygulaması da paketli satılan meyve sebze. Bizimkiler ille de dokunacağım, koklayacağım diye tutturunca vazgeçmişler. Sırf bu yüzden depolamadan yazar kasaya kadar çok büyük değişiklikler yapmak zorunda kalmışlar.

ESNAF İÇİN ERKEN AÇIYORLAR

Uzun uzun poşet anlattım ama ben aslında Ömer Bey’i büyüme politikalarıyla ilgili konuşmak için aramıştım. Çünkü bu aralar nereye gitsem karşıma bir Dia çıkıyor. ‘Her mahalleye bir Dia’ kampanyası başlatıldığından şüphelendim. İstanbul’un ticaret bölgeleri olan Karaköy, Sirkeci, Cağaloğlu’nda bile market açtılar. Bu bölgelerde konut yoktur, esnaf da iş yerini saat 18.00’de kapatır gider. Böyle bakınca market açmak hiç de akıl karı görünmüyor. Ha, bir de İstiklal Caddesi Turnacıbaşı Sokak’taki mağaza var ki, o da beni dumura uğratmıştır.

Dia’nın Marmara Bölgesi’ndeki (İstanbul, Tekirdağ, İzmit, Adapazarı, Yalova, Bursa ve Balıkesir) mağaza sayısı tam 300. Her sene 45-50 mağaza açmayı hedefliyorlar. Bu sene Temmuz itibariyle bu hedefin 16 mağaza önüne geçmişler.

Nerede mağaza açılacağına 16 kişilik geliştirme ekibi karar veriyor. Toplu taşıma araçlarıyla gidilebilen, müşterinin evinden yürüyerek ulaşacağı her yere mağaza açmaya çalışıyorlar. Nüfus da önemli tabii. Tüm Marmara Bölgesi’ni 5 dakika yürüme mesafesi çapında 600 daireye bölmüşler. Bu daha 300 mağaza açacakları anlamına geliyor.

Ömer Egesel, ticari noktalara açtıkları marketlerin Türkiye’de ilk olduğunu söylüyor: ‘Çalışanlar gün içinde ihtiyaçlarını karşılasın, eve giderken alışveriş yapıp gitsin diye açtık bu mağazaları. Bölgeye özel düzenleme de gerekiyor tabii. Örneğin gelen talep üzerine Karaköy mağazasını diğerlerinden daha erken, 07:30’da açıyoruz.’

BÜYÜKADA’DA İSTANBUL FİYATLARI

Dia geçen ay Büyükada’da da franchising yöntemi ile bir mağaza açtı. Böylece Adalar’daki ilk zincir market oldu. Şimdi yıllardır herşeyi şehirdekinin neredeyse iki katına almaktan bıkan herkes akın akın buradan alışveriş yapıyor. Çünkü fiyatlar İstanbul ile aynı. Üstelik kışın yazlıkçılar elini ayağını çekip, ada ıssızlaştığında da mağazayı kapatmayacaklar.
Yazının Devamını Oku

İstanbul Modern’de alışveriş

15 Temmuz 2005
Geçen hafta sonu nihayet İstanbul Modern’deki Fikret Mualla retrospektifini görmeye gidebildim. Sergi 31 Temmuz’a kadar devam ediyor ama ağustosa kadar uzatılacağı dedikoduları da var. Tamamını gezmem iki saate yakın zamanımı aldı, sonunda bacaklarıma kara sular indi. Gideyim müzenin kafesine, bir çay içeyim biraz dinleneyim dedim ama ne mümkün. İstanbul Modern’in kafesi fenomen olmuş. Bazıları müzedeki tek bir resme bakmadan doğruca kafeye gidip oturuyor. Müzenin giriş parası olan 5 lirayı da, kafenin giriş parası gibi filan ödüyorlar. Ben gittiğimde içerisi tıklım tıklım doluydu ve dokuz masa sıra bekliyordu. Baktım bir şeyler içmek mümkün değil, dükkanda oyalanmaya karar verdim.

Dükkandan bahsetmeden önce oldu olacak bir de tespit yapayım. İstanbul Modern, bir müzeden çok bir yaşam alanı. Müzelerin ziyaretçi alan, yaşayan mekanlar olabilmeleri için bu belki de artık bir koşul. Müze çok yeni olduğundan elinde çok geniş bir koleksiyon henüz yok. Şimdiye kadar daha ziyade sergileri ile dikkati çekti. Buna karşılık dükkanı, kafesi, kütüphanesi çok iyi planlanmış. İçeride daha çok kalmak, hiç çıkmamak istiyorsunuz.

