2 Kasım 2007
Yaz indirimi henüz bitmişti ki, yeniden indirime girdik. Pek çok mağaza, baharlıklarda ara indirim yapıyor. Ama bunların dışında, yalnızca bu pazar günü ve yalnızca üç adreste geçerli olan üç indirim var. Üstelik oranları da yabana atılır cinsten değil. Maalesef sadece İstanbullular yararlanabilecek.
Yerinizde olsam cumartesi gecesi dışarı çıkmam, çıksam da fazla dağıtmam, sabah erkenden kalkar giderim. Pazar sabahı rehavetine kapılanlar, brunch yapalım diye tutturanlar çok şey kaçırabilir.
Önce DKNY indiriminden bahsedelim. Donna Karan New York’un yılda iki kez (yaz ve kış) yapılan Geleneksel Pazar İndirimi, 4 Kasım’a denk geldi bu sefer. Markanın Nişantaşı mağazası, 10.00-20.00 arası indirimli satış yapacak.
İndirim oranı yüzde 60 ile 90 arasında değişiyor. 2004 kışından 2007 yazına kadar tüm sezonların koleksiyonlarından birşeyler bulabilirsiniz.
Öğrendiğime göre 40 liraya kazak, 89 liraya elbise, 15 liraya tişört bulunabilecekmiş.
PERDELİK ARAYANLAR MAHMUTBEY’E
İndirimin ikinci adresi şehrin diğer ucunda, Mahmutbey’de...
Broderi Narin, her ayın ilk pazar günü "Şanslı Pazar" uygulaması yapıyor. Ancak sadece Mahmutbey Taşocakları Caddesi üzerindeki fabrika satış mağazasında.
O gün mağazadaki ürünlerin yüzde 70’i indirime girmiş olacak. Hepsi de şu anda mağazalarda satılmakta olan ürünler. Hatta bazıları çok talep gören modeller.
Seçilmiş ürünlerde yüzde 50, yonca yapraklı ürünlerde yüzde 40 indirim var. Ayrıca indirimli ya da indirimsiz ne alırsanız alın, kasaya gittiğinizde bir yüzde 10 indirim daha yapılıyor.
İndirim sadece Broderi Narin markasında değil, İtalyan markalarında da geçerli. Örneğin geçen ay indirime giren ürünlerin yüzde 40’ı İtalyan markalarına ait olanlarmış.
Raflarda kalmış, deposu olmayan ürünleri daha da ucuza satın alabilirsiniz.
EVİNİ SEVENLER ŞİŞLİ’YE
Üçüncü ve son adresimiz Şişli’den. adresistanbul içindeki mobilya ve ev aksesuvar markası Habitat’ın belirli aralıklarla düzenlediği Friends&Family (Arkadaşlar&Aile) günü geldi çattı. Alışveriş ve eğlence birarada. Habitat dostlarına ve dostların dostlarına eğlenceli bir akşam vaat ediyorlar. Merak etmeyin, kapıda "Sen Habitat’ı nereden tanıyorsun bakiim" diye sormuyorlar. Bugüne kadar Habitat’la bir dostluk kuramadıysanız veya Habitat’la dost olan bir yakınınız yoksa, kapıda benim adımı verirsiniz, sorun çıkmaz. Üstelik erkenden yollara düşmenize de gerek yok. Eğlence 16.00’da başlıyor, 20.00’ye kadar devam ediyor. Kemal Gürkaynak ve Niso Behar’ın müzikleri eşliğinde barda içkinizi yudumluyor, yüzde 50’ye varan indirimle alışveriş yapıyorsunuz.
Yazının Devamını Oku 26 Ekim 2007
Saat gece yarısını geçmiş, yatmaya hazırlanıyorsunuz. Fakat o da ne, gece kreminiz bitmiş! Ya da evdeki parti tüm hızıyla devam etmekte. Davetlilere şahane bir kokteyl hazırlayacaksınız, ama mutfağa gidince blender’ın bozulduğunu fark ediyorsunuz. Ne yaparsınız?
Yapacak bir şey yok. Bir seferlik gece yerine gündüz kremi sürün, kokteyli de manuel yöntemlerle karıştırın.
