Olayların 4. gününde can kaybı 38'e çıktı. Bir anda başlayan ve fırtına hızıyla ilerleyen bu gerginliğin en çok etkilediği kesim elbette etnik kökeni, dünya görüşü ve olaylara bakış açısı ne olursa olsun, anneler.
Çalışma arkadaşlarımla, sosyal medyadan tanıdığım annelerle ve kendi annemle konuştuğumda aynı şeyleri hissettiğimizi fark ettim.
Meral benim çalışma arkadaşım, mesleki bilgisine çok güvendiğim bir psikolog aynı zamanda. 2 çocuğu var. Sohbet ederken konu yaşanan olaylardan ve can kayıplarından açıldığında "Artık herşey korkutuyor beni. Duyduğum herşey için beynimde aynı savunma cümlesini tekrarlıyorum: "Çocuklarımı nasıl korurum?" Artık haber dinlemek istemiyorum ama dinlemek istemedikçe daha çok dinlediğimi, izlediğimi fark ettim. Bir anne olarak çok çaresiz olduğumu hissediyorum." dedi.
Meral'i çok iyi anlıyorum. Siz de çok iyi anlamışsınızdır.
Yine bir başka anne arkadaşımla buluşup çocukları eğlendirmeyi planladık. Sonra ikimizde aynı anda birbirimize bakıp "başka zaman yapalım" dedik. Eğlenmekten vazgeçtik. Çünkü ikimizde aklına, her ne kadar söylemesek de kötü ihtimaller geldi. Halimizden çok belliydi.
Çok sevdiğim bir işim var. Çocuklarla ilgileniyor ve onların gelişimine katkıda bulunmak için görev yapıyorum. Bugüne değin pek çok yerde çeşitli görevlerde çalıştım. Birgün dahi olsa dünya görüşü farklılıklarından dolayı kimseye tavır alıp tartışmadığım gibi, tam tersine çatışma ortamlarını ve anlaşmazlıkları yumuşatmaya, orta yolu buldurmaya çalıştım.
Bunlar benim sıradan bir vatandaş olarak yaptıklarım.
Bunlar memleketini insanıyla birlikte çok seven herkesin yaptıkları...
Bunlar iyi niyetli ve çalışkan herkesin yapmak istdikleri...
Bunlar iğneye kuyu kazanların emekleri...
Bunlar insanca yaşamayı önemseyen herkesin bireysel çabaları!
Kurban Bayramı
Gelin birlikte albümümü karıştıralım. Çocukluğumun ilk yıllarına ait fotoğraflar siyah beyaz... Bir tanesinde babam ve ben bir kaç gün sonra kesilecek kurbanlık Koç'a sarılmışız. Ben çok mutluyum. Zannediyorum ki bir ömür mutlu mesut yaşayacağız. Bir Heidi havası, bir pastoral sevimlilik çökmüş betonda büyüyen bünyeme. Bir kaç gün sonra tekbirle birlikte kurban edilişini görünce aldatıldığımı hissetmiştim. Çok net hatırlıyorum.
İnsan sevdiğini kesip yer mi? Aklımdaki soru bu. Bence yemez. Yememeli. Ertesi gün ağzıma yıkılan kavurmayı yemediğimi gören annem neden yemediğimi soruyor: "siz benim kuzumu kestiniz, ben onu yemem" diyorum. Pedagojinin yerlerde süründüğü yıllardaydık tabi. "Çocuğumun psikolojisi bozulur" diyen annelere milyonda bir rastlanıyordu.
Yıllar, ailemin inanışına saygı duymaya çalışırken kurban töreninin ne olduğunu anlamaya çalışmakla ve bir o kadar et yemeği reddetmekle geçti. Halen daha et konusunda mesafeliyimdir. Yaş 37. Araştırdıkça kurbanın ne olduğunu anladım sanırım.
Yapılan yönetmelik değişikliğiyle ortaokul öğrencileri okula baş örtülü gelebilecek. Bu cümleden sonra baş örtüsünü aşağılayan bir akış bekliyorsanız, yanılıyorsunuz. İnsanların inandığı gibi yaşamasını destekliyorum. Konuyu 3 noktada analiz etmek isterim.
İnanış: Bence belirli bir inanç sistemine sahip her insan kendi değerlerine uygun şekilde yaşamalı. Toplum ve devlet baskısı görmemeli. Evet, çok ütopik ama bir yerden başlanabilir. Farklılıklara saygı gösteren, her farklı unsurun birbirine bilenmeden, nefret etmeden yaşadığı bir toplumda bağnazlıktan değil aydınlanmadan bahsedilebilir. Yine böyle bir toplumda ebeveynler çocuklarına kendi inanışlarını kendisi öğretir ve dilediği gibi yetiştirir. İşte laiklik bu açıdan çocukların din ve vicdan eğitiminin, artı olarak özgürlüğünün sigortası. Devletin karışmaması gerektiği, öğretmenini ayrımcılıktan uzak yetiştirmesi gerektiğinin apaçık göstergesi...
