Deli gibi yağmur...
Bataklık gibi saha, futbolun da tadını kaçırıyor.
Top lap diye düşüp kalıyor.
Futbolcular çamurdan görünmüyor...
Çamurun içinde koştukları an, kayıp gidiyorlar...
Alsancak Stadı’nda, kapalı tribünün sağ tarafı güzel bir tek.
İzmir Adliyesi’nin önü ilk günlerin aksine çok da kalabalık değil... Birinci kattaki 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne merdivenlerden çıkarken Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Pervin Şenel Genç ile bir anda yan yana düşüyoruz. O an birden aklıma çok değil 24 gün önce, yani yılbaşı gecesi yaptığımız röportajda söyledikleri geliyor. 2013’ü Pervin Şenel Genç ile adli kontrolde tutulduğu, yani bir nevi hapis olduğu Hatay’daki evinde karşılamıştık. O röportajda başlığa da, onun 2013’ten dilediği özgürlük çıkmıştı.
Pervin Hanım yeni yıl dileğini, “Ben artık üzülmeyelim diyorum. Yeter bu kadar bize. Biz de insanız. Davamız sonuçlansın, beraat ile sonuçlansın diye bekliyoruz. En büyük umudumuz bu. Başkan da aynı düşüncede. Onun dışında da sağlık diliyorum. Tabii bir de evdeki bu tutukluluk durumumuz var. Noel Baba’dan onu istiyorum. Kilidi açsın. Bu hapisten kurutulayım” sözleriyle aktarmıştı.
Duruşma salonunun önüne geldiğimizde dışarının aksine yine kalabalık var. Önce salona herkes alınmıyor. Yine ufak çaplı kargaşa yaşanıyor. Duruşma yarım saat geç başlıyor. Salon ağzına kadar dolu... Mahkeme Başkanı Cahit Kargılı, ses siteminin yetişmediğini açıklarken, salonda bir uğultu oluyor. Duruşma boyunca herkes mikrofonsuz sesini duyurmaya çalışıyor. Tanıklar konuşurken, Başkan Kocaoğlu’nun dikkatle adeta her bir kelimeyi kaçırmadan dinlediğini görüyorum. Yanında yine eşi Türkegül Kocaoğlu oturuyor.
Sonra söz savcıya geliyor. Mahkeme savcısı adli tedbirlerin kaldırılmasını istediği anda salondan sevinç sesleri yükseliyor. Mahkeme Başkanı Kargılı’nın, “Bu yaptığınız hoş bir şey değil. O savcıdır. Talep eder mahkeme ret edebilir” uyarısıyla yine o ses birden kesiliyor.
Mahkeme heyeti 16.25’te kararını açıklıyor. Adli kontroller kaldırılıyor. Böylece ev hapsindekiler dahil “Büyükşehir Davası”nda herkes özgürlüğüne kavuşuyor... Büyükşehir bürokratlarının yeni yıl dileği gerçek oluyor. Hepsi Büyükşehir koridorlarına dönüyor...
Onlar oyla seçilmiş, sandıktan çıkmıştı ama siyasetçilerden çok çok farklıydı... Onlar hayata hazırlanan, lise öğrencileriydi.
Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya, ilçedeki liselerin seçimle iş başına gelen temsilcilerini belirli aralıklarla topluyor. Bu toplantılardan birine yazı işleri müdürümüz Nedim Bubik’le katıldık. Gençlerin her birine, tek tek hayran kaldık. Onlar ciddi ciddi, olağan görüşmelerinde, taleplerini başkana iletirken biz de oradaydık!
Başkan Çalkaya’nın projesine gelince... Milli Eğitim Bakanlığı’nın yönetmeliğine göre okullar kendi temsilcilerini seçiyor. Okullarda bildiğiniz seçim havasında geçen kampanyalar düzenleniyor. Adaylar projelerini tanıtıyor ve sonunda sandık kuruluyor. Seçimle iş başına gelen okul temsilcileri, öğrenci arkadaşlarıyla, öğretmenler ve okul idaresi arasında bir tür köprü görevi görüyor.
Öğrencilerle toplantı
Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya’nın geçen yıl başlattığı proje ise tam bu noktada devreye giriyor. Başkan Çalkaya seçilmiş okul temsilcileriyle bir araya gelip toplantı yapıyor. Okulların yatırımdan tutun da eksik hizmetlere, öğrencilerin taleplerine kadar her şeyiyle birebir ilgileniyor.
