Banu Tuna

Köpekle gidilebilen alışveriş merkezi

31 Ağustos 2007
İstanbul Ümraniye’deki Ikea’nın da bir parçası olduğu Meydan alışveriş merkezi, 2 hafta önce açıldı. Meydan, gittikçe popüler olan "açık havada alışveriş" konseptinin örneklerinden. Zaten kendilerine alışveriş merkezi değil, alışveriş meydanı denmesini istiyorlar.

Meydan’da alıştığınız gibi yürüyen merdivenler, katlı mağazalar, asansörler, çınlayan insan sesleri yok. Daha ziyade Antik Yunan’daki agoralara benziyor. Ortada genişçe bir meydan, etrafında dükkanlar...

Geçen aralıkta Metro Group yetkilileri bir arama toplantısı düzenlemişti. Alışveriş ve ekonomi ile ilgili gazeteciler, perakende uzmanları, mağaza sahipleri katılmıştı toplantıya. Ne kadar saçma veya imkansız gibi görünürse görünsün tüm fikirlerinizi söyleyin, demişlerdi.

Biz de söyledik...

Alışveriş merkezi açıldıktan sonra, bakalım söylediklerimizin ne kadarını ciddiye almışlar diye bakmak üzere hem alışveriş merkezine gittim hem de Metro Group Asset Management Genel Müdürü Gündüz Bayer’le konuştum.

Anlaşılan söylediklerimiz yarıya yakın bir oranda hayata geçirilmiş.

Örneğin, insanlar evcil hayvanlarını yanlarına alıp gidebiliyorlar Meydan’a.

Kablosuz internet ağı kurulmuş, istediğiniz yerde dizüstü bilgisayarınızı kullanabiliyorsunuz.

Motosiklet ve bisikletle gelenlere park yeri ayrılmış.

Real’in kapanış saati 23.00’e kadar uzatılmış.

Merkezin tamamında 24 saat müzik yayını var. Cumartesileri akşam yediden sonra DJ’ler müzik yapmaya başlıyor.

Çimlerin üzerinde insanlar oturabilsin diye, bir bölüme "Manzara Lounge" adı verilen düzenleme yapılmış.

Sokak sanatçılarına her zaman rastlamak mümkün.

Yakında sabah sporu başlayacak.

Bu arada uygulanamayan öneriler de var tabii. Ama duyunca pek kızamadım. Uygulansa sıkıntı yaratabilecek şeyler var aralarında zira.

Örneğin egzotik, sembolik hayvanlar koyalım, denmiş. Umarım canlısını kastetmemişlerdir.

Sonra bir de tuvaletlere gazetelik konsun önerisi var. O da sakat; gelenler alışveriş yapmak yerine tüm zamanını tuvalette geçirmeyi tercih edebilir. Tuvaletlerde uzun kuyruklar oluşabilir. Uzun uzun kuyruklar sinirleri gerebilir, işin sonu kavgaya varabilir. Kadınlar tuvaletinde çıkmış bir kavgaya tanık olmak istemezsiniz.

Birisi de Kapadokya’daki gibi balonlar olsun, insanlar balonla yükselip manzara seyretsin demiş! O zaman da projenin adını değiştirip, Hisseli Harikalar Meydan’ı koymak gerekebilirdi.
Yazının Devamını Oku

Siyah naylon poşetlerden uzak durun

24 Ağustos 2007
Uzak durun demek kolay ama uygulamak zor tabii. Semt pazarında, manavda, seyyar tezgahlarda elinize siyah bir naylon poşet tutuşturulması an meselesi. Naylon poşetin pembesi, moru, turuncusu da hayırlı birşey değil fakat siyah olanlardan özellikle uzak durmak gerekiyor. Çünkü siyah olmalarının bir nedeni var.

Siyah poşetler pet şişe, kova ve tıbbi atık gibi maddelerin toplanarak tekrar işlenmesiyle üretiliyor. Atık maddelerin dönüştürülmesi sırasında şeffaflaştırma mümkün olmadığı için koyu tonlarda renklendirme yapılıyor.

