29 Haziran 2007
Geçen hafta gazete haberlerinde vardı. Metro Grup Asset Management Genel Müdürü Gündüz Bayer, önümüzdeki beş yıl içinde Türkiye’deki alışveriş merkezi sayısının 200’den 500’e kadar çıkacağını söylemiş. Ayrıca alışveriş merkezleri konusunda Avrupa’nın gerisindeymişiz. Türkiye’de 1000 kişiye 32 metrekare alan düşüyormuş, Avrupa’da durum bunun 10 katıymış.
Duyunca önce bir paniğe kapıldım. İstanbul’da daha fazla alışveriş merkezini bünyem kaldırmayacak çünkü. Şu anda inşaatı sürenleri de açsınlar, yeter. Hatta açılan son alışveriş merkezine Yeter Alışveriş Merkezi adını da verebilirler, ama pek havalı olmaz sanırım.
Sonra düşününce sakinledim. Söz konusu 300 alışveriş merkezi, ille de İstanbul’a açılacak değil ya, Türkiye’de tek bir alışveriş merkezi bulunmayan pek çok şehir var. İhtiyacı olan bölgelere yatırım yapabilirler.
Uzun zamandır bu alışveriş merkezlerini, "Aman efendim biz sadece bir alışveriş merkezi değil, bir yaşam alanı, yaşam biçimi sunuyoruz" diye lanse ediyorlar. İstanbul’da denemediğimiz yaşam biçimi kalmadı. Bu nedenle de tavsiye ediyorum, diğer şehirleri tanıştırsınlar yeni yaşam biçimleriyle. Biz burada hepimiz artık düzenimizi kurduk. Ne için hangi alışveriş merkezine gideceğimizi öğrendik. Sıkılırsak haber veririz. Mevcut durumu gözler önüne sermek üzere İstanbul’un mini alışveriş haritasını bile çıkardım. Üstelik listemde dünya kadar eksik yaşam biçimi var:
Akmerkez: Eski havası kalmadı, ama okul kıran veya çıkışta uğrayan liseli gençlerin gözdesi. Elbette hala Etiler’in göbeğinde, alışveriş için tercih edilen bir mekan, neticede pek çok marka buradaki mağazalarına özel önem veriyor. Paparazzilere yakalanma peşindeki ünlü isimlere rastlamak mümkün.
Kanyon: Yazılı olmayan bir kılık kıyafet yönetmeliği var. Eskiden şapka giyilmeden Beyoğlu’na çıkılmazmış, şimdi de kuaföre uğranmadan, stilettoları ayağa geçirmeden Kanyon’a gidilmiyor. Alışveriş maksadıyla en az kullanılan alışveriş merkezi. Öğle saatlerinde çevredeki şirketlerin yöneticilerini yemek yerken görebilirsiniz. Şehrin bu aralar en havalı AVM’si. Sırf görünmek için gidenler var.
Metrocity: Kanyon’dan alışveriş yapamayanlar ile üstü başı Kanyon’a gitmeye müsait olmayanların tercihi. Hemen yanıbaşında çünkü. Üstelik içinde metro istasyonu var. Bu arada Kanyon, Metrocity ve Cevahir aynı metro hattı üzerinde bulunuyor. Hepsi ayrı bir istasyonda. Alışveriş hummasına yakalanıp, bir günde üçünü birden gezenler var. Belirli bir markanın ayakkabısını birinde bulamadınız diyelim, atlayıp 2 dakikada ötekine geçip orada arayabilirsiniz.
Cevahir: Gerçekten ama gerçekten alışveriş yapması gerekenler, belirli bir ürünü arayıp, pek çok alternatif görmek isteyenler buraya gidiyor. Dev bir alışveriş hangarı çünkü. Çevre semtlerden takılmak için gelen bir kitle de var. Havalı olmaktan en uzak alışveriş merkezleri sıralamasında dereceye girer. Bazı markaların tek mağazası burada bulunduğundan uzak durmak maalesef mümkün değil. Geçen sene yaşanan güvenlik rezaletleri sonrasında bir süre boykot ettimse de, çaresizlikten uzun sürmedi. Bir an evvel işimi bitirip, oyalanmadan çıkmaya çalışıyorum.
