UZUN yıllardır, meme kanseri alanında çok önemli çalışmalar yapan Operatör Dr. Cüneyt Tuğrul yeniliğe, öğrenmeye ve gelişime en açık olan ve bu yönde sürekli çalışan doktorlardan biri. Birçok hastaya tedavinin yanısıra, destek ve moral kaynağı da olan Dr. Tuğrul, stres, depresyon ve öncelik sıralamasında kendimizi en arkalara atan yanlış düşünce şeklimizin, bizleri kansere yatkın hale getirdiğini vurguluyor. ‘Biraz olsun bencilleşip kendinizi koruyun, herşey için kendinizi yıpratıp ruhunuzu yormayın’ diyen Dr. Cüneyt Tuğrul, Umut Atölyesi projesiyle kadınların iç dünyalarını güçlendirmeyi amaçladıklarını anlatıyor.
Sevgili kadınlar, bu röportajı okuyun, ama daha da önemlisi, özellikle yakınlarınıza okutun.
STRES VE DEPRESYON MEME KANSERİ NEDENİ
- Meme kanserinin son dönemdeki rastlanma sıklığı nasıl? Eskiye göre artış var denilebilir mi?
- Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre artış var maalesef. 80’lerde her 11-12 kadından birinde görülen meme kanseri günümüzde 7-8 kadından birinde görülmeye başladı. Yine Dünya Sağlık Örgütü artışın süreceğini ve 2050 yıllarında her 4 kadından birini ilgilendireceğini öngörüyor. Hastalığa rastlanma yaşı da, son 10 yılda daha genç yaş grubuna doğru kayıyor.
- Bu artışın nedenleri sizce ne olabilir?
SANATI sanat yapan kalıplara, tanımlara sığmayacak kadar geniş bir alana yayılması... Bırakın farklı sanatı, temel sanat dallarını bile görmekte zorlandığımız İzmir’de ufkumuzu açan bir sanat merkezi oldu Arkas Sanat Galerisi. Açıldığı günden bugüne ender rastlanan sanat eserlerinin yanı sıra farklı sanat dallarıyla bizi tanıştıran galeride bu kez de dekoratif sanatlar zincirinin en güçlü halkalarından biri olan cam sanatının en güzel eserleri sergileniyor. Sanata sadece resim ve heykel penceresinden bakmanın kısıtlayıcı bir bakış açısı olduğunu düşünen Lucien Arkas, bu hafta açılan ‘Camın Şairleri’ adlı sergi öncesinde koleksiyonu tanıttığı bir toplantı düzenledi. 20. yüzyılın başlarında Fransa’da filizlenen Art Nouveau akımının cam sanatındaki en önemli üç temsilcisi; “Ben mutluluğun emekçisiyim” diyen Emile Gallé, Nancy Ekolü’nün en büyük temsilcilerinden Daum kardeşler ve ünlü tasarımcı René Lalique’e ait 160 eser Arkas Koleksiyonu’nundan... Gallé’nin baba mesleği cam üretimini, botanik tutkusu ve kimya alanındaki araştırmaları ile birleştirerek yarattığı cam vazo, sürahi, masa lambaları, şekerlik, çiçeklik, bardak, parfüm şişesi, likör takımı gibi nesnelerin güzelliğini, renklerin harmonisini görmeniz lazım. Gerçekten anlatılacak gibi değil. 27 Nisan’a kadar devam edecek sergiyi kaçırmayın...
Yaşasın bisikletlerimiz geldi
AVRUPA’nın büyük şehirlerinde hep gördüğümüz ve neden İzmir’de yok diye hayıflandığımız ‘Bisiklet Kiralama Sistemi’ sonunda İzmir’de de başladı. İZULAŞ tarafından işletilecek bu hizmetten, ister üye olup ister kredi kartıyla yararlanmak mümkün. Artık Alsancak’taysanız ve Konak’ta bir işiniz varsa ya da Karataş’tan Göztepe’ye gidip gelmeniz gerekiyorsa otobüse binmeyin, arabanızı hiç almayın... Kiralayın bir bisiklet hem çevreyi kirletmeyin hem de spor yapmış olun...