Bu poşetlerin içinde barındırdığı mikroorganizmalar insan sağlığı açısından ciddi bir tehdit. Ancak şeffaf poşetlere göre daha ucuz olduğu için esnaf bunları tercih ediyor.

Türk gıda kodeksine göre, gıda maddelerinin atık plastik maddelerin hijyenik olmadan dönüştürülmesiyle elde edilen bu poşetlerin içinde taşınması ve muhafaza edilmesi aslında yasak. Buna karşılık Türkiye’de yılda 260 bin ton siyah poşet tüketiliyor.

Çukurova Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin yaptığı araştırmaya göre kanserojen madde içeren siyah poşetlerin, doğada çözülmesi 1000 yıldan fazla zaman alıyor.

Bir yıl içinde sadece ABD’de 12 milyon varil petrol, plastik poşet yapımı için kullanılıyor. Dört kişilik bir ailenin bir yılda kullandığı poşet sayısı ise tam 1460. Yani her gün bir kişi yaklaşık bir poşeti kullanıyor ve sonra da atıyor. Dünyada üretilen plastik poşetlerin sayısı ise yılda yaklaşık 500 milyar. Her bir dakika içinde 1 milyon plastik poşet tüketiliyor.

RUANDA’DA BİLE YASAK

Biz hergün çarşıda pazarda tonlarca siyah poşet tüketmeye devam edelim, bazı ülkeler kullanımını toptan yasaklıyor. Ve bu ülkelerin arasında sözümona bizden çok daha geride olanlar var. İşte dünyadaki uygulamalardan örnekler:

ABD’nin San Francisco kentinde, alışveriş merkezleri ve eczanelerde petrol bazlı poşet kullanmak yasak. Paris’te plastik poşet kullanımı bu yıl yasaklandı. Yasak, 2010 yılından itibaren tüm ülke genelinde uygulanacak. Plastik poşet Hindistan’ın Yeni Delhi ve Bombay başta olmak üzere 4 bölgesinde yasak. Tayvan’da poşetin yanı sıra tek kullanımlık plastik çatal bıçak ve kaplara da yasak uygulanıyor. İrlanda her plastik poşete 20 sent vergi alıyor. Kenya’da önümüzdeki yıl itibariyle siyah poşet kullanımı yasaklanacak. Güney Afrika’da ince plastik poşetleri kullanmak yasak. Daha rahat dönüştürülebilenlerin kullanımı ise serbest. Uganda’da da ince plastik poşetler yasak, kalınlara ise vergi getirilmiş. Ruanda’da her tür plastik poşetin kullanımı 2 yıldır yasak.

Türkiye’de de olumlu örnekler yok değil. Örneğin Büyükçekmece Belediyesi daha geçenlerde siyah naylon poşetlerin kullanımını ilçe genelinde yasakladı. Belediye Başkanı Dr. Hasan Akgün tarafından başlatılan yasak Türkiye’de bir ilk. Zabıta ekipleri sokak sokak dolaşıp pazarcılara ve esnafa bildiri dağıtıyor. Bu esnada elinde siyah poşet bulunanlara rastlanırsa, bu poşetler toplanıyor. Yasaktan 10 gün sonra hala kullanmakta ısrar eden esnaf olursa ceza kesilecek. Büyükçekmece esnafı siyah poşetlerin bu kadar zararlı olduğunu bilmediklerini ve bir daha kullanmayacaklarını söylemiş.

KALİTELİSİ NASIL ANLAŞILIR

Her siyah poşetten (örneğin özel üretilen çöp poşetleri) korkmayın. Poşetin kaliteli olup olmadığını kokusundan ve dokunulduğunda çıkardığı sesten anlayabilirsiniz. Kaliteli poşet kırıştırırken ses çıkarıyor. Kalitesiz poşetlerde bu sesi duymak mümkün değil, ayrıca kötü bir kokusu var. Kaliteli poşet ise kokusuz oluyor.
Yazının Devamını Oku