Beni en çok etkileyen ise okulların temsilcileri oldu. Sacide Ayaz Lisesi’ni temsilen Nilüfer Kaya, Nevvar Salih İşgören Anadolu Lisesi’nden Mert Topuz, Salih Dede Lisesi’nden İsmail Atar, Ahmet Hakkı Balcıoğlu Ticaret Meslek Lisesi‘nden Bahadır Tabak, Balçova Anadolu Lisesi’nden Melisa Avcı...
Cuma akşamüstü... İzmir’de fırtına kopuyor. Lodos vurmuş her şey bir yana savruluyor. Tam o saatlerde Seferihisar tarafındayız. Yol ayrımından Bademler’e doğru dönüyoruz. Her zaman göğsümü kabartan, içimi açan, umut veren köylerden biri Bademler... Beyaz evleri film karesi gibi görünüyor arabanın yağmura bulanmış camlarından. Bizimse biraz daha yolumuz var. Az ilerideki Turgut Köyü’nde Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’le buluşacağız. Köy meydanındaki kahvede karşılıyor Başkan Tunç Soyer bizi. Kahveye adım atar atmaz şaşkınlığımı gizleyemiyorum. İçeride bizi ağırlığını köyün kadınlarından oluşan kalabalık bekliyor. Köylü hareketi için buradayız... Bütünşehir Yasası’na karşı en kuvvetli ses buradan, Seferihisar’dan geldi! Yasayla birlikte 16 bin köy kapatılıp mahalle yapılacak. Fazla söze gerek yok bunun ne demek olduğunu köylülerin manifestosundan bu bölüm en iyi anlatıyor: “Köylere en son ve belki de en büyük darbeyi yeni kabul edilen Büyükşehir Yasası vurdu. Büyükşehirlerdeki 16 bin köyün tüzel kişiliği tek bir cümleyle kaldırıldı. Yeryüzünün ilk köyünün kurulduğu bir coğrafyada binlerce köyün üzerini tek bir cümleyle çizmek mümkün mü? Değil elbette. Köy, köktür ve tohumdur. Köy, hem geçmişimiz hem geleceğimizdir. Tüketen insanın savaşların içine sürüklendiği bir çağda, köyler sakince üreten geçmişle geleceğin harmanlandığı yerler olmalıdır. Şehirde veya köyde, nerede yaşarsak yaşayalım, sağlıklı bir doğal çevre ve kırsal alana ihtiyacımız var. Köy olmazsa şehirde ne yiyebiliriz? Fabrikasyon sebze ve meyveleri mi, yoksa büyük şirketlerin GDO’lu ürünlerini mi? Biz, geleceğin köyleri, köy olma hakkımızı anayasal düzeyde savunmak için bir araya geldik. Daha da önemlisi, yasaların hiç düşünmediği bir görevi sürdürmek, geçmişle gelecek arasında köprü olmak için bir araya geldik. Bereketli ve sağlıklı bir toplum için geleceğin köylerini yeşertmeye niyet ettik.”
Köyün kadınları kararlı
Seferihisar, “Köyümüz kapanmasın” hareketinin başladığı yer artık. Bundan önce de balık çiftliklerine karşı yaptıkları eylemlerle dikkat çekmişlerdi. Önce köyün kadınlarına kulak veriyoruz. Dudaklarından dökülen her bir cümle, köy meydanındaki Atatürk heykelinde yazan Ata’nın “Köylü milletin efendisidir” sözünü doğruluyor.
• Köyümüz köy olarak kalsın!
• Atatürk’ün sözü var “Köylü milletin efendisidir” Bu çok güzel bir duygu. Biz köylü olarak kalmak istiyoruz.
Türkiye onu karakolda yediği dayak görüntüleri ortaya çıktığında tanıdı. 37 yaşındaki Fevziye Cengiz, 17 Temmuz 2011’de eşi Murat Cengiz, kızı ve damadı ile Karabağlar’da bir müzikhole eğlenmeye gitti. Daha 15 dakika geçmeden polis ekipleri kimlik kontrolü için içeriye girdi. Fevziye Cengiz’in ifadesine göre, nüfus cüzdanı arabadaydı. Eşi hemen almaya gitti. İşte orada film koptu. Ailenin ifadelerine ve kamera kayıtlarına göre polisler, Fevziye Cengiz’i önce tartaklayıp döverek Karabağlar Karakolu’na götürdü. Fevziye Cengiz, karakolda da uzun bir süre polislerin şiddetine maruz kaldı. Elleri kelepçeli halde tekme tokat dayak yedi. Aile dava açınca görüntüler ortaya çıktı, “Karakolda işkence” haberi Türkiye gündemine oturdu. Ancak Cengiz Ailesi’nin başına gelenler o gece bitmedi. Daha o akşam mahalleden atıldılar, başka bir yere taşınmak, marketlerinin kapısına kilit vurmak zorunda kaldılar. Fevziye Cengiz, üzerine yapıştırılan konsomatris sıfatı yüzünden mahalle baskısıyla yüz yüze... Kendileri dışında çocuklarının da psikolojisi bozuldu. Hala tedavi görüyorlar. Küçük kızları okulda bir yıl kaybetti. Şimdi dosyalar birleştirildi. 6 Şubat’taki duruşmayı bekleyen ailesiyle avukatları Hanife Yıldırım’ın bürosunda görüştük.