Gelelim dükkanına... İddialı olsun diye söylemiyorum, gerçekten Türkiye’de ve yurtdışında hatırı sayılır miktarda müze gezdim şimdiye kadar. Hepsinin de dükkanlarına girdim çıktım. Severim hatıra olarak bir iki parça satın almayı. Üstelik bazı kaynak kitaplara sadece müze mağazalarında rastlarsınız. Yani diyeceğim şu ki, gördüğüm müzelerle kıyaslayarak İstanbul Modern’in dükkanını çok beğendim. Genel olarak bakınca dükkanda 30 farklı ürün grubu ve her ürün grubunun içinde 5-10 çeşit var.

Süreli bir sergi için üretilmiş bu kadar geniş bir ürün koleksiyonunun daha önce görmemiştim. Üzerinde Fikret Mualla’ya ait resimlerin baskısı olan tam 18 farklı ürün grubu var. Aralarında yastıklar, saatler, önlükler, boya kalemleri, kağıt mendiller bulunan ürünlerin fiyatları da makul. Belli ki üzerinde çok düşünülmüş, projelendirilmiş. Müzenin adını taşıyan ürünler azınlıkta kalıyor.

Dükkandan Lea Şentürk sorumlu. Kendisiyle sohbet ederken, ürün seçimini beş kişilik bir ekibin yaptığını öğrendim.

Beş kişilik ekip aynı zamanda dükkan sahipleri olan Paul Mcmillen ve Füsun Gençsü, dükkan yöneticisi Lea Şentürk, müze yönetim kurulu başkanı Oya Eczacıbaşı ve Görgün Taner’den oluşuyor. Aynı zamanda serginin küratörlerine de danışılıyor. Fikret Mualla sergisi için çalışmaya, açılıştan üç ay önce başlamışlar.

Dükkandaki kitaplar da gitgide zenginleşiyor. Üstelik sipariş de verebiliyorsunuz. İstanbul dışından gelen talepleri de kargo ücreti karşılığında adrese teslim ediyorlar.


FİKRET MUALLA’LI ÜRÜNLER


Kartpostallar 1-2 YTL

Posterler 5-7 YTL

Tişört 30 YTL

Puzzle kartpostal 5 YTL

Paspartulu resimler 10 YTL

Çerçeveli resimler 25 YTL

Boya kalem kutusu 15 YTL

Saat 45 YTL

Magnet 5-10 YTL

Önlük 50 YTL

Amerikan servisi kumaş 15 YTL

Yastık 40 YTL

İskambil kağıdı 15 YTL

Kitap ayracı 1 YTL

Bloknot 5 YTL

Mum çeşitleri 20-50 YTL

Tual posterler 100-150 YTL

Katalog 60 YTL
Yazının Devamını Oku

Kaş’a gittim Fransız kaldım

8 Temmuz 2005
Bütün kış sayıkladıktan sonra nihayet geçen hafta Kaş’a gidildi, bünye tuzlu suya yatırıldı. Kaş sokaklarında yerli turist olarak dolaşanları parmakla filan gösteriyorlar. Her yer Alman, Yeni Zelandalı, Fransız dolu. Ama en çok da İngiliz... Bilinçli tatilci olarak öğle sıcağında bir ağaç gölgesine çekildiğim esnada duyduklarımdan sonra ben de kendimi Fransız hissettim. Fakat burada Fransız, konuya tamamıyla yabancı kalmak manasında kullanılmıştır.

Benim gibi ağaç kovuğuna kaçmış Alman bir çift ile Yeni Zelandalı bir avukat sohbet etmekteler. Her iki ekip de meramını anlatacak kadar Türkçe konuşmakta. İşte noktası virgülüne dokunmadan kulak misafiri olduklarım:

Y.Z: Merhaba, Kaş’a ilk gelişiniz değil galiba.

A.Ç: Hayır, hemen hemen her yaz geliyoruz. Siz?

Y.Z: Ben altı ay Bodrum’da, altı ay Yeni Zelanda’da yaşıyorum. Ama son yıllarda Bodrum çok kalabalık oldu, evfiyatları yükseldi. Her yer turist dolu. Mağaza sahipleri sokakta dolaşırken çok rahatsız ediyor. Kaş’a taşınmayı düşünüyorum. Ama burada da evler çok pahalı. İngilizler ev aldığı için fiyatlar yükselmiş.

