23 Aralık 2005
Hani geçen hafta "Ayın elemanını seçsek nasıl olur" diye bir teklifte bulunmuştum. Siz bana alışveriş ederken rastladığınız cennetlik satış görevlilerini yazacaktınız, ben de buradan hepimizin yerine teşekkür edecektim. Gelen mail’lerin arasından ayın değil yılın elemanı çıktı. Bir de Fransa’dan bir satış görevlisi aday gösterilmiş. Bakın ülkemiz globalleşen dünyada nasıl da yerini almış. Önce yılın elemanı....
Düşen müşteriyi hastaneye götüren Marks & Spencer elemanları
"6.12.2005 günü Levent Metrocity’deki Marks and Spencer mağazasında kayarak düştüm. Bütün personel etrafımda toplanarak beni yerden kaldırdılar. İçtenlikle üzüntülerini belirttiler. Kendimi toparlamama yardımcı oldular. Her ne kadar "Beni taksiye bindirin, evime giderim" dedimse de kabul etmediler. Durumumun iyice anlaşılması ve hastanede kontrol edilmem için ısrar ettiler. Hastaneye gittiğimizde çekilen röntgende sol el bileğimde iki yerde kırık olduğu anlaşıldı. Mağaza olarak tüm masraflarımı karşılayıp kolumu alçıya aldırdılar. Mağaza müdiresi Yeliz Utku Savaş Hanım ve yardımcıları defalarca evime telefon açıp geçmiş olsun dileklerini ilettiler, çiçek yolladılar. Bence bu duyarlılıkları ile sadece ayın değil, ayların ve yılların mağazası ve personeli olmaya hak kazandılar. Bu vesile ile bütün Metrocity Marks and Spencer çalışanlarına teşekkür eder, şükranlarımı sunarım." n Meral Ertaylan
Marks and Spencer çalışanları hakikaten gönülçelen bir jest yapmış. Aslında sinirlerin gerilmemesi, kalplerin kırılmaması, müşterinin kaçmaması hatta bağımlı hale gelmesi için küçücük jestler yapmak yetiyor. Bu olayda mağaza görevlileri ilgisiz davransaydı, Meral Hanım da Amerikalı olsaydı hemen bir tazminat davası açıverirdi.
Müşterisine güvenen Lafayette Mağazası elemanları
Ve bir de Fransa’dan aday var...
"Ben size eşimle birlikte Paris’te yaptığımız bir alışverişimizden bahsetmek istiyorum. Gezimizin son akşamı Galeries Lafayette mağazasının erkek ürünleri binasına gittik. Eşim kendisine Lacoste marka bir hırka aldı. Ama bu arada mağazada alışverişlerimizi tamamlamak üzere son anonslar yapılıyor ve herkes yavaş yavaş çıkışlara yöneliyordu. Biz son olarak bir iki reyon daha dolanıp bir şeylere baktıktan sonra, 19.30 civarında otele döndük. Odamıza çıktığımızda mağazadan aldığımız poşet yanımızda değildi. O an onu başka reyonlara bakarken mağaza içinde bir yerlerde unuttuğumuzu anladık. Eşim hemen mağazayı arayıp böyle bir poşetin bulunup bulunmadığını sordu. Görevli, mağazada artık bütün işlemlerin bittiğini ve yarın sabah açılacağını söyledi. Açılır açılmaz gelmemiz konusunda bir öneride bulundular ama biz sabah uçağıyla Türkiye’ye dönüyorduk. Şansımızı denemek için hemen mağazaya döndük. Bize önce mağaza kapandı, alamayız falan dediler ama durumumuzu anlattıktan sonra yanımızda bir güvenlik görevlisiyle Lacoste reyonuna götürdüler. Sağa sola bakındık ama poşetimizi göremedik. Kredi kartı sliplerimizi ve fişimizi gösterdik ve tabii bir ton dil döktük. Sonunda ne oldu biliyor musunuz? Bize reyondan yeni bir hırka verdiler. İnanın böyle bir şeyi ne ben, ne de eşim beklemiyorduk. Bir an ülkemizde böyle bir şeyi yaşasaydık ne olurdu diye düşündüm. Alacağım cevabı duyar gibiyim: ’Yapabileceğimiz bir şey yok poşetinize sahip olsaydınız. Bizim sorumluluğumuzda olan bir olay değil bu’ derlerdi. Bunu sizinle niye paylaştım biliyor musunuz? Yurtdışında insanların sözüne olan güvenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlatmak için. Çünkü biz kötü bir niyetle de böyle bir şey yapabilirdik; nitekim ülkemizde bunu yapan birçok insan var. Bizde insanların sözüne güven duyulmuyor ve maalesef bunu bizim insanlarımız kendileri bizzat yaptılar." Ebru Yalçın
Bu örneği aslında müşteri ile mağaza çalışanları arasındaki güven sorunu nedeniyle buraya aldım. Durum, özellikle prestije önem veren markalar söz konusu olduğunda, Ebru Hanım’ın düşündüğü kadar vahim değil ama sık sık kaba davranışlarla karşılaşılıyor elbette. Ebru Hanım, siz de emin olun yurtdışında da iyi niyeti suiistimal eden bir dolu müşteri var. Mesele bu ihtimali göze alıp yine de müşteriye her zaman iyi niyetli yaklaşmak.