1 milyara alışveriş torbası

17 Ağustos 2007
Markete, pazara giderken kullandığınız bez alışveriş torbasına 1 milyar lira verir misiniz, 1 milyar verdiğiniz bez çantanın içine 2 kilo domates, yarım kilo Çengelköy hıyarı, çamaşır suyu, lahana turşusu, ekmek ve gazete koyabilir misiniz? Rica ederim gülmeyiniz, gayet güncel bir soru bu. Naylon poşet kullanmayayım, tekrar tekrar aynı bez çantayla alışverişe çıkayım, çevreyi daha az kirleteyim derseniz, alternatiflerinizin ucu 900 dolara kadar açık. Nispeten masum bir harekete modacılar el atınca bakın durum ne hallere geldi.

İlk hareket (yıllardır Avrupa ülkelerinde sessiz sedasız devam eden halk arası uygulamaları saymazsak) yeğen Lauren Bush’tan gelmişti. Kendisi Feed Bag’i tasarlayarak hem açlıkla mücadele eden çocuklara kaynak yaratmış, hem de çuvaldan yapılma çanta sayesinde marketlerde tüketilen naylon poşet miktarını düşürmeyi amaçlamıştı. Çantalar çok sattı ama çok az insan markete giderken kullandı. Onun yerine sokaklarda dolaşıp, birbirlerine hava atmayı tercih ettiler. Fiyatı 59.95 dolardı. En azından açlık çeken çocuklara bir faydası dokunmuştur diye umuyorum.

Derken İngiltere’den "I’m not a plastic bag" (Ben plastik poşet değilim) çıktı. Anya Hindmarch tasarımı alışveriş çantası için kadınlar birbirini ezdi, hala da ezmeye devam ediyor. Fiyatı 15 dolar.

Ardından Friends of Al (Gore) çantaları çıktı. Adından da anlaşılacağı üzere küresel ısınmaya dikkat çekmeyi amaçlıyor. Beyaz ve yeşil kanvastan üretilmiş. Amerika’da fiyatı 55 dolar, 25 doları çevreyle dost yardım kuruluşlarına gidiyor.

Kadınların uğruna ezilmeyi bile göze aldığı, saatlerce sıra beklediği yeni bir alan açıldığını gören modacılar hemen duruma el attılar. Yaratıcılıklarını pazar çantalarına kanalize etmeye karar verdiler.

Böylece kimse stilinden taviz vermeden markete gidip alışveriş yapabilecekti.

Hermes, 960 dolara The Silky Pop çanta çıkardı. El dokuması ipekten üretilen çanta katlandığında cüzdana girecek kadar küçülebiliyor.

Stella McCartney’in elbette organik kanvastan üretim alışveriş çantası 495 dolar.

Consuelo Castiglioni’nin Marni için tasarladığı alışveriş çantasına ise 843 dolar ödemek gerekiyor.

Bakkala gitmek çok zahmetli bir hal almaya başladı. Düşünsenize bir şekilde bu çantalardan birine sahip olduğunuzu...
Mutfakta yemek yapıyorsunuz, ama malzemelerin bir kısmı bitmiş. Evde hiç yumurta kalmamış mesela. Limon da yok. E hazır çıkmışken diğer eksikleri de almak lazım. Kolunuza Hermes torbayı takıp, öylece markete gidemezsiniz ki. Ona göre giyinmek lazım. Dönerken yolda yumurtalardan birinin torbanın içinde kırıldığını düşünmek bile istemem.

Şimdi birden kafama takıldı. Diyelim ki yumurta hakikaten kırıldı. Saf ipek çanta makineye atıp yıkanmaz ki. Ne yani, alışveriş torbasını kuru temizlemeye mi vereceğiz?
Yazının Devamını Oku

Affet beni Çibo

10 Ağustos 2007
İstanbul, Ankara ve İzmit’te yaşayanlar bilir, Tchibo (Çibo) diye bir mağazalar zinciri var. Almanya kökenli. İlki 2005’te Cevahir’de açılmıştı, iki yılda sayıları 11’e çıktı. Tuhaf bir şekilde iki yıldır bu markayı görmezden geliyordum. İlk açıldığında girdim bir kere, son derece manasız geldi. Ne sattığı belli değil bir kere. İlk bakışta kahveci gibi görünüyor, ama raflarda nevresim takımı da var, portatif müzik seti de, çorap da. Eskiden Tophane’deki Salı Pazarı’nda vardı böyle dükkanlar. Gemilerden ne indiyse, o satılırdı.

