Sabah erken kalkan gün mü yapıyor acaba diye düşündüm, kim çıkarmış bugünü onu bilmiyorum.
Bir iki kişiye sordum soruşturdum, bilen de var bilmeyen de. Bilenlere söylendim, söylesenize ya bana diye.
Bir gece öncesi sabah ezanıyla yatmaz, kısmet günü de öğlen saatlerinde kalkmazdım. Tüm günümü kısmetimi isteyerek geçirirdim, bu sene olmadı olamadı gitti, kısmetse seneye diyorum ama aklıma takılanları yazıyorum.
365 gün kısmetini bulamadın, tek günde mi bulacaksın? Olsun Allah’tan ümit kesilmez.
Ne yapmalı o gün acaba? Evde oturup, kısmetini dileyip dua etmek mi yoksa güzelce süslenip dışarıya çıkmak, sabahtan akşama kadar orada burada dolanmak mı, onu bilemedim...
Kısmet deyince, bu kısmetten öteye bir tek ben mi geçemiyorum acaba diye düşünmeden de edemiyorum. Kısmetsiz bir tipim çünkü. Her şeye kısmetse olur diye diye dilimde tüy bitti, olan biten yok henüz, beklemedeyim hâlâ...
Her şeyi eleştirmekten başka hiçbir iş yapmıyorlar.
Sanki kendilerinin eleştirilecek hiçbir yanları yok ya da daha doğrusu kendilerini göremeyecek kadar körler.
Yok şişmanmış, yok zayıfmış, yok basenleri genişmiş...
Ne büyük ayıp! Ayıptan öte büyük günah ayrıca...
Maddi seviyeye göre eleştirmek...
Parası çok olsa bir dert, olmasa bir dert...
Müzik zevklerine göre eleştirmek...
Geçen gün sağ kolum Aslı dedi ki, “Ya Ayşe, millet delirdi mi ne! Bu aralar, beyaz pantolon içine kırmızı don giymek modaymış!”
Aslında ben de gördüm.
Benim bildiğim kırmızı don, yılbaşlarında saat 24.00’de uğur falan getirsin diye giyilir.
Ben, yılbaşı meselesine de pek rağbet etmem ama yıllar içinde bu amaçla hediye gelen birkaç kırmızı don öylece durur çekmecemde nedense.
“Bir aralar da siyah sutyeni beyaz gömleğin içine giymek modaydı, hadi onu anladım ama don olayı görgüsüzlük değil mi?” dedi.
Nedir bu Allah aşkına, böyle saçma şey nasıl moda olur?
Bu bence düpedüz görgüsüzlük gerçekten!
Bu sene şampiyon kim?
Bu sene Beşiktaş aldı şampiyonluğu, bir Fenerli olarak Kara Kartalımızı tebrik ederim.
Çoğu kadın gibi ben de pek yakından olmasa bile göz ucuyla takip ediyorum sezonu.
Yahu kıskanmamak elde değil, 2-3 senedir bu çocuklar ev yüzü görmedi.
Çat burada çat kapı arkasında misali sahaları olmadığından bir o stada bir öbür stada koşturup durdular.
Helal olsun demek en doğru cümle olacak herhalde.
Neyse statları bitti, televizyonda gördüğüm kadarıyla da muhteşem olmuş...
Yani bir kadının, erkeğin üzerine düşen görevleri yapabiliyor olması ya da bir erkeğin, kadının üzerine düşen şeyleri yapabiliyor olması bu durumu açıklar.
Kadınlar şu an erkeklerin yaptığı birçok işi yapabilir durumdalar. Erkekler de eşleri çalıştığında, çocukları olduğunda, anneleri hasta olduğunda -ki illa böyle durumlar olması gerekmiyor- ev işlerini, yemeği, bulaşığı, çorap söküğünü dikmek kadar işi ilerlettiler.
Sonuç olarak her kadının içinde bir erkek, her erkeğin içinde bir kadın vardır. Belirli durumlarda belirli sebeplerle ortaya çıkar o kadar.
Her erkeğin içinde bir de kadın tarafı vardır. Kimi zaman övülmek ister, kimi zaman güzel söz bekler.