Dün yolda uygulama oldu kızım bayıldı
Fevziye Cengiz’in mavi gözleri ürkek... Sürekli elleriyle oynuyor. Eşi Murat Cengiz’in ise o gece olanlar konuşulurken gözleri doluyor, başını öne eğiyor. Çocuklarının, “Baba annemizi koruyamadın” sitemini anlatırken dudakları titriyor... Eşi Murat’ın artık yanından bir dakika bile ayrılmadığı Fevziye Cengiz, o geceden sonra hayatının nasıl değiştiğini şu sözlerle anlatıyor:
“O gece denizden gelmiştik. Bir kadın sanatçı vardı türkü söyleyen, onu dinlemeye gitmiştik. Dinlemez olaydık. Her şey o gece işkenceyle bitseydi... Asıl işkence ondan sonra başladı. Daha o gece mahalleden çıkarttırdılar. Konsomatris demeçleri yüzünden eşimin ailesi de bizi istemedi. Onların alt katında kirada oturuyorduk. Onları tehdit etmişler. İmza toplamışlar. Başka yere taşınmak zorunda kaldık. Çalışmıyorum şu an. Market açmıştık. İki günde bir basıyorlardı. Mühürlediler de... Onu da kapatmak zorunda kaldık. Temmuzdan aralık ayına, davayı açana kadar sürekli telefonla aranıyorduk. Davadan vazgeçmemiz isteniyordu. Emniyet, Valilik ve İçişleri Bakanlığı’na tehdit edildiğimiz için başvurduk. Gece 01.00’de bile tehdit telefonları geliyordu. Polise çok güvenirdik. Artık hiç güvenmiyoruz. Küçük kızım da artık güvenmiyor. Ödevinde, ‘Kaybolursan ne yaparsın’ sorusuna, ‘Bir şey olursa Hanife Hanım’a (avukatımız) giderim’ demiş. Kapı çalıyor ona bile korkuyor. Geçen yıl da okuldan almak zorunda kaldık. Eşimi, kızımızı okula bırakırken takip ettiler. Eşim de korktu, götürmeyi bıraktı. Kızım bu sene bir yıl kaybederek okula yeniden başladı. Dün uygulama oldu yolda, kızım bayıldı arabada. O gece ellenmedik hiçbir yerim kalmadı. Taciz de var. Önce eşimin yanında söylemedim. İfadelerden öğrendi o da... Çok gücüne gidiyor. Her gece uykumdan sıçrayarak uyanıyorum. İlaç kullanıyorum. Psikiyatriste gidiyorum.”
Haklı olduğumuz yerde suçlu olduk
Bugüne kadar ailesinden tek bir tokat bile yemediğini gözleri dolarak anlatan Fevziye Cengiz, “Ben daha kocamdan, büyüklerimden, ailemden dayak yemedim. Hiç tanımadığım insanların, üstelik polislerin beni dövmesi çok zoruma gitti. Hakları var mı? Bir de polise karşı gelmekten hakkımda dava açıldı. Biz haklı olduğumuz yerde suçlu olduk. Mahkemede bakıyorum ki haklıyım ama suçlu durumundayım. Bildiğini yanıltmaya çalışıyorlar” sözleriyle dile getiriyor tepkisini.
EKREM Demirtaş, bundan tam 31 yıl önce İzmir Ticaret Odası’na (İTO) girdi. Kendi deyimiyle tek bir tel beyaz saçı yoktu. Önce meclis üyeliğine, yıllar içinde de yönetim kurulu başkanlığına seçildi. 20 yıldır da o koltukta oturuyor. Yasa gereği artık bu makama aday olamayacak. Ancak kulislerde yasada değişiklik yapılacağı da konuşuluyor. Dolayısıyla herkes bu yıl içinde yapılması beklenen seçimlerde Demirtaş’ın yeniden aday olup olmayacağını, nasıl bir formül bulacağını merak ediyor. Ekrem Demirtaş, merak edilen tüm bu soruların yanıtını Hürriyet Ege’ye açıkladı.