Yok ama tüm bu aksiliklerin başınıza geleceğini bir gün önceden kestirebilirseniz, Ender mağazaları emrinize amade. Hem de sabaha kadar.
Türkiye’nin en eski katlı mağazalarından Ender, son birkaç yıldır kendini yenilemeye çalışıyor. Ender sadece giysi satmaz, bölümlü mağazacılık yaptığından elektronik, ev dekorasyon, kozmetik ürünleri de bulunuyor.
Kurulduğu 1976 yılından bu yana hatırlı müşterilerine verdiği bir VIP kartı var Ender’in. (Hatırlı müşteri sınıfına girebilmek için gereken koşulları sordum: Sık sık gideceksiniz, belli bir miktarın üzerinde para harcayacaksınız veya sosyal hayatta nüfuzlu biri olacaksınız. Her zamanki prosedür yani.) VIP karta sahip hatırlı müşterilere şimdi yeni bir imkan sunuluyor ve "dükkan sizin" deniyor. Slogan tamamen tarafımdan uydurulmuştur. Firmayla alakası yoktur.
Aslında uygulama geçen yıl başlamış ama bu sene yaygınlaştırmayı umuyorlar. Buna göre, VIP kart sahipleri istedikleri Ender mağazasını istedikleri saatte açtırabiliyor. Bir gün önceden haber vermek koşuluyla...
İşten geç çıkan ve acil ihtiyaçları olan müşteriler için düşünülmüş uygulama. Diyelim ki, ertesi gün bayram. Fakat geç saate kadar çalışmak zorundasınız ve henüz alışverişe çıkmaya fırsat bulamadınız. Arıyorsunuz en yakın Ender mağazasını, gideceğiniz saati söylüyorsunuz, sizin için bekliyor ya da geç saatte tekrar açıyorlar. Yetkililer bugüne kadar en geç 01.30’da açmış mağazayı. Sabaha karşı 4’te alışveriş yapacağım diye tutturan çıkarsa hissiyatları ne olur bilemiyorum.
Bana kalırsa gece yarısı mağaza açtırmanın bir iyi, bir de kötü tarafı var:
İyi tarafı, tek başınıza alışveriş yapacak olmanız. Kalabalık yok, gürültü yok, kasa veya soyunma kabini sırası yok. Görevliler gözünüzün içine bakıyor...
Kötü tarafı ise, gecenin bir yarısı açtırdığınız mağazada alacak bir şey bulamazsanız ne yapacaksınız? Görevliye dönüp: "Ay kusura bakmayın, sizi de sıcacık yatağınızdan kaldırıp buraya kadar getirttim ama, bu bluzun rengi hoşuma gitmedi, pantolon da pahalı geldi, hadi byeee" diyebilecek misiniz?
Mağaza görevlileri bugüne kadar diyebilene rastlamamış. Ama deme hakkınız var, ya da isterseniz bir çift çorap alıp çıkabilirsiniz. Hiçbir koşul ya da sınırlama yok. Ama herkeste az ya da çok bir miktar vicdan olduğundan, geç vakitte alışveriş yapanların hepsi eli kolu dolu çıkıyormuş Ender’den.
Yazının Devamını Oku 19 Ekim 2007
Yılda iki kez açılan cennet kapısından iki gün önce yeniden geçtim sevgili okurlar. Ben bunu hep yaparım, düzenli olarak cennet kapısından geçer, geri dönerim. Son açıldığında üç kez gidip dönmüş, yol geçen hanına çevirmiştim. Üç hafta açık kalacak kapılar. Bakalım bu sefer kendimi tutabilecek, tek seferle yetinebilecek miyim? Benim cennet, düzenli olarak Yenibosna’da açılıyor. Bir kez yaz bitiminde, bir kez kış bitiminde. Anlamışsınızdır herhalde, bir alışveriş cadısının cenneti ne olabilir? Elbette ucuz ama kaliteli alışveriş yapılacak bir yer.
Ama neresi?
Hayır hayır, hangi sezon üretildiğini tasarımcısının bile unuttuğu giysilerin satıldığı çadırlardan bahsetmiyorum.
Daha bir, bilemediniz iki sezon önce mağaza raflarında duran, üzerinde kocaman rakamların yazılı olduğu etiketler bulunan giysilerden, ayakkabılardan, çantalardan, saatlerden bahsediyorum.
