MAYIS ve Haziran’da Odalarda seçim telaşı var. Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Başkanı Ender Yorgancılar’ın da rakibi çıkmadı. Bugüne kadar resmen açıklamasa da başkanlığa yeniden aday olacağı konuşulan Yorgancılar, bir dönem daha isteyeceğini Hürriyet Ege aracılığı ile duyurdu. Yorgancılar çok fazla röportaj veren bir isim değil. Bu kez uzun uzun hem İzmir’i hem Ege saniyisini hem de oda seçimlerini konuştuk. Başkan Yorgancılar bir dönem adaha isteyeceğini Hürriyet Ege aracılığı ile açıkladı.
Önümüzde seçim var. Tek aday sizin olduğunuz söyleniyor. Aday mısınız?- Mayıs - Haziran aylarında Türkiye’de bulunan 365 oda borsanın seçimleri yapılacak. Daha sonra da ağustosta TOBB’un genel kurulu yapılacak. 2 Mayıs’ta meclis seçimini yapacağız. 9’unda da meclis başkanlığının seçimleri olacak. Şu an itibariyle mecliste bulunan arkadaşlarından herhangi bir kimse başkan adaylığı ile ilgili bir şey açıklamadı. Benim bir dönem daha yapma niyetim var. Ben de daha açıklamadım. Biliyorsunuz yasa gereği önce meclise seçiliyorsunuz. Ben meclise seçildiğim takdirde adaylığımı da resmen açıklayacağım. Dört yıllık bir döneme daha talip olacağız. Bunu ilk defa size açıklıyorum.
Meclis başkanları?- Salih Esen, Kani Aydoğdu ve Hüseyin Arıcı meclis başkanlığı ile ilgili adaylıklarını açıkladılar. Netice itibari ile meclis seçecek. Üçü de benim en sevdiğim arkadaşım. Hangisi gelirse çalışabilecek durumdayız.
EBSO’da başkan adayı çıkmadı...
- Arkadaşlarıma ‘Benim için imkansız zaman alır’ dedim. Hayat felsefemin başında gelir. Yeter ki doğru düzgün yolda gidelim. Çünkü aynı lisanı değil; aynı duyguyu, düşünceyi paylaşan insanlar anlaşıyorlar. Dört sene zarfında ne bir münakaşa, ne bir fikir ayrılığı, ne de odanın bulunmuş olduğu konumu zedeleyecek bir olaya müsaade etmedik. Bu; yönetim kurulunun ortak başarısıdır. EBSO kazandı. Böyle olduğu için de meclis üyesi arkadaşlarım görevde olmamızı destekliyor ki, o yüzden de sanırım bir başkan adayı çıkmadı.
İzmir’in eksiği yok
İzmir hem çok konuşulan hem de eleştirilen bir şehir. Siz İzmir ile ilgili karamsar mı yoksa iyimser misiniz?
Dün gece dolunay vardı... “Ay ne kadar parlak, ne güzel görünüyor” diye düşündü çoğumuz. Denizi aydınlatıyor, geceye romantik bir hava katıyordu. Dünya’dan bakınca her hali ne de güzel geliyor! Hilal de olsa yarım Ay da olsa...
Gökyüzüne asılı gibi duran bu dekor çoğu zaman ruh halimizi bile etkiliyor. Dün gece parçalı Ay tutulması gerçekleşti. 25 Mayıs ve 19 Ekim’de ise gölgeli Ay tutulması gerçekleşecek. Uzmanlar bu tutulmaların altı ay boyunca dünyadaki olayları, hatta insanları etki altına alacağını söylüyor.
Peki, ya Ay’da olmak nasıl bir duygu? Hele Ay’da yürümek? Kaçımız gitti ki? Kaçımız Ay’da yürüdü ki? Dünya’da sadece 12 insan bu şansı yakaladı. Charlie Duke de onlardan biri...
