Ayçe Bükülmeyen

Hollandalı Anneke’den Kılıçdaroğlu’na mektup

10 Nisan 2014

SEÇİMLER, seçimler dedik; o da geçti, bitti... Ama öyle bir geçti ki, hem öncesi hem de sonrasında ortalık toz duman oldu. En yüksek katılımlı seçimlerden biri olmasının yanı sıra en çok ilgilenilen, takip edilen, üzerine yorum yapılan seçimlerden biriydi kuşkusuz. Şimdi herkes ‘ne olmalıydı, nasıl oldu, kim nerede ne yaptı da böyle oldu?’ sorularına yanıt arıyor. Sadece bizler mi, dış dünyanın ve ülkemizde yaşayan yabancıların da en çok ilgilendiği konulardan biri oldu, ülkemizdeki seçim atmosferi...

Açıkçası ben, çok da şaşırmadım sonuçlara.. Sonuçların yarattığı şaşkınlığa daha çok şaşırdım. Bunca yıllık bilinçli ve organizasyonel bir çalışmanın etkilerinin bir anda yok olmasını beklemek gerçeklikten uzak bence. Hem de karşılarında gayet acemi bir çalışma varken...

Neyse...

İzmir’de yaşayan bir Hollandalı olan Anneke Schaafsma’nın izlenimlerini aktarmak istiyorum şimdi sizlere. Aslında izlenimden öte, Anneke, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na iletilmek üzere bir mektup yazmış. Hollanda’daki Nijmegen Üniversitesi’nde Kültürlerarası İletişim Bilimleri okuyan, ülkesinde bu alanda çalışırken bir Türk ile evlenerek Türkiye’ye gelen Anneke, çocuğunu burada dünyaya getirmiş ve Türk vatandaşlığı almış. Gezi olaylarından sonra barış, özgürlük ve hoşgörü kavramlarını yaymayı amaçlayan Beyaz Tüy adlı bir platform kuran Anneke, iktidar partisine oy verenlerin ya umuda sarılmak ya da eski umutsuz hallerine dönmek ikilemiyle karar verdiklerini söylüyor. ‘Umudun önemini kavramalı ve iktidara oy verenlerin umutlarını kaybetmemek için neden bazı gerçeklere gözlerini kapatmayı seçtiğini kavramalıyız’ diyor.
Anneke Schaafsma’nın Kılıçdaroğlu’na yazdığı mektubun devamı şöyle:
“Farklı bir ülkede doğup yetişmiş bir Türkiye vatandaşı olarak, Türkiye’yi ve buradaki politik atmosferi hem içerden hem de dışarıdan biri olarak, yaşayarak gözlemledim. Dikkat çekici ve benim için ‘farklı’ olan yaklaşımlardan biri, politikacıların ve mensubu oldukları partilerin çoğu zaman öteki tarafa odaklanmaları ve eleştirilerini serseri bir kurşun gibi etrafa salmaları idi. Bu tarz yıllar içerisinde fazla değişmedi ve genç kuşakları politikaya yabancılaştırdı. Bu gençler, geçtiğimiz yaz ve şimdi yeniden, oyların tekrar sayılmasını sağlayarak bunu önemsediklerini, inandıkları şey uğruna çalışmak ve mücadele etmek istediklerini gösterdiler. Fakat bu gençler sol veya sağ, sosyalist veya liberal, ulusalcı veya komünist olarak tanımlanmayı reddediyorlar, çünkü bu etiketler bizleri birleştirecekleri yerde ayırıyor.

Yazının Devamını Oku

Köylüye kasabalıya güzel sanatlar servisi

6 Nisan 2014

İZMİR’in köklü sanat kurumlarının sanatçılarından oluşan Turkish Brass Ensemble Orkestrası, sosyal sorumluluk projeleri kapsamında özellikle köyler, kasabalarda konserler vererek halkımızla güzel sanatları buluşturuyor. Orkestranın genel sanat yönetmeni Kenan Gökkaya, annesinin anlamlı sözleri üzerine oluşturdukları bu projenin çok daha fazla yere ulaşması için var güçleriyle çabaladıklarını anlatıyor.