Lacoste diyorum, Calvin Klein diyorum, Burberry, Swatch diyorum...
*
Açılış duyurusunu alır almaz, sabah 9.30’da olay yerinde aldım soluğu. Olay yeri Yenibosna’da, Eren Holding binası. Son sefer açılıştan 10 dakika sonra gitmiş, kalabalığa kalmıştım, öyle söyleyeyim. Ancak bir acil serviste dakikalar bu kadar hayati önem taşıyabilir. Hatta saniyeler... Yanınızdaki atik davranıp, gözünüzün kaldığı şeye sizden evvel uzandığında her şey bitmiş demektir.
Gittiğimde ortalık sakindi. Fakat bu sükunet bende telaş yarattı. Niyeyse huylandım. Bahçe kapısından mağaza kapısına kadar olan 50 metrelik mesafeyi koşmamak için kendimi zor tuttum.
Yıllar içinde geliştirdiğim bir teknik var. Size de teknik çalışmanızı şiddetle tavsiye ederim, yoksa eli boş çıkabilir, onca şey arasında yolunuzu kaybedebilirsiniz. İşte benim teknik rapor:
1. Kapıdan girer girmez önce çantalara saldırın. Çünkü buraya gelen kadınların yüzde 90’ı çanta delisi ve çantanın bedeni, numarası olmadığından ilk önce onlar bitiyor. Özellikle de büyük boy olanlar.
2. Ardından ve hızla ayakkabılara yönelin. Lacoste ayakkabılar daha ucuz olduğundan (son gittiğimde 25’e parmak arası deri terlik, 50’ye yazlık ayakkabı vardı) önceliği onlara verin. Sonra Burberry’nin ayakkabılarına bakarsınız. Bunların da sayısı fazla olmadığından tükenme tehlikesi var. En iyisi seçimi kişisel zevkinize bırakayım.
3. Şimdi artık giysilere bakmaya başlayabilirsiniz. Elinize büyükçe bir poşet alın ve alıp almayacağınızdan emin olmasanız bile gözünüze kestirdiğiniz her şeyi içine atın. Çünkü kasaya gidene kadar fikrinizi değiştirebilirsiniz ve rafta bıraktığınız bir şeyi bulma ihtimaliniz yoktur.
4. Alışverişinizi hızla bitirip çıkmayın, biraz oyalanın. Çünkü raflar çekirge istilasına uğramışçasına hızla boşaldığından, görevliler depodan sürekli yeni bir şeyler getiriyor. Kalmadı sandığınız, bedenini bulamadığınız bir şey depodan her an çıkıp gelebilir.
Hadi bakalım, göreyim sizi.
Yazının Devamını Oku 12 Ekim 2007
Sizleri tekstil sektöründeki yeni sezon isimleriyle tanıştırmak isterim: İşte şu güdük arkadaş geç kış, yanındaki serpilmiş afacanlar da erken yaz ile sıcak sonbahar. Artık bu üçüne göre giyineceksiniz, kış boyunca beyaz pantolon satın alabileceksiniz. Küresel ısınma alışveriş alışkanlıklarını da etkiliyor. Markalar buna "küresel dönüşüm" diyor. Sezon isimleri değişiyor, yıl boyunca eskisi gibi 4 değil, 8 koleksiyon çıkarılıyor.
Elbette tüm markalar bu tip düzenlemeleri hemen koleksiyonlarına yansıtmış değil. Değişim yavaş yavaş oluyor. Kimi hazırlıklarını bu kışa göre yapıyor. Örneğin Camel Active markası. Biliyorsunuz daha çok ayakkabıları, botları ile ünlü. 2008 koleksiyonu küresel dönüşüm dikkate alınarak hazırlanmış. Ani hava değişimlerine ayak uydurabilecek teknolojiler ve modeller geliştirmişler.
Bu sadece tek bir marka, ancak uzmanlar 5 yıl sonra herkes dönüşümü tamamlamış olacak diyor. Pekçok yabancı marka, iklimbilimcilere danışarak gelecek planları yapıyor.