127’nci yıl resepsiyonu ve ödül töreninde yaptığınız konuşmada dikkat çeken ayrıntılar vardı. Barkovizyonda fotoğrafınız gösterilirken, “İlk geldiğimde saçlarım siyahmış. Şimdi ağardı” dediniz. Geriye dönüp baktığınızda, “Yıllarım feda olsun, iyi ki olmuş” diyor musunuz? Yoksa pişmanlık var mı?- Aslında çok pişman değilim ama “Keşke İTO’ya gelmeseydim” dediğim zamanlar oluyor. Çünkü ben iş yaşamımda çok daha başarılı bir çizgi yakalayabilirdim. Ama İTO nedeniyle işime, çocuklarıma, aileme, kendime çok zaman ayıramadım. Sonuçta, suya yazılan bir yazı da yok. Burada bir başarı hikayesi var. Bunu benim söylemem ne derece doğru bilmiyorum ama bunlar bir gün gelir unutulabilir. Burada çok önemli isimler başkanlık yapmış. İzmir ticaretinde önemli adımlar atmışlar. Başkanlıkta 20 yılım var. Biz de o 20 yılın kitabını yazıyoruz şimdi. 2012’de tamamlanacaktı, birkaç ay gecikmeyle çıkacak. İTO köklü bir çınar. Bir pusula. 6 kişi hariç 200 personelin hepsini ben işe aldım. Çoğu benim kültürümle yetişti. Ve harika işler yapıyorlar. Burası bir proje fabrikası. İTO’da belli bir kültür yarattık. İzmir’e de katkı koyduk. İzmir’de adı, sözü, izi olan bir odayız.
Onlar küçük ayrıntı
O konuşmada bir de temennide bulundunuz. Bu yıl önemli. Seçim yılı. “Bir dahaki kutlamamızda meclisimizle büyük çoğunlukla burada oluruz” dediniz. Anlattığınız o yapının önümüzdeki dönemde de bozulmayacağına mı inanıyorsunuz?- Bozulması mümkün değil. Çünkü biraz önce de söylediğim gibi İTO’nun bir yapısı, kültürü var. İTO bir okul. Burada insanlar meclislerde dört yıl kaldıktan ve geriye dönüp baktıktan sonra kendilerini bir yerde görüyorlar. Dolayısıyla mesleklerine bir şeyler katmaya çalışıyorlar. Yüzde 50-60 oranında aynı meclis devam ediyor.
O gece ben bunu bir mesaj olarak algıladım. Oradaki üyeler de sanırım öyle algıladı ve büyük alkış aldı...- Evet, biraz öyle oldu.
KİMİ buruk girdi, kimi acıyla, kimi sevinçle... Dışarıda kimileri çılgınlar gibi eğlenirken, kimileri bir köşede için için ağladı belki de... Cezaevinde olanlar da vardı, hastanede derdine çare arayan da, düğün yapan da vardı, bebek sevinci yaşayan da... Hayat da tam dün gece gibi işte. Düğün ve cenaze bir arada! Bense akşam trafiğinde farklı bir yılbaşı kutlamasına doğru gitmekteyim heyecanla. Elimde mis kokulu nergislerimle. Zira kutlamaya gideceğim de buruk bir ev. 130 sanıklı Büyükşehir Davası’nda 463 gün hapis yatan, 5 aydır evinde tutukluluğu devam eden Genel Sekreter Pervin Şenel Genç’in Hatay’daki evinde karşılayacağız 2013’ü.
