17 Şubat 2006
Alışveriş yaparken ayağımı korkak alıştırdığım iki tip mağaza var. Birincisi parfümeriler, ikincisi de türlü çeşit vitamin satan şu yeni nesil sağlık dükkanları. İkisinden de sadece eksiğinizi alıp çıkamazsınız. Hatta bazen kafanızı o kadar karıştırırlar ki, ihtiyacınız dışındaki her şeyi alıp çıkabilirsiniz.
Aptal gibi tam da Sevgililer Günü’nden bir gün önce girdim parfümeri mağazasının kapısından. Fondötenleri en dibe koymuşlar. Oraya varana kadar, eli parfüm şişesinin tetiğinde bekleyen en az sekiz satış görevlisini geçmeniz lazım.
Birden yavaş yavaş hamamböceğine dönüşmeye başladığımı hissettim. Yolun sonunda yem var ama oraya gidene kadar haşere ilaçlarına maruz kalmak da var. Kafkavari bir durum yani.
Beni görür görmez sağ baştan biri atağa kalktı. Adımlarımı hızlandırdım. Amacım, ekstra bir şey satın almadan ve fıslanmadan işimi halledip çıkmak. Üzerinizde parfüm var mı, yasemin kokusunu sever misiniz, astım kriziniz tutar mı, alerjik misiniz sormadan sıkıveriyorlar biliyorsunuz ellerindeki parfümü insanın üzerine.
Sağ baştan atağa kalkan görevli bir şey diyecekti ama o kadar hızlı geçtim ki, laf ağzında kaldı. Solda, elinde bir erkek parfümü ile bekleyene yakalandım: "Sevgilinize hediyesini aldınız mı?"
Ne malum bir sevgilim olup olmadığı. Ya yoksa, kendimi yalnız hissediyorsam, bütün bu 14 Şubat operasyonları kalbimi kırıyorsa, mutsuz ediyorsa, ya oracıkta avaz avaz ağlamaya başlarsam... Teselli etmekle uğraşacak mısınız?
Kimin ne sorduğuna, ne dediğine bakmadan, sadece art arda "Teşekkür ederim, ihtiyacım yok, almayacağım, istemiyorum, iyi akşamlar" diyerek dibe kadar varmayı başardım. Her zaman kullandığım bir marka var, onun fondötenini alıp doğruca kasaya gitmeye niyetliyim. Kimse benim farkıma varmadan raftan ürünü alıp kaçsam diye uğraşıyorum. Tam elimi uzattım, görevli geldi. Hırsızlık yaparken enselenmiş gibi hissettim. Başladı fondöten, pudra ve kapatıcı dünyasındaki son gelişmeleri anlatmaya. Sonunda şu yeni çıkan, pudra ile fondöten arası mousse’lardan birini almaya ikna oldum. Pişman değilim, gerçekten de fondötenden daha hafif, pudradan daha kapatıcı. Ama iş o kadarla kalmadı.
Sezonun makyaj trendleri doğrultusunda pırıltılı lacivert bir göz kalemi, ona uygun far seti ile dudakları iki kat dolgun ve parlak gösteren ruju da ikna yöntemiyle satıverdiler. Çok söyledim istemiyorum diye ama ikna ettiler işte. Neticede mağazaya girerken almaya niyetli olduğum şeyi alamadığım gibi üç katı da para harcadım. Bir dahaki sefere yerime başkasını göndereceğim parfümeriye.
Mikrop yuvası alışveriş sepetleri
Birkaç gün önce Reuters haber ajansı, Güney Kore’de yapılmış bir saha araştırmasının sonuçlarını yayınladı. Buna göre marketlerde kullanılan alışveriş sepetlerinin ve arabalarının sapları, umumi tuvaletlerin kapı kolundan bile daha fazla bakteri barındırıyor.
İnsanın midesini kaldıran bir sonuç, ama düşününce olabilir gibi geliyor. Yani tuvalete girip çıkarken en azından bir kısmımız elimizi yıkıyoruz da, kimsenin markete girmeden önce, ya da marketten çıkınca elini yıkadığını duymadım.
Kalabalıklar tarafından en fazla kullanılan altı obje üzerinde inceleme yapmışlar. Alışveriş sepetinin sapında 10 santimetrekareye bin 100 ünite bakteri düştüğü belirlenmiş. İkinci sırada internet kafelerdeki mouse’lar var. Üçüncülüğü şehiriçi otobüslerin ayakta kalan yolcular için konan tutamaçları almış. Ardından umumi tuvaletlerin kapı kulpları, asansör düğmeleri ve metroların tutamaçları geliyor. Neyse ki, bakterilerin hepsi elinizi yıkayınca yok olan cinstenmiş. Ama isterseniz siz yine de markete giderken yanınıza lastik eldiven alın.
Ben geldim diyene kitap hediye
Mutfak araç gereçleri markası Gaggenau, dünyaca ünlü aşçılara bir yemek kitabı hazırlatmış. İçinde Ebru Yalman’ın yöresel Türk mutfağı tarifleri bile var. Diğer ünlü şefler arasında Katrin Baschin, Dieter Müller, Marc Haeberlin ve Christian Jürgens bulunuyor. Dünya mutfaklarından mezeler, ana yemekler, garnitürler, tatlılar ve hamur işlerinin yanı sıra tepenyaki, wok ve özel davet mönüleri de yer alıyor içinde. Ben bir iki tarifi denedim, sonuç şahane oldu. Mutfağım biraz daha donanımlı olsa daha neler yapacağım ama... Kitabı (klasör desek daha doğru), aslında Gaggenau’dan alışveriş yapanlara veriyorlar. Ama mart sonuna kadar herhangi bir mağazasına gidip isterseniz hediye ediyorlar. Bu güzelliği ilk giden 100 kişiye yapacaklar haberiniz olsun. Unutmadan, 444 55 33 numaralı telefondan da sipariş verebiliyorsunuz.
