Ve bayram tatilimizin anılarımızda güzel bir yer tutmasını istiyorsak, trafik kurallarına harfi harfine uymamız gerektiğini bir kez daha yinelemek istiyorum.
Aslında, ülkemizde yolculuk koşulları giderek iyileşiyor. Bu iyileşme, özellikle engelliler açısından çok önemli; çünkü bizlere de yolculuk olanağı getiriyor.
Türkiye’nin müşteri memnuniyetinde lider akaryakıt dağıtım şirketi olan ve “Temiz Tuvalet Kampanyası” ile 12 yıldır temizlik ve hijyen bilincini geliştiren Opet, Türk Standartları Enstitüsü’nün talebi üzerine, halka ve müşterilere açık tuvaletlerin standartlarını yeniden belirledi. Yeni standartlar, TSE Teknik Kurulu’nun 14 Haziran 2012 tarihli toplantısında kabul edilerek yayınlandı. Resmi Gazetede de 15 Ağustos’ta yayınlanan kararla TSE belgesine sahip olmak isteyen işletmeler, tuvaletin yapısal özellikleri, temizlik ve hijyen ile hizmet kalitesini en üst seviyede tutacak kuralları uygulayacak.
Bu standartlar engellileri de yakından ilgilendiriyor kuşkusuz. Aslında ülkemizde bir süredir bu açıdan hayatı kolaylaştıran benzin istasyonları var, uzun seyahatler başka türlü herhalde imkânsız olurdu zaten. Engelli vatandaşların sorunları düşünülerek Opet akaryakıt istasyonlarına engelli tuvaleti şartı ve standardı yaklaşık on yıl önce getirilmişti. Firmanın internet sitesinden ve mobil cihazlardan kolaylıkla erişilebilen Rota Uygulaması ile de Türkiye içinde seçilen iki yerleşim merkezi arasında, hangi yol güzergâhından gidebileceğinizi tespit edebildiğiniz gibi engelli hizmetleri bulunan istasyonları görüp rotanızı ona göre belirleyebiliyorsunuz.
Benzer bir vizyon sergileyen akaryakıt firmalarından biri de BP. Pek çok istasyonunu engellilere uygun düzenleyen BP’nin internet sitesinden ve mobil uygulamalarından erişebileceğiniz Güzergâh Plânlayıcı üzerinde Filtreler’den Engelliler için Hizmetler’i seçerseniz uygun istasyonları görebilirsiniz.
Diğer yaygın akaryakıt ağlarını da inceledim. Ama internet ya da mobil uygulamalar üzerinden bu tip hizmetlere ulaşamadım. Benim ulaşamamış olmam bu hizmetlerin olmadığı anlamına gelmez elbette. Ancak önerim bizlerin hayatını kolaylaştıran bu tür bilgilerin çok kolay ulaşılabilir olması yönünde.
Tüm okurlarımın bayramlarını tekrar kutluyor, sağlık ve mutluluk dileklerimi iletmek istiyorum. Bayram ertesi ise, gazetelerde; “ Bu bayramda da yollar kan gölüne döndü.” şeklinde manşetler görmemeyi umuyorum.
Bu deprem, resmi raporlara göre; 17.480 kişinin ölümüne, 23.781 kişinin yaralanmasına, 505 kişinin ise sakat kalmasına neden oldu. Resmi olmayan bilgiler ise yaklaşık 50.000 ölümü, ağır-hafif 100.000'e yakın yaralıyı işaret ediyor.
Böylesine büyük kayıplar verdiğimiz bu depremin ardından bir şeylerin değişeceğini, gerekli önlemlerin alınacağını ve bundan sonra yaşayacağımız depremlerin bu kadar büyük kayıplara neden olmayacağını düşünmüştük. Oysa ki yaşanan acılar çabuk unutuldu. Deprem için toplanan vergiler, daha ivedi görülen alanlara aktarıldı. Sonuçta, 23 Ekim 2011 tarihinde yaşanan Van Depremi yine büyük kayıplar getirdi bize. Yine pek çok kişi sakat kaldı bu deprem sonucunda.