- Özellikle köylerimizde ve kasabalarımızda konserler veriyor, müthiş projeler yapıyorsunuz. Bu proje nasıl doğdu, ne zamandır devam ediyor?
- İzmir Devlet Senfoni Orkestrası eski Müdürü, Tuba Sanatçısı ve Turkish Brass Ensemble Genel Sanat Yönetmeni olarak 2000’den bugüne, İzmir Devlet Opera ve Balesi, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, D.E.Ü. Devlet Konservatuvarı, E.Ü. Devlet Konservatuvarı, İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu, TRT gibi İzmir’in köklü sanat kurumlarının sanatçılarıyla uyguladığımız bu projenin amacı gönülden bir yaklaşım aslında. Annemin bana tavsiyesi olan ‘Aldığınız kültürü doğduğunuz topraklara da getirin’ sözünden yola çıkarak, yerleşik sanat mekanlarına ulaşma imkanı olmayan köylerimizde, kasabalarımızdaki insanlarımızı ve özellikle de çocuklarımızı bir kez olsun her türlü araç, gereç, yol ve yöntemi kullanarak güzel sanatlarla buluşturmak.
- Nasıl tepkiler alıyorsunuz, hayatında ilk kez senfoni orkestrası dinleyen vatandaşlarımız neler söylüyor?
- Bir vatandaş şu ifadelerle, ‘Ne güzelmiş, bugüne kadar ömrümüzü boşa geçirmişiz’ demişti. Bir keresinde de küçük bir çocuk ‘Çok üzüldüğümde ya da ağladığımda hani annem başımı okşar, sırtımı okşar içime bir ılıklık düşer ya öyle hissettim’ demişti.

‘SENFONİ GELECEK’ DİYEN MUHTARA İNANMIYOR- Bugüne kadar nerelere gittiniz, ne gibi konserler düzenlediniz?

Yazının Devamını Oku

Koca binaların arasına sıkışmış 102 yıllık bilgi mabedi

30 Mart 2014

İZMİR’in en özel binalarından biri Milli Kütüphane’dir kuşkusuz. Fakat bu çok özel kütüphane, Konak’taki kirli, yüksek ve çoğu işlevsiz binaların arasında sıkışıp kaldı. İzmirlilerin 1912’deki o zor koşullarda kurduğu 102 yıllık bu özel kütüphane İzmir Milli Kütüphane Vakfı’nın özel çabalarıyla hizmet veriyor. Vakıf Başkanı Ulvi Puğ’un da dediği gibi: ‘Türkiye’nin geleceğinin refah, huzur ve barış içinde olması, ancak eline silah değil kitap alan gençlerle mümkün. Bu yüzden çocuklarımıza kitabı sevdirmemiz, gençlerimize internetin kafes, kitabın ise deniz çipurası tadında olduğunu hatırlatmamız gerekir. Bilgi mabedi olan kütüphaneler bunu sağlayacak yerlerin başında gelir’.

4 MİLYON İZMİRLİ, 50 KİŞİLİK SALONUMUZ İÇİN 220 YIL BEKLEMELİ- İzmir Milli Kütüphane Derneği ne zaman ve ne amaçla kurulmuş?
- O dönemlerde, Türkiye’de de, İzmir’de de Türklerin yararlanabileceği kütüphaneler yoktu. Olanlar da daha çok dini kitapların bulunduğu küçük vakıf kütüphaneleriydi. Devrin önemli siyasi gücü, İttihat Ve Terakki 1911’de Selanik’teki 4. olağan genel kurulunda, her ilde bir milli kütüphane kurulmasını teşvik edici kararlar alınca İzmir Milli Kütüphanesi 6 Temmuz 1912’de kuruldu. Amacı Türk Aydınlanma Hareketi’ne katkıda bulunmak olarak özetlenebilir.
- Günümüzde tam olarak hangi işlevle çalışan bir kütüphane burası?
- Kütüphanemiz üniversite ve üzeri araştırmacılara hizmet eden bir ihtisas kütüphanesi. Kütüphane binamız yetersiz. Okuma salonumuz 50 kişilik, İzmir’in nüfusu ise 4 milyon. Yani her İzmirli bir gün kütüphanemizden yararlanmak istese 220 yıl sıra beklemesi gerekir.

YÜZYILLIK EL YAZMASI ESERLER, TAŞ BASKILAR ÇOK ÖZEL- Kütüphane bünyesinde kaç eser var, en eski eser hangisi, en özel değeri olan eser nedir?

