Ancak o, kulislerin aksine seçimle yatıp seçimle kalkmıyor. İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEÜ) ve İTO’nun yeni projeleriyle ilgili koşturması 07.00’de başlıyor. Biz de 08.00’de üniversitede buluşuyoruz. Konu daha çok İEÜ ve ilk kez Hürriyet EGE aracılığıyla açıkladığı projeler olsa da yine seçimle ilgili soru sormadan yapamıyorum...
İTO seçim sürecine girdi ancak siz İEÜ’de de çok zaman geçiriyorsunuz. Buradaki çalışmalarınızı anlatabilir misiniz...
- Toplantılarımız 07.00’de başlıyor. Bilimpark’la ilgili çalışıyoruz. Bilimpark, İEÜ’nün 10. yılından sonra gündeme aldığımız bir konu. Şu anda Türkiye’de bilimparklar var ama bunların yarısından çoğu yazılım üzerine. Sonra savunma sanayi geliyor. Ama gıda ve tarım sadece yüzde 1. Oysa Ege’nin vizyonu gıda ve tarım. Bizim de tarım ağırlıklı agro teknoloji hedefi önümüze kondu. Bilimparkın sanayiyle iç içe olması gerekiyor. Onun için Tekeli İTOB’da bilimpark kuruyoruz. Bu işin kurucusu ve en büyük hissedarı İEÜ olduğu için laboratuvarları hemen orada yapıyoruz. Buradaki firmalar laboratuvar ihtiyacı için kaynak harcamayacak. Teknoloji transfer merkezi de yapılıyor. Araştırma firmalarına bilim desteği de İEÜ tarafından verilecek.
Ne zaman faaliyete geçecek?
- Şu an projeleri yapıyoruz. Yıl sonunda inşaat bitmiş olacak. Ocak 2014’te bilimsel çalışmalar başlamış olacak. 22 bin metrekare alanda başladık. 150 bin metrekare de gelişme alanımız var. Çok büyük bir teknopark olacak. Teknoparkımızda İTOB’un ağırlıklı iştigal konusuyla yani gıda ve tarımın yanı sıra kimya, tıbbi malzemeler, biyomedikal yazılım gibi alanlar olacak. Başvuruları almaya başladık. Tam bir sanayi üniversite işbirliği olacak.
Geleceğe yatırım
Peki ya şiddet gören, şiddet gördüğü için korunan kadınlar? Onlar nasıl geçirdi 8 Mart’ı?
Onların yüzünü, canlarının emanet edildiği polisler güldürdü dün. İzmir Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube ekipleri, korumaları altındaki kadınların tek tek kapılarını çaldı.Yaptırdıkları çiçek buketlerini armağan edip, bir de mesaj bıraktı.
Ne mi vardı o mesajda?
“Biz sizi böyle günlerde ve yılın diğer 364 gününde de koruyor, kolluyor, gözetiyoruz. Sizleri seviyoruz.”
Şiddet görmüş, ölüm korkusu yaşayan kadınlar ne yapacaklarını bilemedi.
Öyle şeyler yaşandı ki! Kimi ağladı, gözyaşlarını tutamadı.
İzmir güzel, hava güzel, saha güzel, kızlar güzel...
“Skor neden güzel olmasın” diye düşündüm maç başladığında.
Ama öyle olmadı.
“Keşke skor da güzel olsaydı” diye düzeltiyorum şimdi cümlenin sonunu.
Bir tarafta kasası da kafası da rahat Çaykur Rize.
Ve İzmirli hocası Mustafa Denizli.
“BİR tohumdur insan. Topraktan bir fidan serpilir, nefes alıp başlar hayata. Güneşe gülümser ve selam verir yaratanın tüm çocuklarına, ruhunda yaşamak arzusuyla. “BİR tohumdur insan. Topraktan bir fidan serpilir, nefes alıp başlar hayata. Güneşe gülümser ve selam verir yaratanın tüm çocuklarına, ruhunda yaşamak arzusuyla. Yıllar geçer, o heybetli ağaçlardan olur. Gün gelir çocuklar da büyür, yemyeşil bir orman olur. İşte o vakit ekilen ilk tohum, dikilen ilk fidan herkese umut olur... Biz tomurcukların henüz yeşermeye başladığı bir ilkbahar gününde kaybettik fidanımız Sıla’yı. Onun her zaman gülen yüzünü Sıla Daşdemir Hatıra Ormanı’nda ebediyen yaşatmak için bir fidan da siz dikin. Hep birlikte bir fidan bir umut diyelim.”