Engellilik konusunda toplum bilinci oluşturmaya çalışırken, engelleyebileceğimiz engelliliklere de dikkat çekmeliyiz. Emniyet Genel Müdürlüğü 'nün derlediği bilgilere göre: 2009 yılı trafik kazası verilerine bakıldığında her gün ortalama 2 bin 886 trafik kazası yaşandığı, bu kazaların sonucunda 12 kişinin öldüğü, 552 kişinin ise yaralandığı görülüyor. Her gün yaralanan bu 552 kişinin bir kısmı sakat kalıyor. Bence bu, eğer istersek, engellenebilir bir engellilik. Yapmamız gereken tek şey, trafik kurallarına harfi harfine uymak. Kazalar, tabii ki, tamamen önlenemez; ancak, eminim ki, büyük ölçüde azalır. Ben, çoğunuzun bildiği gibi, Kızıltoprak’ta oturuyorum. Evim, Bağdat Caddesi’ne 50 metre uzaklıkta. Her geceyarısı saat 02:00’den sonra araba yarışı yapılıyor caddede. Öyle büyük gürültü çıkıyor ki, eğer uyumuş isem uyanıyorum. Hiç kimse “dur” demiyor bu çocuklara.
”Dur” demek için mutlaka bir kaza, bir kayıp mı olması gerekiyor.
Madem ki biz halk olarak kendiliğimizden düşünemiyoruz ve yapamıyoruz yapmamız gerekenleri, o zaman caydırıcı ölçüde büyük cezalar gerek bize. Cezalar öyle büyük olmalı ki; hiçbir müteahhit inşaatında eksik ya da çürük malzeme kullanamamalı, hiçbir görevli uygun olmayan araziye inşaat izni vermemeli, hiç kimse alkollüyken araba kullanmamalı, hiç kimse emniyet şeridini gereksiz yere işgal etmemeli, hiç kimse anayolda araba yarışına girmemeli.
Gönül, bu saydıklarımın cezaya gerek kalmadan yapılabilmesini arzuluyor. Ama olmuyor işte…
Engelli olarak yaşamak çok zor… Özellikle de, bizim ülkemiz gibi, erişilebilirliğin henüz tamamlanmamış olduğu bir yerde… Bu yüzden, hiç olmazsa engelleyebileceğimiz engellilikleri önlemeye çalışalım. Bu, hepimizin görevi olsun. İstersek, başarabiliriz…
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
“Best Buddies” adındaki uluslararası sivil toplum girişiminden 25 Mayıs 2012 tarihli yazımda söz etmiştim sizlere. O yazıyı okumamış olanlar için bir daha yineleyeyim: “Best Buddies”, Zihinsel ve Gelişim Engelli bireylerle gönüllüleri arkadaş yapan bir program. Kelime olarak “en yakın arkadaş” ya da “en iyi arkadaş” anlamını taşıyan bu girişim, Anthony Kennedy Shriver tarafından 1989 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde başlatılmış. Türkiye ise bu programa 2011 yılında, “Best Buddies Turkey” adıyla, 50. uygulama noktası olarak katılmış bulunuyor.
Bu yıl 23'üncüsü düzenlenen Best Buddies Uluslararası Liderlik Konferansı Temmuz 2012’de İndiana eyaletinin İndianapolis şehrindeki gerçekleştirildi. Bu konferansa katılabilmek için açılan yarışmayı kazanan 4 kişiden biri, Kabataş Erkek Lisesi’nde okuyan İlke Candar oldu. 17 yaşındaki İlke Candar, arkadaşlığın insanlık için iyi, güzel ve yararlı şeylere yönelten bir kültür geliştirdiğini savunuyor.