Sonra bu Tchibo’da satılan ürünler habire değişiyor. Hatta kesin bir bilgi vermek gerekirse 15 günde bir. Bir gittiğinizde beğendiğiniz ürünü, sonraki sefer bulamıyorsunuz. Buna karşılık, kabul etmek lazım, çok ucuz. Ucuz, ama kafa karıştırıcı. Sevmem kafa karışıklığını. Tchibo’yu da sevmedim.

Böyle kendimden emin bir halde iki yıl dolaştım. Bir daha da Tchibo’dan içeri adımımı atmadım. Sonra geçenlerde bir arkadaşımın evinde otururken, masadaki bir şeyi beğendim. Nereden aldın, diye sordum. Tchibo, dedi. Başladım ezberden okumaya:

"O ne manasız mağaza öyle, ne sattığı belli değil. Tutmaz o konsept bizde. Ne için gideceğimi bilmediğim yere niye gideyim..."

"Valla ben çok seviyorum" dedi. "Ayda iki kere mutlaka uğruyorum. Tema değiştikçe yeni ürünler geliyor. Çok güzel şeyler çıkıyor."

İlk kez o an kendimden hafif bir şüphe ettim. Ertesi gün kalktım Tchibo’ya gittim. O hafta "Gökkuşağı Renkleri Evinizde" teması vardı. Üstün körü bakmak yerine tek tek dolaştım, raflardaki ürünleri karıştırdım. Ve Tchibo’suz geçen iki yıla üzüldüm.

Hani Her Şey 1 Milyon’cularda karşınıza ne çıkacağını bilemezsiniz ya, burası da öyle. Balkon şemsiyesi kılıfı bile satılıyor, öyle söyleyeyim. Ama kalite bakımından çok farklı tabii. En çok, kalabalık yemek davetleri için satılan isim kartlarına bayıldım. Küçücük kara tahtalar şeklindeydi. İsmi üzerine tebeşirle yazıyorsunuz.

İçerisi mis gibi kahve kokuyor. Ve çok kalabalık. Özellikle de temanın değiştiği ilk üç gün. Konsept bizde tutmuş yani.

Türkiye Genel Müdürü Şenay Tanşu anlattı, markanın alışılmadık konseptini anlamak tüketicinin 3-4 ayını alıyormuş (Benim iki yılımı aldı, ayrı). En hızlı anlayan da Bağdat Caddesi müşterisi olmuş. Orada bile sıkıntılar yaşanmış. Örneğin açılış haftasının konsepti ofis malzemeleriymiş. İki hafta sonra çocuk konseptine geçmişler. Bir müşteri içeri girip, "Kuzum siz kırtasiye dükkanı değil miydiniz iki hafta evvel" diye sormuş.

Zaten bu yüzden, dünyanın geri kalanında haftada bir değişen tema Türkiye’de iki haftada bir değişiyor. Alışana kadar. Sonra bizde de haftalık düzene geçilecek.

Tchibo’nun Almanya’daki merkez ofisinde, tasarımcılar ömrü sadece bir hafta olan ürünler tasarlıyorlar. Bizde 20 bin kişiye mail ile, 60 bin kişiye posta yolu ile katalog gidiyor.

Markanın kurucusu Max Herz ve Carl Tchilling Hiryan. Tchibo kelimesi, Tchilling isminin ilk hecesinin, Almanca çekirdek anlamındaki "Bohnen" kelimesinin ilk hecesiyle birleşiminden yaratılmış. 1949’da postayla kahve satarak başlamışlar işe. Sonra Hamburg limanındaki dükkanın bir köşesinde, tadım da yaptırsak demişler. Ardından, gelenlere fincan hediye edelim fikri çıkmış. Rekabet yasası buna izin vermeyince fincanları satmaya başlamışlar. Derken limandaki gemilerden inen malları da vitrine koymaya karar vermişler.