Ayın satış görevlisi seçimi için başvurular başlamıştır. Geçen ay hatırlarsanız Marks&Spencer’ın Metrocity mağazası çalışanları topyekûn seçilmişti. Alışveriş sırasında hayatınızı kolaylaştıran, "İyi ki varsınız" dedirten kişileri lütfen bana yazın.
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2006
Biliyorum, hayatta çeşit çeşit insan, çeşit çeşit zevk var. Her hediyenin bir beğeneni bulunur filan ama bile bile mayın tarlasına girmeye de gerek yok. Yani durup dururken niye risk alalım değil mi? Tehlikeyi ve heyecanı seviyorsanız o başka tabii. Adrenalin bağımlısı bu küçük gruptan geriye kalan ve sakin bir hayat sürüp ortalama ömrünü tamamlamak niyetinde olanlar için liste aşağıda. Sevgilinize hediye bakıyorsanız, bahsi geçen ürünlerden uzak durun.
Epilasyon makinesi. Bu ürün sadece ve sadece özellikle sipariş edilmesi durumunda alınabilir. Sevgilisine epilasyon makinesi sipariş eden kadını da Allah’a havale ediyorum.
Aşk üzerine ahkam kesen, aforizmalar içeren rehber kitaplar. Hiçbir kadın veya erkek bu zulmü hak etmez. Kaldı ki, içinde yazanları ciddiye alıp, teker teker uygulamaya kalkışması daha da vahim sonuçlar doğurabilir.
Hediye çeki. Delikanlı gibi "Hediyeyle uğraşacak, düşünecek vaktim yok. Söyle parası neyse alayım" deyin daha iyi.
Mutfak robotu. Yemek pişirmeye meraklı bir erkeğe küçük bir ihtimal romantik gelebilir. Bir kadına almaya kalkışmayın.
Bol tüylü peluş oyuncak veya terlik. 16-23 yaş arası genç kızların favorisi olmakla birlikte bir erkeğe hediye edildiğinde arkasına bakmadan kaçmasına sebep olabilir.
Kurtlar Vadisi soundtrack albümü. Kelimeler kifayetsiz kalıyor, yorum yapamayacağım.
Yapma çiçek. Sakın, sakın, sakın....
38 beden üzerindeki her türlü kadın giysisi. Küçük geleceğini bilseniz bile 38’den yukarı çıkmayın. Bırakın sizi hipermetrop sansın.
Deodorant, özellikle de stick deodorant. Kokuyorsun deseniz hiç değilse dürüst tavrınızla beğeni toplamış olursunuz.
Elektrikli diş fırçası. Bir önceki maddeyle aynı prensipte işliyor.
Çift olarak kullanılabilen, birbirinin eşi ürünler ve özellikle tişörtler. Sevgilinizi iyice tanıdığınızdan emin olmadan kalkışmayın.
Erkeklere bitki çayı seti veya yoga DVD’si.
Celine Dion CD’si.
Karda mahsur kalıp tuvalet bulamayanlara: Çişşşmatik
Geçenlerde Gima’da bebek bezi raflarına bakarken gördüm. Aslında evde bebek bezi ihtiyacı yok. Ben sırf mesleki deformasyondan ötürü varlığını fark ettim. Bulması zor yani, yerini tam olarak tarif edeyim diye söylüyorum. Amerikan markası Travel Johnn, Çişşşmatik diye bir ürün çıkarmış. Evet evet yanlış okumadınız, gerçekten üç ş ile yazılıyor. Adı bile ihtiyaç yaratıyor meredin.
Karla yatıp kalktığımız, yollarda mahsur kaldığımız şu günlerde birebir. Hamile kadınlara, bez kullanımını bırakmakta olan 2 yaş üstü çocuklara, prostat hastalarına ve bedensel özürlülere özellikle tavsiye ediliyor. Paketin üzerinde yazdığına göre kullanımı çok kolay. Avuç içi büyüklüğünde bir şey. Uniseks adaptörü var. İçerisindeki toz madde sayesinde sıvıyı birkaç saniyede zararsız anti-toksik jöleye çeviriyor. Sıvı, jöleye dönüştükten sonra rahatlıkla çöp kutusuna atılabiliyor. Birkaç kez kullanabiliyorsunuz, koku yapmıyor. Otururken veya ayakta kullanılabiliyor. Gima’nın dışında eczanelerde, Endi süpermarketlerde, BP ve Shell benzin istasyonlarında bir de outdoor spor mağazalarında satılıyor.
Alışverişte en yoğun haftasonu
Önümüzdeki salı Sevgililer Günü. Yani hediye seçimi için son haftasonuna girmek üzereyiz. Pek çok kişi yarın ve pazar günü alışverişe çıkacak. Haftasonları, özel günler öncesinde yapılan hediyelik alışverişinde hayati öneme sahip. Satışların kaç gün önceden artış göstereceğini tayin eden faktör haftasonları oluyor.
Örneğin 14 Şubat bu yıl salıya denk geliyor. Dolayısıyla satışlar bir önceki cumartesi günü, yani 11 Şubat’ta başlıyor. Sevgililer Günü cumaya gelseydi, alışveriş tam bir hafta önceden artmaya başlayacaktı.
Geçen gün Kadıköy’deki Tepe Nautilus Alışveriş Merkezi’nin işletme müdürü Nihat Sandıkçıoğlu ile sohbet ettik. Onlar da tüm hazırlıklarını bugünden sonrası için yapıyorlardı. Normalde hafta arası kapıdan giren insan sayısı 22 bin civarındayken, özel günler öncesindeki haftasonu 45 bine fırlıyormuş.