Capitol: Bukalemun gibi bir yer. Bu konuda ödülü bile var. Her gittiğimde değişmiş buluyorum. Kadıköy ve Üsküdar çevresinde oturanların tercihi. Tam bir mahalle AVM’si. Özellikle çocuklu aileler tercih ediyor. Başı çocuk gürültüsü kaldırmayanlar pazar günü gitmesin.
Yazının Devamını Oku 22 Haziran 2007
Bana sorarsanız imkansıza yakın bir şey. Çin malı satın almadan yaşamak, alışveriş yapmadan yaşamakla aynı anlama geliyor neredeyse. Çünkü her Çin malının üzerinde "made in China" yazmıyor. Diyelim markete gittiniz, son derece yerli malı ürünler aldınız. Tarhana, günlük yumurta, süt ve ekmek gibi. Kasada ödemeyi yaptınız, aldıklarınızı poşete doldurdunuz çıkıyorsunuz. Peki o poşet nerede üretildi acaba? Ya da tarhananın ambalajı? Otomobiliniz bozuldu tamirciye gittiniz. Parça değişmesi gerekiyor. O parça nereden geliyor?
Ben neredeyse imkansız diyorum ama, Amerikalı yazar Sara Bongiorni, ailesiyle birlikte tam bir yıl boyunca Çin malı satın almadan yaşamayı denemiş, bu deneyimi de kitap haline getirmiş.
Adı "A Year Without Made in China" (Made in China’sız Bir Yıl). Boykot kararını ailecek Noel’den iki gün sonra almışlar. Sanıyorum o esnada cereyan eden alışveriş çılgınlığında gına gelmiş olmalı.
Sara Bongiorni, kendisinin yazdığı makalede karar anını şöyle anlatıyor: "O karanlık pazartesi kanepede uzanmış, tatilin hüzünlü kalıntılarına bakarken kafama dank etti. Çin her yeri ele geçirmişti. Televizyonun ekranı, kapıdaki tenis ayakkabıları, Noel ağacının üzerindeki ışıklar... Hemen kalktım ve bir envanter çıkardım. Gelen hediyeleri Çin malı olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayırdım. Çin 25’e 14 kazandı. Fark ettim ki Noel, Çin yapımı bir bayrama dönüşmüştü. Yeter dedim, Çin’i evden atmak istedim."
Amaçlarının Çin’i cezalandırmak olmadığını söylüyorlar. Sadece Çin malı almadan ne kadar yaşanabilir, durum ne kadar vahim görmek istemişler.
İlk sıkıntı oğullarına tenis ayakkabısı ararken yaşanmış. Çin malıyken 10 dolara aldıkları ayakkabıya İtalyan malı olunca 60 dolar ödemişler. Bütçedeki ilk delik de bu vesileyle meydana gelmiş. Bongiorni, bir tenis ayakkabısına 60 dolar ödemenin ağırına gittiğini söylüyor.
Kocasının doğum gününde pastaya mum almak için market market dolaşmış, Çin malı olmayanını bulamamış. Sonunda evde geçen seneden kalanlarla idare etmişler.
Çekmece bozulmuş, Çin malı olmayan parça bulunamadığından bozuk kalmış.
Evdeki 4 fareyi babadan kalma yöntemlerle haklamışlar, çünkü bu yeni nesil yapışkanların da hepsi Çin malıymış.
Dört yaşındaki oğullarına alabildikleri tek oyuncak Danimarka malı legolar olmuş. Çocuk yıl sonuna doğru küçük bir sinir krizi geçirmiş ve anne babasına boykotu sona erdirmeleri için yalvarmaya başlamış.