Yazının Devamını Oku 16 Aralık 2005
Yeni yıl yaklaşırken ben de Alışveriş Cadısı köşesinde tadilat yapmaya karar verdim. Ama merak etmeyin tadilat nedeniyle dükkanı kapatacak değilim. Her hafta ufak tefek yenilikler yapalım diyorum. Üç yılı geride bırakmışken değişiklik yapma zamanı geldi de geçti bile. Ama bunun için sizin de yardımınız lazım.
Mesela her ay, ‘Ayın Elemanı’nı seçsek nasıl olur? Alışveriş yaparken size yardımcı olan, hayatınızı kolaylaştıran, tüm bu hizmetleri karşısında hayretlere düştüğünüz, içinizden şöyle bir sarılıp öpesiniz gelen satış görevlilerini hikayesiyle birlikte bana yazsanız. Biz de buradan onlara teşekkür etsek, hatta çalıştıkları yere gidip işini hakkıyla yapan insan nasıl oluyor görsek...
Bu fikir aklıma Amerika’nın yerel bir gazetesinde yayınlanan haberi okuyunca geldi. Şükran Günü öncesinde Amerika’da insanlar deli gibi alışveriş yaptığından alışverişle ilgili yazıların sayısı da artıyor. Sırf bu yüzden Şükran Günü’nün hemen ertesine rastlayan bir ‘Alışveriş Yapmama Günü’ bile uydurdular.
Neyse, ben gazetedeki habere döneyim...
Elizabeth Freeman adlı okuyucu, otomobiliyle bir alışveriş merkezine gitmiş. İşini bitirip, eli kolu poşet dolu halde arabasının yanına dönünce fark etmiş ki çantası yok.
En son alışveriş ettiği mağazaya tüm o poşetlerle birlikte geri dönmüş. Mağaza müdürü Susan Kaestner, telaş içinde içeri dalan kadını bir koltuğa oturtmuş ve kayıp eşyaları bulmak konusunda şanslı olduğunu, mağazada hırsızlık olaylarına fırsat vermediklerini söylemiş. Sonra başlamış kendisi çantayı aramaya. Kazakların durduğu rafı, üzerinde ürün sergilenen ortadaki dev masayı, tüm soyunma kabinlerini altüst etmiş.
Uzun zaman arandıktan sonra bayan Freeman’ın küçük yeşil çantası erkek reyonunda bulunmuş. İçindeki maç bileti, cep telefonu ve para aynen duruyormuş. Kaestner ise sadece işini yaptığını söylemekle yetinmiş.
Gördüğünüz gibi müşterinin bir satıcıya minnet duyması için hayatını kurtarması filan gerekmiyor. İşini yapsa yeter.
Hadi, siz de başınızdan geçen güzel hikayeleri gönderin de ayın satış elemanını seçelim.
Arzu nesneleri
60 MODEL CHEVROLET’NİN ARKA KOLTUĞUNA YAYILIN
Bu haftadan itibaren sağda solda gördüğüm, beğendiğim ve sizin de görmenizi istediğim ‘arzu nesnelerine’ arada bir yer vermeye karar verdim. İlk ürünümüz şu elimde görmüş olduğunuz koltuk. 60’lı yıllara ait Chevrolet otomobillerin arka koltuklarından ilham alınarak tasarlanmış. İkili ve tekli olanları var. Adı Dodge. Uzakdoğu’dan ithal. Gövdesinde ahşap ve paslanmaz çelik, kaplamasında vinleks kullanılmış. Aynı seride Trans-Am model otomobil koltukları da bulunuyor. Mudo Concept’te teklisi 425, ikilisi 645 YTL.
Yazının Devamını Oku 9 Aralık 2005
Elimde sıcak sıcak, dumanı üzerinde bir kitap var. Alman araştırmacı Wolfgang Hars’ın hazırladığı ‘Neden Sarışınlar Saf, Erkekler Çapkın Olur?’. Omega Yayınları’ndan çıkan kitap, kadın-erkek arasındaki ilişkileri belirleyen önyargı ve efsanelerin doğruluk payını araştırıyor. Wolfgang Hars, kitabı yazmaya arkadaşıyla girdiği ve kaybettiği bir iddia üzerine karar vermiş. İşte yerle bir olan birkaç efsane:
Kırkın üzerindeki bir kadının eş bulma şansı kaplan tarafından yenme riskinden daha düşük değil, ince kadınlar dolgun kadınlardan daha çekici bulunmuyor, erkekler doğal olarak çok eşli yaratılmıyorlar, sarışınlar aptal ve kadınlar matematikte erkeklerden daha başarısız değil. Elbette doğru olduğu ortaya çıkan bazı önyargılar da var. Erkeklerin doğru yolu sormaktansa, etrafta deli gibi dolaşmayı tercih ettikleri gibi. Bir de kadınlar hakikaten erkeklerden daha kötü park ediyorlarmış.