İlke Candar, yarışmayı Kolombiya, Mısır ve Rusya’dan kazanan temsilcilerle birlikte, özel davetli olarak katıldı bu konferansa. Döndükten sonra kaleme aldığı yazıda;
“Best Buddies Leadership Konferansı, öncesinde yapılan 4 günlük ön çalışmanın ardından, 20 Temmuz’da Indianapolis Üniversitesi’nde gerçekleşen görkemli açılış seremonisiyle başladı. Arkadaşlık, engelli hakları, sosyal medya, zorbalık, proje adına gelir elde etme konularının işlendiği konferanslara katıldık. Çok farklı yerlerden gelmemize rağmen aynı amaç için tek bir çatı altında buluşmak ve yüzlerce insanla aynı duyguları paylaşmak inanılmaz bir duyguydu. Bu üç gün boyunca engelli ve engelli olmayan bireylerin aynı ortamdaki birliktelikleriyle ilgili gözlemlerim, konferanslar esnasında elde ettiğim bilgiler ve diğer ülkelerin temsilcileriyle paylaşımlarım sonucunda tüm bu tecrübelerimi Türkiye’deki proje arkadaşlarımla paylaşacağım için çok mutluyum. Hayatım boyunca unutamayacağım dopdolu bir haftaydı.” diyor İlke Candar.
Best Buddies projesinin kazandırdıkları ile ilgili olarak bir örnek daha vermek istiyorum sizlere;
Amerika'da 3 genç öğrenci, ailerinden arabalarını alarak 40 eyalet, 7500 mil, 74 gün süren bir yolculuğa çıkmışlar. Bu yolculuk süresince, geceleri tanıştıkları kişilerin evlerinde, ziyaret ettikleri kurumlarda ve kendi araçlarında konaklayarak yol almışlar. Bu seyahatin amacı ise, karşılaştıkları kişilere ve görüşmeye gittikleri kurumlara Best Buddies projesini anlatmak ve onları projeye davet etmekmiş.
Cerebral Palsy, bebek ve çocuk beyninde oluşan bir hasara bağlı kalıcı duruş, hareket ve denge kusuru olarak tanımlanıyor. Beyindeki zedelenme ilerleyici değil, ancak çocuğun yürüme, denge kurma ve hareketlerindeki güçlük zamanla artabiliyor. Bununla birlikte, beyin veya beyinciğin sağlam kalmış alanlarında eğitim ve rehabilitasyon uygulanarak bu alanlara işlevsellik kazandırılabiliyor. Yani, halk arasında ‘spastik çocuk’ olarak bilinen Cerebral Palsy’li çocukların, doğru bakım, tedavi ve eğitimle, yaşamlarını topluma uyumlu bireyler olarak sürdürebilmeleri mümkün.
Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı (TSÇV), çocuklarda ya da genç ve erişkin bireylerde ‘Cerebral Palsy’ olarak tanımlanan beyin engelinin; ‘Nasıl?’, ‘Neden?’’ Ne zaman?’ ve ‘Nerede?’ oluştuğu sorularına cevap arayıp çözümler üretmek amacı ile, 1989 yılında kurulmuş. Vakfa bağlı olan Rehabilitasyon Merkezi’nde; Tanılama, Fizyoterapi, Özel Eğitim, Okul Öncesi Eğitim, Çocuk Gelişimi, Hidroterapi, Eğitim Destek ve Psikolojik Danışmanlık hizmetleri veriliyor.
‘Cerebral Palsy’ alanında toplumda farkındalık yaratan çalışmalara imza atan Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı, Amerika ve Avustralya’da başlatılarak hızla dünya ülkelerine yayılan “World CP Day” (Dünya Cerebral Palsy Günü) farkındalık kampanyasına da ülkemizde öncülük ediyor. TSÇV böylece, kampanyanın Türkiye’de de yaygınlaşmasını hedefliyor. Her yıl Eylül ayının ilk Salı günü olarak belirlenen Dünya Cerebral Palsy Günü, bu yıl 4 Eylül’e denk geliyor.