Cezaevinde pasta büyük lüks
Aynı cezaevinde kısa süre birlikte tutuklu kaldıkları kardeşi Nagehan Genç’le pencerede bekliyor Pervin Hanım... Dairelerinin camları rengarenk ışıklarla bir yanıp sönerken, içeride o kadar da renkli bir hava yok. Yine de gülen gözleriyle karşılıyorlar. Az önce Başkan Aziz Kocaoğlu ziyaret etmiş. Sohbet ederken laf dönüp dolaşıp geçen sene Bergama Cezaevi’nde geçirdiği yılbaşına geliyor. Gözleri dalıyor, sonra gülümsüyor ve şu sözler dökülüyor: “Yılbaşı, bayramlara göre cezaevi psikolojisinde daha farklı. Belediye personeli olarak kalabalıktık, altı kişiydik. Arkadaşlar daha tahliye olmamıştı. İkinci operasyonla yeni girenler vardı. Ben ise en eski, yedi aylıktım. Sürpriz yapayım diye pasta aldırdık. Onu kesmek için hazırlandık. Akşam vaktiydi. Bir baktık Reyhan’dan da bir pasta geldi. Bergama Belediye Başkanı göndermiş. Tabii cezaevinde Reyhan’dan pasta mucize ve çok lüks tabii.. Doya doya yedik. Ama buruktu tabii... Dışarısı için yılbaşının yeni bir heyecanı var ama içeride diğer günlerden hiçbir farkı yok.”
Geçen yılı bırakıp 2013’e geliyoruz. Yeni bir yıl, yeni umutlar, yeni bir sayfa... Onun içinse yine özgürlük beklentisi demek: “Artık üzülmeyelim diyorum. Yeter bu kadar. Biz de insanız. Davamız beraatle sonuçlansın diye bekliyoruz. Tabii bir de evdeki bu tutukluluk durumumuz var. (Gülüyor) Noel Baba’dan onu istiyorum. Kilidi açsın. Bu hapisten kurtulayım.”
Çok şeye katlanmasını öğrendim
Yaşadıklarının hayata bakışını değiştirdiğini anlatıyor bir de Pervin Hanım. Ama yine de hayatına yön vereceği kararlar için bu davanın belirleyici olduğunu söylüyor: “Ya bitireceğim ya devam edeceğim. Çok uzun yıllar çalıştığım için karar vermem lazım. İki sene benim hayatımda çok önemli. Ama orayla kıyaslandı mı buna da şükür. Polyannacılık oynamak, sabretmek zorundayız diye düşünüyorum. İçeride sıfırsın, yoksun! Ne olursan ol, profesör de olsan aynı... O durumlarla kıyaslanınca ‘Çok şükür’ diyorsunuz. ‘Her şeyin bir sonu var’ diye düşünerek sabrediyorum. Belli bir yaştayım. ‘Diyelim felç geldi yine çıkamayacağım’ diye avutuyorum. ‘Bir onulmaz hastalık yüzünden çıkamasam ya’ diye teselliler bulmak zorundayım. Zaten kimse de ‘Aa bu böyleydi’ diyemiyor. İlk günden beri bizi ayakta tutan o... Vicdanen çok rahat olduğumuz için. Tabii her zaman aynı psikolojide olmuyorsunuz. Katlanıyoruz. Çok şeylere katlanmasını öğrendim. Küçücük şeylere üzülenler çok saçma geliyor. Biraz katı bakıyorum. Benim için şu an insan hayatında çok önemli olaylar nedir? Trafik kazası, bir de tedavi olamayan hastalıklar. Yoksa zaten herkes ölecek. Benim için bunlar üzülecek şeyler. Değer yargılarım değişti, dizilere bile bakamıyorum. TV seyretmiyorum. Haberlere bakıyorum sadece. Kitap okuyorum. Örgü örüyorum. Bu aralar biraz sinirlerim bozuldu. Dikili endişe yarattı. ‘Bize de öyle olur mu?’ diye. Bunun terapisini buldum. Örgüyle meşgul oluyorum. Zaman alıyor ve beyni de açıyor. Son duruşmada evde tutukluluk halimizin kaldırılmasını isterken avukatlardan biri, ‘Bu insanlar arafta başkanım. Ne cezaları var ne de evdeki tutuklu halleri ileride ceza alırlarsa günlerinden düşecek’ diye anlattı durumumuzu. Gerçekten de öyle bir durumdayız.”
Yürümeyi unuttum
TARİH, 21.12.2012... Saat, 18.00...
Dünyada kıyamet kopmamış, Şirince de tek kurtulan yer olmamış.
Köye “Ne olur ne olmaz bir şey olur” beklentisiyle gelenler ise henüz dağılmamış. Kıyamet partileri, eğlenceleri, çılgınlıkları tam gaz devam ediyor.
Basın ordusu bitmek bilmeyen kıyamet manzaralarını çekiyor. Ama istenen malzeme yok anlayacağınız.
Aşağıda tüm bu kıyamet koparken biz birkaç gazeteci gelen bir telefon üzerine tırmanışa geçiyoruz.
Şirince’de en tepedeki evlerden birine ulaşmaya çalışıyoruz...