Böyle yazmış arkadaşları Facebook’taki Sıla Daşdemir Hatıra Ormanı adıyla oluşturdukları sayfaya... Sıla Daşdemir, 19 Mart’ta Bursa Orhangazi’de arkadaşlarıyla doğumgünü kutlamasından dönerken geçirdikleri kazada hayatını kaybetti. Yanında hiç ayrılmadığı okul ve ev arkadaşı Buse Karakurum da vardı. Buse’yle Sıla ölüme de birlikte gitti.
Acı haber Balıkesir’deki 9. Ana Jet Üst Komutanlığı’nda görevli baba Hava Kd. Bçvş. Vural Daşdemir ve İzmir’de yaşayan öğretmen anne Neşe Ayhan’ın yüreğine kor gibi düştü. Sıla umutlarla ayrıldığı İzmir’e geride bıraktığı acıyla döndü.
Henüz acısı çok yeni. Ancak İzmir’deki arkadaşları onun için kampanya başlattı. Acıyı hafifletmek, Sıla’yı kocaman ormanda yaşatmak için... “Yaşaran gözlerin yeşeren fidanları” adını verdikleri kampanya Ege Orman Vakfı’nın da desteğiyle büyüyor şimdi. Sıla Daşdemir Hatıra Ormanı adıyla açılan Facebook sayfasına ise kısa sürede katılanların sayısı 6 bine yaklaştı.
22 yıla sığan pırıl pırıl yaşam
Dün gece izlediğim İzmir’in en büyük derbisinin ardından ben maçın hakemini;
futbolun ilmine,
bilimine,
felsefesine,
kurallarına,
davet ediyorum...
Neden mi?
İzmirli, Yaşar Nadi Gencer, hastalık yüzünden başladığı bu spor branşında yarışlarda rakiplerine fark atmaya başladı. 13 yaşına geldiğinde artık Türkiye şampiyonalarına katılan bir yüzücüydü. Astım geride kalmıştı. İzmir, Ege ve Türkiye çapında madalyalar alıyordu. 16 yaşında okul saatlerinin ve eve havuzun uzaklığının uymaması yüzünden ara vermek zorunda kaldı yüzmeye. Ama spor yapmadan da duramıyordu. O da yüzmenin tam zıttı bir sporu seçti. Vücut geliştirmeye başladı. Kısa sürede gelişim gösterince, 17 yaşında bu spora olan ilgisini de profesyonel hale getirdi.
Hedefini büyüttü
Şimdi 19 yaşında olan genç sporcu, başarılarını ve hedeflerini şöyle anlatıyor; “17 yaşında, 2 kere 23 yaş altı Ağır Sıklet (Gençler kategorisi) Türkiye 2’incisi oldum. İki kere üst üste aldığım ikincilik beni hırslandırıp bu işe daha sıkı tutunmamı sağladı. Sadece şampiyonluğa odaklandım. Aynı zamanda da okulun yüzme takım kaptanı olduğum için okulda yüzme antrenmanlarıma devam ettim. 2012’de Gençler Klasik Sıklet şampiyonluğunu 18 yaşımda almış oldum. O dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Türkiye Gençler Yüzme Şampiyonası’nda 50 metre serbest branşında Türkiye Şampiyonu oldum.