Kitapta alışveriş bağımlılığıyla ilgili bir bölüm de var. Kendinden geçerek alışveriş yapan kadının bağımlı olduğu yargısını doğruluyor:
Amerikalı psikolog Ronald Faber, aslında kendisine hiç lazım olmayan şeyleri bile alan kadınların neurotransmitter dengesizliğinden mustarip olduğunu bulmuş. Bu küçük ileti maddeleri beyinde bir sinir hücresinden diğer sinir hücresine bilgi aktarımından sorumluymuş. Bozulmuş bir denge, ruh halinde gelgitlere yol açıyor ve kadınlarda sanki bağımlı gibi bir alışveriş davranışını harekete geçiriyormuş. Bağımlılık sahibi olanlarda yapılan hormon araştırmaları sonucunda alışveriş tutkusuna kapılmış kadınlarınkine benzer değerler tespit edilmiş. Pahalı bir elbisenin, takının ya da kozmetik ürünün alınmasıyla ve satış elemanıyla yoğun bir konuşmayla bu kadınların ruh halleri üzerinde kısa vadeli bir iyileşme oluyormuş. Bu olumlu duygu, beynin biyokimyasını tekrar dengeliyormuş. Fakat maalesef bu dengelenme hali kısa vadeli. Tedavi edici etkiler hızla uçup gidince, bir sonraki alışveriş krizi tutuyor.
Yazar aynı konuda erkeklerle ilgili bir araştırmanın da yapılması gerektiğini belirtmiş. Ben mevcut araştırma niye sadece kadınlar üzerinde yapılmış onu anlamadım. Erkek beyninde neurotransmitter maddesi bulunmuyor mu acaba?
Bob Ross tarikatına üye olanlara müjde
‘Eveet, şimdi şuraya kocaman mutlu bir ağaç yapalım. Kimbilir belki dalları arasında küçük sevimli bir sincap yaşıyordur’ cümlesiyle ve van dyck kahvesiyle tanıdığımız Bob Ross’tan bu köşede daha önce bahsetmiştim. Resme merak saran emekliler ve hevesliler arasında pek popüler olan Bob Ross’un adıyla açılmış kurslar var ülkemizde. Bu kursları bitiren yüzlerce insan bulunuyor. TRT 2’de yıllardır izlenen programında kullandığı boyaları da kendi markası altında satın alabiliyorsunuz. 2006 Şubat başında Bob Ross kurslarında eğitim alanların resimlerinden oluşan bir sergi de açılacak Lütfi Kırdar’da.
Bob Ross sektörü yeni çıkan bir ürünle daha da renklendi, müritlerine duyurulur. Meğer uzun zamandır, üstadın tekniklerini anlattığı bir VCD hasreti çekilmekteymiş. Art Boya adlı şirket, yarından itibaren Türkçe Bob Ross VCD’lerini piyasaya sürüyor. Dört farklı set bulabileceksiniz. Hepsinin içinde VCD’lerin yanı sıra bir de kitapçık bulunuyor. Fiyatları 29.95 YTL. Bob Ross atölyelerinden, kırtasiyelerden veya kitapçılardan ısrarla isteyiniz.
Yazının Devamını Oku 2 Aralık 2005
Geçen hafta yazmıştım ya, ‘Ne kadar çabalasam da belimi kapatamıyorum. Moda elvermiyor. Pantolonların hepsi düşük bel, kazakların hepsi miniminnacık’ diye... Meğer düşük belden mustarip ne kadar çok insan varmış. Ne kadar çok acımı paylaşan ve akıl veren oldu anlatamam. Ben de gelen akılları kendime saklamayayım, kanayan yaraya bir nebze olsun merhem olayım dedim. İşte sizden gelen öğütler ve serzenişler:
Alışveriş Cadısı, sana bu konuda katılıyorum, yaz kış eğilince belimin açıkta kalmasından şikayetçiydim, tabii annem de ‘Ne öyle beliniz açıkta dolanıyorsunuz’ diye kızardı. Mayo şeklinde olan penye body’ler var. Bilirsin mutlaka, alt kısmından küçük kancalarla tutturuyorsun. Üzerine oturduğu için öyle potluk da yapmaz. Ayrıca piyasada birçok rengi mevcut, giysilerinle uyumlu olarak satın alabilirsin. Ben denemeni tavsiye ederim, acayip rahat ve kullanışlı. Yasasın özgürce hareket etmek! Sema Çelik.
*
Samsun Havza’da veteriner hekim olarak çalışan çiftleriz. Yaz tatili dönüşü İstanbul ve Çorlu’daki fabrikaların imalathaneleri dahil gezmedik marka bırakmadık. Eşime (sevmememize rağmen) ancak taşlanmış yüksek belli kot bulabildik. 45 yaşındaki eşim belini koruyabilmek için taşlanmış kot giymek zorunda kaldı... Bizim gençliğimizdeki 40 cm. İspanyol paçalarda bile bir zarafet vardı. Moda uğruna giyinememenin ıstırabını yaşıyoruz. Fidan-Beycan Koşak.