Aslında küresel ısınmanın en belirgin ve erken etkilerinden biri gardıroplar üzerinde oluyor. Özellikle de hálá mevsim dönümlerinde yazlık-kışlık değişimi yapanlar için. Kışlıkları çıkarırken, tüm yazlıkları özellikle de tişörtleri kaldırmakta tereddüt ediyoruz artık. Belli mi olur, kış ortasında güneş açıverir. Bikini ihtiyacı bile başgösterebilir. Aynı şey tersi için de gerekli. Serinleyen akşamlara, aniden bastıran yağmura karşı yazın da dolapta bir iki parça kalın giysi tutmakta fayda var. Buna karşılık bir iki seneye kalmaz kalın paltoları, kürkleri, kara kış kazaklarını unutmamız gerekecek. Yünlü tüvit takımlar moda müzelerine kaldırılacak. Kışın ince yün dokumalar ile kadife ceketler çok satacak. "Yazlıkları kaldırdım, kışlıkları çıkardım" ritüeli nostaljinin bir parçası olacak. Sezonlar üstü giyinmeye başlayacağız. Mevsimlik dediğimiz giysiler, yılın 12 ayı dolaplarımızda olacak. Yeni sezon geldiğinde, değişen kumaştan çok renk ve model olacak.
Bu durum bana kalırsa dekorasyonu da etkileyecek. Üç kapılı gardıroplar kimseye yetmeyecek. Daha çok sayıda insan evine giyinme odası yaptıracak. Çünkü ne giyeceğine günlük olarak karar vermek zorunda kalacak. Bu nedenle tüm giysileri gözünün önünde olsun isteyecek...
Eylül bitti, ekimin ortasına geldik. Hiçbir mağazanın vitrininde, hiçbir moda dergisinin sayfalarında paltolardan eser yok. Mağazalarda satılan en kalın şey hırkalar. Hálá incecik pantolonlarla dolu raflar.
Ayakkabılar için de aynı durum geçerli. Artık öyle içi kürklü botlar, çizmeler kalmadı. Çizmelerin tamamen ortadan kaybolmamasının nedeni ihtiyaçtan çok estetik. O kadar incelerini yapıyorlar ki, artık yazın bile çizme giyebiliyoruz. Keza kışlık ayakkabı koleksiyonlarında burnu açık modeller bulmak mümkün.
Giyinirken kafanıza göre takılmanın tam zamanı.
Yazının Devamını Oku 5 Ekim 2007
Yurtdışından alışveriş yapanların listesinden bir kalem daha eksildi. Amerikan rahat giyim markası GAP, Kasım’da İstanbul ve Ankara’da 7 mağaza birden açıyor. Sonraki yıl içinde mağaza sayısının 15’e çıkarılması planlanıyor. İlk mağazalar İstinye Park, Meydan, Capacity, Panora alışveriş merkezleri ile Bağdat Caddesi’nde olacak. Bağdat Caddesi mağazasının tüm GAP’ler arasında en büyüğü olacağı, eğlence amaçlı da kullanılacağı söyleniyor.
Bugüne kadar GAP mağazası bulunan yabancı şehirlere çok gittim ama kendim için hiçbir şey satın almadım. Buna karşılık mağazaların içini, neler satıldığını gayet iyi bilirim, çünkü her seferinde çocuklu arkadaşlar bolca sipariş verir. Hakikaten GAP’in özellikle bebek koleksiyonu yer yer akıl kaçırtıcı olabilir.
GAP’le ilgili yazmaya karar verince hemen Ekşisözlük’e girip bir baktım. Gerçi sözlük nüfusu genellikle hiçbir şeyi beğenmez ama yine de markanın Türkiye’deki imajı nasıl bir göreyim istedim. Görünüşe bakılırsa GAP’le derdi olan insan sayısı pek fazla değil. Daha ziyade orta sınıf markası olmasına rağmen, sırf Amerikan menşeli olduğu için yurtdışına çıkınca poşetler dolusu GAP alışverişi yapanlara, üzerinde kocaman GAP yazan sweatshirtler giyenlere takmışlar kafayı. Birkaç kişi tişörtlerin yıkanınca solduğundan, birkaç kişi de fabrikalarında işçi haklarına önem verilmediğinden, çocuk işçi çalıştırıldığından bahsetmiş. Geri kalanı "İyidir, hoştur, uygun fiyatlıdır" ekseninde yazılar yazmış. Bunların dışında kalan bilgileri de ben vereyim:
İlk GAP mağazası 1969’da San Francisco’da açıldı. Kurucuları Doris ve Don Fisher çifti. İlk yıl 2 milyon dolar kazandılar ve ertesi yıl ikinci dükkanı açtılar. Borsaya girdiklerinde kuruluşlarının üzerinden henüz 7 yıl geçmişti. Çocuklar için GapKids 1986’da çıktı. BabyGap’i lanse etmeleri 1990’ı buldu. İki yıl sonra GAP, dünyanın ikinci en büyük giyim markası olmuştu. Bu arada Old Navy ve Banana Republic markalarını da gruba kattılar. Bugün dünyanın dört bir yanında 3 bin 100 mağazaları var. 2006 cirosu 15.9 milyar dolar.