“World CP Day” (Dünya Cerebral Palsy Günü) kapsamında başlatılan kampanyanın adı “Change my World in 1 minute” (1 Dakikada Dünyamı Değiştir) olarak belirlenmiş bulunuyor. Söz konusu kampanya içeriğinde; CP’li birey ve ailelerinden 1 dakika uzunluğunda bir video veya metin şeklinde sunulacak yaratıcı proje ve önerilerini, www.Worldcpday.org web sitesindeki “post an idea” linkinin altına paylaşmaları isteniyor. Önerilerin; sosyal kaynaşmaya, innovasyona veya destekleyici teknolojik çözümlere yönelik olması koşulu aranıyor.
Ben, buna hep inandım ve hayal kurmaktan hiç vazgeçmedim. Tabii, bu hayallerin gerçekleşmesi için çabalamaktan da…
Çoğu insan çocukken kurduğu hayallere ulaşamaz. Kimi insan teğet geçer bu hayallerden, kimi ise yaşamın ona getirdikleriyle bambaşka bir çizgide ilerler. Kötümser olmayanlar, hayatın kendisine sunduğu çizgide ilerlerken, yeni hayallere yelken açarlar. Aslında ben de çocukluk hayallerine ulaşamayanlardanım. Ancak bu durum başka hayaller kurmamı ve bu yaşta bile o hayaller için savaşmamı engelleyemedi.
Dün gece, Londra Olimpiyatları’nda yarı finalde koşarken izlediğim Oscar Pistorius ise, çocukken kurduğu hayallere ulaşanlardan… Pistorius, 1986 yılında Güney Afrika 'nın Johannesburg kentinde iki fibula kemiğinden yoksun bir şekilde gelmiş dünyaya. Henüz 11 aylıkken dizinden aşağısına protez takılmış. Ancak bu durum, koşmak için yaratılmamışsa da koşmak için dünyaya gelmiş olan Oscar’ın ‘atlet’ olma isteğini köreltmemiş. Protezlerle önce yürümeyi sonra koşmayı öğrenen Pistorius, imkânsız diye bir şeyin olmadığının canlı kanıtı.
Pistorius, atletizm hayatındaki ilk önemli başarısını 2004 Atina Paralimpik Oyunları'nda 200 metrede altın, 100 metrede ise bronz madalya alarak elde etmiş. Ardından, atletizm dünyasında bacaklarında bulunan karbon fiber özel ekipmanlarla koşan bu genç atletin adından söz edilmeye başlanmış. Ancak, Uluslararası Atletizm Federasyonu’nun “avantaj sağlayan herhangi bir ekipmana sahip bir sporcu olimpiyat oyunları'nda yarışamaz” şeklinde uygulamaya koyduğu kural, Güney Afrikalı atletin 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları hayallerini sona erdirmiş.
Pekin Paralimpik Oyunları'nda 100, 200 ve 400 metrede altın madalya kazanan Oscar Pistorius, varolma mücadelesi olarak gördüğü davasını Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi’ne taşımış. Mahkeme; kullandığı protezin kendisine avantaj değil, özellikle start anında dezavantaj yarattığını savunan Pistorius'u haklı bulmuş ve Güney Afrikalı atlete uygulanan yasağı kaldırmış.
Dış alanıyla yaklaşık dört bin metrekare üzerine kurulmuş olan Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii, İslam cami mimarisi tarzında devam eden gelenek zinciri içinde Osmanlı mimarisine göre inşa edilmiş. Tasarım ve ölçülendirmede, metrik sistem yerine, eski mimari ölçü birimi olan arşın kullanılmış. Üç şerefeli dört adet minareye sahip olan caminin ana kubbesinin etrafında altı yarım kubbe bulunuyor. Ana kubbeye Fâtır Suresi’nin 41. Ayeti, yarım kubbelere ise Furkan Suresi’nin ilk altı ayeti yazılmış.