Amerikan Hava Kuvvetleri Havacılık Araştırma Pilot Okulu’ndan 1965’te mezun olup F-101, F-104 ve T-33 uçaklarının kontrol sistemleri eğitiminin verilmesinde görev alan Duke, 1966’da NASA tarafından seçilen 19 astronottan biri oldu. Charlie Duke, uzay uçuşu gerçekleştirmeden önce Apollo 10 uçuşu için astronot destek ekibi üyesi, Ay’a ilk inişin yapıldığı Apollo 11 görevinde kapsül iletişimcisi ve Apollo 13’te yedek Ay modülü pilotluğu görevlerini üstlendi.
Duke, 16-27 Nisan 1972’de gerçekleştirilen Apollo 16 programında modül pilotu olarak Ay’a gitti. Uzay aracı komutanı John W. Young ve komuta modülü pilotu Thomas K. Mattingly II ile beşinci “Ay’a insanlı iniş” görevine katılarak, 36 yaşında Ay’da yürüyen en genç astronot ünvanını aldı. Apollo 16 programı engebeli dağlık Descartes bölgesinde bilimsel keşif ve araştırmaların yapılarak yüzey özelliklerinin incelendiği ilk program oldu. Astronot Duke ve Young, Ay yüzeyinde 71 saat 14 dakika kalarak birbirini takip eden üç ayrı seferde toplam 20 saat 15 dakika yürüyüş yaptı.
“Ay’da 2 hafta daha isterdim”
ONLARLA müze gezdi... Tiyatroya, sinemaya, denize, havuza, sergiye gitti. Sokakta oyun oynadı, ip atladı. Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, projelerinde çocukları unutmadı. Onlar için geziler düzenledi. “Hayal Et Gerçekleşsin Projesi”yle binlerce küçüğün düşlerini gerçeğe dönüştürdü. Denizi görmemiş çocukları ve annelerini denizle buluşturdu. Yıllardır meydanlardaki süs havuzlarında tehlikeyle oynayan minikler, ilk kez gerçek bir yüzme havuzunda yüzmenin tadına vardı. Baştan Tartan, Sokak Oyunları Festivali’nde onları unutulmaya yüz tutmuş oyunlarla da buluşturdu.
Zeynep, Mehmet, Elif, Gülcan... Hayatlarında ilk kez yaşadıkları duyguların sevincini kağıda döktüler. Kimi duygularını bir resim, kimi bir şiir, kimi de bir mektupla Başkan Tartan’a iletti. CHP’li Başkan, çocuklardan gelen duygu dolu bu mektupları en büyük hazinesi olarak saklıyor. Onların saf ve temiz düşüncelerini aktardıkları mektupları, resimleri, şiirleri biriktiriyor. Tartan, küçüklere yönelik projelerini sürdüreceğini, onların bu sevgisinin her şeye değer olduğunu söylüyor. Başkan Tartan, “Aslında belediye başkanı olarak çocuk saflığını, temizliğini ve yüreğimizde tuttuğumuz çocuksu sevgimizi ortaya çıkarmaya çalışıyorum. İzmir’de, Konak’ta çocuk dostu kent yarattık. Çocukların şiddet, uyuşturucu, kötü alışkanlıklarından şikayet ediyoruz ama buna rağmen biz ne verdik ki ne istiyoruz? İşte bu düşünceden yola çıkıp çocuk dostu kent için çalıştım. İleride bu daha iyi anlaşılacak. Bilgisayar değil, gerçek ortamda sevgiyi paylaşan çocuklar için... Çocuklar gördüğü zaman kimi boynuma atlıyor, kimi kitap gönderiyor, kimi de böyle duygu ve düşüncelerini resimle, yazıyla kağıda döküyor. Onlar sevgisini böyle
anlatıyor” diyor.
Çocuklar anlatıyor
Çocuklar, Başkan Hakan Tartan’a en çok müzelerde yaşadıkları deneyimleri anlatıp, teşekkür ediyor. Kimi Mask Müzesi, kimi Oyuncak Müzesi’nde nasıl etkilendiğini anlatıyor. Uşakizade ve Atatürk Köşkü de çocukların en çok etkilendiği geziler arasında. Küçük yüreklerin, Hakan Tartan’ın isimlerinin baş harflerinden oluşturdukları akrostiş şiirler de en dikkat çekenler arasında.