Marka, satışlarını üst seviyelerde tutmak için bugüne kadar çok manevra yaptı. Örneğin bir aralar 35 yaş üstü kadınlara da hitap etme kararı aldılar. O güne kadar GAP tasarımları fazla genç işiydi ama para 35 yaş üstü gruptaydı. Bugünlerde yine satışlardan memnun olmadıkları yönünde haberler geliyor. Belki de Güneydoğu Asya ile Ortadoğu’ya açılma kararı bu nedenle verildi.
Yazının Devamını Oku 28 Eylül 2007
Annemlerdeyim, sabahın köründe kapı çaldı. Açtık, yan komşumuz Nurcan Hanım Teyze. Daha gözünün çapakları duruyor, yüzünde yastığın izi, sırtında bir sabahlık. "Hadi gidiyor muyuz?" diyor. Sanırsın dün geceden anlaşıp sabah erkenden yangın çıkarmışlar. Kostüm evi acil boşaltıyoruz kostümü, ama belli ki önceden plan yapılmış. Annem, "15 dakika sonra kapıda buluşalım" deyip kapattı kapıyı. Telaş içinde hazırlanmaya başladı. Saatlerin ayarlandığını görünce bir operasyon düzenlenmekte olduğunu anladım.
- N’oluyo?
- Hiç, Capitol’e kadar gidip geleceğiz.
- Niye, alışveriş merkezinden kırmızı telefon mu geldi? Son 6 ayın satış grafiklerini gözden mi geçireceksiniz? Daha açılmasına yarım saat var.
- Olsun, biz gidene kadar açılma saati gelir.
- Yahu, kapıdan giren ilk müşteriye altın plaket mi veriyorlar, niye acele ediyorsunuz?
- Bugün ayın son günü ondan.
- Ha, nasıl olsa yarın maaş yatacak, cepte kalan son parayı yiyip bitirelim dediniz.
- Yok yok, Boyner’in kelebek günü. Yüzde 50 indirim var. Erkenden gidelim, ana baba günü olur yoksa.
Takıldım peşlerine, ben de gittim. 10.30 civarı girdik kapıdan içeri. Çoktan ana baba günü olmuş. Behzat-Süheyl Uygur kardeşlerin Şahane Cumartesi atraksiyonlarını aratmayacak sahneler yaşanıyor. Askıdan bedenine uygun gömleği, aynı yöne aynı anda seğirten 20 kadından önce kapacaksın. Kaptığın diğer giysilerle birlikte, soyunma kabini sırasına gireceksin. Hepsi üzerine olduysa ne álá, doğru kasaya. Yok olmadıysa, aynı süreçten bir daha geçeceksin.
Anlayacağınız üzere, bu dediğim geçen ayın son günü oluyor. Yani yaz indirimi devam ediyor. Her şey zaten indirimde. Bir de kelebekli ürünlere ek bir yüzde 50 indirim yapmışlar. 15 liraya pantolon, 20’ye elbise, 25’e yatak örtüsü satılıyor. Gerçekten sabahın köründe kalkmaya değecek fiyatlar.
Her şey o kadar hızlı olup bitiyor ki, raflar kısa sürede boşalıyor. Saat 13.30 civarında, hálá askıda işe yarar bir şeyler bulmaya çalışan kadına arkadaşı "Tamam artık, bu saatten sonra bir şey bulamazsın, gidelim" dedi. Ortalık hakikaten birdenbire sakinleşti. Geride içine girmeye çalışırken yırtılan 36 beden etekler, bluzlar kaldı.