*
Banu Hanım, belki size yüksek belli jean değil ama içinize giyebileceğiniz bir tip body tavsiyesinde bulunabilirim. Tangalıları bile var... Ben iki yıldır ççooooooookkkk kullanıyorum. Benim kullandığımın adı Gülizar’mış bu arada (gidip baktım.) Naz Z. Bilgin
*
Selam sevgili Banu Tuna Hanım, köşenizin takipçilerindenim. Bugünkü yazınızda çok doğru bir konuya değinmişsiniz. Size çok güzel, modern ve yüksek belli denimler bulacağınız bir butik tarif etmek istedim. Teşvikiye’den Valikonağı’na giderken sol tarafta şu an adını unuttuğum bir pasajın içinde bulunan Beğeni adlı butikte harika jeanler bulabilirsiniz. Umarım işinize yarar bu bilgi. Sema Mansour
*
Mavi Jeans’in 597 modeli diğer marka ve modellerden biraz daha yüksek belli ve klasik kesimli. Belki işinize yarayabilir diye düşündüm. Deniz Doğan
*
Sevgili Banu, köşenin müdavimlerindenim. Düşük belli kot pantolon meselesi için bence çok süper bir çözüm var. Okuyunca garipseyip, ‘Amaan sen de, saçmalama, olur mu hiç öyle şey’ deme lütfen. Bence mutlaka deneyip görmelisin. Kadıköy’de modern hamile giysileri satan küçük bir butik var. Ama bildiğimiz hantal, hımbıl ve biçimsiz şeyler değil satılanlar. Özellikle jeanler gerçekten görülmeye ve her zaman giyilmeye değer. Belinde ciddi fıtık sorunları olan ben, buradan dar kesim, hatta XS beden, düşük bel, cep kenarları modelli ve taşlı (yanlış anlama frapan değil) bir kot aldım. Beline de siyah güderi bir kemer taktım. Buraya kadar her şey düşük bel bir kot görünümünde ve şıklığında. İşin sihri düşük belin üzerine korse gibi dikilmiş penye kumaş. Muhteşem ötesi dersem abartmamış olurum. Böylece üzerine daracık ve kısa tişörtler hatta onu kapamayan minicik hırkalar giyebiliyorsun. Belim açıldı, popom görünecek korkusu olmadan istediğin kadar eğilebiliyorsun. En önemlisi belini üşütme olasılığın sıfır. Mağazanın adı Yeni Hayat. Söğütlüçeşme Caddesi Bulvar Çarşısı içinde. Sevgiler. Aysu Yılmaz
*
Bugünkü yazınız benim de sıkıntılarımı dile getiriyor. Çok uzun zamandan beri sadece jean değil, hiçbir şey bulamıyorum kendime. Siz jean’de fark ettiniz sadece. Bizler 42-44 beden civarı hanımlar için hiç ama hiçbir tane modern kıyafet bulunmadığını biliyor musunuz (Bulduklarımızın da fiyatlarının maşallahı var...) Genelde kesimler hani o dediğiniz anneanne modelleri gibi hep. Tüm ülkenin hanımlarının 36-38, taş çatlasın 40 beden olduğunu sanan üreticiler tarafından kıyafet üretildiğinden hiçbir şey almıyoruz. Sizlerin de artık ses çıkaracağınızı düşünmek beni memnun etti. Belki üreticilerin kulağına kar suyu kaçar. Biz de modern şeyler giymek istiyoruzzzzz. Gülşen Aylar
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2005
Yine soğuklar geldi, yine benim karın ağrıları başladı. Çünkü belim sürekli açıkta. Ne kadar çabalasam da kapatamıyorum. Moda elvermiyor. Pantolonların hepsi düşük bel, kazakların hepsi miniminnacık. Pantolon çeşitleri düşük, daha düşük ve en düşük bel diye birbirinden ayrılıyor.
Geçenlerde bir hırka aldım, düğmelerini kapatmak mümkün değil. Yalnış anlamayın bedeni doğru, ama hırka önü açık kalmak üzere tasarlanmış. Modeli öyle, omzunuzdan düştü düşecek gibi durması gerekiyor. İçine de göbeği açıkta bırakan bir tişört giyiyorsunuz, her manada çok ‘havalı’ oluyor. Bu soğuklarda o kadar havalı dolaşıyorum ki, karın ağrılarım hiç bitmiyor.
Kazak sorununu erkek reyonlarından giyinerek çözdüm sonunda. En küçük beden ve dar modelli erkek kazakları işimi görüyor ama pantolon meselesini halledemiyorum. Daha doğrusu kot pantolon meselesini... Mevcut pantolonların üzerine ne giysem, eğilince belden kurtulup dışarı çıkıyor. Bir iki yerde yüksek belli jean buldum ama hepsi anneanne modeliydi. Düşünün yani pantolonların ön ütüsü bile vardı. Moda kurbanı dedikleri bu olsa gerek. Ne zaman geçecek bu düşük bel modası?