Nihat Bey’in anlattığına göre satışları en fazla etkileyen özel gün; yılbaşı. Tam bir ay öncesinde hareketlilik başlıyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri; çok sayıda kişiye hediye alma gerekliliği. Bir de yılbaşında sadece hediyelik değil, gece kıyafeti, ev aksesuvarı, süsleme ve mutfak malzemesi gibi alışverişler de giriyor işin içine. Üstüne üstlük son bir iki yıldır kış indirimleri de yılbaşı öncesi başlıyor.
Yılbaşının ardından Anneler ve Sevgililer Günü geliyor. Hediyelik alışverişinin en son dakikaya bırakıldığı özel gün ise Babalar Günü. Bir de 7 Eylül vardı, Dünya Büyükanneler ve Büyükbabalar Günü. O dönemde alışveriş durumu nasıl oluyor acaba?
Tabii bütün bu veriler Türkiye’nin en yüksek gelir grubuna dahil insanlarının yaşadığı, en büyük kenti İstanbul’daki bir alışveriş merkezi için geçerli. Ülkenin geneline bakıldığında durum tamamen değişebilir. Toplam nüfusa oranlarsak Sevgililer Günü kaç kişiyi ilgilendiriyor olabilir?
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2006
AFP ajansı, geçtiğimiz hafta bir haber geçti. Organik ürün satan dükkanlar Almanya’da ama özellikle Berlin’de hızla yayılıyordu. Genel olarak vejetaryen hippiler olarak adlandırılan grup, ağırlıklı olarak felsefe öğrencileri ile bebekli annelerden oluşuyordu. Bir dolu da rakam verilmişti haberde. Geçen yıl Almanlar organik besinlere 4 milyon euro harcamıştı mesela. 2004 satışlarına göre yüzde 10’luk bir artış sağlanmıştı. Piyasada kedi maması dahil 4 bin çeşit organik gıda bulabiliyordunuz. Almanların yüzde 60’ı en azından arada bir organik gıda satın alıyordu, son birkaç yılda 250 mağaza açılmıştı, falan filan.
Ben de bizdeki durumu merak ettim. Acaba biz kaç para harcıyorduk organik ürünlere. Ne kadar insan alışveriş yapıyordu, piyasada kaç çeşit ürün bulunuyordu.
Bilse bilse Buğday’cılar bilir deyip, onları aradım. Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, bu konuda çok uzun yıllardır faaliyet gösteriyor. Hatta Türkiye’de ekolojik tarım onlarla birlikte başladı diyebiliriz. Derneğin kurucusu Victor Ananias’a sordum ben de tüm merak ettiklerimi.
"Sayın Ananias, Türkiye’de organik ürün piyasasının durumu nasıl?" diye sorduğumda, bana "Öyle bir piyasa yok ki" dedi. Bir an "Peki o zaman, ben gideyim madem" diye düşündümse de, birkaç soru daha sormaya karar verdim.
Meğer bizde "iç" piyasa yokmuş. Üretimimiz var, ama yüzde 98.5’ini yurtdışına ihraç ediyoruz. Yani Almanya’daki vejetaryen hippilerin yediği organiklerin bir kısmı bizden gidiyor. Gönderdiğimiz ürünler arasında bebek maması, müsli, havuç suyu, kuru meyve ve yemiş bulunuyor. Dünya organik gül suyu pazarının yüzde 60’ı elimizde. Hemen heyecanlanmayın, zaten bizden başka pek fazla üretici yok.
Gelelim iç pazardaki duruma. Baştan söyleyeyim; organik, ekolojik veya biyolojik ürün aynı anlama geliyor. Bunların hepsi uluslararası standartlarla koruma altında. Bunların dışında kalan ve doğal veya hormonsuz olduğu söylenen gıda maddelerinin bir garantisi yok.
Türkler genel olarak organik yiyecek denince kuru meyve, bakliyat ve yemiş anlıyor. Çünkü en çok bunlar bulunuyor. Aslında organik ürün satan mağaza, market ve internet sitelerinde 300 civarında ürün bulunabilir. Çay, süt, bebek maması, kozmetik ürünleri, makarna, ekmek, meyve suyu, reçel ve zeytinyağı bunlardan bazıları. Maalesef taze meyve sebze satın almak pek mümkün değil. Sayıları 250-300 arasında olan organik alışveriş adresleri İstanbul ve Ankara’da yoğunlaşıyor. Ancak büyük alışveriş merkezi olan her ilde en azından bir adres bulmak mümkün. Türkiye’nin her yerinden www.epazaryeri.org internet adresine sipariş verilebilir. Orada daha geniş bir ürün çeşitliliği var. Organik pamuktan üretilmiş bebek giysisi, organik far, göz kalemi ve ruj bile bulabilirsiniz. Patikli pantolon, body ve şapkadan oluşan bebek giysi seti 40 lira. Dudak parlatıcısı 40, göz kalemi 28, dört renkli far 58, ruj ve oje 28 liraya satılıyor. Organik patlıcanın kilosuna 2 lira veriyorsunuz.
Organik olmayan gıdalara konvansiyonel gıda deniyor. İkisi arasındaki fiyat farkı bizde yüzde 50 civarında. Örneğin organik kuru kayısıyı yüzde 50 daha pahalı satın alıyorsunuz. Organik ürün satışının düşük olmasının en önemli nedenlerinden biri bu. Ancak tüm dünyada ikisi arasında belirli bir fiyat farkı oluyor. Bu farkın yüzde 30 civarında olması daha sağlıklı.
Talebin düşük olmasının bir diğer nedeni de ürün çeşidinin az olması. Ekolojik mağazadan çıkan insan, bir de süpermarkete uğramak zorunda kalıyor. O zaman da organikten vazgeçip, herşeyi süpermarketten almayı tercih ediyor.