Nihayet bir sonraki Noel geldiğinde çam ağacını elde yaptıkları süslerle donatmak zorunda kalmışlar.
Koca yılı Çin malı olmadan geçirdikten ve deneyimlerini bir kitapta topladıktan sonra Sara Bongiorni şu sonuca varmış: "Çin malı olmadan yaşanabilir ama bu iş her geçen gün daha pahalı ve zor bir hal alıyor. Bundan 10 yıl sonra aynı şeyi deneme cesareti gösteremeyebilirim."
Yazının Devamını Oku 8 Haziran 2007
Geçen hafta sonu, her ayın ilk hafta sonu olduğu gibi, maaşın bir kısmını harcamak üzere Kapalıçarşı-Mercan-Tahtakale turuna çıkıldı. Bu turlar sırasında bendeki ruh halini şöyle tarif edebilirim: Tarladan mahsulü kaldırıp cebine parasını koyan çiftçi, yanına karısını da alıp kasabaya iner ya, öyle. Ben bu örnekte çiftçinin karısı oluyorum. Her seferinde tarifsiz bir mutluluk hali.
Beyazıt kapısından Kapalıçarşı’ya giriliyor, dolana dolana Örücüler Kapısı’na gidiliyor. Köylü Pazarı olarak anılan bölümde, kumaşların arasında epey bir zaman kaybedilip geri dönülüyor, Mercan Kapısı’ndan çarşı terk ediliyor. Mercan Yokuşu’ndan aşağı sallanıp Tahtakale’ye varılıyor. Burada Çin teknolojisinin vardığı son nokta teşhis edildikten sonra Mısır Çarşısı’na bağlanılıyor ve Çiçek Pazarı’nda tur sona eriyor.
Bu sefer Köylü Pazarı’na peştamal almaya gittim. Plaj havlusu yerine iyi oluyor, tatile giderken valizde fazla yer kaplamıyor. Eğin Tekstil’e uğrayıp, yok gibi hissettirecek kadar ince gömleklerden istedim, bu sene satmıyorlarmış, yazık.
Bu arada bedestenlerden birinde dolaşırken yeni bir şey öğrendim. İçeride keskin bir naftalin kokusu vardı, sordum, kediler içinmiş. Naftalin kokusu kedileri uzak tutuyormuş. Benim uzak tutmak gibi bir derdim yok ama sizin varsa, aklınızda bulunsun.
Mercan’da güneş şemsiyesi baktım, 5-25 lira arasındaydı. Gayet uygun. Bu sene güneş öyle yakıcı ki, balkondaki çiçekleri sulamaya su yetmiyor. Zaten su sıkıntısı da var, belki şemsiye bir işe yarar.
Oradan, Çinliler Çin’den yeni ne getirmiş diye bakmak üzere Şark Han’a daldım. Epeydir gitmiyordum, her şey yeni gibi geldi. Bir sürü jel çıkartma aldım. Poşeti 1.5-2 lira. Bu jel çıkartmalar yapışkanlı değil ama parlak yüzeyleri hemen tutuyorlar. Renkleri ve şekilleri çok güzel. Önüme gelen her yere yapıştırıyorum. Balkon kapısının camına gün batımına doğru bulutların arasından uçan martı kompozisyonu yaptım mesela. Banyo aynasında da denizler altında 20 bin fersah isimli çalışmam bulunuyor. Gayet dekoratifler. İşte aldığım diğer Çin malı zamazingolar:
Refleksoloji aygıtı: Tahta plakanın üzerine yine tahtadan sağ ve sol ayaklar konmuş, sert yaylarla plakaya tutturulmuş. Otomobil pedalı gibi. Ayakların üzerinde birtakım tahta boncuklar var. Her nokta bir organı idare ediyor. Siz çıplak ayakla pedala bastıkça refleksoloji masajı yapmış oluyorsunuz. Fiyatı 5 lira. (Çok karışık oldu, anlatamadım galiba)
Okuma feneri: Sadece 1 lira. Kitaba tutturuyorsunuz, yolda, yatakta, karanlıkta kitap okuyorsunuz. Şehirlerarası yolculuk sırasında acayip işe yarıyor.
