Paylaş
Şikâyet içeren yazılar yazmayı hiç sevmiyorum. Sanırım sizler de az çok anlamışsınızdır bunu. Umut vaat eden; yazarken benim, okurlarken takipçilerimin yüreklerini sevinçle dolduran konulardan ya da olaylardan söz etmek istiyorum hep. Ama ne yazık ki her zaman mümkün olamıyor bu.
Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan üç ayda bir, reçete ve fatura karşılığında aldığım küçük bir ödeme var. Hastanın ismine, Ziraat Bankası’na gönderilen bir ödeme bu. Nüfus kağıdı ile, şahsen gidilip alınıyor. Aralık 2013’te tahakkuk eden ödemeyi almaya ancak geçen hafta gidebildim. Görevli memur yeni bir tebliğ geldiğini, bu ödemeleri yalnızca her ayın 8’i ile 14’ü arasında yapabildiklerini, diğer zamanlarda ilgili ekrana ulaşamadıklarını söyledi. Bu ödemeleri alanlar benim gibi engelli kişiler. Bizlerin her istediğimizde sokağa çıkabilmemiz mümkün olmuyor ne yazık ki. Bazen sağlığımız elvermiyor buna; bazen bizi taşıyacak bir araç bulamıyoruz, bazen de bize yardım edecek bir dost… Bu yüzden, ödeme tarihleri ile ilgili olarak getirilen bu kısıtlama yeni bir zorluk daha getirmiş oluyor engellilerin yaşamına. Oysa ki bu ödemeyi yapmanın çok daha kolay yolları var. Örneğin, tıpkı emekli maaşlarımız gibi, kendi banka hesaplarımıza yatırılabilir bu para. Ve böylece, bir eziyetten kurtulmuş oluruz…
“Güvensizlik göstergeleri” başlıklı bir önceki yazım okurlarımın hayli ilgisini çekmiş olacak ki, epey geri dönüş aldım konu ile ilgili olarak. İçlerinden birisini; Timur Yurtçu’nun beni hem çok etkileyen hem de üzen mesajını, özetle, sizlerle de paylaşmak istiyorum.
“Siz yazamıyor olabilirsiniz ama ben yazıyorum... Dilerseniz adımı da vererek yayınlayın..” diyerek başlamış Timur Bey yazdıklarına. Ve şöyle devam etmiş:
“Bahsettiğiniz sorunlar güven meselesi ile ilgili değil... İnanın değil… Tamam! Kabul ediyorum.. Devlet bürokrasisinde vatandaşı potansiyel suçlu olarak görme eğilimi çok uzun yıllardır var. Ama engellilere, hastalara ve yaşlılara eziyet etmek de özellikle bu hükümet döneminde gelenekleştirildi..
Sağlıklı bir insan ile, hasta ya da engelli bir insanın aynı sonuca ulaşmak için yapmaya başladıkları bir işlemi, sağlıklı bir insan bir kaç dakikadan bir kaç güne uzayan bir sürede ve çok az efor harcayarak tamamlarken, engelli, hasta ya da yaşlı biri için bu süre hem çok uzuyor ve hem de çok meşakkatli bir hale getiriliyor.”
Timur Yurtçu, tüm bunların güvenle bir ilgisi bulunmadığını; Anayasa'dan itibaren yasa yapıcıların, kararname, yönetmelik ve genelgeleri hazırlayanların duyarsızlıklarından kaynaklandığını söylüyor. Sonra, şöyle devam ediyor:
“Desteğe ihtiyacı olan insanların bu ihtiyaçlarını en aza indirmek ve hayatlarını tek başlarına ya da çok az destekle idame ettirmelerini sağlamak için yapılacaklar ne kadar kolay ve başlangıçta yapılırsa ne kadar da masrafsız. Mesela bir inşaatta hayatı kolaylaştıracak ve yaşam kalitesini artıracak önlemler proje safhasında ele alınır ve projeye konulursa, inşaat safhasında projenin maliyetine etkisi sıfıra yakın olur. Yollar ve kaldırımlar yapılırken, şehir planlanırken, alt yapı plan ve projeleri hazırlanırken; proje engelli, hasta ve yaşlılar düşünülerek yapılırsa maliyete etkisi yok gibidir.
Otoparklar! Engelli otopark sayısı bazı alışveriş merkezlerinin otoparkları hariç, kesinlikle yetersiz... Özellikle kamu hastaneleri… Engelli otopark sayısının en fazla ve en iyi planlanmış olması gereken yerler hastaneler ve ne yazık ki en az sayı oralarda var. Ayrıca engelli otoparkına park eden duyarsız kişilerin sayısı da denetim noksanlığı yüzünden çok fazla. Kendisine müdahale edilemeyeceğini düşünen bir kişi, engellinin gözünün içine baka baka engelli otoparkına park edebiliyor.