Türkiye’de organik yiyeceklerin en büyük müşterisi kadınlar. Özellikle çocukları için alışveriş yapıyorlar. Hatta pahalı olduğu için sadece çocuğuna organik besin alıp, kendisi konvansiyonel gıdalarla beslenen kadınlar varmış. Zaten en çok çocuklara verilen mama, süt, meyve suyu gibi gıdalar satılıyor.
Müşterinin ne kadar beklediği araştırıldı
Ekonomi dergisi Capital, şubat sayısı için Müşteri Ne Kadar Bekler başlıklı bir araştırma-haber hazırlamış. Görünce hemen dikkatimi çekti, çünkü firmalar bu konuyu ne kadar umursuyorlar bilmiyorum, ama müşteri için alışverişin hayati unsurlarından biri. Ben daha önce Migros’a bu konuda ideal bir süre var mıdır diye sormuştum da bir yanıt alamamıştım.
Capital’in araştırması bankacılık, GSM çağrı merkezleri, eve sipariş getiren beyaz eşya, su ve tüp şirketleri ile süpermarketler üzerine yoğunlaşıyor. Buna göre Garanti Bankası şubelerinden birine giden bir müşteri 10 dakika, evde Electrolux bayiinden teslimat bekleyen kişi 3 gün, Turkcell’i arayan abone 22 saniye, Saka Su’ya sipariş veren 30-45 dakika, tüpü bitip Aygaz’ı arayan 30 dakika, Kiler’e gidip market sepetini dolduran kasada 10 dakika bekliyor.
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2006
Yeni takıntım market raflarında duran gıda maddelerinin etiketleri. Son kullanma tarihini kontrol etmenin çok ötesine geçmiş durumdayım. İçinde ne var yok diye bakmaktan, bir sepeti bir buçuk saatte doldurabiliyorum. Aslına bakarsanız pek bir şey de anlamıyorum. Bir dolu rakam ve adının içinde "asit" geçen katkı maddeleri. Gönlüm tamamen organik beslenmekten yana ama onlar da çok pahalı. Zaten her şeyin organik olanını bulamıyorsunuz. Eninde sonunda asitleneceksiniz. Ben de kendimce bir eleme sistemi geliştirdim. İçindekiler listesinde bolca rakam bulunmayan ürünleri alıyorum. O madde her ne ise, doğal bir şey olsa doğru düzgün bir adı olur değil mi, rakamla anılmaz.
Bir dolu ambalaj okuduktan sonra tespit etmiş bulunuyorum ki, Allah’ın suyuna artık su denmiyor sevgili okurlar. Onun yerine Latince Aqua demeyi uygun görmüşler. Herhalde daha havalı oluyor. Bir de palmiye yağı yerine palm yağı diyorlar. Bu daha da tuhaf. Yarısı İngilizce, yarısı Türkçe.
Kendimce küçük bir araştırma yapıp, sözlük hazırladım. Adına en sık rastladığım maddelerin aslında ne olduğunu, ne işe yaradığını anlamak için. Bunun için kola, hazır çorba, çikolatalı bar, konserve, bisküvi, reçel etiketlerine baktım. İşte benim mini sözlük. Ha, bu arada gıda mühendisi olmadığımdan, bunlar yararlı mı zararlı mı bilmiyorum, o konuya hiç girmedim. Ama özellikle belirtilmiş bilgilere rastladığım oldu. Onları da not aldım.
Emülgatör: Sıvı ve katı maddenin ayrışmasını önlemek ve bu maddeleri bir arada tutmak için kullanılan madde.
Laktoz: İnek sütünde bulunan bir şeker türü.
Maltodekstrin: Besin değeri olan, enerji veren tatlandırıcı.
Monosodyum glutamat: E621 olarak da biliniyor. Aromayı artırmak için kullanılan katkı maddesi. Diğer pek çok E grubu katkı maddesi de aroma artırmak için kullanılıyor. Glutamat, yiyeceğe farklı bir tat katıyor. Bilimsel olarak acı, tatlı, tuzlu ve ekşiden sonra beşinci bir tat türü. Çorba ve soslarda bolca kullanılıyor.
Ortofosforik Asit: E338 olarak da biliniyor. Bir ara elden ele dolaşan, bilimsel yanı olmadığı söylenen bir listede adı şüpheli katkılar arasında geçiyordu.
Beta Karoten: Diğer adı provitamin A. Doğal olarak havuç, kayısı, kavun, böğürtlen, lahana, bezelye ve patates gibi pek çok meyve ve sebzede bulunuyor. Vücutta A vitaminine dönüşüyor.
Glikoz şurubu: Nişastadan elde edilen sakarit konsantresi. Tatlandırıcı olarak kullanılıyor. Tüketici Dernekleri Federasyonu 2004’te genetik olarak değiştirilmiş organizma içerdiğini iddia ederek, "Mısır ve soya yağı, glikoz şurubu içeren gıdaları almayın" uyarısını yapmıştı.
Palm yağı: Palmiye yağı. Bitkisel yağ olarak kullanılıyor.
Aqua: Bildiğimiz su.
Harbiye’yi Çin malı vazolar istila etti
Cumhuriyet Caddesi’nin radyo evi ile orduevi arasından kalan kısmını geçen ay birdenbire Çin vazoları bastı. Arabayla geçerken önce mağazalardan birini gördüm, yüz metre gitmeden ikincisine de rastlayınca, girip bir bakmak farz oldu.