Etiketsiz ayakkabı almayın
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketiciyi Koruma Daire Başkanlığı, 1 Ağustos 2005’te bir yönetmelik yayınladı. Buna göre, artık mağazalar üzerinde tanıtma etiketi bulunmayan ayakkabı satamayacaklar. Tanıtma etiketi denen şey, satın almayı düşündüğünüz ayakkabıda kullanılan malzemelerin neler olduğunu şekillerle anlatan küçük bir kılavuz. Bugüne kadar bu konuda en büyük sorun suni deri ve suni kösele kullanılan ayakkabıların müşteriye hakiki deri ve kösele olarak satılmasıydı. Artık satın aldığınız ayakkabının etiketteki fiyatı hak edip etmediğine de karar verebileceksiniz.
Uygulama 1 Ekim’de yürürlüğe girdi ve bakanlık denetimlerine başladı. Mağazalar ayrıca etiketin üzerindeki işaretlerin ne anlama geldiğini açıklayan bir tabloyu da görünen bir yere asmak zorunda.
İstanbul Deri ve Deri Mamülleri İhracatçı Birlikleri Başkanı Mehmet Ekşioğlu, uygulama sayesinde artık tüketiciyi aldatmanın mümkün olmayacağını söylüyor. Bir de kampanya başlatmışlar; Etiketsiz Ayakkabı Almayın adını taşıyor. Kampanya ile halka ulaşmaya ve yeni uygulamayı anlatmaya çalışıyorlar. Etiketsiz ayakkabı satmakta ısrar eden perakendecilere 5 milyara kadar ceza verilebilecek.
Bundan sonra lütfen siz de ayakkabı alırken etiket sorun. Neye benziyor bu etiket derseniz, örneği aşağıda.
Benim kola şişesine 20 liraya alıcı çıktı
Önceki hafta yazmıştım, Coca Cola’nın altı Türk tasarımcısına yaptırdığı özel şişeler kıymete bindi diye. Yabancı açık artırma sitelerinde 200 dolara alıcı buldukları söyleniyordu. Ben de elimdeki tek ve kolası içilmiş şişenin para edip etmeyeceğini merak etmiştim.
Zafer Gürsoy’dan bir mektup geldi. Kendisi de bir kola şişesi koleksiyoncusuymuş. Söylediğine göre sadece dolu şişeler para ediyormuş. Bir de benim boş şişenin kapağı duruyor mu diye soruyor. Kapağı olmazsa hiçbir işe yaramazmış. Geriye kalan beş şişeyi de bulmak koşuluyla bana 20 lira ödemeyi teklif ediyor. Hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmem lazım. Ne zenginlik hayalleri kurmuştum, 200 doları duyunca. Birkaç yıl bekleyip, elimdeki şişeyi satıp Boğaz’da bir yalı dairesi alacaktım. Yine olmadı.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2005
İstanbul’da neredeyse her ay bir alışveriş merkezi açılıyor bu aralar. Geçen haftasonu da Addres’i açtılar. Aslında tam adı addresistanbul-everything. ‘Herşey’ demek yerine ‘Everything’ de neyin nesi oluyor anlamadım. ‘Dünya kenti’ olmanın cilvesi herhalde. Artık çocuklara isim koyarken bile Türkçe karakter kullanılmamaya özen gösteriliyor biliyorsunuz. Yurtdışında kolay telaffuz edilsin diye.
Neyse, addresistanbul’a açıldığı gün damladım tabii. Söylemeyi unuttum, burası sadece dekorasyon ürünleri, ev aksesuvarları satan bir alışveriş merkezi. İstanbul’un bu türdeki ilk dekorasyon merkezi olan 1000a’nın birkaç yüz metre aşağısında. Yer seçimi enteresan anlayacağınız.
Şişli Cevahir Otel’in altındaki mekanın girişi, alışveriş merkezinden çok gece kulübünü andırıyor. Uzunca bir tünelin içinde parlak ışıklar, bolca kırmızılar filan. Duvarlarında da ‘video yerleştirmeler’ var. Tünelin sonunda güvenliğin x-ray kapısından geçiyorsunuz da gerçekten bir alışveriş merkezinde olduğunuzu idrak ediyorsunuz.
Addres’in mimarı Emre Arolat, ziyaretçiler için şehrin kaosundan kaçabilecekleri, bireysel ve keyifli bir yaşam vahası yaratmayı hedeflemiş. Keşke şehrin kaosundan bu kadar kolay kaçılabilse. Ama yine de iyi niyetinden dolayı teşekkür ediyorum kendisine.
BİENAL GİBİ ORTAM
İçerisini nasıl tarif etsem bilemiyorum. Bir kere bastığınız yere dikkat etmeniz lazım. En azından alışana kadar. Sanki mıcır kaplı araziye, asfalt dökülmüş gibi mi desem, ne desem de doğru ifade etsem. Sonra arada bir tünellerden filan da geçiyorsunuz. Bunlar bir nevi kestirme yol gibi. Yine içlerinde ekranlar var.