Bugün Tchibo’nun dünya çapında 1300 mağazası var. Türkiye’de bu yılın sonunda 18 mağazaya ulaşmayı hedefliyorlar.

Diyeceğim şu ki: Affet beni Çibo! Seni yanlış anlamışım.
Yazının Devamını Oku

Delikanlı adamın light alışverişle imtihanı

3 Ağustos 2007
Yemek masasının etrafında kadınlı erkekli 10-12 kişi oturuyor. Uzaktan ne konuştukları duyulmuyor ama bir şeyler anlatıp sürekli kahkaha atıyorlar. Belli ki çok eğleniyorlar, belli ki çok komik bir şey var ortada. Ferzan Özpetek filmlerinden bir sahne değil tarif ettiğim. Bizim 15 yıllık okul tayfasının aylık olağan toplantısı. Kahkahalarla güldüğümüz de kendi halimiz.

Son birkaç yılda bizim ekibin gündemi tamamen değişti. İlk kez 5 yıl önce çocuklardan konuşmaya başladık. Hastalıklarından, ilk kelimelerinden, ilk adımlarından, etraftan kaptıkları ayıp kelimelerden... Sonra bir türlü verilemeyen kilolara geldi sıra. Derken ilk defa geçen kış, yüksek kolesterol, tansiyon ve uyku apnesi çıktı ortaya. O gün şöyle arkama yaslanıp masaya baktım. Okuldayken saçlarından ötürü lakabı "kıvırcık" olan bir arkadaşımın çoktan kelleştiğini o an fark ettim.

İşte kahkahalarla gülmemizin sebebi bu. Habeş ordusu gibiyiz çünkü. Hepimizde bir sakatlık veya hastalık var. Ben de merdiven çıkamıyorum mesela, birkaç ay önce dizlerimde sorun çıktı. Başımıza gelenleri anlatıp anlatıp gülüyoruz, ağlayacak değiliz ya.

En son, grubun yüksek kolesterol ve tansiyondan ötürü marketten light alışveriş yapmak zorunda kalan erkeklerine güldük. Meğer light market alışverişi delikanlı adamı fena bozuyormuş!

Kadınların renklerle ilgili sıkıntısı olmadığından bugüne kadar hiç fark etmemiştim, ama markette satılan tüm diyet ve light ürünlerin ambalajı pembe. Ve hiçbir erkek, kasanın önüne içi pembeye kesmiş bir alışveriş sepetiyle gitmek istemiyor.

Bu son derece testosteron yüklü sorundan haberdar olunca kalkıp markete gittim. Hayretle fark ettim ki, hakikaten tüm light ürünler pembe. Ton balığı, yoğurt, ayran, puding, zeytin, kestane şekeri, bilumum peynir çeşitleri, süt, mayonez, çerez, grisini, hepsi pembe. Birkaç yeşil ve mavi var ama onlar da bebek mavisi ve su yeşili.

Bir erkek kahvaltı için mısır gevreği almaya kalksa, üzerinde maymun, horoz veya tavşan bulunan ambalajlardan birini, ya da pembe renkli paketi seçmek zorunda.

Halbuki yapsalar şöyle lacileri çekmiş bir light yoğurt, sıkıntı kalmayacak. Ya da ne bileyim ağırbaşlı bir kahve, resmi bir siyah fena olmaz.

Buradan light gıda üreticilerine sesleniyorum. Lütfen cinsiyet ayrımcılığı yapmayınız. Artık sadece kadınlar diyet yapmıyor. Yağsız süt içmek, kalorisi azaltılmış mayonez yemek erkeklerin de hakkı. Siz bu ambalajları pembe yapmaktan vazgeçene kadar daha kaç erkek kasa önlerinde ter dökecek, sepetteki kutular gibi pembeye kesecek? Hayır, onlar markete gitmemek için direndikçe olan bize oluyor. Onların alışverişini de biz yapmak zorunda kalıyoruz.
Yazının Devamını Oku

Yeşil alışveriş nasıl yapılır

27 Temmuz 2007
Bu sezonun ve görünüşe bakılırsa önümüzdeki tüm sezonların favori rengi "yeşil". Çevre sorunları ve küresel ısınma artık herkese endişe veriyor. Dünyanın yeşil kalması için herkes bir şeyler yapmak istiyor. Bu eğilim ciddi bir pazarlama yöntemine de dönüşmüş durumda. "Yeşil" olan her şey sempatiyle karşılanıyor. Alışverişin bile yeşili olabiliyor.