Yazının Devamını Oku

Nobel adayı korodan 1 Nisan sürprizi

23 Mart 2014

ÖZELLİKLE eğitim alanında önemli çalışmalar yapan EBSO Vakfı bu kez bünyesindeki Kadınlar Birliği’yle özel bir etkinliğe imza atıyor. 2012 Nobel Barış Ödülü adayı olan Antakya Medeniyetler Korosu’na 1 Nisan’da İzmir’de konser verdirecek vakıf adına Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar ve Kadınlar Birliği adına dönem başkanı İhsan Özduran ile sohbet ettik. Bu etkinliğin en can alıcı noktası, sevgi ve hoşgörü kenti İzmir’in ruhuna çok uygun olması.

ENDER YORGANCILAR - EBSO Yönetim Kurulu Başkanı- EBSO önemli olduğu kadar EBSO Vakfı da çok önemli İzmir için...
- Vakfı 1997’de kurduk. Amacımız bölgemizin üniversite ve meslek liselerindeki öğrencilere burs sağlamaktı. Ana şartlarımız öğrencinin başarılı olması, bursa ihtiyacı olması. Her seçim sürecinde yeni katılan meclis üyelerinin de buraya üye olmasıyla oluşan bir profil var. Uzun zamandır kamu yararına vakıf statüsü alamadık ama bu konuda çok girişim yaptım ve sonunda bunu aldık. Sonrasında da iktisadi işletme kurarak yukarıdaki restoranımızı işletmeye açtık. Küçük de olsa bir gelir olursa burslara aktarıyoruz.
- Sanıyorum vakfın Kadınlar Birliği size büyük destek...
- Kesinlikle. Meclis üyelerinin eşlerinden oluşan, her dönem kendi seçtikleri bir başkanları olan, müthiş güzel organizasyonlar yapan, gönüllülükle çalışan kadınlar birliğimiz bir de üstüne bizlere gelir sağlıyor. Her yıl 2-3 konser, tiyatro yapıyorlar. Antakya Medeniyetler Korosu etkinliği de buna en güzel örneklerden olacak.

İKİ OKULUMUZLA BİRÇOK KÖYE EĞİTİM GÖTÜRDÜK- Vakıf özellikle eğitim alanında çok önemli çalışmalar yapıyor...

Yazının Devamını Oku

Urla'ya baharla birlikte festival geldi

20 Mart 2014

Eski takvime göre baharın gelişi olan “Mart Dokuzu”, Urla’da yüzyıllardır şenliklerle kutlanırmış. O gün eş, dost; konu, komşu; çoluk, çocuk birlikte kırlara gidilir, piknik yapılırmış.

5 yıl önce geleneksel beslenmeyi, iyi, temiz, adil gıdayı öne çıkaran ‘Doğal Sofra’ Slow Food Urla Gönüllülerinin öncülüğü ve Urla Belediyesi’nin desteği ile bu gelenek, daha geniş kesimlere ulaşıp bir festivale dönüştü.

Bu yıl Urla Ot Festivali 22-23 Mart tarihinde düzenleniyor. İki günlük festival programında Anadolu’nun en eski zeytinyağı işleğini ziyaretten, ‘Gıda Hakkımız’ konulu panelden konsere birçok etkinlik düzenlenecek. Ama en ilginci Özbek Köyü’nde gerçekleşecek etkinlikler…

23 Mart Pazar sabahı Özbek köyü hanımları rehberliğinde kırlara çıkılıp, soframızda bioçeşitlik, şifa ve lezzet kaynağı yöresel otları; keklik ayağı, dede kaşı, labada, arapsaçı, kıllı kamina, çoban düdüğü vb. Ege otları tanıtılacak. Ayrıca İzmir Ekonomi Üniversitesi Mutfak Sanatları ve Yönetimi bölümü öğrencileri ve Fransız Michelin yıldızlı şefler, Laurent Bouvier ve Joseph Viola, “Ege Mutfağına Yıldız Kazandırma” Projesi kapsamında Ege Otlarını yorumlayacaklar. Sonrasında ise Özbek’li hanımlar keşkek ikram edecekler. Kesinlikle kaçırılmaması gereken bu festivale katılım için slowfoodurla@gmail.com adresinden bilgi alabilirsiniz.