Genç tasarımcı Köln Fuarı’nda
BİR güzel haber de genç bir tasarımcıdan. Ekonomi Üniversitesi Endüstriyel Tasarım Bölümü 3. sınıf öğrencisi Egemen Yenikale’nin tasarımı “Bisikletli Bank Projesi” Köln’deki Uluslararası Mobilya Tasarım Fuarı’nda sergilenmeye değer görüldü ve okulu tarafından Almanya-Köln’e yollandı. Bankın özelliği park ve halka açık alanlarda kullanılacak bir bank-masa modeli olması. Her iki yanına bisiklet bağlanabilen kilit kolu, hem sırt yaslamak için hem de masa olarak düşünülen arka kısmı ile başta Kültürpark olmak üzere birçok yerde kullanılabilir. Paslanmaz çelik iskelet üzerine ahşap geçirilerek yapılmış, sağlam ve şık görünümlü bir oturak...
İzmirli Ayşın Ceyhan uzun zaman sıkıntısını yaşadığı kilo problemini çözmek için bir çok yöntem denedikten sonra esas sorunun psikolojik olduğunu farketmiş. Bu dönemde okuduğu kitapların etkisiyle geliştirdiği yöntemlerle öncelikle içinde varolan blokajları çözmeye ve kendini bu konuda motive etmeye başlayan Ceyhan, bir süre sonra istediğini gerçekleştirmiş. Bu yönde geliştirdiği teknikleri Goa Yayınları’ndan çıkardığı ‘Meleklerle Mucizevi Zayıflama’ kitabıyla başkalarıyla da paylaşan Ayşın Ceyhan kitabında diyet listesi ya da özel formüller değil, kendini gerçekleştirmenin yollarından bahsettiğini anlatıyor.
STRES VE YANLIŞ BESLENME
- Bu kitabı yazma fikri nasıl oluştu?
- Kilolu olduğum bir dönemde oluştu. Aslında genel olarak kilolu değildim. Fakat doğum ve sonraki dönemde çok kilo aldım. Sonrasında stres ve yanlış beslenmeyle daha da kilo alınca sağlık problemleri başgöstermeye başladı. Aileden de şeker, tansiyon gibi hastalıklar olunca bu gidişe dur demek gerekti.
- Neler yaptınız o dönemde?
- Neler yapmadım ki. Spor salonlarına yazıldım, birçok diyet uyguladım ama bir türlü başaramadım. Bunu bir türlü yaşam biçimi haline getiremedim. Sağlıklı beslenme ve yaşamı benimseyemedim. Ne verilse yiyordum, sevip sevmediğimi sorgulamıyordum bile. İşte o sırada Beki İklala Erikli’nin kitaplarıyla tanıştım.
KARMAŞA KİLO VERMEYE ENGEL
Bu günlerde sürekli Oxford Üniversitesi’nden aldığım Politik Felsefe dersleri geliyor aklıma. Beş ay boyunca, uzaktan da olsa, bu kadar önemli bir konuyu, üstelik İngilizce çalışmak ve iki ayrı tez hazırlayarak sertifikaya hak kazanmak sandığımdan çok daha zormuş itiraf etmeliyim. Her katılanın sertifika almaya hak kazanamadığı düşünülürse, katılanları nasıl zorladıklarını anlamak mümkün... Açıkçası bu eğitimi almaya karar verdiğimde içeriğini çok da iyi bilmiyordum. Şimdiyse, politika ve siyasetin dayanması gereken felsefeyi özümsediğimiz bu eğitimi sık sık düşünüyorum, nedense...
‘Gelenek ve Otorite’den Kurtulmalı’
Politik ve Siyasi düşüncelerin nasıl oluştuğu, neye dayandığı ve nasıl şekillendiğini baştan sona anlatan eğitimde öne çıkan bazı siyasi figürler de vardı. Biri de 18. yüzyılın en önemli düşünürlerinden İngiliz filozof John Locke idi. Locke, gelenek ve otoritenin her çeşidinden kurtulmak gerektiğini, insan hayatına ancak aklın kılavuzluk edebileceğini söylediği için ayrı bir hayranlığımı da kazanmıştır, söyleyeyim...
Locke, düşünce özgürlüğünü ve eylemlerimizi akla göre düzenlemek anlayışını yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa’daki aydınlanma ve Akıl Çağı’nın gerçek kurucusu olarak kabul ediliyor. Locke’un birçok önemli düşüncesi var siyaset ve devlet kavramlarıyla ilgili. Ama ben size bir yaklaşımından bahsetmek istiyorum. İçimden geldi...
Kuvvetler ayrılmazsa...