Kapı zili: Zil ve düğme olmak üzere iki parçadan oluşuyor. 11 melodisi var. Kablo filan yok. Pille çalışıyor, 80 metreye kadar zil düğmeden gelen sinyali okuyabiliyor. Bugün gazetede herkese eşek şakası yaptım bununla. Zili masa altına, çekmeceye saklayıp, uzaktan düğmeye basıp duruyorum. Acayip eğlenceli, ama galiba suyunu çıkardım, ters ters bakmaya başladılar. Fiyatı 15 lira.
Kulak flaşörü: Bu adı ben taktım. Cep telefonlarının kablosuz kulaklıklarına benziyor, ama hiçbir işe yaramıyor. Gece kulübüne gidenler alıyormuş. Kulağına takıp düğmesine basıyorsun, kulağından ışık fışkırıyor. İlginç. Niye ki? Fiyatı 1 lira, yoksa 3 müydü?
Adım sayacı: Denedim hep birkaç adım fazla sayıyor. Yaktığın kaloriyi de hesaplıyor ama güvensem mi? 7 liraydı, 5’e aldım.
Yazının Devamını Oku 25 Mayıs 2007
Modada bu yazın ve belli ki önümüzdeki birkaç sezonun kilit kelimeleri; sosyal duyarlılık, ekolojik ve organik. Asimetrik kesimler, puantiyeler, çizgililer, pililer ancak bu saydıklarımdan sonra geliyor. Hal böyle olunca, sezonun en popüler plaj çantası da bir çuval oluyor.
Lauren Bush, Bush ailesinin -insanda "evlatlık mı acaba" merakı uyandıran- üyelerinden biri. Zira, kendileri George W. Bush’un yeğeni olmakla birlikte, Dünya Gıda Programı adına çalışıyor, açlıkla mücadeleye katkı sağlamaya uğraşıyor.
Aynı zamanda bir model.
Feed (doyur) projesi de onun eseri. Dünyanın dört bir yanında açlıktan ölen çocuklar için yaratılmış bir proje. Hem konuyla ilgili sosyal duyarlılığı artırmaya çalışıyor, hem de aç çocukları doyurmak için gelir yaratmaya...
Bu amaçla birer tişört ve çanta tasarladı Lauren Bush. Geçen ay Amazon.com üzerinden ABD’de satılmaya başladılar.
Çanta kısa sürede fenomen haline geldi.
Uzaktan bakınca tıpkı gıda yardımı çuvallarına benziyor. Bir yüzünde Feed, diğer yüzünde kocaman bir 1 baskısı var. İnternette 59.95 dolara satılan bu çantayı satın aldığınızda, okula giden 1 çocuğun bir yıllık öğle yemeği ihtiyacını karşılayabiliyorsunuz çünkü.
Verdiğiniz paranın 34 doları Dünya Gıda Programı’na gidiyor.
Çift taraflı kullanılabilen çantanın bir yüzü çuval, bir yüzü beyaz müslin kumaş kaplı. Kocaman ve bol gözlü bir şey.
Aslında market alışverişinde kullanılsın diye tasarlanmış. Satın aldıklarınızı her seferinde yeni naylon poşetlere doldurmayarak çevre için de iyi bir şey yapmış oluyorsunuz.
Dedim ya, Feed çanta kısa sürede ABD’de fenomen haline geldi. Evet, markete giderken kullananlar da var, ama satın alanların büyük bölümü omzuna takıp sokağa çıkıyor, okula gidiyor, plaja iniyor. Üniversite kampuslarında çok popüler. En şık yazlık elbiselerle bile kullanılıyor. Feed çantasını gururla taşıyan ünlü yüzlere rastlanıyor.