Başarı motive etti
Birbirine bu kadar ters olan iki spor dalında Türkiye şampiyonu olmam beni daha da motive etti ve daha çok hırs yaptım. 2012 Kasım ayında Almanya’da düzenlenen ve dünyanın en büyük organizasyonlarından biri olan NAC Mr & Mrs Universe Dünya Şampiyonası’nda 23 Yaş Altı (gençler) Kategorisinde Dünya 6’ıncısı ve 18-19-20-21 Yaş Dünya Şampiyonu oldum. Aynı kategoride 5 sene daha yarışma hakkım olduğu için önümüzdeki yıllarda da bu sporda Avrupa ve dünya çapında adımı duyuracağıma inanıyorum. 2013’teki hedeflerim ilk önce spor akademisine girmek, daha sonra da yine bu sporlarda Türkiye Şampiyonu olup, milli takım adına Avrupa ve dünya şampiyonalarında ülkemi temsil etmek.”
Oysa onun kimselere bugüne kadar anlatmadığı, Türk filmlerini aratmayacak, romanlara konu olacak bir hayat hikayesi var. Hüseyin Aslan doğup büyüdüğü hayatının en zor günlerini geçirdiği memleketi Uşak’ta üvey anne ve dede işkencesinden yoksulluğa, aç gecelere kadar “film gibi” denilecek hikayesini Hürriyet Ege’ye anlattı. Annesinin ilk eşinin vurulduğu kara günle başlayan hikayeye gelince...
Annemin kayınpederi güne beni döverek başlardı
“Annem Uşak’ın Aktaş köyünde evlendirilmiş. Evlendiği eşi Hüseyin, köyün tahsildarının oğluymuş. O dönemler kan davası, mal davası daha çokmuş. Bir tarla alacak vereceği yüzünden Hüseyin öldürülmüş. Annem 6 aylık bebeği Melek’le kalmış. Köyün ağası gibi olan kayınpederi, oğlundan tek kalan torununu da kaybetmemek için annemi, içgüveysi alınacak biriyle evlendirmek istemiş. O günlerde askerden yeni gelen ve köyde çobanlık yapan babam kimsesi de olmadığı için bu evliliği kabul etmiş. Evlenip annemin kayınpederinin evinde yaşamaya başlamışlar. Ben doğduktan sonra babam oradaki o baskıya dayanamayarak Uşak’a gitmeye karar vermiş. Ancak annem ve ablam Melek’in babamla gitmesine izin vermemişler. Annem köyde, babam Uşak’ta kalmış. Babam Emlak Kredi Bankası’nda önce odacı olarak çalışmaya başlamış. Annemi ısrarla yanına almak için çok uğraşmış. Ancak her seferinde köyden eli boş dönmüş. Zorla, baskıyla, tabanca, tüfekle köye girmesine bile engel olmuşlar. Her geldiğinde köy girişinde kavga yaşanmış. Babam gittiğinde iki yaşlarındaymışım. Babam gittikten sonra ilk eziyetleri de yaşamaya başladım. Annemin kayınpederi beni her sabah bir bahane, bulur annemin gözü önünde döverdi. Hatta o sahne gözümün önünden hiç gitmez... Bir atı vardı. Atıyla akşamüstü döndüğünde, benim görevim o atın terini soğutmaktı. Eğer atın teri tam soğumamışsa bir daha dayak!”
BAŞA çıkmak zor... “Bu kadarı da olmaz” denen günlerden geçiyoruz.
Hangi birini anlatayım ki? Dayağı mı? Tecavüzü mü? Psikolojik baskıyı mı? İşkenceyi mi? Tacizi mi? İşyeri tacizini mi? Töre cinayetini mi? Namus cinayetini mi? Kıskançlık cinayetini mi? Keyfi cinayeti mi? Hangi birini?
Kadına yapılanları artık anlatmaya ne kelimeler ne de tarifler yetiyor. Hiç olmadık, hiç akla gelmeyecek türden şiddet çeşidiyle karşı karşıya kadın.
İstendiği kadar ulusal-uluslararası anlaşmalar imzalansın, yasalar çıkarılsın, kadına karşı şiddeti ne bizde ne dünyada kimse durduramıyor.
Çünkü kadın güçsüz, karşılık verme ihtimali çok az!
Kadınlara yapılanlar çoğu zaman, “Bunu yapanlar gerçekten insan olamaz” dedirtiyor.
Ama en korkunç boyutu bizde yaşanıyor. Yasal engellemeler bile gözü dönmüş erkekleri durdurmaya yetmiyor.