Boyner bu uygulamayı 2004 kasımından beri yapıyor. Amaç daha az satılan veya elde kalan ürün stoklarını eritmek. Hakikaten de aynı ayakkabının laciverti indirimde, siyahı değil mesela. Kelebekli ürünlerde indirim yapılan günler, indirim olmayan günlere göre satışlarda yüzde 40, müşteri sayısında yüzde 30 artış oluyormuş.
Tavsiye ederim, siz de bi ara gidip bakın.
Ben ekimde ay sonu değil, ay başı indirimini takip etmeyi planlıyorum. Vakko da her ayın birinde indirim yapıyor. Onu da artık önümüzdeki hafta yazarım.
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2007
Yukarıdaki beyanat maalesef bana ait değil. Ben Louis Vuitton etiketli tek bir çöpü bile bulunmayan, vasat mı vasat biriyim. Hatta avam takımından diyelim olsun bitsin. Ama benzinciden alınmış Louis Vuitton çanta şeklinde bir çakmağım var. Orijinal olmadığı konusunda güçlü tahminlerim bulunsa da bu durum belki beni bir nebze kurtarır.
Başlıktaki şuursuz açıklama ise, internetin yeni yıldızı Facebook’taki bir grubun adı. Markalara tapanlardan oluşan grubun 57 üyesi var.
Bu devirde göstere göstere marka tapınmacılığı zaten yeterince kötü ve demode, bari kendilerine Louis Vuitton’dan daha havalı bir marka bulsalarmış. Louis Vuitton bana artık marka seviciliğin karikatürize olmuş halinin simgesi gibi geliyor. Taklitçilik müessesesinde kült bir figür olduğunu kabul etmek lazım tabii. Bugüne kadar çok Louis Vuitton çanta gördüm ama kaçı gerçekti bilmiyorum.
Grubun sloganı şöyle: Eğer Louis Vuitton, Chanel, Prada, Burberry veya Gucci gibi tasarım bir çantaya sahipseniz ve bu yüzden diğer insanlardan daha önemli olduğunuzu düşünüyorsanız, bu grup tam size göre.
Grubu, Los Angeles’ta yaşayan ve kendini Coco Chanel zanneden biri kurmuş. Üyeler grubun sayfasına markalarla ilgili okudukları haberleri, bu haberlerle ilgili yorumlarını falan yazıyor. Örneğin bir tanesi, "Paris Hilton Louis Vuitton seviyormuş, o hepimizden daha iyi olduğuna göre, tıpkı onun gibi hepimizin birer Louis Vuitton alması gerekir" demiş.
Dalga mı geçiyor, ciddi mi anlayamadım.
Grubun üyelerinden biri de Neil Boorman. Kendisi "Markaların Şenlik Ateşi" isimli kitabın yazarı. Müzik yapımcısı ve stil dergisi editörü olarak yıllarca markalarla çevrili bir hayat yaşadıktan sonra birden delirivermiş, bundan tam 1 yıl önce Londra’nın göbeğinde evinde ne kadar markalı ürün varsa hepsini ateşe vermişti. Ondan sonra markalardan uzak yaşamaya çalıştı, tecrübelerini kitap yaptı.
Boorman, marka kullanma saplantısından mustaripti. Sokakta kendine güvenerek dolaşabilmesi için üzerinde markalı kıyafetler, havalı bir cep telefonu filan olması gerekiyordu. Yiyeceklerin bile markalısını seçiyordu.
Boorman’ın BBC News’a verdiği demece bakılırsa ilk bir ay cehennem gibi geçmiş. Evi, zincir markalarla dolu bir caddede bulunduğundan en ufak bir şeyi almak için bile arka sokaklardaki dükkanları bulması gerekmiş. Daha önce 1 saatte yaptığı alışverişler, tüm gününü işgal etmeye başlamış. Kıyafetlerinin bazılarını terziye diktirmiş.
Markalar olmayınca kendini iyi hissettirecek başka şeyler aramaya başlamış. Psikoterapisti, kendisini medyanın aklına soktuğu imkansız idealler ile harap etmemesini salık vermiş. Markalara boğulmuş benliğini arındırdıkça, kendisinin gerçekte kim olduğunu daha iyi anladığını söylüyor.