A.Ç: Evet haklısınız Bodrum çok kalabalık. Hele Alanya, Side tarafları felaket. Etnik dokusu da bozuldu oraların, artık hiç gitmiyoruz. Antalya havaalanını bile kullanmıyoruz kalabalık diye. Dalaman’dan gidip geliyoruz.

Y.Z: Ben de Bodrum’dan buraya gelirken yolda sakin bir yerler var mı diye baktım. Akyaka hoşuma gitti.

A.Ç: Ay, evet Akyaka çok güzeldir. Hani şu Göcek’e yakın olan kasabadan bahsediyorsunuz değil mi....

Hayatımda kendimi hiç bu kadar turist hissetmemiştim. Bunca yıllık Türkiyeliyim, Kaş’ta, Bodrum’da bir ev sahibi olamadım. Bırakın onu, ne fiyatlardan ne de İngilizler yüzünden fiyatların yükseldiğinden bile haberim yok.

Sonradan soruşturdum, hakikaten Kaş’ta İngiliz nüfus çok fazla. Duyduğuma göre çevredeki dört köyde bulunan 2 bin 500 evin yarısını İngilizler satın almış. Daha ziyade sessiz sakin köşelerdeki taş evleri tercih ediyorlarmış. Emekli ikramiyesini alan ev almaya Kaş’a geliyormuş. Sırf evlenmek için bile buraya gelenler var.

Akdeniz’in en ucuz turistik dükkanı

Sumru Gizer, kumaşlarını Türkiye’nin her yerinden topluyor. Senelerdir çalıştığı kendi dokumacıları var. Satılan her şey kendi tasarımı.

Tatil için Kaş’a gideceklere bir adres. Çarşı içinde, bir ucunda Aslanlı Mezar’ın bulunduğu bir sokak vardır. Adı Uzun Çarşı. 16 numarada Papilio diye bir dükkan var. Papilio’ya mutlaka uğrayın. Kendiniz için veya hediyelik olarak pek çok şey bulacaksınız. Sahibi Sumru Şekeroğlu Gizer. İlk dükkanını 1985’te Adana’da açmış. Sonra evlenip Kaş’a yerleşmiş. Şimdi Kaş’ta iki tane dükkanı var. Birisinde yerli dokumalar, havlular, peştemallar, oya işi kolyeler, Buldan dokuması bornozlar filan satılıyor. Deri terlikler de var. Burası aynı zamanda Sumru Hanım’ın atölyesi. Sokağın biraz daha yukarısındaki ikinci dükkanında ise daha çok dış giyim satıyor. Çok güzel balıkçı pantolonları, etekler, bluzlar buluyorsunuz. Geçen kış Ankara’da da bir şube açmışlar, Tunalı Hilmi Caddesi, Büklüm Sokak’ta.

Sumru Gizer, kumaşlarını Türkiye’nin her yerinden topluyor. Senelerdir çalıştığı kendi dokumacıları var. Satılan her şey kendi tasarımı. Müşterileri genellikle yabancı. Bazı yabancı gazete ve dergilerde dükkanı ile ilgili haberler bile çıkmış. Akdeniz’in en ucuz dükkanı olarak tanınıyor. Ev ve butik otellerin dekorasyonlarıyla da ilgileniyormuş. Peştemal satmaktan 20 senedir vazgeçmemiş. Büyük boylarının fiyatları 7 lira civarında. Takılar 3 liradan başlıyor. Ben kendime balıkçı pantolonlarından aldım, onlar da 30 liraydı. Her şey doğal kumaşlardan yapılmış.
Yazının Devamını Oku

Kadınlar Mango’ya neden kötü davranıyor

24 Haziran 2005
Ben sadece Kadıköy Bahariye Caddesi üzerindeki outlet mağazasına özel bir durum sanıyordum, ama değilmiş. Geçenlerde Etiler Akmerkez mağazasına gittim, orada da durum aynı. Mango mağazalarının Salı Pazarı’na rahmet okutan durumundan bahsediyorum. Kadınların giysileri satın almaktan çok parçalama güdüsüyle sürüler halinde girdiği İspanyol giyim markası zincirinden...

Her hafta başka bir sakatlığımı itiraf ediyor gibi olmayayım ama, var bende bir miktar klostrofobi. Gelemiyorum kalabalıklara... Geçenlerde fark ettim, tam da bu sebepten Mango mağazalarından birinin kapısından adımımı atmayalı yıl olmuş.