Çocuk gelişimi: Çocuklar inanışa ait kavramları soyut işlemler döneminde tanıyor, keşfediyor. Soyut düşünce evresi ise 11 yaşında başlıyor. Çocuk 11 yaşından sonra ancak yetişkinler gibi düşünmeye, sorgulamaya başlıyor. 4+4+4 sistemiyle gelen okula başlama yaşının 6 yaşa düşürülmesi ile yaşanan pedagojik faciaların devamını izliyoruz. 2. 4' lük evreye çocuk 10 yaşında başlıyor ve yönetmelik onun isterse baş örtülü gelebileceğini söylüyor.
Şüphesiz ki 10 yaşında bir çocuk bu kararı kendi iç dünyasına göre hareket ederek almaz. Alamaz. Pedagojik açıdan mümkün değil. 10 yaşında bir çocuk bu kararı annesine, ablasına ve diğer büyüklerine özenerek alabilir. Aynı zamanda babasının, abisinin ve diğer büyüklerinin baskısıyla örtünebilir. Her iki durumda da çocuğa düşünmesi, muhakeme etmesi, kendini tanıması anlamında imkan verilmemiş olur ki; bunun kendi rızasıyla belirli bir inanış biçimine sahip olarak yaşamanın yanında çok kıymetli olacağını düşünmüyorum. İmam hatip okullarında da çalışmış ve pek çok İslami muhafazakar aileyle sağlıklı diyaloglar kurmuş biri olarak bunu söylüyorum.
Kimi günler ne yapacağımız çok önceden bellidir. Örneğin, her çarşamba oyuncak günü olduğu için gideceğimiz yer bellidir. Yolumuzun üstündeki oyuncakçıya uğrar, mümkünse bir de sinemaya gideriz.
Perşembe günleri, okul çıkışı müzik dersine gittiğimiz için başka bir plan yapmıyoruz. Cuma akşamları ise alabildiğine eğlenmek, farklı yerlere gitmek demek.
Atişko' nun aklına cuma akşamlarına dair bu farklılık, eğlence ve macera nasıl kodlandıysa, dün sabah aramızda şöyle bir diyalog geçti.
- Bugün okul çıkışı Amerika' ya gidelim mi?
- (Çayını yudumlarken nefesi kesilen, şaşkınlıktan donakalmış anne) Sebep?
Kız gibi koşan,
Kız gibi ağlayan,
Kız gibi çanta taşıyan,
Kız gibi yazı yazan,
Kız gibi yürüyen, gülen, düşünen, davranan Kız Lisesi mezunu biri olarak beyfendinin çok kibar, aklı başında, olgun insanları kastettiğini mi anlamalıyım?
Hatta karı gibi gülen, giyinen, direnen, hesap soran, çocuk doğuran, büyüten biri olarak erkek çocukluğu kadına bu denli az saygılı yetiştirdiğimiz için üzüleyim mi?
Küçücük bir çocuk nasıl zona geçirir?
Neye üzüldü?
Neden zona?
Daha onlarca soru sorulabilir. Fakat bu soruları kafamın içinde dönmedolap gibi dönmesine izin vermek istemedim. Bir kaç doktora birden danıştım. Yanıtlarımı aldım ve işe koyuldum.
Bir anne olarak tek görevim var: onu iyi yetiştirmek. Iyi yetişmesinin temel taşı ise gözlerinin içinin gülmesi ... O iki mavi gözün huzurlu bakışları için ne gerekiyorsa yaparım.
Okulun ilk günleri okula uyum sağlamaya çalışan çocuklara yardım etmekle başladı. Rehberlik servisi olarak gözü yaşlı minik birinci sınıf öğrencileriyle ve aileleriyle ilgileniyoruz. Uyum güçlüğü veya kaygı bozukluğu yaşayan çocuklar gündemimizin bir numarası...
Önce odaya gözleri hafif nemli bir anne geldi. Çocuğunun sınıfa girmek istemediğini, çok zorlandıklarını ve ne yapacağını bilemediğini anlattı. Sohbet etmeye başladık. Dikkatimi çeken, annenin hayattaki tek uğraşının çocuğunun olması, çocuğundan başka hiçbir şeyle ilgilenmemesi, onun için sürekli evhamlanmasıydı.
İlk bakışta çok doğal ve normal geliyor, öyle değil mi? Kültürümüzdeki anne algısı genelde bu şekildedir. Çocuğunun başında helikopter gibi dönen bir annenin fedakarlığını ideal kabul ederiz. Ancak işin iç yüzü bu şekilde değil.
Anne dediğimiz kişi aslında bir kadın, bir yurttaş, bir meslek erbabı, hobileri, arkadaşları, yapmaktan hoşlandığı şeyler olan bir rol modeldir. Bütün zamanını ve enerjisini sadece çocuğuna ayırarak fedakarlık yaptığını düşünürken, kendi kimliğine zarar vererek bağımlı bir rol model sergilemiş olur. Çocuğuna "bağımlı" bir anne...