Ayşegül Domaniç Yelçe

“Yarının Bir Farkı Olmalı!”

14 Mart 2014
Merhabalar sevgili okurlar.

Millet olarak çok zor günlerden geçiyoruz son zamanlarda. Ülke genelinde yaşanan olumsuzlukların bizleri etkilememesi mümkün değil. Hal böyle olunca da büyük bir isteksizliğe teslim olmaktan kaçınmak hayli zor oluyor. İşte ben de böyle bir isteksizliğe kapılmamak için var gücümle çabalarken, katıldığım bir basın toplantısı umutlarımı tazelememi sağladı.

İçinde bulunduğumuz günlerin benzerlerinden daha önce de geçmiş bulunan Sabancı Vakfı, tam kırk yıldır kesintisiz olarak sürdürüyor çalışmalarını. Merhum Hacı Ömer Sabancı'nın sağlığında bir yaşam felsefesi olarak kabul ettiği "bu topraklardan kazandıklarını bu toprakların insanlarıyla paylaşmak..." ilkesini benimseyen Sabancı kardeşler bu düşünceden yollarına devam ederek hayır işlerini düzenli bir şekilde yürütebilmek amacıyla 1974 yılında Hacı Ömer Sabancı Vakfı (Sabancı Vakfı)'nı kurmuşlar. Merhume Sadıka Sabancı’nın tüm malvarlığını bağışlaması ve aile bireylerinin katkıları, Sabancı Vakfı’nı kısa sürede Türkiye’nin en büyük vakıflarından biri haline getirmiş.

Sabancı Vakfı’nın var olma nedeni "Toplumsal potansiyelin gelişimini sağlamak ve toplumsal duyarlılık bilincini gelecek nesillere aktarmak için özgün, yenilikçi ve kalıcı değerler oluşturarak insanların hayatında fark yaratmak" olarak benimsenmiş. Vakıf; 2000’li yılların başında, toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden yapılandırılmış. Bu yapılanma; Sabancı Vakfı’nın 40’ıncı yıl basın toplantısında Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı tarafından, “Türkiye ve dünyadaki sosyal değişim ve gelişmeler paralelinde biz de yenilendik. Etkileri ölçülebilir sosyal yatırımlara yöneldik. Geçmişteki hayırseverlik tecrübemizin üzerine, stratejik hayırseverliği inşa ettik. İşte bu da yeni bir dönemi ifade ediyor. Bu dönemin en önemli özelliği ise ‘işbirlikleri’dir. Her şeyi yalnız yapamayız. Toplumsal kalkınma ve gelişme; ancak kamu, özel sektör ve sivil toplumun, birlikte ve etkin çalışmasıyla gerçekleşir. Buna dünyada başarı üçgeni diyorlar. Biz de bu modeli benimsiyoruz” sözleri ile ifade edildi.

Sabancı Vakfı bu yeni dönemde kadınların, gençlerin ve engellilerin sorunlarına etkili ve uzun soluklu çözümler üretmeye odaklanmış bulunuyor. “Toplumsal ihtiyaçlara çözüm getirebilmek amacıyla, ülkemizin gençleri, kadınları, kız çocukları ve engellilerine eşit haklar tanıyacak şekilde kalkınmaya katkıda bulunmak için çalışan” Sabancı Vakfı, uluslararası vakıfçılık standartlarını uygulayan, öncü ve örnek bir vakıf olmayı başarmış durumda. Vakıf, 40 yılda yaptığı sosyal yatırımlarla, 1,5 milyar doların üzerinde kalıcı değer yaratmış bulunuyor. Sayın Güler Sabancı’nın sözleri ile, “üzerine eğildiği her konuda çözüm arayan, sorunların çözümü için ‘konuşan’ ve ‘konuşturan’ olan Sabancı Vakfı, son yıllarda pek çok vakfın ve özel şirketin kadınlar, engelliler ve gençlere odaklanmasına hem örnek hem de teşvik unsuru oldu.