Birbirinin kopyası bu iki mağazanın içi yüzlerce Çin porselini ile dolu. Çin’in porselenleriyle ünlü Jingdezhen bölgesinden geliyorlar. Mağaza dediğime bakmayın, iki depo aslında. Derme çatma raflara, yerlere, masa üstlerine porselenleri yığmışlar. Çoğunluğu farklı boy ve şekillerdeki vazolar. Yanı sıra dev saksılar, demlikler, fincanlar, kaseler, küllükler, heykeller filan da var.
Benim çocukluğumda Çin porseleni çok kıymetli ve nadir bulunan bir şeydi. Halamın evinde vardı da, kırarım diye yanına yaklaşmam yasaktı.
Çin malı diye ucuz sanmayın, bunlar da kıymetli. Üzerinde 3 bin YTL etiket bulunan bir vazo gördüm. Fiyatlar genel olarak 100-150 YTL civarında yoğunlaşıyor. Param yok ama ille de Çin porseleni derseniz 20 YTL’ye bir demlik alabilirsiniz.
Ben de bir vazo almaya niyetlendim ama sadece nakit ödeme yapıldığından alamadım. Bir de yoğun bir iletişim sorunu yaşıyorsunuz. Her iki mağazada da en az beşer tane tezgahtar var. Hepsi Çinli ve tek kelime Türkçe bilmiyorlar. Zaten pek sizinle ilgilenmiyorlar da. Telaş içinde birbirleriyle konuşup, oradan oraya kutu taşıyıp duruyorlar. Dışarıdan bakınca nükleer saldırı haberi filan aldılar sanıyor insan. Beğendiğiniz bir şey olursa, fiyatını öğrenmek için el kol hareketleri ile birinin dikkatini çekiyor ve önce porseleni gösterip, sonra baş parmağınız ile işaret parmağınızı birbirine sürtmek suretiyle "kaç para" diye soruyorsunuz. O da fiyatını hesap makinesine yazıyor.
Mağazalardan birinde yüzde 30, diğerinde yüzde 50 indirim var. Yüzde 50 indirimde olan mağaza 10 gün sonra kapanıp başka yere taşınacakmış ama neresi olduğunu öğrenemedim. Şimdi adamcağız da haklı, işaret dili ile nasıl anlatsın Zeytinburnu, Gaziosmanpaşa veya Başıbüyük’ü.
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2006
İndirimler tam gaz. Her gün yeni bir markanın indirime girdiği haberi geliyor, oranlar yüzde 50 civarında. Tüm ürünlerde aynı indirim oranını uygulayanlar olduğu gibi, "yüzde 50’ye varan" diyenler de var. Bu gibi durumlarda fiyatı yarıya düşen ürün pek fazla olmuyor, yüzde 30 civarında yoğunlaşılıyor.
İçinde bulunduğumuz ay sadece bizim için değil, tüm dünya için indirim zamanı. Özellikle Avrupa ülkeleri ile Amerika’da Noel tatilinin hemen ardından ucuzluk başlıyor. Sömestr tatilini de fırsat bilip yurtdışına çıkacak olanlarınız veya seyahat etmeyi planlayanlarınız vardır. Artık her şey Türkiye’de bulunuyor olsa da, eminim oralara kadar gitmişken alışveriş yapmadan dönmezsiniz. İşte bir Alışveriş Cadısı hizmeti; araştırdık, soruşturduk, belli başlı şehirlerin indirim durumunu belirledik.
Her ülkenin kendine göre bir indirim politikası bulunuyor. Bazısı oranlar ve dönemler konusunda esnek davranırken, bazısının çok daha katı kuralları var. Örneğin ABD’de perakendeciler indirim oranına kendileri karar veriyor. Almanya’da indirim dönemi uygulaması kaldırıldı. Sadece mağazaların bazı dönemlerde ve duruma göre promosyon yapmasına izin veriliyor.
Fransa’nın ise katı bir takvimi var. Paris’e gidecekseniz, seyahatinizi ocak veya temmuz aylarına denk getirmenizde fayda var. Yılda iki kez indirim uygulanıyor. Kış indirimi 4 Ocak’ta başladı.
New York’ta, Noel tatili sonrasında fiyatlar düşmeye başladı ama asıl çılgınlık 20 Ocak’tan itibaren yaşanacak. Yalnız haberiniz olsun ABD’de tax free uygulaması yok. Yani dönerken havalimanında, oradan satın aladıklarınız karşılığında vergi iadesi alamıyorsunuz. Tüm yıl boyunca outletlerden, belli başlı moda markalarını ucuza almak mümkün.
Londra’da kış indirimi geleneksel olarak Noel tatilinin ikinci günü başlıyor. O gün şehrin sokaklarında bir karnaval havası yaşanıyor. Mağaza önlerinde palyaçolara, jonglörlere rastlamak mümkün. Oranlar yüzde 50 civarında ve ucuzluk ocak sonuna kadar devam edecek.
İspanya’da indirim tarihleri bölgelere göre değişiyor. Barcelona’nın bulunduğu Katalonya’da 7 Ocak’ta başlayan ucuzluk, 6 Mart’a kadar sürecek. Madrid’de ise indirim 1 Ocak’ta başlıyor ve 31 Mart’a kadar devam ediyor. Tarihler Turizm ve Ticaret Bakanlığı tarafından belirleniyor. Yaz indirimi Barcelona’da 1 Temmuz-31 Ağustos, Madrid’te 21 Haziran-21 Eylül arasında.
İtalya’nın moda merkezi Milano, ocak ve temmuzda indirime giriyor. Kesin tarih vermek gerekirse 15 Ocak-15 Şubat ve 15 Temmuz-15 Ağustos arası. Como yakınlarında bulunan outlet mağazalarından tüm yıl boyunca ucuza alışveriş yapabilirsiniz.
