Aslında şehrin merkezine ya da Alsancak’a en fazla 10 dakika mesafedeki sokaklar sanki başka bir dünya gibi. İzlenimlerim pazar gününe sığmadı, bugüne de kaldı. Roman Mahallesi gerçekten ilginç bir yer. Bir kere tüm evler rengârenk boyanmış. Renkler de cıvıl cıvıl, hiç pastel renk yok. Evler, pencereler hep açık, zaten çoğu insan kapısının önünde ya da pencerede oturuyor. Geçerken evlerin içini görmek mümkün. Gördüğüm kadarıyla evler, mutfaklar tertemizdi. Zaten sokaklarda da hiçbir pis görüntü yoktu. En büyük sorunları işsizlik ve sosyal güvence. Günün o saatinde çalışmayan birçok erkek vardı sokaklarda, belki de akşamları müzisyenlik yapıyorlardır, kimbilir... Çocuklar her zamanki gibi mutlu ve oyun peşinde. Kızlar sokakta oynamaya bile parlak renkli kıyafetlerle çıkmışlar. Yokluk ve sıkıntıların farkında değiller her zaman olduğu gibi... Serpil Özkasap, Ege’nin dört bir köşesinden telefonlar aldığını ve beni bir Roman düğününe davet etmek istediklerini anlattı. Farklı bir kültürü daha yakından tanımak için iyi bir fırsat olabilir, ne dersiniz?
Nadir görülen denizanası Çeşme’de
Bu fotoğraf okyanus ya da açık bir denizde çekilmedi. Pazar günü, Çeşme’nin en kalabalık koylarından biri olan Boyalık’ta çekildi. Eşim bu harika görünümlü canlıyı ve etrafında simbiyoz yaşam süren akya yavrularını görünce hemen belgelemiş. Burnumuzun belki de ayağımızın dibinde dolaşan bu güzel yaratığın ne olduğunu merak edip hemen araştırdım internetten. Meğer, Akdeniz’in en güzel denizanalarından biri olarak tanımlanan Cotylorhiza Tuberculata’ymış. Akdeniz’de özellikle Güney İtalya kıyılarında bolca bulunan bu tür, 2009 yılından itibaren sıcak sulara doğru eğilim göstermiş ve ülkemizde de Güney Akdeniz’de gözlemlenmiş. Hatta ağustos başında Marmaris Çevreciler Derneği de bu deniz anasına Karacasöğüt’de rastlayıp Muğla Üniversitesi’ne tetkik ettirmiş. Merak etmeyin, zehirsiz ve zararsızmış, hatta bu sayede küçük balıkların avcılardan gizlenmelerine de yardımcı oluyormuş.
Kaykay gençliği geri mi geliyor?
Oğlum Arda, bu hafta, 9’uncu yaşgünü için kaykay istemiş dedesi ve anneannesinden. Tabii yerine geldi hemen dileği. Ama bizimki daha ilk günden kaykayda artistik hareketler deneyince çeneyi yardı. Neyse denize 1 hafta giremeyerek çekti cezasını.. Sonradan en son 80’li yıllarda bıraktığımız bu kaykay nereden çıktı yine diye düşündüm. O dönem değişik aksesuvarlarıyla pek bir havalı görünürdü kaykaycılar. Ama 90’lı ve 2000’li yıllarda pek rastlamaz olduk bu spora. Bugün, biraz dikkatli bakınca ciddi bir kaykay meraklısı kitle olduğunu gördüm. Sadece bizim ülkemizde değil, dünyada da bu böyleymiş. Hatta, 2012 Londra Olimpiyatları’na kaykay sporunun da dahil edilmesi planlanıyormuş. Kaliforniya’da rüzgarsız günlerde sörf yapamayan gençlerin icadı olan ve tehlikeli olduğu gerekçesiyle 1978-1989 yılları arasında Norveç’te yasaklanan kaykay, bu dönem gençliğini de etkilemiş gibi görünüyor. Arda’nın dikişini acilde atan doktor benim biraz sıkıldığımı görünce, “Üzülmeyin, hatta çocuğunuz bütün gün bilgisayar başında vakit geçirmediği için memnun olun” dedi ama umarım bu kaykayla ilk ve son kazamız olur...
Onlar da ana kuzularıydı
Çocuğumuz küçücük bir kaza geçirince, canı yanınca nasıl da üzülüp, sıkılıyoruz. Oysa artık neredeyse hemen her gün duymaya başladığımız şehit haberlerinden sonra her şey tuhaf gelmiyor mu? Sözün bittiği yer belki ama eminim ki duyguları susturmak o kadar da kolay değil. Allah tüm şehit anne-babalarına sabır versin...
