Paylaş
Yapılan yönetmelik değişikliğiyle ortaokul öğrencileri okula baş örtülü gelebilecek. Bu cümleden sonra baş örtüsünü aşağılayan bir akış bekliyorsanız, yanılıyorsunuz. İnsanların inandığı gibi yaşamasını destekliyorum. Konuyu 3 noktada analiz etmek isterim.
İnanış: Bence belirli bir inanç sistemine sahip her insan kendi değerlerine uygun şekilde yaşamalı. Toplum ve devlet baskısı görmemeli. Evet, çok ütopik ama bir yerden başlanabilir. Farklılıklara saygı gösteren, her farklı unsurun birbirine bilenmeden, nefret etmeden yaşadığı bir toplumda bağnazlıktan değil aydınlanmadan bahsedilebilir. Yine böyle bir toplumda ebeveynler çocuklarına kendi inanışlarını kendisi öğretir ve dilediği gibi yetiştirir. İşte laiklik bu açıdan çocukların din ve vicdan eğitiminin, artı olarak özgürlüğünün sigortası. Devletin karışmaması gerektiği, öğretmenini ayrımcılıktan uzak yetiştirmesi gerektiğinin apaçık göstergesi...
Çocuk gelişimi: Çocuklar inanışa ait kavramları soyut işlemler döneminde tanıyor, keşfediyor. Soyut düşünce evresi ise 11 yaşında başlıyor. Çocuk 11 yaşından sonra ancak yetişkinler gibi düşünmeye, sorgulamaya başlıyor. 4+4+4 sistemiyle gelen okula başlama yaşının 6 yaşa düşürülmesi ile yaşanan pedagojik faciaların devamını izliyoruz. 2. 4' lük evreye çocuk 10 yaşında başlıyor ve yönetmelik onun isterse baş örtülü gelebileceğini söylüyor.
Şüphesiz ki 10 yaşında bir çocuk bu kararı kendi iç dünyasına göre hareket ederek almaz. Alamaz. Pedagojik açıdan mümkün değil. 10 yaşında bir çocuk bu kararı annesine, ablasına ve diğer büyüklerine özenerek alabilir. Aynı zamanda babasının, abisinin ve diğer büyüklerinin baskısıyla örtünebilir. Her iki durumda da çocuğa düşünmesi, muhakeme etmesi, kendini tanıması anlamında imkan verilmemiş olur ki; bunun kendi rızasıyla belirli bir inanış biçimine sahip olarak yaşamanın yanında çok kıymetli olacağını düşünmüyorum. İmam hatip okullarında da çalışmış ve pek çok İslami muhafazakar aileyle sağlıklı diyaloglar kurmuş biri olarak bunu söylüyorum.
Siyaset: Eğitim bilimleri öğrencilerine sorulan ilk sorulardan biridir: " Eğitime siyaset karışmalı mı?" Bu felsefi bir soru olduğu için yanıtı görüşlere bağlı olarak değişir. Bir eğitim bilimci olarak ben eğitime siyasetin karışmaması gerektiğini düşünüyorum. Eğitimin kendi politikası olmalı. Örneğin "iyii insan yetiştirmek, sanat eğitimine ağırlık vererek çocuk yetiştirmek, mesleki eğitime ağırlık vererek yetiştirmek" gibi... Devletin rolü eğitim alt yapısını tedarik etmek ancak eğitim programlarına direk müdahale etmemeli.
Bu ülkede Devlet Planlama Teşkilatı var. Amaçlarından biri hangi sektöre ne kadar insan gücüne ihtiyacı hesaplayarak, hükümete veri sunmak. Ancak burada devreye bu yazıda şimdiye kadar bahsetmediğim şey devreye giriyor. Güç arzusu.
Her yönetim eğitimi ve okulları, dolayısıyla çocukları kendi görüşünün arka bahçesi olarak gördüğü için, Cumhuriyet tarihi boyunca çocuklar siyasi açıdan istismar edildi. Yürütme görevini üstlenen her yönetim tek tip insan yetiştirme arzusu içerisinde bulundu. İşte korkunç olan da bu...
"Ama nüfusunun yüzde 99'u müslüman olan bir ülkeyiz" diyeceksiniz... Rakamlara bakılacak olursa öyleyiz. Oysa, yetiştirilmek istenen tek tip insan modelinin dışında, çok çeşitli dünya görüşlerine sahip insanlardan oluşan bir ülkeyiz.
Memleketin güney sınırı topa tutuluyorken kalkıp 10 yaşındaki çocukların örtünmesini gündeme getirmek ve bol bol malzeme yapmak, savaşın eşiğinde olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Ancak bu korkunç gerçeğin daha az konuşulmasını sağlar.
Söz konusu savaşta Türkiye' nin ön saflarda önemli bir rol üstleneceği söyleniyorken, karşı tarafın kim olduğuna bakın. Vahşi devasa bir teşkilat. Artık bu noktadan sonra dünyanın en büyük erdemlerinden bahsetmek kelimenin tam anlamıyla lüks.
Hükümetin baş örtüsü konusuyla memleketi meşgul etmeyi bırakıp, vatandaşının kafa kesen bu güruhtan koruması, can güvenliğini sağlaması gerekmez mi?
Çocukları çok sevmek bence bunu gerektirir.
Paylaş