ANLAŞMAZLIK ÇÖZÜMÜ BALÇOVA’DA

Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi Anlaşmazlık Çözümü Yüksek Lisans Programına özel öğrenci olarak devam ediyorum ya, içine girdikçe ne kadar önemli ve ülkemiz için gerekli bir proje olduğunu daha iyi anlıyorum. Zaten proje de hızla yayılıyor. Şimdi de Balçova’da uygulanmaya başlayacak. Balçova Kaymakamlığı İlçe Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü ile D.E.Ü. İşletme Fakültesi Anlaşmazlık Çözümü Araştırma ve Uygulama Merkezi (AÇMER) Müdürlüğü arasında imzalanan protokol ile “Anlaşmazlık Çözümü, Müzakere ve Arabuluculuk” Programlarının Balçova ilçesinde 2014-2017 yılları arasında uygulanması kabul edildi. Balçova Kaymakamı Ahmet Beyoğlu, AÇMER Müdürü Prof. Abbas TÜRNÜKLÜ, Müdür Yardımcısı Dr. Cemile ÇETİN, Balçova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Hayat Boyu Öğrenme Bölümünden sorumlu Şube Müdürü Ferda SARIYER ve Balçova Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğünü temsilen Müdür Yardımcısı Yunus Başkurt’un katılımıyla gerçekleşen tören Balçova Kaymakamlığı toplantı salonunda gerçekleşti. Darısı diğer ilçelerimizin başına...

Yazının Devamını Oku

Yoklukta birdik de varlıkta anlaşamadık

16 Mart 2014

İKTİSAT uzmanı Prof. Emre Alkin kısa süre önce hayatın her yönünü kendi deneyimleriyle anlattığı bir kitap yazdı. Goa Yayınları’ndan çıkan ‘Her Şey Ekonomi Değil’ adlı kitabını bir dahi olarak nitelendirdiği Yalın Alpay ile yazan Prof. Alkin, ahlaki değerlerimizin geçmişten bugüne nasıl değiştiğini, birlikteliğimizin nasıl bozulduğunu da yorumluyor. Aynı zamanda Türkiye Futbol Federasyonu Genel Sekreteri de olan Emre Alkin ile ekonomiden ilişkilere, insana dair her konuda sohbet ettik.

- Neden iki kişi yazmayı tercih ettiniz?
- Çünkü bu tek başına altından kalkılacak bir proje değildi. Yalın Alpay bir tarihçi, zekası çok yüksek, tanıştığımda hemen birlikte çalışmak istedim. Birçok şey yapmış kuratörlük, sanatçılık, Afrika’da kaçırdılar hatta onu. Başka kitapları da var. Şimdi babam Erdoğan Alkin’i yazacağız.
- Bu kitabı yazmaktaki amacınız neydi?
- Çocuklarıma bir şey bırakmaktı. Babamın bu kadar emeğinin unutulmasına izin vermek istemedim. Ayrıca Alkin ailesinin ahlaki değerlerinin de yansımasını istedim. 2. Dünya Savaşı’nın yokluğu ve acılarıyla örselenmiş, hiçbir iş adamı üyesi olmayan sadece zabit, öğretmen, kamu görevlisi olmuş bir ailenin uzantısı. Musevi, Ermeni, Süryani, Müslüman arkadaşlarıma da borçlu olduğumu hissettim, çünkü biz hiç birinin kimliğini o zaman bilmez, dikkat etmezdik. Mesela, aşağı kattaki Süleyman Bey ve Beki Hanım’ın Şabat yemeklerine misafir olduğumuz gibi, hafta içi müthiş bir mutfak olan Ermeni dostlarımızın sofrasında yerdik. İşte o dönemlerde huzurlu bir ülkeydik biz. Kapılar açık yatardık.

HERŞEYİ PAYLAŞIRDIK O ZAMAN- Eski günleri öyle güzel anlatıyorsunuz ki, şimdiki gençler için üzülüyor insan...