Normal şartlarda bir çuvalın bu kadar popüler olması mümkün değil, ama tasarlayan Lauren Bush olunca, geliri aç çocuklara gidince oluyor işte.
Son zamanların en havalı şeyi ekolojik ve sosyal duyarlılık sahibi olmak.
Yazının Devamını Oku 18 Mayıs 2007
Bir araya gelip, kalabalık gruplar oluşturan insanların neler yapabileceğini, neleri değiştirebileceğini biliyoruz. Peki bu insanların sayısı 1 milyarı aşmışsa ve birçoğunun elinde dijital fotoğraf makineleri varsa ne olur?
Bugün tüm dünyadaki internet kullanıcılarının sayısının 1 milyarı geçtiği tahmin ediliyor. Bu insanlar bilgisayarlarının başına oturduklarında, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar aynı dev grubun parçası haline geliyor: İnternet kullanıcısı tüketici grubunun.
Burada online alışverişten bahsetmiyorum. Alışveriş tecrübelerini, internet sayfalarında diğer tüketicilerle paylaşan insanlardan söz ediyorum.
Bu 1 milyar insanın büyük bölümünün aynı zamanda kameralı birer cep telefonu sahibi olduğunu düşünürsek, güçleri daha da artıyor.
Memnun kalmadıkları kusurlu ürünleri, hizmetleri anında fotoğraflayıp, cümle aleme faş edebiliyorlar. Ya da tam tersi olabiliyor. Beğendikleri şeyleri başkalarıyla paylaşıyorlar.
Tek bir mail’le koca bir hareket başlatabilir, belirli bir ürünü protesto edebilirler.
Hatırlarsanız bir aralar, yeşil sermaye olduğu iddia edilen markaların listesi herkesin mail kutusuna düşüyordu. O vakitler pek çok kişi, en azından bir süre elinde bu listeyle alışverişe çıkmış, adı geçen markalardan vazgeçmişti.
Bir dönem de kanserojen olduğu iddia edilen gıda ürünleri listesi yayılmıştı.
"Şikayetinizi bize, memnuniyetinizi dostlarınıza iletiniz" prensibi artık geçerli değil.
Şeffaflıksa buyrun size şeffaflık.
Sakın küçümsemeyin; bugün birçok kişi, önemli alışveriş kararları almadan evvel internete giriyor. Başkalarının deneyimlerini, tavsiyelerini, şikayetlerini okuyor.
Etrafımdan gözlediğim kadarıyla, bizde en çok seyahat, kozmetik ve elektronik alanlarında başvuruluyor bu yönteme.
www.sikayetim.com, www.sikayetvar.com Türkiye’de hizmet veren bu tip internet sitelerinden sadece iki tanesi.
Özellikle bu iş için kurulmuş internet sitelerinden başka bir yöntem daha var alışveriş öncesi araştırma yapmak için. İnternet arama motoruna giriyorsunuz. Satın almayı düşündüğünüz ürünün veya satıldığı markanın adını yazıp yanına bir de "forum" diyorsunuz. Enter tuşuna bastığınız an, o güne kadar memleketteki tüm forum sayfalarında, o şeyle ilgili kim ne demiş önünüze dökülüyor.
Kepek şampuanı kimin kepeğini daha da artırmış, hazır çorbanın içinden ne çıkmış, hangi koltuk 1 haftada parçalanmış, hangi mağazada satış görevlileri müşteriyi azarlamış hepsini şıp diye öğreniyorsunuz.
Küresel ısınma, hava sıcaklığıyla birlikte online alışveriş inisiyatiflerinin sayısını da artırdı. Bizde henüz kimsenin pek aldırdığı yok ama, yabancı sitelerde küresel ısınmaya neden olan ürünler protesto ediliyor.
Diyeceğim o ki, dünyanın tüm alışverişçileri, birleşin!