Mağazalar dışında bir de ‘yerleştirme’ alanları bulunuyor. Tasarımcılar addresistanbul’daki mağazaların ürünlerini kullanarak, birbirinden farklı yaşam alanları tasarlamışlar buralara. Amaç sanırım ziyaretçilere ilham vermek. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerinin işlerine de rastlayabilirsiniz. Derin Konsept mağazasında Aziz Sarıyer’in bu yaz Yaya Sergisi’ne katıldığı Igloo adlı tasarımı duruyordu. Hakikaten Bienal gibi bir ortam yani.
Üç katlı mekanın her katı farklı bir konsepte sahip. Giriş katında daha çok küçük ev eşyaları, aksesuvarlar filan var. Sadece dolaşmak için gidenler bu kata bayılacaklardır. Kichenette adlı kafe ve Okuyanus Kitabevi de burada bulunuyor. Okuyanus’ta bir dekorasyon merkezinde bulunmasına karşın çok az sayıda dekorasyon kitabı vardı. İkinci katta modern mobilyalar, üçüncü katta ise klasik mobilyalar yer alıyor. Addres’te tanıdık markaların yanı sıra Türkiye’ye ilk kez gelen markalar da var. Bunlar; Becara by Cumba Selection, Casamania, Hilker, Form İtalia ve Riviera Maison.
Bu arada Alinur Velidedeoğlu’nun Avedo adlı mağazasında sadece kendisinin dev bir fotoğrafı durmaktaydı, ne sattığını anlayamadım.
New York’a alışveriş turu
Stil danışmanı Tülin Kermen’i birkaç yıl önce, Dubai Alışveriş Festivali’ne gittiğimde tanımıştım. Kendisi dünya tatlısı bir alışveriş delisidir, boyunun ve ağırlığının iki katı poşet taşıyabilir. Dünyanın dört bir tarafındaki kaliteli ama ucuz mal satan mağazaları, indirim dönemlerini, avantajlı yerleri bilir. Tülin’le Dubai’de üç gün geçirmiştik. Tamam şehirde alışverişten başka yapacak şey yok ama ben bu kadar çok alışveriş yaptığım bir zaman dilimi hatırlamıyorum. Az daha kalsak alışveriş merkezi idarecileri kapının anahtarından bir çift de bize yaptıracaktı. Ki ben normalde alışverişte aşırıya kaçınca vicdan azabıyla karışık bir pişmanlık filan duyarım. Sonra havaalanında bavul ticareti yapıyor gibi görünmekten de çok utanırım. Ama Tülin öyle bir kadın ki, size alışveriş yaparken Afrika’daki açlara yardım ediyormuşsunuz gibi bir huzur duygusu verebiliyor. Ben o seyahatten bir halı, iki perde, çatal bıçak takımı, dört avize, birkaç parça giyim eşyası, iki çift spor ayakkabı, dört şişe şarap, bir çalar saat ve hatırlayamadığım başka bazı şeylerle dönmüştüm.
İşte bu Tülin Kermen, Plenus Tur ile işbirliği yaparak, yurtdışına alışveriş turları düzenlemeye başlıyor. İlk durak New York. Tam indirim dönemine denk gelen ocak sonunda gidilecek. 25-29 Ocak arasında, Broadway’in göbeğindeki Milennium Otel’de kalınacak ve dört gün boyunca sadece alışveriş yapılacak. Tülin tur rotasını belirlemiş bile: 21st. Century, Filene’s Basement, Woodbury Common Premium Outlets, Tanger Outlet, TJ Maxx, Wallgreen... Alışveriş boyunca tura katılanları bir otobüs takip edecek ki, elleri kolları dolduğunda otobüse bırakıp devam edebilsinler. Tülin ayrıca stil danışmanlığı hizmeti de verecek. Seyahat Türk Hava Yolları ile yapılacak. Gezinin iki kişilik odada kişi başı ücreti 2150 dolar. Katılacaklara tavsiyem giderken yanlarına fazla eşya almasınlar, yedek valiz bulundursunlar. Dönüşte 60 kilo taşıma hakkınız olacak. Bu arada Tülin alışveriş turlarına Paris ve Milano ile devam edecek.
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2005
Özellikle üçüncü dünya ülkelerinde ve özellikle tekstil ile tarım sektöründe çalışan işçilerin içinde bulunduğu insanlık dışı ortam, Batı ülkelerinde yeni bir eğilimin yükselmesine sebep oldu: Fair Trade. Yani dürüst veya etik ticaret. Sivil ve uluslararası bir organizasyon bu. Sömürü yoluyla elde edilen ürünlerin tüketilmemesi üzerine kurulu. Özellikle İngiltere’de güçlü olduğunu söylemek mümkün. Amaç işçilerin ve çiftçilerin daha iyi ücretler almasını, daha iyi koşullarda çalışmasını sağlamak. Adil ve küresel bir ticaret sistemi kurmaya çalışıyorlar. Fair Trade kapsamında üretilmiş bir şey alırken biliyorsunuz ki, onu üretmek için kimsenin hakkı yenmemiştir, kimse insanlık dışı koşullarda çalıştırılmamıştır, hele hele çocuklar hiç çalıştırılmamıştır.