FOTOĞRAFLAR: Turan GÜLTEKİN
Buca Kaynaklar’da dağın başındayız. Turan Gültekin’le arabayı bıraktık, kamp yerine doğru ilerliyoruz. Yanımızdan minik dereler akıyor. Etrafta keçiler. Hafif eğilimli, 10 dakikalık bir yürüyüşün ardından kamp yerindeyiz. Gözümüzün alabildiği her yere, uzaktan bakınca rengarenk mantarları andıran çadırlar dağılmış. Herkes bir telaş içinde. Kimi çadırlarını kuruyor, kimi hamağını hazırlıyor, kimi büyük standın önünde sıraya girmiş kayıt yaptırıyor. Ailesiyle, arkadaş grubuyla da gelen var, tek başına da... Kimi uzanmış çimenlere dağları ve gökyüzünü izliyor, kimi buz gibi akan dağ suyunda içeceğini soğutuyor. Az ileride köy kadınları gözleme ocağı başında, biraz ötesinde kamp ateşinin hazırlıkları var. Sırtına yükünü yüklenmiş, akın akın dağcılar hala geliyor. Kafamızı kaldırdığımızda kamp yerini çevreleyen yüksek kayalıkları görüyoruz. İşte az sonra başlayacak ve 3 gün sürecek kaya tırmanışlarının yapılacağı parkurlar burada. Türkiye’nin dört bir yanından yaklaşık 5 bin sporcu ve doğaseverin katılacağı şenliğin tam başlama hazırlıkları yapılırken gittik kamp yerine. Dün sabah saatlerinde başlayan şenlik, yarın akşam sona erecek. Salı günü toplanma hazırlıkları yapılacak.
Türkiye’nin en büyüğü
Kaynaklar Kaya Tırmanış Şenliği bu yıl 10. Kez düzenleniyor. Şenliğin organizasyonunu hiç bıkıp usanmadan, arkadaşı Evren Kirazlı ile üstlenen Zorbey Aktuyun’un yanına gidiyoruz. Tam o sırada tırmanışçılar yükseklerdeki kayalarda boy göstermeye başlamışlar bile! Karşıdaki yüksek kayaları rengarenk kertenkele ya da örümcek adamlar sanki kaplamış... Türkiye’nin ilk milli sporcularından, en önemli kaya tırmanıcılarından Zorbey Aktuyun’un çoğu insanın örnek alması gereken bir hikayesi var. Henüz 15 yaşındayken annesini Mahmutbey Dağı’nda trekking yaparken kaybeden Zorbey, yaşadığı travmayı atlatmış. Kendini de adeta dağlara adamış. Zorbey’le önce bu yıl 10’uncusunu gerçekleştirdikleri şenlikleri konuşuyoruz. Sonra da onun adı gibi ‘zor’u seven hikayesini...
“Şenliklerin 10’uncu senesi. Tırmanıcı kültürüyle, biraz da hippi felsefesi gibi başladı. Bir tırmanış bölgesi oluşturuldu önce. 12-13 sene önce de buradaki rotalar oluşturulmaya başladı. Belli bir rota sayısı oluşturuluyor. Bütün dağcılara duyuruluyor. İş daha sonra büyüdü, sponsorlardan da destek almaya başladık. Geçen sene kayıtlı 650 kişi vardı ama konser akşamı bin kişiye vardı bütün katılımcılar. Öyle öyle büyüdü. İki kişiyiz. Evren Kiraz’la bu organizasyonu düzenliyoruz. İlk şenliği yaptığımızda katılımcı sayısı 30-40 kişiydi. 