Aslında hayatı mücadele ve sıkıntılarla geçmiş, çeşitli kereler medyaya da yansımış. Oysa kendi ifadesine göre tek isteği insanca yaşamak için bir iş ve sosyal güvence. İzmir Roman Kadınları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ni kurmuş ama parasızlıktan hayata geçirememiş. Son dönem Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan’ın kendisine iş vermesi üzerine bir umut ışığı belirmiş. Artık, Romanlar için kurulacak semtevinde çalışacak olan Serpil Özkasap’ın amacı hem kendi, hem de Roman kadınlarının hayatını iyileştirmek, Romanların toplumda sadece eğlendirmek için değil, düşündürmek için de varolduğunu göstermek..
- İzmirli misiniz?
-İzmir Tepecik, Faytoncular Sokağı’nda doğdum.
-Aile?
-Babam tabakhanede işçiydi. Biz küçükken annemle babam ayrıldı. Annem çocuk bakıyordu, ev temizliğine gidiyordu.
-Okulu bitirdiniz mi?
-Beşkardeş İlkokulu’nu bitirdim. Annemin o kadar okutması bile çok iyi.
“Ege denizinin iki yakasının ortak mutfağını harmanladık Kydonia’da” diyor Aslı Hanım. Öyle ki, mübadele zamanında Girit’ten ve diğer adalardan gelenlerin yanlarında getirdiği tarihi reçeteleri de kullanmışlar menüde. Sloganları ise ‘Bir Deniz, İki Yaka, Tek Sofra’.
Aslı Durukan Pasinli aslen İzmirli. Liseden sonra eğitim için ayrılmış, İstanbul’a yerleşmiş. “Aslında mutfağı götüren ve menüyü çıkaran eşim Cem” diyor Aslı Hanım. Profesyonel yönetici olmasına rağmen Cem Pasinli, yemek işine hep meraklıymış. Evlenip balayına Tayland’a gittiklerinde restoran açma fikri doğmuş. Hatta bir Banyan ağacının altında konuştuklarından “Açtığımız restoranın adı Banyan olsun” diye düşünmüşler. İstanbul’a döner dönmez Banyan Restoran’ı açmışlar. Aslı Hanım hemen işi bırakmış ve Banyan’ın başına geçmiş. Favori restoranlarımdan olan Banyan, şu anda Ortaköy’de Asya füzyon mutfağının en iyi temsilcisi olarak ilgi görüyor.
“Peki Çeşme nereden çıktı” diyorum, “İzmirli olduğumdan her yıl Çeşme’ye geliyorduk. Biz zaten hayat tarzımıza uygun işler yapıyoruz. Çeşme’de yemeği sevdiğimizden, ‘Biz de restoran açalım’ dedik ve Alaçatı Marina’yı uygun gördük.” Soul Group adındaki şirketlerine bağlı olarak Banyan’dan sonra Kydonia’yı açmışlar. Aslı ve Cem Pasinli’nin yanısıra Didem Durukan Ayral yönetici ortak. Bir de Türkiye’yi çok seven yabancı bir ortakları olduğunu anlatıyor Aslı Hanım.
Mezeler çok önemli
70 meze olduğundan balığa sıra gelmiyor. Zaten Aslı Hanım da mezeyle ön plana çıkmak istediklerini, bazılarının sadece onlarda bulunduğunu anlatıyor.
Sebzeler, Ege’nin farklı yörelerinden toplanmış. ‘Közde bebek enginar’, en körpe zamanında toplanan enginarların mangalda ızgara yapılmasıyla hazırlanmış. Tamamen sarımsaktan hazırlanan ‘Skordalia’da bağlamak için az miktarda patates kullanılmış. İlk başta ‘eyvah feci kokarım’ deseniz de tadınca dayanamayıp tekrar alıyorsunuz. Zaten Aslı Hanım, mutfaklarından soğan ve sarımsağın eksik olmadığını anlatıyor. ‘Acılı Niko’da ise 7 çeşit Ege otu çeşitli baharatlarla harmanlanarak yapılıyor. ‘Arapsaçı sübye’yi görünce şaşırıp soruyorum, “Bu kadar farklı otu mevsimi olmamasına rağmen nasıl buluyorsunuz” diye. “Her otu kendi sezonunda tüm Ege’den toplatıyoruz. Sonra yarım pişirip donduruyoruz ve saklıyoruz. O nedenle kimsenin bulamadığı otları her mevsim bulabiliyoruz.”
