Ayşe Aral - Kelebek

Ölmem mi lazım?

8 Nisan 2015
Kayahan’ın 2000 yılında çıkardığı albümünde yer alıyordu bu şarkı. Yine aşkı yine sevgiyi anlatıyordu.


Ölmem mi lazım diyordu anlaman için beni?
Dün akşam Kayahan’ı dinlerken şarkının ismi içime işledi. Ölmemen lazımdı Kayahan çok ama çok erkendi.
Sevgi adamıydın, bestelerin babasıydın.
Benim ilk göz ağrımın, aşkımın ilk tanıklarındandın. İlk aşkım kocamla sanırım ilk buluşmam falandı, ilk gerçek anlamda anne babamdan izin alıp sokağa çıkmam.
Senin sahneye çıktığın yere yemeğe geldik.
Seni dinledik.

Yazının Devamını Oku

Analar, babalar, evlatlar...

4 Nisan 2015
Anama taşındım taşınalı pek gidesim yok buralardan. Keyfim gıcır, aybaşı fatura derdim yok, manav kasap deseniz canımın çektiğini alıyorum kırk yılda bir.

Aslında hayat tarzlarımız birbirinden çok farklı. O yazsa ben kışım, o kalkarken ben yatıyorum mesela. Bir sürü konuda da anlaşamıyoruz.
Televizyonun sesini bir açıyor, alt kattaki arkadaşı arıyor: “Aaa iyi sen Poyraz Karayel’i seyrediyorsun sesten anladım. Ben o zaman başka bir şey izleyeyim, sen neler oldu sabah bana koşuda anlatırsın!”
Geçen bir balık pişirdi, dedim ki “Az daha kurutsaydın ya anne, canıım balıkları tuzlardık, sonra bir de sirkeler çiroz niyetine yerdik”... “Senin geçen gün yaptığın incikleri mahallenin köpeklerine verdik” dedi, “Hayvanlar sadece kokladı şaştım vallahi billahi!”
Bu arada kendisi 67 yaşında olmasına rağmen bir bilgisayar uzmanıdır. Ben hiçbir şey bilmiyormuşum bu konuda. İki laf ediyorum Facebook’una, “Ayşe bilmiyorsun öyle değil” diyor. Her daim bir kapışma... Şu terlik olayından da kopamadı, beni görünce nedense nostaljisi tutuyor!
Geçen gece eve sabaha karşı dört sularında geldim, baktım Gestapo ve Muhabbet ayakta! “Nerden geliyorsun bu saatte?” diye bir kız bir kız bana! “Aaa” dedim “yok artık, gelmeyedebilirdim yani”... O sırada bir de hıçkırdım ki yanlışlıkla (çok yemişim ne edeyim)!
“44 yaşındayım ben ya”...
“Hayır, benim evimde yaşadığın sürece hesap vereceksin Aral!”

Yazının Devamını Oku

Still Ayşe, menopoz, uykusuz...

1 Nisan 2015
Sizlere çok açık söyleyeyim, benim diğer adım Hatun Yatmaz.

Hacı Yatmaz’ın dişisi. Kendimi bildim bileli hep böyleydim ben.
Hadi küçükken zorunlu yatırılıyordum anne baba tarafından, evliyken de koca tarafından...
Artık zorlayan yok Allah’a şükür. Kızım da kocaman oldu, sabah “Anne beni kalk okula yolla” demiyor” hatta “Ne giydin ne yedin” diye vır vır edeceğimi bildiğinden uyuyor olmam işine geliyor.
Eee, maaşlı-saatli bir işim de yok beni bekleyen.
Hal böyle olunca da sabahları geç kalkabilmek lüksüm de otomatikman oluşuyor.
Gece yaşamak ve gece yaşamayı sevmek sanırım biraz aileden, daha doğrusu baba tarafımdan gelen bir durum.
Babam da amcam da geç saatlerde yatarlardı.