Locke’a göre devlette üç erk bulunur. Bunlar; yasama, yürütme ve federatif güçtür. Yasama erki, en üstün güçtür ve toplumu ve toplumu oluşturan bireyleri korumak amaçlı yasalar koyar. Bu yasaları uygulamak için bir de yürütme erkine ve dış tehditlere karşı da federatif bir güce ihtiyaç vardır.
Yasama gücü, toplum içerisindeki bir bireye, başka bir bireyin zarar vermesi halinde cezalandırma yetkisine sahiptir. Aynı zamanda da hangi suçlara hangi cezaların verileceğini belirlemekle görevlidir. Kanun yapmak için halk tarafından seçilen kişiler, kanunu yaptıktan sonra kendi yaptıkları kanunlara, toplum içerisindeki diğer tüm insanlar gibi boyun eğerler. Bu yasaları uygulamaya koyacak güç ise yürütmedir. Bu şekilde, yasama ve yürütme gücü birbirinden ayrılmış olur. Daha çok Montesquieu ile anılsa da Locke’un ‘Kuvvetler Ayrılığı’ nda yasama ve yürütme güçlerini birbirinden ayırması, her iki gücün üzerlerine düşen görevleri kişi haklarına ve yasalara uygun olarak yapmalarını sağlamak amacından kaynaklanır.
Atilla Ege ve eşi Nihal Ege uzun yıllardır dünyayı geziyor. Yüzlerce ülke gördükten sonra, 12 yıl önce Şili’de İsviçreli bir çiftten öğrendikleri ‘Unesco Dünya Mirasları’nı gezmeye başlamışlar ve dünyada en çok miras gören kişiler olmuşlar. Türkiye’de 11 adet bulunan Unesco Dünya Mirası’nı artırmak ve bu konuya dikkat çekmek amacıyla bir de dernek kuran Ege çifti, tamamen gönüllü olarak, hatta ceplerinden para harcayarak hazırladıkları projeleri okullardaki öğrencilere anlatıyor. Tek istedikleri, bu konudaki duyarlılığın artması ve Türkiye’den daha fazla yerin bu listeye girerek, daha fazla turistle buluşması...
- İşiniz seyahat etmekle ilgili miydi?
- Hayır değildi. Edremitliyim ben. Siyasal Bilgiler’i bitirdikten sonra İngilizcemi geliştirmek için İngiltere’ye gittim. Dönüp İzmir’de Video English adında işletme açtım ve 25 yıl devam ettim. Oradan emekli oldum, şimdi sadece bilgisayar kurslarımız var.
- Seyahat merakınız nasıl başladı?
- Aslında hep seyahat merakım vardı. İmkanlarımız kısıtlı olduğundan yurtdışına çıkmanın yollarını arardım. Hatta arabayla ailecek Avrupa’yı gezmişliğimiz de çoktur. Müzeleri, tarihi eserleri derken bu sefer doğadaki en’ler merakımız başladı.
ÖĞRENİNCE HEMEN DUYURMAYA ÇALIŞTIM
İZMİR’deki 300’den fazla Sivil Toplum Kuruluşu 18 yıl önce Tülay Aktaş Gönüllü Kuruluşlar Güç Birliği adı altında biraraya gelerek daha da güçlü hale gelmiş. Sokak çocuklarından doğayı korumaya, kadın haklarından huzurevlerini güzelleştirmeye, eğitimden sağlığa toplumumuzdaki her türlü sıkıntılı konuya çözüm bulmak için çalışan küçük kuruluşlar birleşip bir deve dönüşmüşler. Düşünsenize, her birinin ortalama 100 üyesi olsa en az 30 bin kişilik dev bir oluşum. Tek amaçları da topluma hizmet etmek. Bugüne kadar kendi içlerinde yaptıkları projelerin yanısıra hep birlikte de büyük işler gerçekleştirmişler. Her ay bir kez toplanıyorlar ve fikir alışverişi yapıyorlar. Bu yılın ilk toplantısında beni davet ettiler, ‘Sivil Toplum ve Medya’ üzerine konuşmamı istediler. Onlar beni dinledikten sonra, ben de onları dinledim. Hatta 18. yıldönümlerini birlikte kutladık. Meğer bu kadar önemli ve büyük bir kuruluşun küçük de olsa bir mekanı yokmuş. Kutlu Aktaş zamanında yerleri verilmiş, fakat bir süre önce yersiz kalmışlar, evlerinden götürmeye çalışıyorlarmış bütün hizmetlerini...