Sabancı Vakfı, Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının projelerine hibe uygulamasını başlatan vakıf. Sivil toplum kuruluşlarının sayılarının da, proje yapma kapasitelerinin de artmasında önemli katkıları var. Vakıf; kadınların, gençlerin ve engellilerin eşit fırsatlara sahip olmalarını ve topluma aktif katılımlarını, bu konularda çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşlarının projelerini Toplumsal Gelişme Hibe Programı (TGHP) kapsamında destekleyerek sağlıyor.
Program kapsamında; bugüne kadar toplamda 7 milyon TL hibe ile desteklenen 37 proje, 72 ilde faaliyet uygulamış ve ulusal düzeyde önemli etkiler yaratmış bulunuyor.
.

Yazının Devamını Oku

Bütün çocuklar çiçektir…

10 Mart 2014
Merhabalar sevgili okurlar.

Bülent Özcan’ın “Çocuk Nazlı Bir Çiçek” adlı şiiri ile başlamak istiyorum söze bugün…

Kızınca üzülecek,
Kırılıp incinecek,
Sevilince gülecek,
Çocuk nazlı bir çiçek…

Çocuklar ilgi ister,

Yazının Devamını Oku

Uluslararası alanda Türkiye’den örnek bir uygulama

7 Mart 2014
Merhabalar sevgili okurlar.

Essl Foundation, World Future Council ve European Foundation Centre tarafından oluşturulan “Zero Project”, BM Engelli Hakları Sözleşmesi’nde yer alan ilkeler doğrultusunda engelli bireylerin daha iyi yaşam koşullarına ulaşması için çalışıyor. Türkiye, BM Engelli Hakları Sözleşmesi’ne imza atan 158 ülke arasında yer alıyor.

Bu projeden, ilk kez, 5 Ağustos 2013 tarihinde yayınlanan “Erişilebilirlikte yenilikçi uygulama ve politikalar aranıyor” başlıklı yazımda söz etmiştim sizlere. Proje kapsamında, Viyana’da, her yıl Şubat ayında bir konferans gerçekleştiriliyor. Geçtiğimiz yıl söz konusu konferansta "engellilerin istihdamına ilişkin başarılı uygulama ve politikalar" değerlendirildi. Rusya'dan Kolombiya'ya, Hindistan'dan Lübnan'a, birçok ülkeden 44 örnek "uygulama" ve 11 örnek "politika", konferans kapsamında paylaşıldı. Türkiye, ne yazık ki, geçen yıl başvuru sürecine dâhil olamadı.

Aynı proje, bu yıl "erişilebilirlik" konusu üzerinde odaklandı. Sadece fiziksel çevreye değil, bilgi ve iletişime, ulaşıma, ürün ve hizmetlere erişim konularında önerilen “yenilikçi uygulama” ve “yenilikçi politika” projelerinin engelli bireylerin günlük yaşamlarına olumlu anlamda bir fark getirmesi ve bu farkın net bir biçimde ölçülebilir olması gerekiyordu.

Bu yıl, 27-28 Şubat tarihlerinde gerçekleşen “Zero Project 2014”te Türkiye’den yer alan tek proje Atatürk Havalimanı oldu. TAV Havalimanları tarafından işletilen İstanbul Atatürk Havalimanı’nda yürütülen “engelsiz havalimanı” projesi tüm dünyadan seçilen 54 yaratıcı erişilebilirlik uygulaması arasına girmeyi başardı.

Seçilen projeler Birleşmiş Milletler Vienna International Center’da düzenlenen iki günlük konferansta, akademisyenler, kamu görevlileri, sivil toplum temsilcilerinin de yer aldığı yaklaşık 450 katılımcıya sunuldu. TAV İstanbul İş Sağlığı Güvenliği ve Çevre Şefi Emrah Gürer ve Terminal İşletme Şefi Barış Temur da konferansa katılarak “engelsiz havalimanı projesi”ni katılımcılarla paylaştı. Gürer ve Temur, proje yönetimi tarafından verilen sertifikayı da TAV İstanbul adına aldı.

Atatürk Havalimanı’nı Aralık 2012’de tüm engelliler adına gezmiş ve gördüklerimi Hürriyet Web TV’de yayınlanan bir video aracılığı ile sizlere aktarmıştım. Özetle, yinelemek gerekirse, “Engelsiz Havalimanı” projesi kapsamında Atatürk Havalimanı’nda;

- İç Hatlar ve Dış Hatlar Terminalleri ile otoparklarda yaklaşık 2 bin metre hissedilebilir

Yazının Devamını Oku

“Hayal Ortağım” dünya birincisi …

28 Şubat 2014
Merhabalar sevgili okurlar.