Yazının Devamını Oku 12 Mayıs 2007
Bülent Gülen, 1980’li yıllarda İstanbul Çemberlitaş’ta, birkaç personelle çalışan bir tekstil atölyesi kurdu. 1990’a kadar Mahmutpaşa’daki toptancı esnaflardan biriydi. Klasik triko satıyordu. O yıl, büyümek ve gelişmek için Merter’e taşındı. Merter’deki atölyeden Osmanbey, Mahmutpaşa ve Türkiye’nin başka yerlerindeki mağazalara toptan satış yaptı.
Derken adının ve soyadının baş harflerinden oluşan BG markasını kurdu. İstanbul’da birkaç mağaza açtı. Hálá klasik trikolar satıyordu.
2003’te eşi Nilgün Gülen’e BNG markasını hediye etti. Geleceklerini değiştiren hareket bu oldu.
BNG de bir önceki marka gibi karı kocanın isimlerinin baş harflerinden oluşuyordu. Nilgün Hanım’ın herkesin dikkatini çeken, farklı bir giyim tarzı vardı. Bülent Bey, bu tarzı BNG koleksiyonlarına yansıtmasını istemişti.
Bir de artık ayakta kalmak için farklılaşmak gerekiyordu. Bülent Gülen’in klasik trikolarıyla devam ederlerse, tekstil sektöründeki krizlerle başa çıkmak gitgide zorlaşacaktı.
İlk 5 yıl zor geçti. Sonra kendi etiketleriyle yurtdışındaki fuarlara katılmaya karar verdiler. İlk denemeleri Pret a Porter Paris oldu. Standlarının talihsiz konumuna rağmen sipariş almayı başardılar. İki hafta sonra Londra’daki fuarda, daha geniş bir koleksiyon sergilediler. Siparişlerin sayısı arttı.
BNG bugün yurtdışında Türkiye’de olduğundan daha fazla tanınıyor. ABD, Japonya, Fransa, İngiltere, İtalya ve Hong-Kong’un aralarında bulunduğu pek çok ülkede 285 butikte tasarımları satılıyor. Türkiye’de ise İstanbul, Adana, İzmir, Ankara, Denizli, Bursa ve Antalya’da 30 butikte bulabiliyorsunuz BNG markasını. Henüz kendi isimleriyle mağaza açmıyorlar.
Üretimleri iki yıl öncesine kadar yüzde 25 yurtdışı, yüzde 75 iç pazara yönelikti. Şimdi üretimlerinin yüzde 90’ı yurtdışına yönelik. İtalyan moda dergisi Collezioni Donna, geçen yıl BNG’yi Türkiye’de keşfedilmeyi bekleyen 8 marka arasında gösterdi.
Nilgün Gülen’in sade ama güçlü bir stili var. Bolca siyah renk, keten ve pamuk malzeme kullanıyor.
BNG’nin tasarımlarını giyenlerden biri de Derya Alabora. Alabora, sık sık alışveriş yaptığı markanın koleksiyonunda yer alan giysilerin, son oyunları için harika kostüm olacağını düşünmüş. Böylece, Ya Seni Rüyasında Bir Daha Hiç Görmezse’nin tüm kostümleri BNG koleksiyonundan seçilmiş.
BNG tasarımları oyun için biçilmiş kaftan, çünkü gösteride her an her şeye dönüşebilen, parçalanmış bir sahne dili kullanılıyor. BNG’nin giysileri de kendi içinde yaratıcılık barındıran modellerden oluşuyor. Avantgarde bir konsepti var.
Galatasaray’daki garajistanbul’da sahnelenen oyunda Derya Alabora, Mustafa Avkıran, Övül Avkıran, Güneş Berberoğlu ve Gülbin Yeşil rol alıyor. Oyun, Sevim Burak’ın Yanık Saraylar adlı kitabındaki öykülerden kurgulanmış.
Gidin, Ya Seni Rüyasında Bir Daha Hiç Görmezse’yi izleyin. Böylece hem iyi bir oyun görmüş, hem de kendi ülkesinde yeterince tanınmayan BNG’yi keşfetmiş, tasarımlarını sahne üzerinde görmüş olursunuz.
