Buralardaki özel çalışmalarının ardından İstanbul’a gelen ve Türkiye’de çalışmaya başlayan Maner’in çizimleri, New York Museum of Modern Art’ın Sanatçı Dosyaları Arşivi’nde. Müşterileri arasında Hans Van Veggel, Sir Richard Branson, Wildlife Alliance, Sail Harbour Foundation gibi önemli kişi ve kurumlar bulunan Maner ile tasarımını yaptığı Aya Yorgi’deki Babylon’da sohbet ettik.
- Nerede eğitim aldınız?Berlin doğumluyum. 8 yaşımda Türkiye’ye geldim. Annem, anneannem, onun kardeşleri ve babası da mimar. Ben de ABDa Cornwell ve Columbia Üniversitelerinde mimarlık okudum. Aralarda da hep çalıştım.
- Nerelerde çalıştınız?Hep farklı alanlar. 1 milyon hektarlık alanlardan, küçük kukla sahnelerine kadar mimarlık yapılabilir. İç mimarlık da yaptım, film setlerinde de çalıştım.
Iskender filminde çalıştım, Angelina Jolie ile tanıştım
- Hangi filmlerde çalıştınız?Oliver Stone’un filmleri var. Danny Elfman adlı bir müzisyen ve Eric Sanko adlı kukla tasarımcısıyla The Fortune Teller diye bir proje yapmıştık. Kukla ve sahne tasarımına girdim. Oliver Stone’un Alexandre- İskender adlı filminde çalıştım.
- Angelina Jolie’yi gördünüz mü sette?Evet, hatta tanıştım bile. İnanılmaz zarif ve nazik. İlk tanıştığımızda bana birşeyler ikram etmişti. ‘Ne kadar minyon’ diye düşünmüştüm..
- Film işinde kalmayı düşünmediniz mi?Los Angeles’a gittim sanat yönetmenliği yapabilir miyim diye. Ama sonra kalıcı şeyler yapmak istediğimi anladım.
Amerika’da ünlü mimar Maya Lin ile çalıştım
Ailesinin, Karşıyaka’nın en eski ve ünlü pastanelerinden Şenay’ın sahibi olması nedeniyle 9 yaşından beri sektörde olan Güner, Bostanlı’da Tuzu Biberi Kahvaltı ve Yemek Evi’ni açmış. Daha sonra vizyonunu genişletmek isterken çocukluk arkadaşı Nehir Sipahi Kayadelen ile ortak olmuş. Nehir Hanım, daha çok finansla ilgilendiğinden Ayhan Bey kendisini gönül rahatlığıyla yemek ve lezzete verebilmiş.
Gün, geleneksel ev kahvaltısıyla başlıyor. ‘Geleneksel ev kahvaltısı’ derken, tarif edilemez. Herşeyin en lezzetlisi, kalitelisi bulunuyor. Ezine beyaz peyniri, Tire tulumu, Marmaris çam balı, Tire karadutu gibi yöresel tatlar ön planda. Yumurta ise cezaevinden alınıyor. Böylelikle önemli katkı yaptıkları gibi ticari kaygılardan uzak üretilen doğal yumurtalar alabiliyorlar. Çemeni kendileri yapıyor. Tadından önce renginin güzelliğinden ev yapımı olduğu hemen anlaşılıyor zaten.
Kahvaltıda mıhlama
Ayhan Bey ailesi Karadenizli olduğundan, yöresel lezzet mıhlamayı da kahvaltıda sunuyor. Ama mıhlamayı Ege’ye adapte etmişler. Karadeniz peynirleri Egelilere ağır gelmiş. Bölge peynirleriyle yapıyorlar. Bize biraz fazla uygun olmuş. Çünkü, suçluluk duygusuyla, tavanın dibini sıyırırken buldum kendimi. Gerçi Ayhan Bey anneannesinin, mısır unu, tereyağı, süt ve peynirden yapılan mıhlamayı hemen hergün yemesine rağmen 106 yaşına kadar sağlıklı yaşadığını söyledi. Ama ben bir daha buraya gelmeden önce 2 gün aç kalmayı düşünüyorum.
Cinayet sebebi tost
‘Cinayet Sebebi Tost’ da var. İçinde yok yok. Zaten adı da bu nedenle ‘Cinayet Sebebi...’ Zeytinyağlılar da çok iddialı. Adından da anlaşılacağı gibi, Girit tatlarını ilk elden sunuyorlar. Çünkü aşçıları Mahinur Hanım, Giritli. Mahinur Hanım her sebzeyi, otu beğenmiyor. Sabah erkenden Ayhan Bey’le Ovacık’ta tarlalara gidip en güzel patlıcanı, biberi, domatesi seçiyorlarmış. Girit yemekleri zeytinyağlılarla sınırlı değil. Girit usulü balık, tavuk ve bonfile de var. Akşam menüsündeki Ahtapot tava, levrek kebabı ve balık kokoreç de ilgimi çekti.