Ve elbette eğitim… Anlamayan, anlamak istemeyenler için yasaları arkasına alan ve devlet gücüyle, gerekirse de müeyyide uygulanarak gerçekleştirilen bir eğitim şart…”
Yazdıklarına bir örnekle devam ediyor Timur Bey:
“Üniversiteyi bitirmiş bir genç. Yaşı 25 – 26 civarında... 14 senedir, ergenlik yaşında gençlerin önemli bir kısmında görülen 'ekstra sistol' denilen bir kalp rahatsızlığı var. 2000 yılında, yüzme sporu yapmak için müracaatında elverişli raporu verecek olan doktor fark etmiş. Bir-iki yılda bir de doktor kontrolünden geçiyor.
Üniversite diplomasını alınca askerlik şubesinden çağırılıyor ve şubeye gidiyor. Oradan aile hekimine gönderiliyor. Oradan asker hastanesine gönderiliyor. Onlar 'önce askerlik şubesine gitmen gerekirdi' diyorlar, askerlik şubesine gidiyor. Tekrar asker hastanesine gönderiliyor.
Doktor muayene edip bir sonraki iş günü (Pazartesi) gelmesini söylüyor. Pazartesi gidince doktorun izinli olduğunu öğreniyor. Bir sonraki gün çağırıyorlar. Birkaç dakikalık işlem için üç buçuk saat bekliyor ve heyet için tekrar çağırıyorlar. İki gün sonra heyete gidince askerliğini bir sene tecil ettiklerini, seneye tekrar gelmesini söylüyorlar. Sebebini sorunca yasanın öyle istediğini söylüyorlar. Hastalığının 15 senedir devam ettiğini, raporlarının olduğunu tekrarlayıp, işe girmesi gerektiğini söylüyor ve kendisini askere almalarını istiyor. Doktorların TSK'nın bu sorumluluğu üstlenemeyeceğini söylemeleri üzerine, 'o halde çürüğe ayırın ve işe girişimin önündeki engeli kaldırın' diyor. Onu da reddedip, bir yıl sonra Gata'ya sevk edilebileceğini belirterek tekrar askerlik şubesine gönderiyorlar. Askerlik şubesi ile hastane yaklaşık 30 kilometre, ev ile askerlik şubesi de yaklaşık 10 kilometre. Tek araçla gitmek mümkün değil. Otobüs ve minibüs durakları ile şube ve hastane arası da oldukça uzak.
O gün yetişemediği için evrakları ertesi gün askerlik şubesine teslim ediyor. Şimdi işsiz, baba parasına mecbur, evlilik sözü verdiği kız arkadaşına karşı mahcup, harçlığını çıkartıp ailesine yük olmamak için ayak işleri yapıyor...
Dikkat edin! Bu genç engelli değil. Rahatsızlığının kendisine verdiği bir yük de yok. Sadece ağır iş ve ağır spor yapmasını engelleyen bir hastalığı var... Hiçbir sağlıklı genç, askere gitmek için bu eziyeti yaşamıyor.. Ama hasta birisi, saçma sapan bir yasaya, kararnameye, yönetmeliğe veya genelgeye yazılmış saçma sapan bir gerekçeyle hem maddi, hem manevi sıkıntıya terk ediliyor. Şimdi söyleyin bana: 14 senedir devam eden kronik diyebileceğimiz bir hastalık için bir yıl askerlik tecilinde nasıl bir mantık var.. Tıptaki gelişmeler ile bu hastalığın bazı türlerinin de tedavi edilebileceğini okuyup duyuyoruz ama, geçmişinde böyle bir hastalık hikayesi olan birini tedavi edip asker yapmak sağlıklı bir karar mı olacak?.. Bu hastalık rahatsızlık veren bir hastalık değil... Bu genci geri hizmette nispeten pasif bir görevde değerlendirerek hem vatani görevini yapmış olmanın sağlayacağı huzuru vermenin, hem de gençten faydalanmanın nasıl bir sakıncası olabilir? Kaldı ki bu tür hastalığı olan gençlerden tedaviye uygun olanlar askerlik sürelerinde çok iyi imkânları olduğunu bildiğimiz asker hastanelerinde tedavi edilerek askerlik sonrası hayata çok daha yüksek bir yaşam kalitesiyle ve TSK'ya çok daha sağlam bağlarla bağlı olarak devam da edebilirler. Hadi bunu yap(a)madınız. Askerlik yapmamanın çok önemli olmadığını, kendisi için öyle olması gerektiğini anlatan küçük bir psikolojik destekle çürük raporu verin. Bu genci de önünü kapatan bu sıkıntıdan kurtarın bitsin...”
Timur Yurtçu daha sonra ciddi bir hastalığı veya engeli olanlara ne yapıldığını merak ettiğini ifade ediyor ve yasaların engellilerin yaşamını değil, engellilere eziyeti kolaylaştırdığını söylüyor.
Eminim ki bu yasaları, kararnameleri ve tebliğleri hazırlayanlar konuya iyi niyetle yaklaşıyorlar. Ancak sonuçlar ne yazık ki, çoğu kez, onların düşündüğü gibi olmuyor. Okurum Timur Yurtçu’nun mesajının büyük bir bölümünü de işte bunu gösterebilmek için köşeme aktardım. Benim önerim, engelliler ya da hastalar ile ilgili kararname ve tebliğler hazırlanırken, konunun muhataplarının da fikrinin alınması yönünde.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Paylaş