Yurtdışında pek çok marka Fair Trade ürünler satıyor. Bunların içinden Starbucks ve Marks&Spencer Türkiye’de faaliyet gösterenleri. Bizde bu yönde bir bilinç henüz gelişmediğinden ve bizzat Türkiye, Fair Trade’e konu olan ülkeler kapsamına girdiğinden olsa gerek, Starbucks bu ürünleri Türkiye’deki mağazalarında satmıyor. Ama Marks&Spencer’daki tüm ürünler Fair Trade’e uygun koşullarda üretilmiş. Çünkü firma tüm dünyadaki mağazalarında aynı kriterleri uyguluyor.
Nestle de 7 Ekim’de Fair Trade bir ürün çıkardı. Nescafe Partners Blend. El Salvador ve Etiyopya’daki küçük çiftçilerden alınan kahvelerin karışımından üretilmiş bir ürün. Türkiye’ye henüz gelmedi.
Bizim için geriye internetten alışveriş yapmak kalıyor. Online mağazaların bazıları şunlar: Ethical Shopper, Goodness Direct, Greenol, New Consumer Shop, Simplyfair, Traidcraftshop, Global Exchange... Pek çoğu dünyanın her yerine postalama yapıyor. Özellikle hediye edilmek üzere çok orijinal şeyler bulabilirsiniz. Örneğin Peru’daki kadınların ellerinde yaptıkları oyuncaklar, Tayland üretimi aksesuvarlar, ‘Küba’ya koyduğunuz ambargoyu kaldırın’ sloganıyla satılan kahve çekirdeği, Hindistan’dan aromaterapi setleri ve daha neler neler.
Kola şişelerini saklayanlar yaşadı
Coca-Cola geçen sene bir proje yürütmüştü. ‘Hayattan Coca-Cola Şişeleri’ adlı bu proje kapsamında, uluslararası çapta başarı kazanmış altı Türk modacısından kendi Coca-Cola şişelerini tasarlamaları istendi. Elif Cığızoğlu, Dice Kayek, Rıfat Özbek, Ümit Ünal, Yazbukey ve Hakan Yıldırım’ın tasarladığı iki metrelik bu dev şişelerin gerçek kola şişesi boyutunda olanları yapıldı sonra. Her çalışmadan 10 bin tane olmak üzere toplam 60 bin 200 ml’lik cam şişe marketlerde satıldı. Üzerlerindeki baskı, tasarımların aslına sadık kalmak amacıyla İngiltere’de, özel bir baskı tekniği kullanılarak yapılmıştı.
Bugün eğer atmadılarsa tam 60 bin kişide bu şişelerden bulunuyor. Umarım atmamışlardır, çünkü şişeler kıymete bindi. İnternetteki açıkartırmalarda 200 dolara alıcı bulmaya başladığı söyleniyor. Son olarak e-bay.com’daki sanal açık artırmada, Hong Konglu bir koleksiyoner 200 dolar ödeyerek şişeleri satın almış. Eğer elinizde bu şişelerden bir tane varsa müzayede sitelerinde (gittigidiyor.com gibi) satışa çıkarabilirsiniz. Şansınıza para saçan Hong Konglu bir koleksiyoner çıkar mı bilmiyorum. Ama biraz daha saklarsanız, belki seneye 500 dolar filan edebilir. Bende Ümit Ünal’ın tasarladığı bir şişe var ama içindeki kolayı içtim, acaba hálá para eder mi?
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2005
Temeli 1997’de atılan Cevahir Alışveriş Merkezi, sekiz yıl sonra geçtiğimiz 15 Ekim’de açıldı. Uzun bir süredir ne kadar büyük olduğuna dair rakamlar verilip duruyor: 64 bin metrekare üzerine kurulu yapı, toplam 358 bin metrekare kapalı alana sahip. Avrupa’nın en büyük, dünyanın ikinci büyük alışveriş merkezi. Bazı markaların en büyük mağazaları Cevahir’in içinde bulunuyor. 2 bin 500 metrekarelik dev cam çatısında dünyanın en büyük saati var. Saat üzerinde bulunan rakamların her biri 3 metre uzunluğunda. Her yere bakmaya kalkarsanız içini gezmek tam 8 saatinizi alıyor...
Bu pek çok ‘en’i bünyesinde barındıran alışveriş merkezini görmeye ancak birkaç gün önce gidebildim. İş çıkışında uğradığım için yanıma trekking botlarımı almamıştım, çok pişmanım. Ayaklarım hálá sızlıyor.
GİRİŞTE MAĞAZA ŞEMASI YOK
Önce dış cephesinden bahsetmem lazım. Dış cephe kaplamaları Japonya Mitsubishi’de özel olarak üretilmiş. Bu bilgi ne kadar faydalı, Mitsubishi’de üretilmiş dış cephe kaplaması ne kadar havalı bilmiyorum ama ben Cevahir’in dışarıdan görünümü hantal ve çıplak buldum. Kaplamalarda kullanılan yeşilimsi renk de pek yardımcı olmuyor doğrusu. Yıldız formundaki logo ise vasatın altında.