30-40 rota vardı. Şimdi 200 rota var. Yeni bir bölge açıyoruz. Manisa Sarıkaya’da. 2011 yılından beri açtığımız bir bölge orası. Oranın açılışını da bu şenlikle yapıyoruz. Pazar - pazartesi de otobüslerle oraya gideceğiz buradan. Sadece tırmanış yapmıyoruz. Yoga kursu gibi etkinlikler var. High line var. 20 -30 metre yüksekte ip kuruluyor, onun üzerinde yürünüyor. Stantlar açılıyor. Slayt gösterileri yapıyoruz. Küçük workshoplar yapılıyor. Türkiye’nin her yerinden hatta yurtdışından Fransa’dan, İngiltere’den bile gelenler var. Bu arada şenlikle ilgili her şey ücretsiz. Profesyonel bir tırmanıcıyım ama Türkiye’de o kadar azız ki bununla da ben kendim ilgileniyorum. Tırmanışın genel kültürü yaşanıyor burada. Herkes eğleniyor, tırmanıyor ve doğada oluyor. Mühendisten doktora, öğrencilere, sporculara kadar birçok insan var. 7’den 70’e yapılabilecek bir spor aslında. Birçok aile geliyor. Çocuklarıyla kamp kültürünü, doğaya saygı kültürünü de yaşıyorlar. Türkiye’nin en büyük tırmanış organizasyon bu. İzmir’in alternatifliğinden bu kadar büyüdüğünü ve ilgi gördüğünü düşünüyorum.“
Sevdiklerini tırmanışta kaybetti
Sahada kar beyaz saçlı, 65’inde bir adam. Peşinde 33 çocuk. Hepsi tiril tiril formalarını giymişler. Delikanlılara taş çıkartan hocalarının karşısında antrenman öncesi dizilmişler.
İSMAİL HOCA VE ÖĞRENCİLERİ / FOTO GALERİ
Hevesle, merakla, şevkle bakıyorlar gözünün içine. Pür dikkat dinliyorlar. İsmail Hoca’nın düdüğüyle başlıyor antrenman. Dersiniz ki bu adam bu yaşta değil. Onlarla ısınma koşusu yapıyor, yerlerde zor hareketlerin altından kalkıyor. Çobanisa Belediyespor’un antrenörü İsmail Şahin, Türkiye’de, belki de dünyada eşi benzeri olmayan bir futbol adamı.
TÜRKİYE'NİN FUTBOL EKEN YILDIZ BİÇEN EMEKTARI / WEB TV
Turgutlu’da sırtını dağlara yaslamış bir köy Çobanisa. Takımının renklerini taşıyan mavi montuyla köyün girişinde karşılıyor bizi. O önde motorla gidiyor, biz arkada takipteyiz. Yolda herkesle selamlaşıyor. Ve geliyoruz sahaya... Barakadan bozma soyunma odalarının yanında, İzmir’de bile çoğu takımda olmayan yemyeşil bir saha...
Az rastlanır bir kahraman
Çobanisalı İsmail Hoca, milyarlarca doların döndüğü futbolda az rastlanır bir öykünün kahramanı. 44 senedir köy çocuklarına gönüllü futbol okulu kurmuş. Futbol uğruna 24 inek, mal mülk satmış. İki altyapı, bir de amatör ligde mücadele veren takımı bulunuyor. Türkiye’de yapılan tüm antrenörlük seminerlerine katılıyor, liglerdeki hocaların çoğunu tanıyor. Takımlar Manisa’ya geldiğinde onun yıllardır tırnaklarıyla dokuduğu sahada antrenman yapıyor. İsmail Hoca, köy yerinden birçok yıldızı da futbol dünyasına kazandırmış üstelik. Ölene kadar o sahayı, çocukları bırakmayacağını anlatıyor. Şimdi tek derdi bütünşehir yasasıyla mahalle olması gündeme gelen köylerinin takımının kapatılacak olması. Ama o, “Olsun. Bir yerlerden bulup buluşturur, yeni yönetim kurar çocuklara futbol oynatmaya devam ederim” diyor.
TBMM’de 8 Mart 2012’de kabul edilen 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın bugüne kadar attığı en önemli adımlardan biri. Yasa, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı’nın (2012-2015) da bel kemiğini oluşturuyor. Kanun doğrultusunda şiddetin önlenmesi amacıyla şiddet mağdurlarına yönelik ‘koruyucu’, şiddet uygulayana yönelik ise ‘önleyici’ tedbir kararları uygulanıyor.