Maalesef Dubai Alışveriş Festivali bu yıl iptal edildi. Alışverişin kabesi olarak anılan şehirde, şu anda başlaması gereken festivali, Dubai Emiri Şeyh Makdum Bin Raşid El Makdum’un ölümü nedeniyle 20 Aralık 2006-2 Şubat 2007 arasında düzenleyecekler.
Bazı markalarda indirim oranları
Body ShopYüzde 50
DieselYüzde 50
BetaYüzde 40
StepBir alana bir bedava
BeymenYüzde 50
BambiYüzde 50
Seven HillYüzde 50
TitaYüzde 70
VividYüzde 50
BoynerYüzde 50
Yazının Devamını Oku 13 Ocak 2006
Bana sorarsanız en iyi alışveriş yalnız başına yapılır, ama bazı istisnai insanlar vardır. Gezerken size arkadaşlık eder, karar vermenize yardımcı olur, hiçbir şeye zorlamaz, keyfinizi kaçırmazlar. Ama bazıları da vardır ki, insan bakkaldan ekmek almaya bile onlarla birlikte gitmek istemez. İnsanı hem alışverişten hem kendilerinden soğuturlar. Bugün işte bu tipler ve hayatımızdaki etkileri üzerinde duracağız. Ben aşağıda kendimce bir listeleme yaptım ama eminim aklıma gelmeyen daha başka türleri de vardır. Listede bulamadığınız türler varsa, konu hakkında beni bilgilendirmenizi şiddetle rica ederim. İşte alışverişe çıkarken yanınıza asla almamanız gereken tipler:
Alışverişe çıkmayı yalnızca vitrin bakmak sananlar: Asla mağazadan içeri sokamazsınız. Vitrinde sergilenen ürünleri seyretmekle yetinirler. Aslında alışveriş yapmaya niyetleri yoktur, sizin de hevesiniz kursağınızda kalır. Israr edip içeri girseniz bile onlar kapı ağzında beklemeye devam ederler.
Girdiği mağazadan çıkmak bilmeyenler: Yukarıda bahsettiğimiz türün tam zıttı tiplerdir. Tek bir mağazanın içinde saatler geçirebilirler. Tezgahtarla sohbete dalanları vardır. Çay kahve içmek için oturanlarına bile rastladım. Sıkıntıdan morarsanız umursamazlar. Belki anlar diye otuz saniyede bir saatinize bakmanız fayda etmez.
Alışveriş sırasında ortadan kaybolanlar: Bu gibi tipler alışveriş merkezleri ile katlı mağazalarda daha da tehlikeli bir hal alır. Diyelim parfüm reyonundasınız, "Ben ayakkabıların olduğu bölüme bir bakıp hemen geliyorum" deyip uzaklaşırlar. Siz işinizi bitirdiğinizde hala dönmemişlerdir. Ayakkabı reyonuna gidersiniz ama orada bulamazsınız. Sizi bulmak için parfüm reyonuna döndüğünü sanır, geri dönersiniz, yine yok. Siz böyle pinpon topu gibi oradan oraya koştururken nihayet ortaya çıkar, üstüne üstlük "Neredeydin, her yerde seni aradım" diye sorarlar.
Taban tabana zıt zevklere sahip olanlar: Böyle biriyle alışveriş yapıp eve döndüğünüzde, poşetten çıkanlara kendiniz bile şaşırabilirsiniz. Asla giymeyeceğiniz bir dolu şeyin tam söze göre olduğunu söyler, sizin zevkinize değil, kendi zevkine göre alışveriş yapmanıza neden olurlar. Sonra tabii hiç biri giyilmez, dolabın bir köşesine atılır. Benim bu gibi bir deneyim sonucunda aldığım anormal yüksek topuklu iki ayakkabım, bir payetli bluzum, bir de peluş ceketim var.
Kararsızlar: Aynaya bakmak yerine sizi kullanırlar. Üstelik söylediklerinizle ikna da olmazlar. Tek bir tişört almak için tüm rafları aşağı indirebilirler. Sonunda hala karşınıza geçip "Bu renk beni solgun mu gösterdi, olduğumdan kilolu mu durdum" diye sormaya devam ederler. Satın alacakları her şey onlar için hayati bir karar demektir.
Bazı türdeki erkek arkadaş ve kocalar: Bu başlık altında üç tür bulunmakta ama bana sorarsanız hiçbir erkekle alışverişe çıkılmaz. Ne kendinize, ne de ona birşey almak için... Bırakın başının çaresine kendisi baksın.
a. Herşeyin parasını ödemeye kalkanlar: Ne söyleseniz kar etmez, ille de ben ödeyeceğim diye tuttururlar. Bir süre sonra fiyatı yüksek olan hiçbir şeyle ilgilenmemeye başlarsınız. Beğenmediğiniz halde, sırf ucuz olduğu için alışveriş yapabilirsiniz.
b. Alışverişin kadın işi olduğunu düşünenler: Bu tipler bir alışveriş merkezinin ya da mağazanın kapısından girdikleri an başkalaşım geçirir. Bakışları donuklaşır, yüzleri ifadesizleşir, kas ve sinirlerdeki gerilme nedeniyle boyunlarındaki damarları seçmeye başlarsınız. Bazıları tüm bunlara ilaveten ellerini arkalarında birleştirmek suretiyle yanlarındaki kişi için daha da sinir bozucu bir görünüm arz ederler. Sanırsınız toprak sahibi tarlasındaki ürünü satmış da, parasıyla karısına iki metre basma kumaş almak için kasabaya inmiştir. Biraz fazla oyalandığınızı hissederse öfleyip pöflemeye başlar. Sigara içemediği için başına vurduğunu söyler. İki de bir sigara molası verirsiniz.
c. Sürekli bütçe hatırlatması yapanlar: Yanınızda sağduyulu birinin olması iyidir ama her zaman değil.