Zeytin odunu ateşi
‘Sakızlı ahtapot’ Kydonia’nın spesiyalitesi. Özel bir kabukta servis edilen yemeğin tadı müthiş. Tereyağ, krema ve kara kekikli sosa damla sakızı ekleniyor ve ahtapot bu sosta pişiriliyor. Bir başka özel lezzet ise ‘Şarap soslu kydonia.’ ‘Izgara lorlu börek’ için, “Türkiye’nin ilk mangal ızgara” böreği deniyor. Mangal da bildiğimiz mangallardan değil. Balıklar da dahil tüm ızgaralar zeytin odunu ateşinde yapılıyor. ‘Yatırma peyniri’ ise Ayvalık’ta koyunların doğum ayı olan Nisan’da alınan yüzde 100 koyun sütüyle yapılıyor. Tuzu çıkarılıp kara kekikle zeytinyağına yatırılan peynir tarçınla servis ediliyor. ‘Girit ezme’de kara kekik ve cevizle ezilen peynir bulunuyor. Ege’ye has olan kara kekik hemen her mezede kullanılıyor, müthiş tatlar katıyor.
Maria ile daha önce yaptığım röportajda kendi geçmişini anlatırken Türk-Yunan tarihinden ilginç hikayeler yakalamıştım. Yıllar sonra bir Türk’le evlenip tekrar İstanbul’a yerleşen Ekmekçioğlu, kendisi gibi bir gurme olan eşi Haşmet Türközü ile önce İstanbul’da, sonra Alaçatı’da restoranlar açtı.
Maria, Atatürk’ün doktorluğunu yapmış dedesinin ve dinlediği mübadele hikayelerinin etkisiyle, tarihte birbirinden ayrı düşmüş iki kültürü yemekleriyle birleştirmeye çalışıyordu. Bunu önceleri restoranlarıyla yaparken, şimdi Türk ve Yunan kanallarında yayınlanacak “Muhteşem Yolculuk” adlı bir televizyon programıyla gerçekleştirecek. Erdal Murat Aktaş’ın yönetmenliğinde ve yapım ortaklığında hazırlanacak program, Türk ve Yunan kültür turizm bakanlıklarından da destek alacakmış. Ege’nin iki yakasındaki hem farklı, hem de aynı olan tatları, lezzetleri, kültürel zenginlikleri tanıtacak olan Maria’nın programı Türkiye’de TRT’de, Yunanistan’da ise ANTENNA kanalında yayınlanması planlanıyor. Her bölümde, iki ülkeden ünlülerin konuk edileceği programın diğer sunucusu ise Yunan sanatçı Vana Barba.
Dünya Rötisörler Derneği’nden özel bir madalyası da bulunan Maria, tanıdığım en doğal, sıcak ve samimi kişilerden biri. Eminim bu sıcaklığı programına da yansıyacak, aynı rüzgarın ve suyun insanlarını daha da yakınlaştıracak.
Feribot biletleri ucuzladı ama vize ücretleri ne olacak?
Söz Yunanistan’dan açılmışken, devam edelim. Biliyorsunuz yaz başında Çeşme-Sakız feribot biletleri çok ucuzladı. “Yunanistan da Türklerin gelmesini çok istiyor, fiyatların uygun olmasını olumlu buluyor” deniyordu. Tamam, feribot biletinin 9-30 euro olması olumlu. Ama ya vize ücretleri? Ateş pahası; Schengen vizeleri 150 TL civarından başlıyormuş. O da öyle uzun süreli değil. Kendisinin ve eşinin iş nedeniyle önceden vizesi olan bir arkadaşım, 14 yaşındaki kızının bir aylık vizesine 300 TL ödemiş. Sadece 2 günlük Sakız gezisi için... Önümüz bayram, birçok kişi uygun fiyatları nedeniyle Yunan Adaları’na geçmeye niyetlenmiş olabilir. Ama sanıyorum vize ücretlerinden
sonra fikir değiştiren çok olmuştur. Geceleri neredeyse birbirinin ışıklarıyla aydınlanacak kadar yakın topraklarda yaşayanları uzaklaştıran unsurlardan biri de bu maalesef...