7 Şubat tarihli yazımda sizlere duyurmuş olduğum gibi, Dünya GSM Birliği (GSMA) tarafından düzenlenen 19. Mobil Dünya Kongresi’nde bu yıl ilk defa engelli bireylerin hayatını kolaylaştıran mobil ürün ve hizmetler değerlendirildi.

“Küresel Mobil Ödülleri”nin “Erişilebilirlik: Kolay Kullanımlı En İyi Mobil Ürün, Hizmet veya Uygulama” kategorisinin dört jüri üyesinden biri, Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı Genel Direktörü Nigar Evgin’di.

Yarışmada, “Erişilebilirlik - Kolay Kullanımlı En İyi Mobil Ürün, Hizmet veya Uygulama”
kategorisinde; zihinsel, işitsel, hareket, görme veya diğer sınırlılıkları nedeniyle bağımsız yaşama koşullarında kısıtlaması olan insanların hayatlarını kolaylaştırmak için tasarlanan ürünler değerlendirildi. Değerlendirme sırasında ürünlerin, engelli insanların yaşam kalitelerine katkısı ile sosyal kaynaşmanın yolunu açması yönündeki başarısı; ürünün etkinliği, satın alma kolaylığı, kullanım kolaylığı, erişilebilirliği, evrensel tasarımı ve mobil ürüne entegrasyonu dikkate alındı.

Tüm dünyadan toplam 680’in üzerinde başvuru yapılan, 155 finalistin yarıştığı Global Mobil Ödülleri, 25 Şubat’ta Barselona’da düzenlenen törende sahiplerini buldu. Turkcell, “Toplumsal ve Ekonomik Gelişme” kategorisi "Mobil Ürün Uygulama" dalında tüm rakiplerini geride bırakarak oldu. Turkcell’i birinciliğe taşıyan, görme engelli aboneler için hayata geçirdiği Hayal Ortağım servisi oldu.

“Hayal Ortağım”; abonelerinin ihtiyaçlarıyla birebir örtüşen çözümler üretmeyi kendisine öncelik edinmiş olan Turkcell’in, geleceğin sosyal sorumlu liderlerini yetiştirmek vizyonuyla 2000 yılında Türkiye'de kurulan uluslararası bir sivil toplum örgütü olan Young Guru Academy (YGA) ile birlikte tasarlayıp sunduğu bir servis. Turkcell’e ödül getiren bu servis; “Engel Tanımayan Çözümler” kapsamında hayata geçirilmiş, görme engelli aboneler için ücretsiz sağlanan bir hizmet. Görme engelli aboneler, bu proje sayesinde Türkiye ve dünyadan güncel haberleri, köşe yazılarını, dünya klasikleri başta olmak üzere binlerce sesli kitap ve eğitimleri, hatta hayatlarını kolaylaştıracak bilgi servislerini ücretsiz dinleyebiliyorlar.

Hayal Ortağım’a 8020 numaralı IVR Hattı üzerinden ulaşılabildiği gibi IOS ve Android uyumlu cep telefonlarına indirilebilen uygulama üzerinden de erişilebiliyor. Hayal Ortağım, Goller Cepte IVR özelliği ile de görme engelli aboneler, taraftarı oldukları takımın gollerini maç anında otomatik gelen çağrılar ile dinleyebiliyor, maçtaki dakika ve skoru öğrenebiliyor. IOS ve Android uyumlu uygulama sayesinde, bilgiye her an her yerden kolayca ulaşılabiliyor. Ödül alan Hayal Ortağım’ı şu an 6.250 kişi kullanıyor. Uygulamadan yararlanan aboneler günde yaklaşık 7.500 dakika dinleme gerçekleştiriyor.

Pek çok konuda engellilerin göz ardı edildiği yadsınamayacak ülkemize bu birinciliği getiren Turkcell’e ne kadar teşekkür etsek az. Umarım, bu başarı diğer şirketlerimizi de heyecanlandırır ve özendirir. Sonuçta hem ülkemiz, hem de engelliler kazanır.

Yazının Devamını Oku

Engellilere, hastalara ve yaşlılara eziyet gerçekten gelenekleştirildi mi?