Elinizi neye atsanız almaya değmediğini düşünen anneler: Hele bir de ellerinden iş geliyorsa yandınız. Tüm kazakları örebileceklerini, tüm etekleri dikebileceklerini iddia ederler. Hemen hepsi ceketin modeline değil, kumaşın kalitesine bakar ve "Nerede eski kumaşlar. Bunlar iki günde eriyiverir" diye söylenir. Bir de ürün bilgilerinin bulunduğu etiketlere takanları vardır. Yüzde yüz yün, keten ya da pamuklu ibaresi görmezlerse sinirleniverirler. Ondan sonra "Bunların hepsi sentetik, hiç sağlıklı değil" ile başlayan monologlara sıra gelir.
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2006
Yılbaşı alışverişi sırasında en büyük ıstırabı kasa önünde beklerken çektim. Kapısından girdiğim an hafakan basacağını bile bile Cevahir’e gittiğim halde üstelik. Yılbaşı öncesi her yer kalabalık, Cevahir de kalabalık. Ama devasa bir yer olduğundan içinde ne kadar insan olursa olsun kalabalığı fark etmiyorsunuz. Ben de sırf bu yüzden gittim oraya. Hakikaten de koridorlarda dolaşırken hiç kalabalık yoktu. Derken mağazaların içine girdim...
Bir de ne göreyim. Koridorda rastlamadığım o kalabalık, kasaların önünde sıraya girmiş. Başladım kasa önünde sıra olmayan mağaza aramaya. Boş kasa bulsam eczaneye girip oradan alacağım hediyeleri.
İnsanın kasa önünde bekleme süresi ne kadar çaresiz olduğuyla, bir de satın almaya çalıştığı şeyi ne kadar istediğiyle orantılı. Şahsen ben üç dakikadan sonra sinir buhranı geçiriyorum. Dördüncü dakikada elimdekileri olduğu yere bırakıp, mağazadan çıkmışlığım var. On dakika beklemem için raflardan birinde Benicio Del Toro’yu filan bulup almaya karar vermiş olmam lazım. Yok yok, böyle bir durumda sanırım 15-20 dakika da bekleyebilirim.
Kasa sırasının en uzun olduğu yerler (indirim zamanı Mango’yu saymazsak) sanırım süpermarketler. Bu durumla başetmek için önlemler alıyor, sistemler geliştiriyorlar. Örneğin ekspres kasalar. Ödemenizi buralarda yapmak için en fazla beş parça ürün almış olmanız gerekiyor. Ama bazen ekspres kasaların önünde, normal kasalardan daha uzun sıralar oluşuyor.
Bir de teknolojinin yardımıyla geliştirilen yöntemler var. Örneğin Migros’un pilot uygulamasını yaptığı akıllı alışveriş arabaları. Sepete attığınız ürünleri kasaya gitmeden, alışveriş arabasına okutuyorsunuz. Kasa sadece toplama bakıyor. Bu da hız kazandırıyor. Ancak maalesef yaygın olarak kullanılmıyor bu yöntem.
Şimdi Japonlar (tabii ki onlar) yeni bir sistem geliştirmişler. Tokyo’daki FamilyMart adlı ucuzluk mağazası, sadece bir ay için yeni bir etiketleme yöntemi kullanmaya başlamış. 500 çeşit ürünün üzerine bu etiketlerden yapıştırmışlar. Bir de elektronik para kullanmak gerekiyor işe yaraması için. Müşteri elindeki alışveriş sepetini bankonun üzerine koyduğu an, sistem bir saniyede sepet içindeki tüm barkodları okuyabiliyor. Kasaya ulaşıp, ödemeyi yapıp, poşetleri doldurup çıkmak 10 saniyeden uzun sürmüyormuş. Bu arada deney, Japon Ticaret Bakanlığı’nın desteklediği bir projenin parçasıymış. Perakendeciliğin geleceğini araştırıyorlarmış. Bakar mısınız Japonlara. Kasa önünde oluşan sıraları devlet politikası haline getirmişler.
ARZU NESNESİ
Hiçbir yerde kalmamış
Bu haftanın arzu nesnesini ben değil, Türk halkı seçmiş bulunuyor, hiçbir yerde kalmamış, tükenmiş zira. Apple iPod Nano’dan bahsediyorum. Şu anda TeknoSa, ideefixe.com, deppo.com, hepsiburda.com, weblebi.com nereye bakarsanız bakın bulamıyorsunuz. Dün deppo.com’u aradım, "Sonuncuyu az önce sattık" dediler. Yılbaşı öncesinde bin civarında getirmişler, hepsi tükenmiş. Yenileri de ancak bayramdan sonra gelecekmiş.
Apple iPod Nano, bin şarkı veya 25 bin fotoğraf saklama kapasitesine sahip ama kurşun kalemden daha ince ve diğer mp3 çalarların yarısı büyüklüğünde. Ağırlığı 42 gram. 2 ve 4 GB’lık iki modeli var. Siyah ve beyaz olmak üzere iki rengini bulabilirsiniz ama kılıflarının pembe, mor, mavi ve yeşil gibi gözalıcı alternatifleri var. Pil ömrü de 14 saatmiş. Deppo.com’da 2 GB’liği 380, 4 GB’liği 476 liraydı.
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2005
Bu hafta yılbaşı münasebetiyle hediyelik alışverişi ile ilgili bir şeyler yazmayı düşündüm ama sonra vazgeçtim. Şimdi ilginç olduğunu düşündüğüm birkaç parça saysam, yazdığım an ilginç olmaktan çıkacak. Sonra hediye dediğiniz şey, aldığınız kişinin kim olduğuyla, neleri sevdiğiyle ilgili, falan filan. Bir de ne yalan söyleyeyim ilginç olduğunu düşündüğüm her şeyi ben kendi yakınlarıma aldım, buradan açık etmek istemem. Ama Cuma Vitrini sayfamıza bir göz atmanızı şiddetle tavsiye ederim. Gerçekten özel öneriler bulabilirsiniz.