OPET zoru başarmış
Bayramda karayoluyla seyahat eden çok olacaktır. Eğer arabada çoluk-çocuk da varsa susayacak, tuvaleti gelecek, artık dura kalka gidilir. Hele tuvalet kısmı, en zoru. Size tavsiyen hemen bir Opet bulun. Karayollarımızdaki, benzinliklerdeki tuvaletlerin pisliği malum. Buna o kadar alışmışız ki Opet benzin istasyonundaki tuvalete girince şok oldum. Her yer tertemiz, kağıtlar, havlular, sabunlar yerli yerinde. Her türlü hijyen ve streil önlemi alınmış, mis gibi de kokuyor. Avrupa’da bile böyle temizlik zor bulunur. Meğer Opet, ‘Temiz Tuvalet’ adında bir kampanya başlatmış. Aslında uzun zaman önce başlayan ve en uzun soluklu toplumsal projelerden biri olan kampanyayla Türkiye’nin gündemine “tuvalet temizliği ve hijyen” konularını getirmeyi ve bu konuda bir bilinç oluşmasına katkıda bulunmayı amaçlıyorlarmış. İşe, önce kendi istasyonlarından başlamışlar.
Vanesa da Işıkkent İlköğretim Okulu’nda İspanyolca öğretmeni. İspanyolca’ya ve Latin Amerika kültürüne ilgimle başlayan keyifli sohbetimizi paylaşmak istiyorum bu pazar...
- Vanesa nerelisin?
- Arjantin Buenos Aires doğumluyum. Ama babamın babası İngiliz, annemin babası İrlandalı, annesi İtalyan. Bu Arjantin’de çok rastlanan bir şey.
- Neden?
- Çünkü eskiden Avrupa’daki yoksul insanlar hep Güney Amerika’ya göç edermiş. O yüzden Arjantin’de kimse tam Arjantin kökenli değildir. Ama biz yine de Arjantinliyiz.
- Ailen ne iş yapıyordu?
- Babam şimdi sigortacı ama daha önce Arjantin’in en ünlü rugby oyuncularındandı. Hatta Arjantin Milli Takımı’nda 10 yıl oynadı. Adı Adrian Anthony. Annem önce öğretmendi, şimdi dayım ve anneannemle emlak işi yapıyor.
Selimiye’den yine bir mekan tanıtmak istiyorum. Sahibi Selimiyeli değil ama çok etkilenip, orada mekan açan bir İstanbullu.
Mehmet Ulusoy, Bolu Mudurnu doğumlu, ama çok uzun yıllardır İstanbul’da yaşıyor. Üstelik İstanbul’da da çok farklı ve güzel işlere imza atmış. Galatasaray Lisesi’nden sonra Boğaziçi Turizm-Otelcilik’i bitiren Mehmet Bey Hilton Oteli’nin mutfağında çalışmış. Sonrasında kendi şirketini kurmuş, Galatasaray Kulübü’nün tüm organizasyonlarını düzenlemiş. Fatih Terim ve Özhan Canaydın döneminde takımın tüm işlerini yapıyormuş.
Genç girişimci ödüllü
‘Yolculuk Atölyesi’ adlı şirketiyle butik işler yapmaya başlamışlar. Hani ‘Gökyüzünde Yemek’ adı altında, bir vinç yardımıyla yerden 50 metre yüksekliğe kaldırılan masa ve sandalyelerde özel konseptlerde yemek yeniyor. İşte Mehmet Ulusoy bu konsepti Türkiye’ye getiren kişi. Hatta bu projeyle Turizm Derneği’nin ‘Genç Girişimci’ ödülünü kazanmış.
Mehmet Bey, ‘İstanbul’da denizin üstünde, Selimiye’de ise denizin ortasında yemek yediriyoruz’ diyor. Gerçekten de Caridea’nın olduğu iskele denizde yemek yiyormuşsunuz hissi veriyor. Mehmet Bey 9 yıldır Selimiye’ye tatile geliyormuş ve hep daha uzun kalmak istiyormuş. Sonunda bu yıl, Latince karides anlamına gelen Caridea’yı açmış. Zaten restoranda karidese özel deniz ürünlerinden hazırlanmış bir menü sunuyorlar.
Sanki çipura kadar
En büyük boy karidesler neredeyse çipura boyunda. Çok özel sarımsaklı bir sosla servis ediliyor. Karidesler Mersin’den, en büyükler Uzakdoğu’dan geliyormuş. Bizim denizlerimizde bu kadar büyük karides bulunmadığını söylüyor Mehmet Bey.. Sebzelerse Selimiye’nin, hatta çalışanların bahçelerinin ürünleri. Minyatür boy zeytinler Balıkesir’den, fındıklar Giresun’dan geliyor.