Orta yaşta, yaşlılıkta erkek genç gözüktüğünü duyunca gözleri gülümser. Aynı kadın gibi aynanın karşısında vücuduna bakar, eleştirir kendini. Sinirliyken saçlarıyla çenesiyle oynar. Kadınlar da saçlarıyla uğraşır stresliyken ya da mutluyken. Giyimine, kuşamına özen gösterir, saçlarını günün trendlerine göre kestirir. Ağlarken erkek gözlerini ovalar; kadın da...
Kadının içindeki erkek daha zordur.
Karşı cinsinin farkında olmak ve onu anlayabilmek için onun yerine düşünmek zorundadır kadın. Cinsi özellikleriyle de tanımaya çalışmak gerekir erkeği...
Taksinin tarihi oldukça eskilere dayanıyor. İlk düzenli taksilerin 1694 yılında İngiltere’de ortaya çıktığı ileri sürülüyor. Ancak, ilk düzenli taksi seferi olarak 1814 yılında açılan Londra-Birmingham hattı kabul ediliyor.
Bu hatta çalışan ilk taksinin de, bugünkü lokomotifleri anımsatan bir buharlı otomobil olduğu söyleniyor.
Ne var ki bu iki örneği bugünkü anlamda taksi olarak kabul etmek çok zor. Çağdaş anlamda taksicilik, 1867 yılında Almanya’da ortaya çıkmış. Hükümetin mektup ve paketlerini dağıtma işlemini üstlenen Alman Thurn und Taxis aile şirketi, bu işi otomobillerle gerçekleştiriyormuş.
Şirket daha sonra mektup ve paketlerle birlikte insanları da taşımaya başlamış. İnsanları para karşılığı bir yerden başka bir yere götürme işini yapan bu tip otomobillere de, ailenin soyadından hareket edilerek “taxi” adı verilmiş.
Nereden çıktı bu konu demişsinizdir elbet.
Geçtiğimiz şubat ayında Sivas’ta parlak(!) bir fikir gibi gözüken Pembe Taksi uygulamasının hayata geçtiğini sizler de okumuşsunuz, belki de gözlerinizle görmüşsünüzdür.
Bir taksiyi pembeye boyamışlar, üzerine de önce Pink Taxi yazmışlar, bir müddet böyle kalmış ama sonra nedense bunu silip “Pembe Taksi” yazmışlar.
Nedeni belki aile zorlaması... Küçük yaşımdan itibaren spor yapmaya zorlandım.
Tenisle başlayan bu macera, basketbola, yüzmeye, kayağa kadar uzandı...
Tenis oynarken hep topun yakınıma düşmesini bekledim, fazla kolum yorulmasın diye...
Basketbolda toptan kaçardım, kafama gelmesin diye...
Defalarca bir kaşık suda boğulma tehlikesi geçirdiğimden, çorba içerken, su içerken, yüzme işini de bıraktım.
Kayakta da bin kere düştüm, bir de kayboldum. Orada da jübilemi yaptım.
Spordan kopmalarımda vücudumun da payı var. Ben hiç elastik bir tip değilim. Oynamıyor hiçbir yerim.
Prof.Dr. Osman Kural, Cem Yılmaz’ı son filmindeki sigara görüntülerinden ötürü dava ediyor. “Kötü örnek, gençleri özendiriyor” diyor. Dava devam ederken Cem Yılmaz, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne gösteri yapmak üzere geliyor ve Orhan Kural gösterinin yapılacağı salona alınmıyor.
44 senesini verdiği salona alınmak Orhan Kural’ın en doğal hakkı.
Ama işte salona neden alınmadığını, Orhan Kural’ın konuşmalarını gösteren videoda izlediğimizde işler değişiyor.
Orhan Kural köpürüyor, sinirleniyor, Cem Yılmaz’a veryansın ediyor. Daha sonra da topluluğu gaza getirmek istercesine, Cem’i yerden yere vuruyor. Ne vergisi kalıyor, ne bir işe yaramadığı... Cem Yılmaz’ı üniversitesinde istemediğini söylüyor.
Eee o zaman? Cem Yılmaz’ın bulunduğu salona girme çabası niye?
O da sonra belli oluyor!
“Sorularım var” diyor ona.