Yazının Devamını Oku

Balıketli Sibel Can

28 Mart 2015
Güzel söylemiş Sibel. Bence de kalsın böyle ona yakışıyor.

Suratı da fıstık, gözleri yeter.
Dudakları ince, hiç dokundurtmadı. Neyse o oldu Sibel Can hep.
Benim beğendiğim kadınlardan.
Mesela ben güzel bir kadınım. Evet. Tanıyana sorun.
Ama eskiden acayip güzeldim!
Burnuma estetik yaptırmadan önce...
Bir burnum vardı ki Sultan Süleyman...

Yazının Devamını Oku

Uçak ve ölüm...

27 Mart 2015
Ölmekten korkuyorum. Daha iyi bir yer gibi, ruh yaşar gibi, başka boyut gibi şeyler beni açmıyor, kesmiyor. Ben bu dünya halini seviyorum.

En önemlisi de, ölmek istemiyorum çünkü evladımı anasız bırakmak, onu acılara boğan bu hayatı ona tek başına yaşatmak istemiyorum. Ha bu benim elimde mi? Değil tabii ki ama en azından bunun için dua ediyorum. Hem kendim, hem ailemin her ferdi, hem de tüm sevdiklerim adına...
Annem der hep, Allah sıralı ölüm versin diye. Geçen günkü uçak kazası, az buçuk bıçaklanmış halime denk geldi. Ah uh diye inliyordum. Canım yanıyordu. Tam diyordum yahu hayat nasıl bir şey, bir varsın bir yok... Şu bıçak iki santim -hadi bilemedin on- kaysa, şah damarına girse! Gazetende ana habersin! Allah sana zaman yazmadıysa...
Ünlü köşe yazarı Ayşe Aral, anasının evinde boğazı kesilmiş bir halde ölü bulundu. Yazarın ölümü tüm dikkatleri üzerine çekti. Olay kaza gibi gözükse de, NYPD, CSI, MİT, herkes, Amerika dahil araştırıyor. Site kameralarına göre, yazar en son bir pizza siparişinde bulunmuş. Şapkalı bu adam, DNA’sı, bala bla...
Yüz tarama... Son sevgili sorguda... Ama son sevgili M.Ö. vefat etmiş. Kemiklerinden DNA bakılacak...
Böyle saçmaladım televizyona bakarken. Tabii bir anda canımın manımın acısı kayboldu. Dedim ki o an, acaba Almanya’ya indiklerinde, akşama plan programları ne olurdu? Almanlar muhtemelen evlerine, belki bir kısmı birer pub’a bira keyfine... Geriye kalan üç beş farklı memleketli otellere, kısa bu şehir turuna, belki bir duş...
Kim ne amaçla gittiyse İspanya-Barcelona’dan Almanya-Düsseldorf’a işte...
Çünkü aslında aklıma gelen, ben de ölüyordum uçakta hem de tam ölümden dönmüşken! Ey Allahım ne zaman bitecek benim bu çilem? Pardon sınav!

Yazının Devamını Oku

Bıçaklandım...

25 Mart 2015
Artık sakarlık mı diyeyim, görünmez kaza mı bilemedim ama ucuz atlattığım kesin! Allah korudu vallahi de billahi. Yazıyorum, çünkü bir bakıma herkesin dikkatini çekmesi açısından da önemli.