Aşçıları Halil Bey, Bodrum Maki, İstanbul Büyükkulüp, Black ve Reina’da da çalışmış. Selimiye’de o kadar ilgi görmüşler ki, kışın İstanbul’da da Caridea’yı açmayı düşünüyorlar. Selimiye’de bir de küçük otel işleten Mehmet Bey müşterilerin isteklerine önem verdiklerini, bazen menülerini bile ona göre düzenlediklerini söylüyor. Yediğiniz, kolay bulunmayan farklı bir karides olunca fiyatı da ona göre, doğal olarak. Ucuz değil ama lezzetli bir yemek ve müthiş doğal güzelliğin ortasındaki mekandan alacağınız tada değer...
Çocuk havuzu, kulübü olacak, olacak da olacak... Her şeye rağmen çocuğunuz arada tutturacak, yaramazlık yapıp ağlayacak, çevredekileri hiç çocuk büyütmemiş gibi, garipseyerek bakacak. Belki, ‘Aman bu çocuk büyüyene kadar bir daha tatile falan gitmem’ diyerek eve döneceksiniz. Peki, siz bunları dert ederken ya engelli çocukları olanlar nasıl tatil yapıyor, daha doğrusu yapabiliyorlar mı, hiç merak ettiniz mi?
Tatil köyünde hiç engelli çocuk gördünüz mü
Görmediniz büyük ihtimalle..
Bizlerin aklına gelmese de engelli çocukları düşünenler ve onlara tatil olanakları sağlayanlar var, iyi ki... “Villa Nar Taneleri” işte bu amaçla hizmete girdi.
Narlıdere Belediyesi ve Narlıdere Zihinsel Engellileri Koruma ve Destekleme Derneği işbirliğinde hizmet veren, ‘Nar Taneleri Özel Eğitim-Rehabilitasyon ve Aktivite Merkezi’nde eğitim gören engelli çocuklar ve aileleri, Urla’nın en güzel yerlerinden İskender Koyu’ndaki Altınköy Çiftlik Evleri’nde 5 yıllığına kiralanan bir villada, bir hafta tatil yapabilecek.
Nar Taneleri’nin müdürü Besim Toker daha önce de Türkiye’de bir ilk gerçekleştirerek, böyle ailelerin, engelli çocuklarını akşamları merkeze bırakıp sosyal yaşama katılabilmelerini sağlamıştı. Yaz projesiyle de, gerek çocuklarının özel durumları, gerekse ekonomik yetersizlik yüzünden tatil yapma olanağı bulamayan ailelerin bir haftalığına da olsa, yavrularıyla herkes gibi dinlenebilmeleri, engelli çocukların akranlarıyla kaynaşabilmeleri amaçlanıyor.
Besim Toker, gerçekten farklı ve özel bir insan. Engelli çocuklar için bu kadar çabalayan ve daha da önemlisi mutlaka gerçekleştiren birini bulmak kolay değil. Besim Bey bundan sonra Türkiye’nin en modern özel eğitim okulu ve tam zamanlı bakım merkezi hedeflediklerini ekliyor. Bence, siz bunu da olmuş bilin. Besim Bey, şöyle diyor:
Bir insan değişirse dünya değişir
Hürriyet Daily News’de köşe yazarlığı da yapan Wilco’nun eşi Gonca ise opera sanatçısı. Amerika’da aldığı eğitim sonrası Sesle Terapi çalışmaları yapan Gonca Gürses Van Herpen’e göre Wilco biz Türkleri bizden daha çok seviyor. Wilco ve Gonca ile hayata ve seçimlere dair hoş sohbetimiz sizin de içinizi ısıtacak.
Hollanda’da Fransız mutfağı eğitimi aldım
Eğitimini Hollanda’da mı yaptın?
W: Hollanda’da yetiştim ama üniversiteye gitmedim. Yöneticilik eğitimi almıştım. Aşçı olarak çalıştım, fotoğrafçılık yaptım, birçok farklı şey yaptım. Ama şimdi görüyorum ki yaptığım tüm farklı şeyleri programlarımda kullanıyorum.
Aşçılık da yaptın değil mi?
W: O konuda çok sağlam bir eğitimim var. Hollanda’da Fransız mutfağı eğitimi aldım. Koloniler nedeniyle farklı mutfaklar da öğrenebilirsiniz. Ben de Surinam mutfağını öğrendim, Japon restoranında, 5 yıldızlı otellerde aşçı olarak çalıştım.