24 Şubat 2014
Merhabalar sevgili okurlar.

Şikâyet içeren yazılar yazmayı hiç sevmiyorum. Sanırım sizler de az çok anlamışsınızdır bunu. Umut vaat eden; yazarken benim, okurlarken takipçilerimin yüreklerini sevinçle dolduran konulardan ya da olaylardan söz etmek istiyorum hep. Ama ne yazık ki her zaman mümkün olamıyor bu.

Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan üç ayda bir, reçete ve fatura karşılığında aldığım küçük bir ödeme var. Hastanın ismine, Ziraat Bankası’na gönderilen bir ödeme bu. Nüfus kağıdı ile, şahsen gidilip alınıyor. Aralık 2013’te tahakkuk eden ödemeyi almaya ancak geçen hafta gidebildim. Görevli memur yeni bir tebliğ geldiğini, bu ödemeleri yalnızca her ayın 8’i ile 14’ü arasında yapabildiklerini, diğer zamanlarda ilgili ekrana ulaşamadıklarını söyledi. Bu ödemeleri alanlar benim gibi engelli kişiler. Bizlerin her istediğimizde sokağa çıkabilmemiz mümkün olmuyor ne yazık ki. Bazen sağlığımız elvermiyor buna; bazen bizi taşıyacak bir araç bulamıyoruz, bazen de bize yardım edecek bir dost… Bu yüzden, ödeme tarihleri ile ilgili olarak getirilen bu kısıtlama yeni bir zorluk daha getirmiş oluyor engellilerin yaşamına. Oysa ki bu ödemeyi yapmanın çok daha kolay yolları var. Örneğin, tıpkı emekli maaşlarımız gibi, kendi banka hesaplarımıza yatırılabilir bu para. Ve böylece, bir eziyetten kurtulmuş oluruz…

“Güvensizlik göstergeleri” başlıklı bir önceki yazım okurlarımın hayli ilgisini çekmiş olacak ki, epey geri dönüş aldım konu ile ilgili olarak. İçlerinden birisini; Timur Yurtçu’nun beni hem çok etkileyen hem de üzen mesajını, özetle, sizlerle de paylaşmak istiyorum.

“Siz yazamıyor olabilirsiniz ama ben yazıyorum... Dilerseniz adımı da vererek yayınlayın..” diyerek başlamış Timur Bey yazdıklarına. Ve şöyle devam etmiş:

“Bahsettiğiniz sorunlar güven meselesi ile ilgili değil... İnanın değil… Tamam! Kabul ediyorum.. Devlet bürokrasisinde vatandaşı potansiyel suçlu olarak görme eğilimi çok uzun yıllardır var. Ama engellilere, hastalara ve yaşlılara eziyet etmek de özellikle bu hükümet döneminde gelenekleştirildi..

Sağlıklı bir insan ile, hasta ya da engelli bir insanın aynı sonuca ulaşmak için yapmaya başladıkları bir işlemi, sağlıklı bir insan bir kaç dakikadan bir kaç güne uzayan bir sürede ve çok az efor harcayarak tamamlarken, engelli, hasta ya da yaşlı biri için bu süre hem çok uzuyor ve hem de çok meşakkatli bir hale getiriliyor.”

Timur Yurtçu, tüm bunların güvenle bir ilgisi bulunmadığını; Anayasa'dan itibaren yasa yapıcıların, kararname, yönetmelik ve genelgeleri hazırlayanların duyarsızlıklarından kaynaklandığını söylüyor. Sonra, şöyle devam ediyor:

Yazının Devamını Oku

“Güvensizlik” göstergeleri

21 Şubat 2014
Merhabalar sevgili okurlar.

21 Ekim 2011 tarihinde, “Güvenmeyi Öğrenmeliyiz” başlıklı bir yazı yazmıştım. “Sanıyorum, Türkiye’de en yoğun hissedilen şey “güvensizlik”. İnsanlar insanlara, kurumlar kurumlara, bakanlıklar bakanlıklara güvenmiyorlar. Hattâ, daha da önemlisi, çoğumuz kendimize bile güvenmiyoruz. Artık güvenmeyi öğrenmemiz gerek… Tabii güvenilir olmayı da… Önce kendimize, güvenmeyi ve güvenilir olmayı öğretmeliyiz; sonra da birbirimize güvenmeyi öğrenmeliyiz.” demiştim o yazıda.