Yeşil alışveriş pek çok şekilde yapılabilir. Eğer tüm yöntemleri bir arada uygulamak sizi zorlayacaksa, içinden birini veya birkaçını seçebilir, küçük de olsa bir fayda sağlayabilirsiniz.

Örneğin tehlike altındaki bitki ve hayvanlardan üretilen, üretimi sırasında çevreye ciddi zarar veren, içeriğinde doğaya zararlı maddeler bulunan şeyleri satın almaktan vazgeçebilirsiniz.

Bu söylediğimi market raflarına tercüme edeyim: Deterjanlar, tuvalet temizlik malzemeleri, yağmur ormanlarından kesilen ağaçlardan üretilmiş ahşap eşyalar, soyu tükenmekte olan bitkilerden üretilmiş kozmetikler ve bitkisel ilaçlar, tehlikeli kimyasallar içeren gübre ve böcek ilaçları.

Çamaşırlar daha güzel koksun ve kolay ütülensin diye kullandığımız yumuşatıcıların, arıtmadan geçse bile denize ulaştığında oksijen oranını düşürdüğü biliniyor.

Bu saydıklarımdan toptan vazgeçmek mümkün değil tabii. Ama en azından israftan kaçınılabilir veya yerlerine toz beyaz sabun ve arap sabunu gibi başka malzemeler kullanılabilir. Ayrıca çevreyle dost bulaşık deterjanları bulmak da mümkün.

Bir başka yöntem, geri dönüşümlü malzemeden yapılmış ürünleri tercih etmek.

Her zaman tüketebileceğiniz kadar alışveriş yapmaya çalışmanız da faydalı olur. Bitirebileceğinizden emin olmadığınız şeyleri satın almayın.

Giysi seçerken klasik parçalardan, modası geçmeyecek kıyafetlerden yana tercih kullanabilirsiniz. 3 ay sonra demode olacak parçalardan uzak durun. Daha uzun süre kullanabileceğiniz, demode olduğu için değil, eskidiği için vazgeçeceğiniz giysiler satın alın.

Plastik bardak, tabak, çatal ve bıçak almaktan sakının. Evet, pikniğe giderken zorluk çekebilirsiniz ama plastik çevre için en zararlı maddelerden biri.

Markete giderken yanınızda bez çanta, file veya evde hazırdan bulunan poşetlerden götürün. Her seferinde yeni poşetler talep etmeyin. Bu da kişibaşı plastik tüketimini azaltan önlemlerden biri.

İthal meyve, et ve diğer gıda maddelerini daha az almaya çalışın. Bu ürünlerin nakliyatı sırasında harcanan yakıt hiç akla gelmeyecek kadar yüksek oranda kirliliğe neden oluyor. Bunun yerine en azından ülke sınırları içinde üretilen gıda maddelerini tercih edin.
Yazının Devamını Oku

Türk erkeğinin tüketici olarak portresi

20 Temmuz 2007
Ucuzcu, peşinci, milliyetçi, muhafazakar, kontrollü, eski kafalı, tüketici haklarından habersiz, promosyon canavarı. Bütün bu saydıklarım alışveriş halindeki bir Türk erkeğinin özellikleri. Kişisel deneyimlerden değil, 2066 kişiyle yapılan araştırmanın sonuçlarından elde edilen veriler bunlar.

Efes Pilsen, TNS araştırma şirketine bir anket yaptırmış. 24 ilde yüz yüze görüşmeler ile Türkiye Erkek Profili ortaya çıkmış. Araştırmanın, kişisel bakım, konut, iletişim, beslenme ve tatil gibi pek çok alt başlığı var. Bu başlıklardan biri de alışveriş. Araştırma 1993’ten beri aralıklarla tekrarlandığından karşılaştırma imkanı da oluyor.