Yazının Devamını Oku 4 Mayıs 2007
Tarihi bir nisan ayı geçirdik. 2007 Nisan’ı uzun süre unutulmayacak. Ben sanırım en çok kırmızıya kesmiş balkonları, pencereleri, sokakları, meydanları, insanları hatırlayacağım.
Sadece Çağlayan mitinginin yapıldığı 29 Nisan Pazar günü, İstanbul’da 2 milyon bayrak satıldığı söyleniyor. Doğru mu bilmiyorum.
Mudo’nun bayrak sattığını miting vesilesiyle öğrendim.
Meğer Mudo’nun 25 outlet mağazası 3 yıldır bayrak satıyormuş. Yetkililerine son 1 ayda ne kadar artış olduğunu sordum.
2006’da ayda ortalama 500 bayrak sattıklarını, olağanüstü durumlarda bu rakamın en fazla 1500’e çıktığını söylediler. Tek başına 2007 Nisan’ında 6 bin bayrak satılmış.
Metro Grossmarket’in bayrak satışları bu ay yüzde 300 artmış, şu anda ellerinde bayrak yok, hepsi tükenmiş.
Üretici firmalardan Klas Bayrak, normal zamanlarda ayda 2 bin bayrak sattıklarını, rakamın bu ay 12 bine fırladığını söylüyor. Bugüne kadar hiçbir olağanüstü durumda satışlar bu kadar artmamış. Bu ay bir başka ilk daha yaşamışlar. İlk kez kendilerinden toptan alışveriş yapan esnaf dışında, tek tek kişiler de bayrak istemiş. Onlar da söz konusu Türk bayrağı olunca talepleri geri çevirmemişler, her arayana bir bayrak göndermişler.
2007 Nisan’ı tarihe pek çok açıdan geçecek, ama sanırım en fazla Türk bayrağı satılan ay olma rekoruna da sahip olacak.
ipod’unuz üşümesin
İpliksan, 1974’ten beri tekstil alanında faaliyet gösteren, Ispartalı bir firma. 20 ülkeye iplik gönderiyor. Walmart, Jo-Ann, Michaels gibi ünlü markaların tedarikçisi. Üretimlerinin büyük bölümü yurtdışı için ama yurtiçinde de Bravo markasıyla satış yapıyorlar.
El örgüsü iplik markası Bravo’nun kokulu yün, akıllı yün gibi yenilikçi çeşitleri var. Kokulu yün vanilya aromalıymış. Akıllı yün, ne gibi bir zeka pırıltısı gösteriyor tespit edemedim.
Şimdi bu güzel bahar günlerinde, önümüz yazken, yün iplikten bahsedip içimizi sıkmanın ne alemi var demeyiniz. İpliksan’ın başka marifetleri de bulunuyor.
Aile şirketinin 4. neslinden Gülşah Gürkan, birtakım atılımlar yapmaya karar vermiş ve ipod aksesuvarları üretmeye başlamışlar. Yaklaşık bir senedir www.ipodknitwear.com adresinden Avrupa ve ABD’ye örgü ipod aksesuvarları satıyorlar. İnternet sitesinden sipariş edilebilen ürünler, İstanbul Levent’teki Kanyon Apple mağazasında da bulunabiliyor.
İnternet sitesi yabancılara yönelik hazırlandığından dili İngilizce. Tüm ipod modellerine uygun, yumuşak, renkli ve fonksiyonel atkılar, kolyeler, kemer, çanta ve kravatlar yapmışlar. Fiyatları da gayet uygun. Bir bakınız derim.