Bu güzel tatları, mekanın müthiş manzaralı terasında içkinizle keyifle yiyebilirsiniz. Ayhan Bey ve Nehir Hanım şöyle diyor: ‘Kendinize ödül vermek istediğiniz zaman Crete Tuzu Biberi’ne gelin’. Ben ödülümü aldım, sıra sizde...
Birçok ülkede öğretmenlik yapan Neil, yakın arkadaşım Bilge Egemen İngiltere’de eğitim görürken öğretmeniymiş. O yıllardan beri iletişimi koparmayan Neil, eşi ve küçük kızları Amelia, bu yaz Bilge’nin daveti üzerine Çeşme’ye gelmişler.
Biliyorsunuz, Çeşme’de surf için gelenler dışında, yabancı turiste pek rastlamayız. Ben de “Çeşme başka yerlere benzemez, nasıl buldunuz burayı?” diye hava atmaya kalktığım an, Neil’in “çok güzel ama 30 yılda bayağı değişmiş” demesiyle bozum oldum. Nasıl yani, siz Çeşme’yi nereden duymuştunuz derken, Sue anlatmaya başladı.
Bakir kıyı kasabası
Meğer 30 yıl önce daha evli bile değillerken, İngiltere’deki bir seyahat acentasının yönlendirmesiyle Çeşme’ye gelmişler. Müthiş bir doğal güzellik ve bakir bir kıyı kasabası ile karşılaşmışlar. Yolların çoğu toprak ve patikaymış. Kasabanın genel olarak aynı olmasına karşın etrafın çok değiştiğini, az da olsa yüksek otelleri yeni gördüklerini anlatıyorlar. Şehir meydanından çeşitli plajlara otobüslerle gittiklerini, hiçbir plajda şezlong ya da şemsiye bulunmadığını, Ilıca plajı’nın duvarının bile olmadığını söylüyorlar. Bugün üzerinde işletme olmayan plajın kalmadığını görünce şaşırmışlar. Ama en çok şaşırdıkları İzmir-Çeşme otobanı olmuş. Böyle bir ulaşım kolaylığına rağmen Çeşme’nin eski dokusunun korunmasının şans olduğunu söylüyorlar. Umarız, biz de bu şansı iyi değerlendirmeye devam ederiz.
Yazın dondurmadan zehirlenen çocuklar
Bir arkadaşım hafta sonunu hastanelerde geçirmiş. Oğlu, bakkaldan aldığı paketli dondurmayı yedikten sonra kusmaya başlamış. Doktor, yaz aylarında gıda zehirlenmelerine sıkça rastlandığını sebebinin de çalışmayan buzdolaplarındaki dondurma ya da etlerin erimesi sonucu oluşan bakterilerin olduğunu söylemiş. Tekrar donan dondurma ya da etlerden yiyen özellikle çocuklar zehirleniyorlarmış. Çocuğu ile hastanede kalan arkadaşımın dediğine göre hastanede onlarca bu tip vaka varmış. Elektriklerin sıkça kesilmesi hatta kimilerinin elektrik masrafı olmasın diye geceleri kapattığı buzdolapları sebep oluyormuş bu zehirlenmelere. İnsanın inanası gelmiyor ama siz yine de dondurma alırken şeklinin bozulmamış olmasına dikkat edin.
Doktordan uyarı var
Liseden sonra ne eğitimi aldın? Liseden sonra moda tasarımı ve aksesuar eğitimi aldım. Ayrıca farklı ustalar ve takı tasarımcılarından mum, metal teknikleri konusunda eğitim aldım.
Çizim konusunda hep yetenekliydin, güzel sanatları düşündün mü?Evet, liseden beri çizim yapmayı severdim. Seramik ve heykelle ilgilendim. Ama en çok heykel yapmayı seviyorum. Halen vakit buldukca
hobi olarak heykel yapıyorum.
Takı tasarımıyla uğraşana kadar hangi işlerde çalıştın? Deri ve tekstil sektöründe 10 yıl tasarımcı olarak çalıştım. Hazırladığım koleksiyonların kalıplarını kendim çıkarıp dikimlerinde başında bulundum. Koleksiyon askıya asılana kadar tüm etaplarda bizzat başında bulunmam çok ciddi tecrübe kazanmama sebep oldu.