Ancak, görünen o ki, bir arpa boyu yol bile gidememişiz o günden bu güne. Başta Devletimiz güvenmiyor; vatandaşlarına, kurumlarına ve bağımsız kuruluşlara… Bunu, ne yazık ki, getirdiği zorlukları ve verdiği acıyı şahsen yaşayarak görüyorum ve çok üzülüyorum.

Bildiğiniz gibi, ilerleyici kas hastalığımdan dolayı ağır engelliyim ben. Yazılarımı, sol dirseğimi bacağıma dayayıp sol elimle sağ bileğimi tutarak tek parmakla, iki büklüm bir şekilde yazıyorum. Sakın yanlış anlamayın, şikâyet olsun diye söylemiyorum bunu. Ben hayatımdan memnunum. Hâlâ çalışabiliyor olduğum için her gün şükrediyorum Allah’a. Ama ben bu kadar çabalarken üretken olabilmek için, çıkan her yeni tebliğ ya da kararnamenin yaşamımı biraz daha zorlaştırıyor oluşu incitiyor beni.

Fizyoterapi, benim hastalığımın ilerlemesini biraz olsun yavaşlatabilecek tek tedavi yöntemi. Bu tedaviyi, SSK Hastaneleri çok yoğun olduğu için, SSK ile anlaşmalı özel bir tıp merkezinde alıyorum. Fizik tedavi dışında başka alanlarda da hizmet veriyor bu merkez. Bağlı olduğum Aile Hekimliği bedensel engelliler için erişilebilir olmadığından, ihtiyacım olan ve çoğu rapora bağlı bulunan ilaç reçetelerini de bu merkezdeki hekimlere yazdırıyorum. Geçen hafta, yine böyle bir reçete yazılması için iki kez gitmek zorunda kaldım sözünü ettiğim merkeze. Kendim gitmek zorunda kaldım, çünkü artık Parmak Okutma Cihazı kullanılarak parmak iziniz alınıyor SSK ile anlaşmalı sağlık kurumlarında. Bunu yapmazsanız, ne tedavi olabiliyorsunuz ne de ilaç alabiliyorsunuz. İlk gittiğim gün SSK sisteminde arıza olduğu için parmak izi onayı alınamadı ve dolayısı ile reçete de yazılamadı. İkinci gidişimde zar zor elimi denkleyip parmak izi onayı alındı. Ben de fizyoterapi için tedavi yatağına geçtim. Tam tedaviye başladık ki, sekreter hanım geldi ve SSK’nın reçete için onay vermediğini, parmak izi işlemini tekrarlamamız gerektiğini söyledi. Yataktan kalktım (daha doğrusu kaldırıldım) tekrar ayakkabılarımı giydim (yani giydirdiler), sandalyeme oturdum (tabii ki beni birileri oturttu) ve işlemi tekrarlamaya gittik. Ardından, tedavi yatağına yeniden uzanmak için biraz önce saydığım hareketleri sondan başa doğru yineledik. Neyse ki sonuçta reçetem yazılabildi.

Yukarıda da söylediğim gibi, kullandığım ilaçların hemen hepsi rapora bağlı. Raporlar bir yıllık süreler ile geçerli. Yani, rapor; “bu hasta bu ilacı bir yıl boyunca kullanacaktır” anlamına geliyor. O zaman niçin tekrar tekrar reçete yazdırmak zorunda kalıyoruz? Neden parmak izi vermek mecburiyetindeyiz? Eczaneler zaten ilaçları nüfus kâğıdı olmadan vermiyorlar. Aldığımız ilaçlar SSK sistemine işleniyor ve günü gelmeden, isterseniz on reçete götürün, hiçbir ilaç alınamıyor. Peki o zaman raporlu ilaç yazımı için parmak izi almaya ne gerek var? Bunun sebebini bir türlü anlayamıyorum ben. Bazı gün olur hiç evden çıkamayabilirim, bazı gün olur beni götürecek bir araç ya da bana refakat edecek bir arkadaş bulamayabilirim. Diyelim ki ilaçlarımın bitişi böyle bir zamana denk geldi, bu durumda ne olacak? Bence ilgililer kararname ve tebliğleri hazırlarlarken, kurumları ve hastaları potansiyel suistimal ediciler olarak görmek yerine, bu gibi durumları göz önüne almalılar.