Ancak iki gündür kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin canlı tanıklarının anlattıklarından yola çıktığımızda, tüm bu koruma ve önleme kararlarının kimi zaman yetersiz kaldığını görüyoruz. Kadınlar koruma altındayken de öldürülüp şiddete maruz kalabiliyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı uygulamalarına İçişleri, Adalet, Sağlık ve Milli Eğitim bakanlıklarının da aslında destek vermesi ve koordineli çalışması gerekiyor. Emniyet ve jandarma görevlilerinin şiddet altında ve hayati risk taşıyan kadınlara empati kurması da en önemli adımlardan biri olacak. Bazı durumlarda da kadınlar çağrı sistemiyle polisi ya çağırmıyor ya da ekipler olay yerine ulaşmıyor. İşte bu noktada en uygun ve kesin yöntemin teknik takip olduğu vurgulanıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir süredir üzerinde çalıştığı iki ayrı yöntemle kadın cinayetlerine karşı en etkili mücadeleyi yürütmeye hazırlanıyor. Bakanlık uzmanları dünyada bu yöntemi uygulayan İspanya, İsveç ve Amerika gibi ülkelere gidip incelemelerde bulundu. Öncelikli olarak alınması gereken tedbirin elektronik kelepçe ve güvenlik butonu olduğu üzerinde duruluyor.
Sinyal verecek
Uzmanlar sistemle ilgili şu bilgileri verdi: “Elektronik kelepçe sistemi kullanılan ülkelerde yaklaşık 120 bin kişi izleniyor. El veya ayak bileğine takılan kelepçe, zanlının mağdura yaklaşması durumunda sinyal veriyor. Bileklikteki özel sistem bu aşamada devreye girerek zanlının yaklaşmasına engel oluyor. Mesafe aşıldığında ise güvenlik güçleri devreye giriyor. Meksika ve Florida’da uygulanan bu sistem İngiltere’den sonra Avrupa’da yayıldı.Çoğunlukla İsveç ve Hollanda’da kullanılıyor. İspanya, Belçika, Almanya ve Fransa da bu sistemden yararlanıyor. Son olarak Kanada ve Avustralya ile Singapur da elektronik kelepçe uygulamasına geçme çalışmalarını başlattı. Dayak atan ya da kötü muamelede bulanan erkeklere, kamuoyunda ‘elektronik pranga’ olarak bilinen bileklik takılıyor. Saldırgan erkeğin kadına 300 metreden daha yakın olması halinde bileklikten polise alarm veriliyor. Aynı alarm kadını da uyarıyor. Kadını tehlike altında gören polis olaya hemen müdahale edip saldırganı uzaklaştırıyor. Buton sisteminde ise mağdur düğmeye bastığında 6 saniyede ALO155’e çağrı gidecek. Polis ekipleri çağrının geldiği bölgeye gönderilecek.”
***
Emniyet ve jandarma etkin olmazsa sorunu aşmak zor
Ayşe Abla... Onun hayat hikayesi film senaryolarıyla yarışır. Ne gözünün yaşı diniyor ne hıçkırıkları. Röportajı tamamlamak zor. Çoğunlukla onu teselli etmek ve umut vermekle geçiyor zaman. Bazen güçlü olduğunu söylüyor bazen öldürülmeden kendi canına kıyacağını. Oğlu ve erkek kardeşinden şiddet görüyor. İkisi bir olup öldüresiye dövüp bir köşeye atmışlar onu. Sığınma evinde kalmış, orada burada kalmış. Koruma kararı var ancak her an öldürülme korkusuyla yaşıyor. “Arkamdan gelip öldürecekmiş hissiyle yürüyorum hep” diyor.
İsterse yüzünü gizleyebileceğimizi söylüyoruz. İstemiyor. “Nasılsa bir gün olacak. Yarın ne olacağım belli değil ki. Bugün varım yarın yok” diyor.