İNTERNET SİTEMİZDEN EN ÇOK İSTANBUL, SONRA ANKARA ALIŞVERİŞ YAPIYOR
İnternet üzerinden nerelere ulaştın, kimler alışveriş yapıyor?
Ama çok farklı bir yer olduğunu anlamanız için içeri bir göz atmanız yeterli. Mekanın merkezindeki, iyi yatırım yapıldığı hemen anlaşılan açık mutfak, kendilerinden emin bir şekilde çalışan birçok şef ve başka yerde göremeyeceğiniz sunumlarda hazırlanmış servis edilmeyi bekleyen yemekler.
Sahibi ve Şefi Kemal Demirasal ile sohbet ise bir başka keyifli. Mesleğine bu kadar aşık birini bulmak kolay değil. Kemal Bey, Türkiye şampiyonlukları olan surf sporcusu, hatta Bodrum - Kos arasını surf ile geçmiş. Öyle ki, Türkiye’de Rüzgar Surf’ü bursuyla üniversite okuyan ilk öğrenci olmuş ve Ekonomi Üniversitesi’nde İşletme okumuş. Ailesi, 12 yıl önce taşındığından beri Alaçatı’da yaşıyor.
‘Yemek eğitimi aldınız mı’ sorusuna, ‘Hayır, ama çocukluğumdan beri yemek yapardım’ diyor Kemal Bey. ‘Yok canım’ deyince Barbun’u birlikte işlettiği anne Mücella Hanım giriyor söze.. ‘Doğru söylüyor, ben çalışıyordum. Eve geldiğimde Kemal’in harika yemeklerini bulurdum. Ama mutfağın halini hiç sormayın, çok dağılırdı’.
Sürekli araştırma yapıyor
Surf şampiyonlukları, eğitmenliği derken ilgisi azalmaya başlayınca, diğer sevdiği işe yönelmiş ve 4 yıl önce Barbun’u açmış.
“Mutfak gibi sıcak ve keskin aletlerin bulunduğu, zamana karşı yarışırken en iyi kalitede ürün çıkarmanın matematiğe dönüştüğü bir ortamda salgıladığım adrenalin ve tatmin hormonları, rüzgarlı bir denizde sörfle yüksek hızlara çıkıp büyük dalgalarda savaşmaktan farksız” diyen Kemal Demirasal, devamlı araştırma yapıyormuş. Kitaplar, diğer şefler, tarifler derken Fine Dining denilen, küçük porsiyonlarda nadir bulunan büyük tatların sunulduğu, hizmet ve yemeğin en yüksek kalitede tutulduğu restoran türünü benimsemiş. İzmir’de ve Çeşme’de bu şekilde hiçbir restoran bulunmadığını anlatan Kemal Bey, hafta içleri bile yoğun olmalarını bu konudaki ihtiyaca bağlıyor. ‘Biz müşterinin her dediğini yapmıyoruz. Bu da başta sorgulandı, ama şimdi alıştılar’ diyen Kemal Bey’in feyz aldığı söz, ünlü şef Alain Ducas’ın “Bir yemeğin hatırlanabilir olması gerekir. Bir kişinin bile aklında kalamadıysam bir hata yapıyorum demektir” sözü...
Bu anlamda bakarsanız, Kemal Bey ve Barbun Restoran’ın hata yapmadığı kesin.. Yediğim her yemek ve içtiğim her şarabın tadı hala damağımda. İki çeşit hazırlanmış tadım mönüsüyle çok özel yemeklerin hepsini aynı anda tadabiliyorsunuz.
Dört bir yana haber salmış, uygun yer neresi olabilir diye. Malum, cumartesi akşamı; tüm yazlık yerlerde, özellikle Çeşme’de, kilit olmuş bir trafik, restoranlarda dipdibe masalarda, özensiz servis hatta kötü yemekler demek. Neyse, çocukluk arkadaşım Deniz Sivri’nin aradığı gece yine bir mekan bakıp beğenmemiştik. Deniz, “Surf plajı’ndaki Lanila Restoran’da üniversiteden bir arkadaşımın doğumgünü kutlamasındayım. Hemen buraya gelin, bayılacaksınız” deyince, soluğu Alaçatı’da aldık. Aslında, belki önünden defalarca geçtiğim mekan gece bambaşka görünüyordu. Surf tutkunlarının yarattığı kalabalık gidince müthiş keyifli, esintili ve farklı bir yer olmuştu. Ama esas sürpriz doğumgünü sahibi Gonca ve eşi Wilco oldu bizim için.
