Paylaş
21 Ekim 2011 tarihinde, “Güvenmeyi Öğrenmeliyiz” başlıklı bir yazı yazmıştım. “Sanıyorum, Türkiye’de en yoğun hissedilen şey “güvensizlik”. İnsanlar insanlara, kurumlar kurumlara, bakanlıklar bakanlıklara güvenmiyorlar. Hattâ, daha da önemlisi, çoğumuz kendimize bile güvenmiyoruz. Artık güvenmeyi öğrenmemiz gerek… Tabii güvenilir olmayı da… Önce kendimize, güvenmeyi ve güvenilir olmayı öğretmeliyiz; sonra da birbirimize güvenmeyi öğrenmeliyiz.” demiştim o yazıda.
Ancak, görünen o ki, bir arpa boyu yol bile gidememişiz o günden bu güne. Başta Devletimiz güvenmiyor; vatandaşlarına, kurumlarına ve bağımsız kuruluşlara… Bunu, ne yazık ki, getirdiği zorlukları ve verdiği acıyı şahsen yaşayarak görüyorum ve çok üzülüyorum.
Bildiğiniz gibi, ilerleyici kas hastalığımdan dolayı ağır engelliyim ben. Yazılarımı, sol dirseğimi bacağıma dayayıp sol elimle sağ bileğimi tutarak tek parmakla, iki büklüm bir şekilde yazıyorum. Sakın yanlış anlamayın, şikâyet olsun diye söylemiyorum bunu. Ben hayatımdan memnunum. Hâlâ çalışabiliyor olduğum için her gün şükrediyorum Allah’a. Ama ben bu kadar çabalarken üretken olabilmek için, çıkan her yeni tebliğ ya da kararnamenin yaşamımı biraz daha zorlaştırıyor oluşu incitiyor beni.
Fizyoterapi, benim hastalığımın ilerlemesini biraz olsun yavaşlatabilecek tek tedavi yöntemi. Bu tedaviyi, SSK Hastaneleri çok yoğun olduğu için, SSK ile anlaşmalı özel bir tıp merkezinde alıyorum. Fizik tedavi dışında başka alanlarda da hizmet veriyor bu merkez. Bağlı olduğum Aile Hekimliği bedensel engelliler için erişilebilir olmadığından, ihtiyacım olan ve çoğu rapora bağlı bulunan ilaç reçetelerini de bu merkezdeki hekimlere yazdırıyorum. Geçen hafta, yine böyle bir reçete yazılması için iki kez gitmek zorunda kaldım sözünü ettiğim merkeze. Kendim gitmek zorunda kaldım, çünkü artık Parmak Okutma Cihazı kullanılarak parmak iziniz alınıyor SSK ile anlaşmalı sağlık kurumlarında. Bunu yapmazsanız, ne tedavi olabiliyorsunuz ne de ilaç alabiliyorsunuz. İlk gittiğim gün SSK sisteminde arıza olduğu için parmak izi onayı alınamadı ve dolayısı ile reçete de yazılamadı. İkinci gidişimde zar zor elimi denkleyip parmak izi onayı alındı. Ben de fizyoterapi için tedavi yatağına geçtim. Tam tedaviye başladık ki, sekreter hanım geldi ve SSK’nın reçete için onay vermediğini, parmak izi işlemini tekrarlamamız gerektiğini söyledi. Yataktan kalktım (daha doğrusu kaldırıldım) tekrar ayakkabılarımı giydim (yani giydirdiler), sandalyeme oturdum (tabii ki beni birileri oturttu) ve işlemi tekrarlamaya gittik. Ardından, tedavi yatağına yeniden uzanmak için biraz önce saydığım hareketleri sondan başa doğru yineledik. Neyse ki sonuçta reçetem yazılabildi.
Yukarıda da söylediğim gibi, kullandığım ilaçların hemen hepsi rapora bağlı. Raporlar bir yıllık süreler ile geçerli. Yani, rapor; “bu hasta bu ilacı bir yıl boyunca kullanacaktır” anlamına geliyor. O zaman niçin tekrar tekrar reçete yazdırmak zorunda kalıyoruz? Neden parmak izi vermek mecburiyetindeyiz? Eczaneler zaten ilaçları nüfus kâğıdı olmadan vermiyorlar. Aldığımız ilaçlar SSK sistemine işleniyor ve günü gelmeden, isterseniz on reçete götürün, hiçbir ilaç alınamıyor. Peki o zaman raporlu ilaç yazımı için parmak izi almaya ne gerek var? Bunun sebebini bir türlü anlayamıyorum ben. Bazı gün olur hiç evden çıkamayabilirim, bazı gün olur beni götürecek bir araç ya da bana refakat edecek bir arkadaş bulamayabilirim. Diyelim ki ilaçlarımın bitişi böyle bir zamana denk geldi, bu durumda ne olacak? Bence ilgililer kararname ve tebliğleri hazırlarlarken, kurumları ve hastaları potansiyel suistimal ediciler olarak görmek yerine, bu gibi durumları göz önüne almalılar.
Bana sorarsanız, tüm bunlar “güvensizlik” göstergeleri. Kurumlar, doktorlar ve hastalar da paylarına düşeni alıyorlar bu güvensizlikten. 21 Ekim 2011 tarihli yazımda da söylediğim gibi; “Önce kendimize, güvenmeyi ve güvenilir olmayı öğretmeliyiz; sonra da birbirimize güvenmeyi öğrenmeliyiz. Eğer bireyler olarak başarabilirsek bunu, toplumumuza da yansıtabiliriz. O zaman kurumlar bize, biz kurumlara, kurumlar kurumlara güvenebilir belki.”
Ve daha da önemlisi; belki Devletimiz bize güvenebilir, biz de Devletimiz’e güvenebiliriz…
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Paylaş