Örneğin erkeklerin yüzde 68’i ancak cebinde parası olduğu zaman alışverişe çıkıyor. Oysa 10 yıl önce parası olmasa da alışverişe çıkıyor ve taksitle ödüyormuş.

Yüzde 48.5 bir şey satın alırken son derece korkak. Risk almıyor. Yeni bir şey denemeye ancak piyasada tutulur ve yaygınlaşırsa karar veriyor. Nispeten cesur yüzde 45, çevresindekileri kobay olarak kullanıyor. Onlar tavsiye ederse alıyor. Yeni bir ürün çıkmışsa hemen alır denerim, diyenlerin oranı sadece yüzde 5.9.

Ezici çoğunluk, aynı iki ürünün fiyatları da aynı olursa yerli markalı olanı tercih ediyor. Oranları yüzde 70.3. Yüzde 45.7 malın fiyatı kalitesinden önemlidir görüşünde.

Süpermarkete gittiğinde satın alacağı ürün fiyatına bir tane de hediye ederlerse bayılıyor, indirim çeki topluyor. Alışveriş yaptığı marketi ucuz olmasına göre seçiyor.

Türk erkeklerinin yüzde 90.9’u bugüne kadar hiç bilgi almak ya da şikayette bulunmak için ürüne ait tüketici danışma hattını aramamış. Buna hiç şaşırmadım. Genellikle bu tip "angaryalarla" eşlerini veya annelerini görevlendirmeyi tercih ettiklerinden doğal bir durum.

Parası neyse bastırıp alan, "peşin ödeyeceğim ona göre" yöntemiyle pazarlık yapan Türk erkelerinin arası internet veya postayla da iyi değil. Yüzde 92.5’i hiç posta yoluyla alışveriş yapmamış. Yapanların büyük bölümünün de seks shop siparişi verdiğine eminim. Türkiye’de seks shop alışverişlerinin büyük bölümü postayla yapılıyor.

Hayatında internetten alışveriş yapmayanların oranı daha da yüksek, yüzde 96.2. Şuna Türk erkekleri internetten alışveriş yapmaz diyelim olsun bitsin. Yapanların oranı ciddiye alınmayacak kadar düşük çünkü.

İşte Türk erkeklerinin alışveriş profili: Ucuzcu, peşinci, milliyetçi, muhafazakar, kontrollü, eski kafalı, tüketici haklarından habersiz ve promosyon canavarı. Ay birden daral geldi.

Kanyon’da bit pazarı

Yarın Levent Kanyon’da bit pazarı kurulacak. İstanbul Çukurcuma, Kadıköy, Üsküdar, Kapalıçarşı ile Bursa ve Eskişehir’den eskici ve antikacılar tezgah açacak. Öğrenebildiğim kadarıyla Çukurcuma Tombak’tan Naciye Sepet, Kuti gibi esnaflar, Amerikan Garaj, Alosantik’den Osman Demirel, Kadıköy’den Ömer Dudu orada olacaklar. Tıraş bıçağı kutusu, bisküvi kutusu, emaye kap gibi şeyleri biriktirmekten hoşlananlar heyecan verici parçalar bulabilir. Elinizde ilginç ve eski objeler varsa, buradaki tezgahlara götürebilir, tahmini değerlerini öğrenebilirsiniz. Hatta belki satma imkanı bile bulabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

İstanbul’un 53. Türkiye’nin 149. alışveriş merkezi açıldı

13 Temmuz 2007
İstanbul Bahçeşehir’deki Prestige Mall, Türkiye’nin 149. alışveriş merkezi olarak hizmete girdi. Ben olsam biraz daha bekler, 150. alışveriş merkezi unvanını kovalardım, ama onu da denk getirmek zor olabilir. Çünkü bu sene açılması beklenen onlarca alışveriş merkezi var. "İki gün sonra dükkanı açıyoruz, acayip zamanlama yaptık, 150. olacağız" hayaliyle akşam yatıyorsun, sabah kalktığında bir bakıyorsun birileri 150.’yi açıvermiş. Bekle ondan sonra 200. olacağım diye...