‘Wilco’nun Karavanı’ adlı programıyla tanınan Wilco van Herpen müthiş sıcaklığı, sempatik konuşması ve pozitif enerjisiyle karşıladı bizi. Eşi Gonca da öyle. Bir anda çok hoş bir sohbet ortamında bulduk kendimizi. Bugüne kadar NTV ve İzTv’ye ‘Kaçış Planı’, ‘Wilco’nun Gözü’, ‘İki Göz Bir Şehir’, ‘Wilco’nun Seçimi’ adlı programları sunan Wilco, şu anda ‘Wilco ile Yaşasın Yemek’ programını hazırlıyor. Hatta, siz bu satırları okurken çekim için Konya’da olacak.
Hollandalı olan Wilco’yu çoğumuz fotoğrafçı, gazeteci, belgesel program yapımcısı ve sunucusu olarak biliyoruz. Ama meğer Wilco profesyonel bir aşçıymış. Hatta Hollanda’da bu konuda eğitim almış. Hürriyet Turkish Daily News’ta, Çarşamba günleri ‘Wilco on the Road’ adıyla yazı da yazan Wilco’yu bir paragrafa sığdıramayacağımı anlayınca röportaj teklif ettim. Bir sonraki gelişinde buluşacağız.
Wilco’yla sohbetimiz boyunca eşi Gonca, sessizce bizi dinliyordu, ama kendisini anlatmaya başladığında ilgim bu kez ona döndü. Deniz’le birlikte okudukları 9 Eylül Üniversitesi’ndan sonra Mimar Sinan Opera Bölümü’nü bitiren Gonca, çeşitli eserlerde rol alıp, Grup Turkuaz’da solistlik yapmış. İstanbul’da uluslararası yabancı bir okulda, İngilizce müzik ve Türk kültürü dersleri de veren Gonca, Fransız müzisyen Le Quan Ninh ile müzikte doğaçlama çalıştıktan sonra 2006’da Denver’da Jonathan Goldman, Laraaji ve Sarah Benson ile “Yoğun Sesle Şifa” kursunu bitirip, “Sesle Şifa Terapisti” sertifikası almış. Büyükada Naya Retreats, Bilgi Paylaşım Merkezi’nde sesle şifa grup terapileri yapan, seminerler veren Gonca, şimdi de Alaçatı Lanila Beach ve Restoran’da Çarşamba ve Cumartesi günleri sesle şifa grup çalışmaları ve bireysel seanslar uygulamaya başlayacakmış.
Latin coşkusu ile hayatımın en güzel doğum günü
Aslında mekana bakmaya gitmiştim ya, meslek deformasyonu, renkli kişiliklerle karşılaşınca hemen kendi derdimi unuttum. Hoş; keyifli havasının yanısıra, sahibi İkbal Karatepe’nin müthiş olumlu yaklaşımıyla ilk saniyede karar vermiştim zaten Lanila’ya. Cumartesi gecesi, çok sevdiğim 25 arkadaşımla, bizim için hazırlanmış özel yemekleri yedikten sonra İkbal Hanım, Latin eğitmenlerinin olduğunu, önce dans gösterisi yapıp sonra da bize öğreteceklerini söyledi. Aydans Sanat Merkezi’nden, Mete Bey ve Aydan Hanım önce birkaç dans gösterisi sundu, sonra bizleri sahneye aldılar. İşte, o dakikadan sonra eğlencemiz gerçek bir partiye dönüştü. Bize Salsa, Bachata, Merenge’yi birkaç dakikada gösterip, hemen dansettirdiler. Ortaya komik görüntüler de çıkmasına rağmen oldukça başarılıydık. En son Sirtaki ile kapanışı yaptık. Gece bitiminde bir arkadaşım, ‘ya senin doğumgünlerin çok eğlenceli geçiyor, senede iki kere yapsana’ diyordu.. Şaka bir yana, Lanila Restoran’da her Cuma Grek gecesi, özel gecelerde de Latin eğlencesi varmış. Hele, özel bir geceniz ise mutlaka tavsiye ederim. İkbal Karatepe ve ekibinin pozitif enerjisinden mahrum kalmayın...