Yazının Devamını Oku 27 Nisan 2007
Mayısta iki ünlü marka İstanbul’a geliyor. Birincisi İngiliz dekorasyon zinciri Habitat. Alanında bir nevi efsane olduğundan, bilen biliyordur, ben bilmeyenler için yazıyor olayım: Şişli’deki Adressİstanbul’da 1200 metrekarelik mağaza açacaklar. Fiyatlar yurtdışına oranla yüzde 10-15 daha yüksek, bazı ürünlerde aynı olacak. Habitat için "iyi ve kaliteli tasarımı, uygun fiyatlarla satıyor" deniyor ama bence hadise uygun fiyatı kimin nasıl tanımladığına göre değişir. Londra mağazalarındaki fiyatları sterlinden YTL’ye çevirince, bazı ürünlerde acı verici sonuçlar elde edebiliyorsunuz. Ama gerçekten güzel ve kaliteli tasarımları var, o konuda bir sıkıntı duymayın yani. Herkes kendine göre alacak bir şey bulabilir diye tahmin ediyorum.
Bu ay Türkiye’de ilk mağazasını açacak olan diğer marka Alman C&A. Geçen yüzyıldan kalma bir giyim perakende zinciri. Telaşlanmayın, naftalin kokulu giysiler satmıyor, sadece geçmişi eskiye dayanıyor demek istiyorum. Alman Clemens ve August Brenninkmeyer kardeşler tarafından 1861’de, Hollanda’da kurulmuş. Bir ailenin tüm fertleri için, her yaştan insan için giysi ve giyim aksesuvarı bulabiliyorsunuz. Bugün Avrupa’da nereye giderseniz gidin, başınızı ne yana çevirirseniz çevirin bir C&A gözünüze takılacaktır. Hatta daha spesifik konuşayım, Avrupa’da dükkan sayısı 1200 civarında. Ayrıca Brezilya, Arjantin ve Meksika’da da şubeleri bulunuyor. Üst üste 3 kez Almanya’nın en güvenilir markası seçilmiş. Kendine ait 10 alt markası var.
C&A’nın sloganı da "kaliteli ürünü uygun fiyatlarla satıyoruz." Gerçekten uygun fiyatlarla satıyorlar. Ama benim en favori markam olmadığını söylemem lazım. Mecburiyetten bir iki parça alışveriş yapmışlığım vardır. Gündelik giymek için bir şeyler arıyorsanız doğru adres. Ama aklınızı başınızdan alacak ya da farklılaşmanızı sağlayacak parçalar bulamayacağınız kesin. İstanbul mağazasını Mecidiyeköy’deki Profilo Alışveriş Merkezi’nde açacaklar. Buradaki mağazanın iç tasarımı nasıl olur bilmiyorum, ama yurtdışındaki C&A’lar nedense bana hep kasvetli gelmiştir.
Geçtiğimiz hafta Hürriyet Ekonomi’den Demet Cengiz Bilgin yazmıştı; Collezione’nin Başkanı Ekrem Akyiğit, evimizi C&A ve H&M’e kaptırmayız demiş. Kalite bakımından bu üç markanın eşit konumda olduğu doğru. Ama C&A, Collezione’ye kıyasla daha bir aile markası. H&M ise her ikisinden daha "trendy" (şu lafı Türkçe’de tam karşılayan bir kelime olsa vallahi kullanmayacağım).
Mudo internetten satışa başladı
Bundan sonra bazı Mudo ve Mudo Concept alışverişlerinizi internet üzerinden yapabilirsiniz. www.mudo.com.tr hizmete açıldı. Hemen girdim, sitede şöyle bir dolaştım. Elbette mağazalardaki ürünlerin hepsi yok. Hatta çeşitliliğin biraz dar olduğunu söyleyebilirim.
Pantolon, etek, elbise, ayakkabı gibi riskli giyim malzemelerine, büyük mobilyalara yer verilmemiş. Bana sorarsanız uzaktakilere hediye göndermek için ideal bir adres olmuş. Zaten hediye gönderimi için özel paketleme ve hediye kartı hizmeti var. Ayrıca hediye çeki de bulabiliyorsunuz sitede. Üye olursanız sadece internet sitesine özgü indirim ve kampanyalardan da yararlanabiliyorsunuz.
Yazının Devamını Oku