Hálá eksikleriniz varsa ve alışverişe çıkacaksanız, Allah kolaylık versin demekten başka çarem yok, zira her yer ana baba günü.
*
Birkaç gün önce AFP haber ajansı, Amerikalıların yüzde 60’ının Noel’de istemediği hediyeler aldığı yönünde bir haber geçti. Bu insanların yüzde 52’si sevmedikleri hediyeleri yeniden paketleyip başkalarına veriyormuş.
Bir arkadaşım işyerine gelen paketi, bir yakınına hediye etmeye kalkmıştı da rezil olmuştu. Meğer gönderen kişi içine kartvizitini koymuş, bir de isme ithafen imzalamış. Siz siz olun, gelen hediyeyi başkasına pas edecekseniz önce her tarafına iyice bir bakın.
Benim bugüne kadar aldığım en güzel hediye Çinli bir arkadaşımdan gelmişti: Öküz boynuzundan yapılma bir mühür. Çinliler evraklara imza atmak yerine isimlerinin yazılı olduğu mühürler kullanıyorlar. Benimkisi en kıymetli malzemeden, antik alfabelerden biri kullanılarak yapılmıştı. Bu kadar özel mühürler ancak evlilik sözleşmesi gibi hayati belgeler için kullanılırmış. Yian (arkadaşımın ismi), söylendiğinde kulağa benim adım gibi gelecek, doğru heceleri bulmak için çok uğraştığını anlatmıştı. Şimdi ne zaman birilerine mektup yazsam veya kart atsam bu mührü kullanıyorum. Aradan beş yıl geçti, önüne geçecek başka da bir hediye almadım açıkçası.
*
Mevzuya girmek üç paragrafımı aldı, kusura bakmayın.
Hediyelik olarak ne alacağınız üzerine değil ama gelen hediyeyi değiştirmek üzerine yazmak istedim de bu hafta. Ne de olsa önümüzdeki günlerde bol bol ürün değişimi yapılacak.
Maalesef bu konuda bir püf noktası yok. Elinizde fiş veya değiştirme kartıyla mağazaya girdikten sonra işiniz satış görevlisinin insafına kalıyor. Değiştirmenin acılı mı acısız mı olacağı ona bağlı.
Birkaç hafta önce doğum günü hediyesi olarak, bir arkadaşımdan çok güzel bir bluz aldım. Fakat bir beden küçük geldi. Paketin içinden hediye kartı da çıkmıştı, hiç sorun değil, gidip değiştireceğim.
Mağazaya iş çıkışında uğrayacağım için el kadar bluzu ayrı poşette taşımak istemedim. O yüzden mağazaya ait poşetten çıkarıp, küçük bir eczane torbasına koydum, sırt çantama attım.
Akşam saatlerinde, mağazanın ve kasa önünün bomboş olduğu bir anda girdim içeri. Doğruca kasadaki kıza gidip derdimi anlattım, çantamdan küçük poşeti ve değiştirme kartını çıkardım.
Bu arada bana ne hoşgeldiniz dedi, ne de yüzüme baktı. Yine yüzüme bakmadan elimdeki bluzu aldı ve gitti. Bir beden büyük olanıyla döndü, önüme bıraktı. Sonra da bir iade fişi imzalattı.
Kısa bir süre poşet versin diye bekledim, vermedi. Belki dedim iyi akşamlar der, o da yok. Getirdiğim küçük poşetin içine kendim koydum bluzu ve çıktım. Sanki o bana lütfetmiş, ben ondan insanın boynunu eğecek bir şey istemişim gibi.
Bu çok ortalama bir örnek. Kız bana kaba davranmadı ama nezaket de göstermedi. Oysa ben, 15 dakika önce aldığım farın kırık olduğunu fark edip geri götürdüğümde benim kırdığımı iddia edenlerle de karşılaştım. Ama bir örnek var ki, benim için son derece travmatiktir. Bu yüzden tam iki yıl boyunca hiçbir yerden ürün değiştirmesi yapamamıştım...
Birkaç yıl önce Kadıköy çarşı içindeki bir parfümeriden güneş kremi aldım. Eve gidince koruma faktörünün yeteri kadar yüksek olmadığını fark ettim ve ertesi gün değiştirmek için geri götürdüm. Tezgahtaki adam değiştirmeden önce tüpü tarttı ve "Bunun gramajı tutmuyor, kullandığınız şeyi değiştirmeye mi kalkıyorsunuz, ben enayi miyim" deyip önüme fırlattı.
Ben zaten başta tartmak nereden aklına geldi diye dehşete düşmüştüm, eksik deyince kan beynime sıçradı.
En nezaketli halimle "Beyefendi, bu bir güneş kremi. 24 saatte tatile gidip gelemem ya, bronzlaşmış da değilim. Siz baştan eksik satmış olmayasınız" dedim. Bunu kişiliğine hakaret kabul etti ve "Defoollll" diye bağırmaya başladı. Ben en son güneş kremini kendisine geri fırlattığımı hatırlıyorum. Şuurumu kaybetmişim.
Gerçekten tam iki yıl boyunca aldığım hiçbir ürünü kendin değiştirmedim, başkalarından rica ettim. Düşüncesi bile ellerimde titremeye neden oluyordu.
Niye ürün değiştirmesinde insana dilenci muamelesi yapıyorlar anlamış değilim. Neticede değiştirmek istediğiniz şey o mağazadan alınmış, para verilmiş. Diyeceğim o ki, önümüzdeki günlerde kendinize ve sinirlerinize mukayyet olun.
Yazının Devamını Oku