Nedir bu sesle şifa terapisi
Sizler gibi ben de bu soruyu sordum Gonca’ya... ‘Her şey gibi vücudumuz ve organlarımız da titreşir ve bir araya gelerek uyumlu bir orkestrayı oluştururlar. Yaşadığımız stres, yediklerimiz, düşünce şeklimiz ve kalıplarımız, doğadan kopuk yaşamamız titreşimimizin bozulmasına sebep olur ki, bu da hastalıklara yol açabilir. İşte, sesle terapi orijinal titreşimini kaybetmiş vücudumuzu yeniden akord etmek için kullanılır’ diye açıkladı. Ama iyi anlamam için mutlaka denemem gerekiyormuş. Söz, kısa zamanda deneyimimi aktaracağım sizlere..
Ülkemizde, yurtdışındakinin aksine, ciddi işadamlarının sanat alanında büyük yatırımlar yapmasına alışık olmadığımızdan, Megapol Film adıyla, hem de İzmir’de büyük bir sinema yatırımı yapacağını duyunca çok heyecanlandım. Sanat ve tasarımın en özel parçalarıyla düzenlenmiş ofisinde sohbet ederken, en çok ilgimi çeken objeler oğlunun, 11 yaşındayken yaptığı harika insan figürü tasarımları oldu. Oğlunun şu anda yurt dışında tasarım eğitimi aldığını öğrendiğimde vizyoner ve sanatçı Gökdemir ailesinin, İzmir’e kazandıracağı daha çok şey olduğunu düşündüm.
İnsan ruhu sanata uygunsa, sanat ve teknik çok da farklı düşmez
Ofisinizin duvarlarında çok güzel tablolar var. Sanatla ilginiz ne boyutta?Küçüklüğümde resme çok meraklıydım. Hatta oldukça yetenekliydim de..
Peki neden ressam olmadınız?Liseden mezun olunca her aile büyüğü gibi benim babam da geçerli bir meslek seçmemin, doktor ya da mühendis olmamın iyi olabileceğini söylemişti. Tabii ben etkilendim ve elektronik mühendisi oldum.
Sonrasında hiç pişmanlık duydunuz mu?İnsanın ruhunun sanata uygun olması lazım. Sanat ve teknik çok ayrı konular değil. 1968’de Madrid Üniversitesi’nde Leonardo Da Vinci’nin 400 sayfalık el notları bulunmuş. Bunları okumuştum. Da Vinci’yi hep ressam olarak biliyoruz ama aynı zamanda tasarımcı. Akademik kariyeri yokmuş. O nedenle döneminde ciddiye alınmamış. Ama felsefesini öğrendiğinizde resimlerinden daha çok etkileniyorsunuz. Dolayısıyla kendimi sanatdan çok da uzak görmüyorum.
Babamın öğrenimime harcadığı parayı kazanmak için hemen çalışmaya başladım
Hangi üniversiteyi bitirdiniz?
Ege ve Adalar’dan da zeytinyağlı ve özellikle geceleri deniz ürünleri var La Querida’da. Ama açıkçası ben hiç bilmediğim Sefarad mutfağıyla ilgileniyorum. Bir yandan da şaşırıyorum bunca Musevi arkadaşım varken, nasıl olmuş da bugüne kadar öğrenmemişim diye...
İş nedeniyle bir dönem Amerika’da kalan Erol Yafe, orada da gıda işiyle ilgilenmiş ve eşi Rakel’le New York’ta ‘Akdeniz Restoranı’ açmaya niyetlenmişler. Bunu gerçekleştiremeden İzmir’e dönen Erol Bey, aranırken, yeri olup da farklı şeyler yapmak isteyen Mustafa Demirel’le tanışınca La Querida doğmuş.
“Bu isim, bildiğimiz balık lakerda mı” diyorum, “Evet ama öyküsü farklı” diye yanıtlıyor Erol Yafe.
La Querida İspanyolca ‘Canım’ demekmiş. 14. yüzyılda Malaga’da, Yahudi bir balıkçının sadece torik balığı yiyen kızı varmış. İki ay hiç torik bulamadıktan sonra duası üzerine onlarca avlayınca, hepsini canı kızı için saklamak istemiş. Bunun için uyguladığı tuzlama yöntemi bir süre sonra yayılmış ve özellikle Yunan balıkçıların söylemiyle, “lakerda” adı yerleşmiş.
Sefarad mutfağı
“Ne yemekler var” diye sorduğum Erol Bey, “Vallahi bizim evin yemekleri var” yanıtı veriyor gülerek. “Annem, kayınvalidem, Rakel ne pişirirse onları pişiriyoruz.”
Sefarad mutfağını sorunca, aslen İspanyol mutfağı olduğunu ama oradaki Museviler buraya göç edince Akdeniz mutfağının bir türevine dönüştüğünü anlatıyor.