Ayşe Abla’nın acıları henüz çocukken Çorum’da başlıyor. Aslında bir toprak ağası torunu. Babası, annesini küçük kardeşine altı aylık hamileyken henüz 29 yaşındayken öldürüyor. Anne tarafı o babanın çocuklarını düşman belliyor. Ayşe Abla, gözyaşları içinde anlatıyor hikayesini:
Yolda yürüyemiyorum
“Babam annemi öldürdükten sonra kardeşlerimi ben büyüttüm. Eşime beni zorla verdiler. Hiç mutlu olmadık. Kayınpederimden şiddet gördüm. Silahla kolumdan vuruldum. Hep çalıştım. Her işi yaptım. Üç kardeşiz. Oğlan kardeşime sekiz yıl baktım. İşe yerleştirdim. Sırtımda hastanelere taşıdım. Eşimden üç-dört sene önce ayrıldım. Erkek kardeşimle eşimden ayrılınca sekiz yıl görüşmedik. Bana silah çekmişti. Sonra bir şekilde barıştı benimle. Meğer mal mülk içinmiş. Ailemden kalan tarlalar vardı üzerimde. Kredi kartlarımı boşalttı. Cebimdeki son kuruşa kadar aldı. Erkek kardeşimle tartıştık. Evden gece bavulumu aldım çıktım. Oğlumu da çağırdılar. Çiğli Balatçık’ta kırmızı bir köprüde sokak ortasında tekmelerle beni dövdüler. Hava karanlıktı. Beni ortaya bıraktılar. Karakola götürüldüm ama ‘Doktorlar bayram izninde’ dediler, rapor geç alındı. Ben kendimde değildim zaten. Beni o halde bıraktılar. Çiğli Emniyeti’nin oradan bir ESHOT şoförü, gözlerim ve kafam şiş bir şekilde beni aldı, Salhane’ye kadar getirdi. O halde de bir taksici Alsancak Garı’nın oraya kadar bıraktı. Şikayetçi oldum kaç kere. Dava açıldı ama benim onları dövdüğüme dair karar verildi. Ben iki kişiyi nasıl dövmüşüm biri bana bunu anlatsın. Ondan sonra, ‘Davadan vazgeç’ diye şiddet gördüm. Dövdüklerinde paralarımı gasp edip kredi kartlarımı boşalttılar. Şu an borcum 85 bin çıktı. 2 bin lirayla döndürmeye çalışıyorum. Oradan alıp ona koyuyorum. Kızım Ankara’da psikoloji okuyor, okusun istiyorum. Çalıştırmıyorlar. Kızımla da uğraşıyorlar. Hakimler, ‘Biri oğlun, biri kardeşin, uzlaşın’ diyor. Hakime gidip ağladım. ‘Eninde sonunda öldüreceğiz’ diyorlar. Biri diyor ki, ‘Annem gibi öldüreceğim’; biri diyor ki, ‘Anneannem gibi öldüreceğim.’ Ve ben böyle sokakta ortada geziyorum. Elimde koruma kararlarım var. Çağrı üzerine polis geliyor. Çağırana kadar kalıyor mu insanlar? 155’i arayacakmışım. Bu kararları cebine koyuyorum bunlarla geziyorum. İki yıldır kaçıncı koruma kararım bu. Arkamdan beni vuracak diye yolda yürüyemiyorum bile.”
Kalacak yerim bile yok
Ayşe Abla mücadele etmekten bazen yorul-duğunu yine gözyaşlarını akıtarak anlatıyor: “Sığınmaevinde kaldım. Ancak orada da çalışamıyorum. Bu kadar borcu çalışmadan nasıl ödeyeceğim? Yıllardır mücadele ediyorum, artık çok yoruldum. Öle-ceksem öleyim, kalacaksam kalayım. Bunlar olacak şeyler. Çünkü biraz önce bile tehdit edildim. Bu yaştan sonra benden adam olmaz. Kimlik yaşım 46 ama ruh yaşım 150. Beni bana bıraksınlar başka bir şey istemiyorum. Sadece bunu istiyorum. Mücadele edeceğim ama bazen de kendimi öldürmek istiyorum. Gidecek, kalacak yerim yok. O arkadaşta, bu arkadaşta kalıyorum. Kime gideyim ben? Eşek gibi çalışayım ama beni bana bıraksınlar. Benim bir Allah’ım var şimdi ona sığındığım. Adalet kadından yana işlemiyor. Kimseden bir şey istemiyorum, bari borcumu taksitlendirsinler. Bari bu yasalara ekonomik destek de eklensin.”