Yazının Devamını Oku

Kentli kadınımız kültürüne sahip çıkıyor

9 Mart 2014

DÜN, Kadınlar Günü’ydü. En çok, kadınlarımızın sıkıntıları yansıd. Doğru, çok büyük imkansızlıklar içinde kadınlarımız. Ama ben, başarmış, kendisine, kültürüne sahip çıkarak ilham kaynağı olabilecek meslek sahibi kadınlarımızın amatör ruhla yaptığı bir çalışmadan söz edeceğim. Doktor, avukat, bankacı, öğretmen, hemşire gibi farklı meslekten, 40 yaş üstü 36 kadının oluşturduğu ‘Anadolu Kadınları Topluluğu’ ülkemizin her yöresinden halk oyunları oynuyor, gösteriler yapıyor. Grubun eğitimcisi Prof. Dr. Mehmet Öcal Özbilgin, topluluğun varoluş nedenlerini, Sabahattin Eyüboğlu’nun Mavi ve Kara adlı deneme kitabından alıntıyla anlatıyor:
‘Anadolu kadını, softaların umacıya çevirdikleri gülmez, oynamaz, köle yaratık değildir aslında. Bizim topraklarımızda bir zamanlar en büyük Tanrı kadındı. (...)Çarşafı, peçeyi icat eden de Anadolu köylüleri değildir(...) Türk anası eğitilmedikçe, en az babalar kadar uyanmadıkça okullar zor adam eder bizi. Eğitim bakımından ananın çocuk üzerindeki etkisi bütün başka etkilerden daha köklü olsa gerektir. Hele köylerimizde çocuk en alıcı yaşında yalnız anasının verebildiği yürek ve kafa eğitimiyle kalır...’

Nilüfer Koca - Diş Hekimi- 51 yaşındaKÜLTÜR SPOR VE EĞLENCE BİRARADA- Anadolu Kadınları Topluluğu nasıl kuruldu?
- Milli Eğitim Kurumu’nda çalışırken öğretmen arkadaşlarla Halk Eğitim Merkezi’nde kurduğumuz grubumuz sonradan ayrıştı ve Anadolu Kadınları Topluluğu oluştu. Ege Üniversitesi’nden Öcal Hoca ile çalışmaya başladık. Ancak geceleri iş çıkışı çalışabiliyoruz. Bizi davet ettikleri etkinliklere katılıyoruz. Köy enstitülerinin kuruluş yıldönümü, Hamsi Şenliği, Karadeniz Günleri, Ege Üniversitesi Şenlikleri’nde oynadık. Karadeniz’den Trabzon, Giresun, Artvin, Rize. Ege’de Aydın, Muğla, Denizli, Fethiye, Burdur. Orta Anadolu’da Eskişehir, Doğu’da Antep, Mardin, Hakkari oynuyoruz. Kostümlerimizi kendimiz yaptırdık. Bazılarımız kendi işledi. Eksikleri konservatuvar arşivinden kiralıyoruz.
- Amacınız sadece dans edip zinde kalmak mı?
- Bana göre üç amacımız var. İlki, halk oyunlarımızın zenginliğini tanımak, kültürümüzü unutmamak, ikincisi spor, üçüncüsü de burada öğrenci psikolojisine giriyoruz. İşlerimizde hepimiz öğretmen, avukat, doktoruz evde anne ve ev kadınıyız ama burada öğrenci gibi hissediyoruz ve çok mutlu oluyoruz. Oğlum, ‘gene mi gösteri var?’ diyor. Ailelerimizin de hoşuna gidiyor ve destekliyorlar.

Yazının Devamını Oku

İnsanca davranılmayan insanlar yaşamaktan vazgeçerse

6 Mart 2014

GALİBA biz ‘İnsanca Yaşama’nın ne olduğu konusunda pek anlaşamıyoruz.
Gözaltına alındıktan sonra intihar eden ODTÜ’lü mimarın annesi de intihar etti bu hafta. Anne, oğlunun yaşadıklarını öğrendikten sonra hukuk mücadelesi verdi, ama yüreği dayanmadı biricik oğlunun yaşadıklarına, aşağılanmasına...
Oğlunun acısına dayanamayarak intihar eden Hatice Can, yaşadıklarına şu sözlerle isyan etmiş:
“28 yıl boyunca, bebekliğinden itibaren ailesinden tek bir kötü ses duymadan, bir fiske dahi vurulmadan büyütülen mimar, müzisyen, heykeltraş, bir genci çırılçıplak soymak, ince arama yapmak, aşağılamak, bu başlı başına bir cinsel tacizdir.”
İnsan olarak yetiştirdiği oğlunun insanca muamele görmemesine dayanamadı ana yüreği.
Aslında esas konu bu galiba...
İnsanca yaşamanın ne demek olduğunda anlaşamıyoruz biz.

Yazının Devamını Oku