Prestige Mall’cuların memleketin ilk Lüks ve Butik Alışveriş Merkezi olmak gibi bir iddiaları var. Bana kalırsa fazla iddialı bir iddia. Bir kere mağaza dağılımı öyle lüks ve ihtişamdan insanın aklını başından alacak gibi değil. Ortanın biraz üstü markalara yer vermişler.

Listeye bakıyorum; Mango, Mudo, Nike, Benetton, Hotiç, Diesel, Tekin Acar, Network, İpekyol’un aralarında bulunduğu 50 mağaza arasında lükse en yakın duranlar Vakko, Beymen Club, Pierre Cardin, U.S Polo ve Cacharel. Butik iddiası da Beyoğlu’ndaki başarısız deneme Pasaj Markiz’i sayarsak havada kalıyor. Ki, bu benim ilk aklıma gelen örnek.

Fakat mimarisinin hakkını vermek lazım. Proje Uras&Dilekci’ye ait. Gölet kenarına kurulan alışveriş merkezine, kıyıya yanaşmış bir gemi süsü verilmiş. Dışarıdan bakınca temiz ve minimal bir görüntüsü var. İçinde parlak granit taşlar ve bolca cam kullanılmış, insana bir gece kulübünü hatırlatıyor.

Prestige Mall, Bahçeşehir halkı için açılmış bir alışveriş merkezi. 15 yıl önce inşaatına başlandığında, TOKİ’nin toplu konut projelerinden biriydi Bahçeşehir. Şimdi kendi alışveriş merkezine sahip olacak kadar büyüdü, uydu kent oldu. Şehir merkezinden 25 kilometre uzakta. 1997 sayımında nüfusu 12.915 çıkmıştı, üzerinden 10 yıl geçti. Bugün 35 - 40 bin olduğu tahmin ediliyor. Başlı başına bir şehir büyüklüğüne gelmiş durumda.

2006’DA 27 MERKEZ AÇILDI

Soysal İletişim ve Danışmanlık, her yıl Perakende Kataloğu yayınlar. 2007 kataloğunun Alışveriş Merkezleri ile ilgili olan kitapçığı geçenlerde çıktı. 1980’li yıllarda Türkiye’de alışveriş merkezi sayısı sadece 3’müş. Bunlardan ikisi 1988’de açılan Galleria ile 89’da açılan Atrium. İkisi de İstanbul Ataköy’de. Üçüncünün hangisi olduğunu bulamadım.
O yıllarda Ataköy, tıpkı bugünkü Bahçeşehir gibi hızla büyüyen bir yerleşim bölgesiydi. O zamanki anlayışımıza göre de şehir merkezinden uzak sayılırdı. Taa, havaalanının oradaydı! Galleria açıldığında pek bir heyecanlandığımızı, ağzımız bir karış açık gezdiğimizi, hatta okulu kırıp neredeyse her gün gittiğimizi hatırlıyorum. Havalı birşeydi Galleria’da takılmak. Umarım şimdiki lise öğrencileri bizim kadar görmemiş değildir. Ama biz hakikaten görmemiştik.

Alışveriş merkezlerinin sayısı 1990’lı yıllarda 35’e çıkmış. Elbette asıl büyük sıçrama milenyumda olmuş. Son 7 yılda rakam 149’a ulaşmış. Türkiye tarihinde en fazla alışveriş merkezi açılan yıl 2006. Geçen yıl 27 yeni merkez faaliyete geçmiş. Bu yıl açılanların sayısı 13. Fakat pek çoğu yıl sonuna bitirilmesi planlanan 83 merkez sırada bekliyor.

Türkiye’nin 32 şehrinde en az bir alışveriş merkezi var. Elbette 53 merkez ile İstanbul birinci sırada. Ardından 16 AVM ile Ankara, 12 AVM ile İzmir geliyor.
Yazının Devamını Oku