İBADETİN ÖNÜNDEKİ 'ENGEL' / WEBTV
Mimar Sinan Camii’nde yaklaşık 270 araç kapasiteli 2 katlı otopark ve bu otopark katlarından cami katına çıkan 4 adet 15 kişilik asansör yer alıyor. Bu özellikler biz engelliler için çok büyük bir kolaylık. Ben de camiye girişte otoparkı ve asansörü kullandım. Bu şekilde rahatça yukarıya çıkabildim. Ancak asansör çıkışından cami girişine kadar inilip çıkılması gereken, henüz rampa konulmamış birkaç basamak var. Caminin işletme müdürü inşaatın halen devam etmekte olduğunu, binayı tam olarak teslim almadıklarını, rampaların en kısa sürede tamamlanacağını söyledi bizlere. Başka güzel sözler de aldım işletme müdüründen: Cami içinde, bedensel engellilerin tekerlekli sandalyeleri ile girip ibadet edebilecekleri ıslak zeminli bir yer ayrılacak. Bu mekâna, koltuk değnekleri ile gelen bedensel engelliler için sandalye koyulabilecek. Otoparkta, engelliler için 10-15 araçlık yer ayrılacak. İşitme engelliler için işaret diliyle hutbe verilmesi için gerekli girişimlerde bulunulacak.
Beraberimdeki arkadaşlarım ve cami görevlileri camiyi rahatça gezebilmem için yardımcı oldular bana. Doğrusunu söylememi isterseniz, gerçekten muhteşem olmuş bu cami. Böylesi güzel bir caminin gökdelenler arasında kalmış olması içini acıtıyor insanın. Öyle ki; caminin her biri 72 metre yüksekliğindeki minareleri, arkasında kalan binaların ancak yarı yüksekliğine varıyor. Bunun dışında, her şey çok iyi düşünülmüş. Cenaze namazlarının kılınacağı avluya caddeden giriş düz. Yani engelliler burada da herhangi bir sorun yaşamayacaklar. Camiyi yaptıran Batı Ataşehir Cami ve Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği’ne, biz engellileri de düşündükleri için teşekkür ediyorum.
Anadolu yakasının en büyük camiinin ardından, yine biz engellileri düşünmüş olan küçük bir mahalle camiini de ziyaret ettim. Bağlarbaşı'ndan Beylerbeyi’ne inen asfaltın sağında, Ömer Hilmi Kasrı'nın önünde yer alan bu caminin adı, Hacı Yakup Kazdal Camii. 1935 yılında Rize’li Hacı Yakup Kazdağlı tarafından yaptırılmış. Bu caminin girişine, engelli asansörü konulmuş. Tekerlekli sandalyesi ile camiye gelen bir engelli, asansörün yanındaki düğmeye basarak yararlanıyor bu olanaktan. Ben de bu şekilde çıktım yukarıya. Ancak bu camide de, tıpkı diğerinde olduğu gibi, cami içine girebilmek için rampa konulmamış. Cami görevlisi, en kısa süre içinde, rampaları tamamlayacaklarına; ayrıca, camiye engelli tuvaleti yaptıracaklarına dair söz verdi bize.
Meşhur tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerinden olan Taberani, “Beş vakit namazı cemaatle kılan, Sırat köprüsünü şimşek gibi geçer” demiş. Hadis bilginlerinin ileri gelenlerinden olan Buhârî ise, “Cemaatle namaz kılmak için bekleyen, hep namazda gibi sevap kazanır.” diyerek ifade etmiş, camide kılınan namazın önemini.
Bu sevabı engelliler de kazanmak istiyorlar. Bu nedenle, engelsiz cemaatten biraz hoşgörü bekliyorlar. Sayın Başbakanımız’ın sözleri ile: “Birbirimizi sevmek, imanımızın gereğidir. Onun için birbirimizi sevmeye mecburuz. Birbirimizi dışlayamayız, ötekileştiremeyiz. Dayanışma içinde, birlik içinde olacağız ve her yönüyle Türkiye çok daha farklı olacak.”