Başlarken...
Emel Erongan, Şerife Uysal, Ayşe Acar, Gülcan Çelen, Sebahat S., Hülya Aydın, Nermin Şen, Fatma Aykanlı, Merve Dağlı... Onlar sadece Mart 2013’te öldürülen kadın bilançosunda resmi kayıtlara ismi geçenler... Ya diğerleri? Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun internet sitesine girdiğinizde bir sayaç bulunuyor. Yıllara göre öldürülen kadınlar bu sayaca kaydediliyor. Nasıl öldürüldükleri, kim tarafından ne nedenle öldürüldükleri... O liste adeta insanın kanını donduruyor. Ki sayaç sadece resmi kayıtlara giren cinayetlerden oluşuyor... Peki, resmi kayıtlara sıradan cinayet ya da başka nedenlerle girenler? Her gün ölüp ölüp dirilenler? Koruma altındayken bile ölüm korkusu yaşayanlar? Artık yeter diyoruz! Yaşamak bir haksa kadınlar yaşasın istiyoruz. Bu yazı dizisinde hem STK’ları, hem hukukçuları, hem devleti, hem de şiddeti ensesinde birebir yaşayanları bulacaksınız...
Bugün söz, Kadın Cinayetleri Platformu’nda... Üç yıl önce kurulan platform çığ gibi büyüyor. İzmir Sorumlusu Sanem Deniz Kural, nasıl kurulduğunu, bugüne kadar neler yaptıklarını şu çağrılarını hatırlatarak anlatıyor: “Her gün beş kardeşimizin öldürüldüğüne tanık oluyoruz. Kadınlar, hayatlarına dair karar almak isterken öldürülüyor. Ama bu tablo değişebilir. Bunun için öldürülen kadınların davalarında buluşuyoruz. Korunmaları için gerekenin yapılmasını sağlıyoruz. Sizleri de kadınların öldürülmediği dünya için bir araya gelmeye çağırıyoruz.”
Platform ne zaman, nasıl kuruldu?
- Üç sene oldu. Münevver Karabulut cinayeti olduğunda kurmaya karar verdik. Bir son nokta gibiydi. Kadın cinayetlerinin geldiği en vahşi noktayı gösteriyordu. Çeşitli kadın örgütleri, STK’lar bir araya gelerek büyüdü. Öldürülen kadınların aileleri, yakınları da bize katılmaya başladı. Davaları takip etmeye başladık. Münevver Karabulut, Ayşe Paşalı gibi... Şu an her kesimden katılan var.
Platform bugüne kadar neler yaptı?
- Davaları takip etmeyi çok önemli buluyoruz. Özellikle Münevver Karabulut davasında sanıklar neredeyse serbest bırakılacak aşamaya getirilecekken, en üst sınırdan ceza almaları sağlandı. Ayşe Paşalı da çok kritik bir örnek. Paşa’lıyı takip etmeye başladıktan sonra yasalarla da ilgilenmeye başladık. Gerek kadınları korumak açısından gerek kadın cinayetleri sonrası verilen ceza indirimleri bakımından çok eksiklikler vardı. Yeni bir kanundu ve çok eksikti. Sadece nikahlı eşe karşı koruma alınabiliyordu. Ayşe Paşalı’nın öldürülmesine kadar gitti. Ki zaten koruma altında da öldürülen pek çok kardeşimiz oluyor. Ayşe Paşalı cinayetinden sonra Meclis’e gittik. Bir eylem yaptık. Daha sonra da milletvekilleriyle görüştük. Bir de yasa önerisi sunduk onlara. Hemen hemen bütün partilerden vekiller bizim yasa önerilerimizi sundular Meclis’te. Daha sonra yasa geçtiğimiz sene 8 Mart’ta yasalaştı. Tabii o yasa çıkana kadar da çok ciddi mücadele yürütüldü.