Boorman son bir yılını nasıl geçirdiğini gün be gün internet blog’u aracılığıyla insanlarla paylaştı. Merak edenler bonfireofthebrands.com’a göz atabilir.
Yazının Devamını Oku 7 Eylül 2007
Lacoste’un sonbahar-kış koleksiyonu, Mister Q’yu kıskandıracak bazı teknolojiler içeriyor. Hani 007’ye her filmin başında, 10 dakika kadar proje sunumu yapan Mister Q’dan bahsediyorum. Amfibik otomobil, fotoğraf makinesine dönüşen gözlük, patlayıcı kalem gibi, filmin bir yerinde mutlaka James Bond’un hayatını kurtaracak icatlar yapan Mister Q’dan...
Lacoste’un Mister Q’sunun adı Ali İleri. İsmi diğeri kadar gizemli görünmese de, kendisi ıslanmayan bikini, ter göstermeyen gömlek, leke tutmayan ceket, kokmayan çorap gibi akıllı ürünlerden sorumlu genel müdür yardımcısı. Şahsen ben Ali Bey’i Mister Q’ya tercih ederim. Kaç yaşına geldim, bugüne kadar hiç parça tesirli patlayıcı özelliğe sahip tükenmez kaleme ihtiyacım olmadı. Fakat her yaz denize girince bikinim ıslanır.
Ali Bey, birkaç gün önce tıpkı Mister Q gibi bir sunum yaptı bana. Ben de tıpkı 007 gibi serinkanlı ve esprili bir tutum sergilemeye çalıştım karşısında.
Lacoste’un toplam 7 tane akıllı ürünü var. Biri 20 yıkamaya kadar dayanıklı gömlek. Apresi sayesinde leke tutmuyor. 20 yıkamadan sonra kendi kendini imha etmiyor tabii. Sadece aprenin etkisi geçmeye başlıyor. Gözümün önünde üzerine vişne suyu, çay ve kahve döktü, bana mısın demedi. Her biri en ufak iz bırakmadan akıp gitti gömleğin üzerinden.
Bir diğeri aloe vera’lı gömlek. Bu da gayet akıllı bir ürün. 12-20 yıkama arası ömrü var. Giyenin cildini besliyor, nemlendiriyor.
Kumaşında gümüş kullanılan çoraplar her eve lazım. Etkisi sonsuza kadar sürüyor. Tabii, ben sonsuza kadar dayanan çorap görmedim. Etkisi çorabın ömrü kadar diyeyim. Asla kokmuyor, bakteri üretmiyor, mantar oluşumunu engelliyor.
Manyetik izolasyon özelliğine sahip pantolon ve ceketler favorim. Pantolon cebi ile ceketin göğüs cebinde kullanılan kumaş zararlı dalgaların vücuda ulaşmasını engelliyor. Cebin sadece vücuda değen tarafı bu kumaşla kaplı. Bu sayede zararlı dalgalardan korunuyor ama kapsama alanı dışına çıkmıyorsunuz. Ali Bey, yöntemin etkili olduğunu ispatlamak için bir test yaptı. Manyetik izolasyon sağlayan ve ceplerde kullanılan kumaştan bir kese yapmışlar. Cep telefonumu kesenin içine attı, o anda kapsama alanı dışına çıktım. Telefon keseden çıkınca her şey normale döndü.
Teri dışarıdan belli etmeyen gömlek de mucizevi bir ürün. Sayesinde yazın sıcağında hiç korkmadan kollarımızı havaya kaldırabileceğiz. Ne kadar terlerseniz terleyin dışarıdan belli olmuyor. İçerden gömleğin koltuk altına bir bardak su döktük, yine de iz çıkmadı. Bu teknolojiyi seneye kadın pantolonlarında da kullanacaklarmış. Özel günlerde beyaz pantolon giyme derdi ortadan kalkacak diyorlar.
Bir de teflon kaplı triko kollu montlar var. Yağmur yağınca kollardan içeri su girmiyor. Yağmur kolların üzerinden akıp gidiyor.
Su tutmayan bikini ise, yazın sudan her çıkışta üst değiştirme eziyetine son veriyor.
Yazının Devamını Oku