Bir düğün vesilesiyle nispeten tenhadır deyip, Akmerkez’e gittim. Yaz düğününe uygun, şöyle uçuşan kaçışan bir elbise almam lazım. Her yere baktım, 40 bedenin altında bir şey bulmak mümkün değil. Hepsi mezuniyet telaşında satılmış, gitmiş.

Çaresiz Mango’ya girdim, belki bir şeyler bulurum diye.

Kapının eşiğinde bir kadınlar seli karşıladı beni, aralarına kapılıp gittim. Samimi söylüyorum, abiye giysilerin durduğu yere varana kadar hiçbir inisiyatif gösteremedim. Akıntı beni önce tişörtlerin, sonra ayakkabıların önünden geçirdi. Derken kendimi abiyelerin önünde buldum.

Hakikaten kadınların Mango’ya girince neden vahşileştiğini merak ediyorum. Mağazanın halini gören birkaç saniye önce içinden hortum geçti sanır. Bütün raflardan tişörtler, bluzlar sarkıyor. Askıdaki elbiselerin yarısı yerde, kalan yarısı askıya tek koluyla tutunmaya çabalıyor. Ayakkabı bölümünde ne numara, ne de elinizdeki ayakkabının diğer tekini bulmak mümkün. Soyunma kabinleri içinde bomba patlamış gibi. Tezgahtarlar neyi katlayacağını, kime yardım edeceğini şaşırmış. Tezgahtardan çok afet bölgesinde koşturan yardım görevlilerine benziyorlar.

Bu son gittiğimde bir kadın, elimde ağırlık yapıyor diye birkaç saniyeliğine kenara bıraktığım hırkamı satın almaya kalktı. İnanın epey dil döktüm, hırkanın bana ait olduğunu anlatabilmek için. Kadın kredi kartını çantadan çıkarmış bir kez, gözümün yaşına bakmadan alıp gidecek.

Bir diğeri az daha üstüme basıp geçecekti, son anda kenara çekildim. Meğer kadıncağız arkamdaki bluza kilitlenmiş. Bluzun önünde duran beni gördüğü bile yok. Dosdoğru hedefe doğru gidiyor. Anlamıştım zaten insanı delip geçen bakışlarından. Son anda kendimi bir kenara attım da kurtuldum. O da, bluza eli değince bir rahatladı, anlatamam. Tarifsiz bir vuslat anı.

Bu iki özel durum dışında geriye kalanların hali üç aşağı beş yukarı aynı. Asabi asabi askıda duran kıyafetleri itip kakıyorlar. Niye bu kadar öfkeliler inanın anlamadım. Kumaşın kalitesine bakıyor görünüyorlar, ama aslında atomlarına filan ayırmaya çalışıyora benziyorlar.

Kabinler, giymeye çalışırken dikişleri atmış elbiseler, bluzlarla dolu. Yerdekileri kaldırmak kimsenin aklına gelmiyor, basıp geçiyorlar. Kaldırmaları için ancak satın almaya niyetlenmiş olmaları gerekiyor.

Böylesi bir manzaraya ancak Salı Pazarı’nda rastlanır.

Mesele ucuzluksa, Mango ile hemen hemen aynı fiyatlara ürün satan başka markalar da var. Örneğin Zara... Mango’dan birazcık daha pahalı. Ama orada böylesine bir karmaşa ile hiç karşılaşmadım. Kadınlar da kendini bu kadar kaybetmiyor. Sadece soyunma kabini için sırada bekliyorsunuz. Yani sizin hiç soyunma kabininde üzerinizden çıkardığınız pantolonu bulamadığınız oldu mu? Benim oldu. Mango’da.

Olmalı, bir nedeni olmalı... Yoksa sevgiden öldürmek dedikleri bu mu?

Alın, üç ay sonra sorgusuz sualsiz iade edin

Rekabet arttıkça müşteri memnuniyeti de kıymete biniyor. İşte son nokta: Philips, satın aldığınız belirli ürünleri üç ay sonra bile hiçbir neden göstermeksizin geri almaya başladı. Neden göstermeseniz de fatura göstermek şart tabii.

Bu yeni uygulama sadece epilatör, tıraş makinesi, ütü ve elektrikli süpürgeler için geçerli. Her birinin farklı iade tarihleri var. Ütü ve elektrikli süpürgeleri 30, Philishave Cool Skin tıraş makinelerini 60, epilatörleri 90 gün boyunca kullanıp, memnun kalmadığınız takdirde iade edebiliyorsunuz.
Yazının Devamını Oku