Şimdilik ana evindeyim ya beni pek okuyan bilir. Herkesin huyu suyu farklı, haliyle şekli şemali de. Ben mesela bulaşık makinesine nedense çatal, bıçak, kaşıkları ters koyarım. Öyle bir tikim var. Özellikle bıçakları!
Annem ve yardımcısı, canımız can dostumuz (kod adı) Luba da kasap bıçağına kadar her şeyi nedense dik koyar. “Yanlış” derim Luba’ya; “Paklanmaz” der. Ters koyunca iyi yıkanmaz yani.
Yahu nasıl temiz yıkanmaz? Su devir daim olmuyor mu makinede? Zaten bıçağı elde yıkayıp hemen kaldıracaksın çekmeceye arkadaş! Hele evde çoluk çocuk ya da benim gibi adı çıkmış bir sakar yaşıyorsa!!!
Bende bir sorun var zaten. Denge! Beni sokakta gör, hele topukluyla, dersiniz vay kafası kelle hatunun. Hâlbuki yürümeye çalışıyorumdur! Kadınım ya, topuklu giymek istiyorum herkes gibi ben de. Gerçi iğrenç bir görüntü, boy zaten 1.75, ayağımda topukluyla oldun 1.85. Bir de yürüyemiyorsun denge problemin var, o gece olur bir felaket. Kazasız belasız eve gelmek için dua et.
Dönelim pazar akşamına... Evde kimse yok. Mutfaktayım, kendime yemek hazırladım. Bir makarna yaptım, yıkılıyor her zamanki gibi. Mutfakta acayip iddialıyım! Ay ne güzel anne evi! Ben ev bulma işini geciktirsem mi? Ne elektrik ne su derdi. Ekmek elden su gölden... Bir yandan da şarkım “Happy” (Pharrell Williams) çalıyor. Hop sağa hop sola zıplıyorum öyle keyifli bir gecemdeyim ki nadirdir yani...
Ve... Hadi diyorum şimdi pisliğini temizle. Bulaşık makinesini açıyorum. Elime taşımam gerekenden fazlasını aldığımdan mı yoksa yerdeki gerizekalı oynak tüylü paspastan mı... Zaten sakarım! Tam koyarken ne oluyor? Ekmek bıçağına yakın bir şey seni -Allah’tan tam can damarından değil- gıdının altından boydan parçalıyor!!!
Yana doğru kaykıldığımdan beş santim kadar ilerliyor! Kan revan! Her yer... Elimle şah damarımın orasını kontrol ediyorum. Aslında ne yaptığımı da tam bilmiyorum o an. İlk hatırladığım, üzerimdeki sabahlığın kemerini çıkarıp kanın geldiği yere doladığım. Korku filmi, bayılacağım!

Yazının Devamını Oku

Ve karşınızda Ergin Ataman...

20 Mart 2015
Geçen hafta Fenerbahçe-Galatasaray derbisine bir gün kala telefonum çalıyor. Arayan, bizim gazetenin Spor Şefi sevgili Mehmet Arslan.

“Ayşe Hanım ya bir soru soracağım özel merakımdan değil, sonra anlatacağım. Siz Fenerbahçeli misiniz?”
Hem de nasıl!!!
“Şöyle bir proje var; gazetemizin yazarlarından iki kadın. Biri Fenerbahçeli, biri Galatasaraylı. Takımlarıyla ilgili yazı yazıp bir de takım formaları giyecekler. Yazarlardan biri olur musunuz?”
Biraz şaşırdım ama “Neden olmasın?” dedim.
Öğleden sonra aldım elime iPad’imi, ikinci evim olan Bebek Otel’e gittim. Hem düşüneyim, nasıl pozlar vereyim diye hem de yazı ertesi güne lazım, yazayım bitsin...
Oturdum denize nazır bir masaya, başladım yazmaya.
Arka masamda iki erkek vardı, biraz sonra onlara bir üçüncüsü katıldı. Şaka mı dedim kendime, şaka mı! Üçüncü erkek, benim geçen hafta tokat olayını yazdığım, kızdığım, “sen Whiplash seyrettin galiba Ergin Bey” dediğim koç!!!

Yazının Devamını Oku

Sargı Yeri...

18 Mart 2015
Çanakkale’nin Kocadere Köyü’nde büyük bir “Sargı Yeri” kurulur.

Kimi Erzurumlu, kimi Bosnalı, kimi Adanalı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getirilir.
Aralılardan biri de Çanakkale-Lapseki’nin Beybaş Köyü’ndendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Komutanının elbisesine yapışır, tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
“Ölme ihtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım... Arkadaşıma ulaştırın...” Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: “Ben köylüm Lapsekili İbrahim Onbaşı’ndan 1 Mecit borç almıştım.
Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin bana.”
Komutan “Sen merak etme evladım” der, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar.
Az sonra komutanının kollarında şehit olur, son sözü yine “Söyleyin hakkını helal etsin” olur.
Aradan fazla zaman geçmez.

Yazının Devamını Oku