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Yeğenim Aslı ve yardımcım Arzu ile yaptık bu geziyi. Aslı Cumartesi sabahı arabası ile almaya geldi bizi. Benim arabaya bindirilmem, tahmin edebileceğiniz gibi, oldukça zor oldu. Sonunda, apartman görevlisinin de yardımları ile, yerleştim ön koltuğa ve “inşallah orada da bize yardım edecek birisini bulabiliriz” diyerek yola koyulduk. Ortaköy’e kadar, nerede ise hiç tıkanmadı yol. İstanbul trafiğinin bu kadar rahat olduğunu yıllardır görmemiştim. Anlaşılan o ki; aşırı sıcaklar, Ramazan ve köprülerdeki bakım çalışmaları evlerine bağlamış İstanbullular’ı…
Ortaköy’e vardığımızda, önce, otoparka girip arabamızı bırakmak istedik. Nerede ise tamamen dolu olan otoparka, tekerlekli sandalyemiz olduğunu duyunca, hemen buyur ettiler bizi. Otopark görevlilerinden biri, koşup bizim yerimize bilet aldı; diğeri arabadan inmemize yardımcı oldu. Sorunsuzca sandalyeme oturdum, kemerimi bağladım ve Ortaköy’ün Arnavut kaldırımı sokaklarında gezinmeye başladık.
Bir süre sokak sergilerini inceledikten sonra, deniz kıyısındaki kafelerden birine girdik. Oturduğumuz masanın tekerlekli sandalyem ile uyuşmaması üzerine, arkamızdaki masada oturanlar masalarını hemen bize verdiler ve kendileri bir başka masaya geçtiler. Ben, birçok ilaç kullandığım için, oruç tutamıyorum ne yazık ki. Tutabildiğim günleri özlüyorum… Denize karşı oturup ilaçlarımı içebilmek için bir şeyler atıştırırken, halen restorasyonda olan Ortaköy Camisi’ni seyrettim.
Halk arasında 'Ortaköy Camisi' olarak bilinen bu caminin asıl adı; 'Büyük Mecidiye Camisi'. Cami; Sultan Abdülmecit tarafından, 1853 yılında, Mimar Nigoğos Balyan’a yaptırılmış. Boğaziçi’nde eşsiz bir konuma yerleştirilmiş oldukça zarif bir yapı olan Barok tarzındaki camide, 11 Mayıs 2011 tarihinde başlatılmış bulunan restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Çaylarımızı içtikten sonra biraz daha dolaştık, ufak tefek bir şeyler aldık ve otoparka döndük. Otopark görevlileri, yine, çok yardımcı oldular bize. Onların yardımı olmasaydı, arabaya oturabilmem olanaksızdı. Kendilerine teşekkür ettim o gün, ama bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum. Cumartesi günü; yeğenim, yardımcım ve bize yardımcı olan diğer kişiler bana güzel bir gün kazandırarak yaşamımda bir fark yarattılar.
Geçtiğimiz hafta, bir güzel gün de kızım yaşadı. Daha önceki yazılarımda, sanırım, kızımın doktorasını tarih dalında yaptığını ve halen Sabancı Üniversitesi’nde görevli olduğunu söylemiştim. Bu yaz kendisi, Sabancı Üniversitesi Lise Yaz Okulu’nda “Bir Kentin Tarihi: Konstantinopolis/İstanbul” dersini verdi. Dersini alan 15-18 yaş arası lise öğrencileri ile birlikte Süleymaniye Külliyesi ve Kariye Müzesi’ni ziyaret ettiler. Sabancı Üniversitesi, o gün için, engelli aracını tahsis etti onlara. 2 adet tekerlekli sandalye alabilen araçta hiç sarsılmadan seyahat edebildiğini; aracın sürücüsü Bahattin Bey’in hem işine çok hakim, hem de sorumluluğunun bilincinde olduğunu söyledi kızım. Bana anlattıklarını, özetle, kendi sözleri ile aktarmak istiyorum sizlere:
“Süleymaniye’de camiye giremesem de külliye yapısını ve mantığını yerinde anlatmakta hiç zorluk çekmedim.