İçeriye girişte bir danışma var ancak görevliler pek yardımsever değil. Alışveriş merkezi kaç katlıdır, hangi mağaza hangi katta bulunmaktadır, ben şu anda neredeyim gibi faydalı bilgileri içeren bir şema hiçbir yere konmamış. Girdikten sonra size düşen kaybolmak suretiyle serseri mayın gibi dolaşmak.
DİNLENECEK BİR BANK BİLE YOK
Cevahir bende alışveriş merkezinden çok, devasa bir pasaj hissi uyandırdı. Gidiyor, gidiyor, gidiyorsunuz ve karşınıza sadece ardı ardına dizilmiş mağazalar çıkıyor. Koridorlarda kocaman boşluklar var ama ölüyorum deseniz oturabileceğiniz bir bank yok. Alışverişe ara verip soluklanacağınız, sigara krizinizi yatıştıracağınız noktalar düşünülmemiş. Yemek katındaki mekanlar dışında sadece birer Starbucks ve Gloria Jeans şubesi var ki, çöl ortasındaki vaha misali. Oturacak yer bulmak mümkün değil. Kadın tuvaleti tasarlanırken bebekli kadınlar düşünülmemiş. Uzun zamandır pek çok büyük binanın tuvaletinde rastlanan bebek bezi değiştirme ünitesi burada yok, en azından benim girdiğim tuvalette yoktu.
Sanırsınız buraya insan kılığına girmiş robotlar gelecek ve sekiz saat boyunca yorulmadan, bıkmadan, sıkılmadan, ayakları şişip ayakkabıya sığmaz olmadan hababam alışveriş yapacak. Tekdüze görüntüyü bozacak, gözü rahatlatacak hiçbir şey yok. Sadece uçsuz bucaksız koridorlar ve boncuk gibi dizili mağazalar. Üç tane ve elbette devasa palmiye konmuş ki, İstanbul’un iklimiyle alakası olmayan bu ağaçların her yere dikilmesinden oldum olası nefret etmişimdir.
Migros ve Koçtaş’ın bulunduğu en alt kat, daha ziyade bir metro istasyonunu andırıyor. Manasız bir boşluk. Bu arada mağazaya girip alışveriş yapmadan çıkmak isteyen müşterilerinin parasını versin vermesin mutlaka bir şeyler almış olması gerektiğini düşünerek, ısrarla ellerindeki poşetleri arayan Koçtaş’a bir daha adımımı atacağımı sanmıyorum.
ATM’LER BİR NOKTADA TOPLANMIŞ
Cevahir’de tüm banka ve ATM’ler bir köşeye toplanmış ve bu köşe giriş kapısından çok uzakta. Girerken alışveriş için paraya ihtiyacınız olsa veya çıkışta cebinizde yol parası kalmadığını fark edecek olsanız, gerisin geri bir dolu yol yürümek zorundasınız. Sonra giriş kapıları da tek bir köşede. Binanın bir diğer köşesinde sıkıntıdan bileklerinizi kesmeye kalksanız, beni vurun diye bağırsanız bile yolu yok, taa öbür tarafa yürüyeceksiniz.
Tavandaki dev saate baktığınızda ise saatin kaç olduğunu anlayana kadar başınız dönüyor. O kadar büyük ki gözünüz rakamları, yelkovanı ve akrebi tek seferde algılayamıyor.
Zaten bu saat meselesi Cevahir’in sorununu anlatmak için çok iyi bir örnek. Evet, burada her şey çok büyük ama tam da bu nedenle insanın hayatını zorlaştırıyor. Sanırım en büyük eksiklik sıcaklık. Bina sanki ziyaretçisiyle arasına mesafe koyuyor.
EN POPÜLER MAĞAZA BERSHKA
Ama inkar edilemeyecek artıları var Cevahir’in. En önemlisi bazı markaları sadece burada bulabilmeniz. Bazılarının ise Avrupa Yakası’ndaki tek şubesi burada. Mağaza sayısı ve marka çeşitliliğiyle insana sınırsız alışveriş imkanı tanıyor. Alışveriş yapmaya gelen yabancı turistlerin yeni adresi olacağı kesin. İçeriye kaç kişi girerse girsin, yoğunluğu fark etmiyorsunuz, bina sanki girenleri yutuyor, o kadar büyük.
Gördüğüm kadarıyla Cevahir’in en popüler mağazası şimdiden belli: Bershka. Herkesin elinde buranın poşetleri var. İçerisi de tıklım tıklım. Ben Zara Home’a bayıldım. Gerçekten çok özel, öyle her yerde bulamayacağınız şeyler var.
Alışveriş merkezinden metro istasyonuna doğrudan geçiş konmuş olması çok iyi. Böylece bölge trafiğinde oluşacak sorunlar da bir ölçüde engellenmiş oluyor. Bu aralar sinemaya gitmek için de en iyi adres Cevahir. Hem 12 alternatif sunuyor, hem de şimdilik kimsenin ayağı alışmadığından gişeler ve salonlar bomboş.
Yazının Devamını Oku