Bana sorarsanız, tüm bunlar “güvensizlik” göstergeleri. Kurumlar, doktorlar ve hastalar da paylarına düşeni alıyorlar bu güvensizlikten. 21 Ekim 2011 tarihli yazımda da söylediğim gibi; “Önce kendimize, güvenmeyi ve güvenilir olmayı öğretmeliyiz; sonra da birbirimize güvenmeyi öğrenmeliyiz. Eğer bireyler olarak başarabilirsek bunu, toplumumuza da yansıtabiliriz. O zaman kurumlar bize, biz kurumlara, kurumlar kurumlara güvenebilir belki.”
Ve daha da önemlisi; belki Devletimiz bize güvenebilir, biz de Devletimiz’e güvenebiliriz…

Yazının Devamını Oku

Engelliler Yerel Yönetimlerden Neler Bekliyor?

17 Şubat 2014
Merhabalar sevgili okurlar.

Geçtiğimiz günlerde, engellilerin yerel yönetimlerden neler beklediklerini anlatan bir e-posta aldım. Belediye seçimlerinin yaklaşmış olduğu şu günlerde bu istekleri –mesajı gönderen ilçenin adını vermeden- sizlerle de paylaşmak istiyorum.

“İlçe nüfusumuzun bir bölümünü oluşturmasına rağmen hâlâ engelli sayısının kesin bir biçimde ortaya konamayışı ilçemizdeki engelli kitlesinin durumunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Engellilerin sahip olduğu kanunî haklardan bizzat engelliler habersizdir. Toplum da engellilerin sahip oldukları ve olması gereken haklardan habersiz olmakla beraber konuya yeterince duyarlı değildir, bir anlamda ilgisizdir.

Engelli vatandaşlarımız normaldir ki topluma uyum sağlayabilmek, diğer insanlarla eşit düzeyde yaşayabilmek için özellikle yerel yönetimlerden icraat beklemekteler. Bu beklentiler konuya duyarlı her insanın kabul edebileceği, yerine getirilmesi halinde toplumda engellilere de yaşam hakkı tanıyan, insanlık adına gerekli olan isteklerden ibarettir.

Engellilerin yerel yönetimlerden beklentilerini şu şekilde özetleyebiliriz:

- Meslekî rehabilitasyon merkezleri açılması, beceri kursları düzenlenmesi, işe gitmesi mümkün olmayan engelliler için evde çalışabilecekleri iş alanları üretilmesi.
- Yerel yönetimlerce engelli kişilere istihdam önceliği tanınması.
- 50 kişiden az çalışanı istihdam eden korumalı iş yerlerinin ve küçük iş atölyelerinin kurulması.

Yazının Devamını Oku

Sevmekten ve sevgimizi dile getirmekten hiç vazgeçmeyelim…

14 Şubat 2014
Merhabalar sevgili okurlar.

Bugün 14 Şubat, yani “Sevgi Günü”.

Çoğunuzun bildiği gibi, ortaöğrenimimi yalnız kızların alındığı bir Amerikan okulunda tamamladım ben. 14 Şubat 1964’te, henüz İngilizce hazırlık sınıfı öğrencisi iken, Amerikalı bir öğretmenimizden öğrendik “Sevgi Günü”nü (Valentines Day). Sınıfta, henüz öğrenmeye başladığımız İngilizce ile, sevgi sözcükleri içeren kartlar hazırladık birbirimize. O günden sonra da hep bir fırsat bildik bu günü sevdiklerimize sevgimizi tekrarlamak için.

Türkiye bu özel günle ancak 80’li yıllarda tanıştı. Adı ise “Sevgi Günü” değil “Sevgililer Günü”ydü. Çoğu kişi bunu kadın ve erkek arasındaki sevgiyle sınırladı. Oysa ki “sevgili”, “sevgi ve bağlılık duyulan” herkes olabilir. Bu nedenle, sevdiğimiz kim varsa hayatta bugün bir kez daha tekrarlayalım onlara kendilerini sevdiğimizi. Behçet Necatigil ne güzel anlatır bunu “Sevgilerde” başlıklı şiirinde:

“Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız

Yazının Devamını Oku