“Namazı normal şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse için asıl olan, namazını oturarak kılmaktır. Böyle bir kişi namazını kendi durumuna göre diz çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar.” şeklinde bir tanımla başlayan açıklama;
“Dini açıdan zorunlu ve meşru bir sebep bulunmadıkça camilerde sandalyede namaz kılmak, göze hoş gelmeyen bir görüntü ortaya çıkarmakta ve cemaat arasında tartışmalara sebep olmaktadır. Özellikle üzerinde namaz kılmak amacı ile camilerde sıralar halinde sabit oturakların yapılması, cami doku ve kültürüyle bağdaşmamaktadır. Bu sebeple hastalık ve özürlülük gibi herhangi bir rahatsızlığı bulunan kimselerin, zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede değil, yere oturarak kılmaları uygundur.”cümleleri ile son buluyor.
Toplumumuzda engelli ayrımcılığı yapıldığı; insanlarımızın, pek çok konuda olduğu gibi, engellilere karşı da hoşgörüsüz olduğu bilinen bir gerçek. Üzücü olan, Diyanet İşleri Din Yüksek Kurulu’nun, kendi içinde çelişen bu açıklamaya gerek duymuş olması.
Halkımızın camilerde engelli insan görmek istemediğini açıkça ilân eden bu açıklamayı okuduğumda, inanın, çok üzüldüm. Oturdum ve bu açıklamanın ne anlamlar taşıdığı üzerinde düşündüm. İzin verirseniz, düşündüklerimi sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Namazı normal şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimsenin namazını oturarak kılabileceğini kabul eden Diyanet İşleri Din Yüksek Kurulu, bana göre; “hastalık ve özürlülük gibi herhangi bir rahatsızlığı bulunan kimselerin, zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede değil, yere oturarak kılmaları uygundur.” şeklindeki ifadesi ile, engelli kişileri yalancı konumuna koymakta. Yine bana göre, engelliler bu açıklama ile engellerini abartmakla suçlanmakta. Lütfen, önyargılarımızı bir kenara bırakarak düşünelim: İbadet için camiye gelen hangi din kardeşimiz ayakta kılabileceği namazı oturarak kılmak isteyebilir? Engellilik özenilecek ya da imrenilecek bir durum değil. Bu nedenle, kim engelli olmadığı halde engelli taklidi yapmak ister?
Gönül isterdi ki; cemaat arasındaki tartışmalara son vermek isteyen Diyanet İşleri Din Yüksek Kurulu, böyle bir açıklama yapacağı yerde, engellilerin de ibadet hakkına sahip olduklarını vurgulamış olsun.
İslam dini insanların birbirlerini sevip saymalarını, dostça ve kardeşçe yaşamalarını amaç edinmiştir. Namaz, oruç gibi ibadetler insanlar arasındaki sevgi ve dostluk bağlarını güçlendirici niteliklere sahiptir. İnsanların dostluk ve barış içinde yaşayabilmeleri için gerekli tavsiye ve emirlerde bulunmuş olan dinimiz; dostluğu ortadan kaldıran aldatma, adaletsizlik yapma, kırıcı olma, hak yeme gibi davranışları yasaklamıştır. İnsanları yaratılışta eşit görme, alçakgönüllü ve adil olma gibi öğretilerle bizleri iyiye ve güzele yönlendiren de yine güzel dinimizdir. O halde, bu hoşgörüsüzlüğün sebebi nedir? Namazını ayakta kılamıyor olmak, bir engelli için zaten yeterince zor bir durum. Gelin bu zorluğu daha da zorlaştırmayalım. Eğer, camilerde sıralar halinde sabit oturakların yapılması cami doku ve kültürüyle bağdaşmıyor ise; o zaman, özel bir bölüm ayıralım camilerde engelliler için. İsteyen engelliler tekerlekli sandalyeleri ile de gelebilsinler bu bölüme. Herkes istediği gibi yapabilsin ibadetini. Hepimiz iyi niyetli olalım ve kimse kimseyi yanlış anlamasın… Engelli-engelsiz, hepimiz, birlikte kardeşçe ve sevgiyle yaşayalım.