Haydi İzmir Güçbirliği’ne
İzmir’in değerli işadamları, Sayın Valimiz, Sayın Belediye Başkanlarımız; İzmir için bu kadar önemli işler yapan, evinden, işinden zaman artırıp, kimi zaman cebinden para harcayıp toplum için bu kadar koşturan, tek istekleri gönüllü hizmet vermek olan bu onbinlerce insanın oluşturduğu Güçbirliği’ne verebilecek bir göz odamız da mı yok İzmir’de? Bir koordinasyon merkezleri olursa birbirleriyle daha kolay haberleşecek, İzmir için daha büyük projeler üretebilecekler. Evet, tekrar ediyorum, eğer sadece bizim için, İzmir için çabalayan bu insanlara verecek bir göz odamız bile yoksa yuh olsun İzmir’e...
Facebook, twitter’a yazınca birşey değişmiyor dostlar
HANİ eskiden içinde fazla katakulli olan durumlar için ‘Dallas gibi’ deyimini kullanırdık ya, son dönemde durumumuz Dallas’tan da vahim. Dosyalar açılıyor, hop kapatılıyor, açanlar görevden alınıyor, eski defterler gündeme geliyor, dikkatler dağılıyor. Rasyonellik ve mantıktan tamamen uzak, durumu kurtarmak, gemiyi ne olursa olsun yürütmek üzerine kurulmuş bir senaryo işliyor sanki. E, siz biz ne yapıyoruz? Zaten bizim gibi düşünen etrafımızdaki insanlarla durumu tartışıp, en fazla facebook, twitterda eleştiriyoruz. Tabii yine bizimle aynı düşüncedeki insanlar okuyor bu yazıları. Tam bir körler sağırlar birbirini ağırlar durumu... Bir de kendimizi çok cesur, görevini yapmış sayıyoruz ya, aslında hiç bir şey yapmıyoruz. Diyeceksiniz ki ben tek başıma ne yapabilirim? Hani hep kısa vadeli düşünmeye alışmışız ya, o yüzden sadece semptomları yoketmeye yönelik düşünüyoruz. Aslında yapılacak şey hastalığı tamamen yoketmek için çalışmaya başlamak. Eğer toplumda sıkıntılı ve hastalıklı gördüğünüz konular varsa unutmayın, bunda sizin de sorumluluğunuz var. Ne yapabilirsiniz? Her demokrasi ve hukuk devletinin en önemli ögesi olan Sivil Toplum Kuruluşları’ndan birinde çalışmakla başlayabilirsiniz işe.
FARKLILIK ülkemizin gerçeği... Hele ki İzmir... Kurulduğu günden bu yana değişik din, köken ve kültürlerin şehri olmuş. Bu kadar farklılık içerisinde birliktelik büyük bir zenginlik yaratırken, ayrışmaksa büyük bir felaket getirebilir. O nedenle Buca İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nin birlikte yürüttüğü ‘Akran Arabuluculuk ve Anlaşmazlık Çözümü Projesi’ çok büyük önem taşıyor. Okullardaki öğrencilere kendi içlerinden seçtikleri bir arabulucu eşliğinde birbirlerini anlamaları, dinlemeleri ve anlaşmalarını öğreten proje aslında kültürler arası diyalog, barış, birlikte yaşama ve geleceği inşa etme projesi. Buca’da başlayıp Manisa ve Aydın’da da uygulanan projenin mimarları Buca İlçe Milli Eğitim Müdürü Recep Yanık ve Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Abbas Türnüklü ile sohbet ettik.
SORUNLARIN YÜZDE 94’Ü ÇÖZÜME KAVUŞTU- Akran Arabuluculuk Projesi nasıl başladı?
- Recep Yanık: Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Abbas Hocamız ziyaretime gelip projeyi anlattı. Fikir babası, uygulayıcısı kendisi. Daha önce başlanmış. Fakat sonrasında 20 lise ve ortaokullarımızda da uygulamaya başladık. Şimdi Buca’daki tüm lise ve ortaokullarda uyguluyoruz. Liselerde 3, ortaokullarda ise 2 senedir faaliyetler devam ediyor.
- Buca’da şu an projenin geldiği nokta nedir?
- Recep Yanık: Buca, nüfusu bakımından bir çok ilimizden büyük olması itibarıyla projenin aslında bir il boyutunda uygulandığı söylenebilir. Buca Kaymakamı Şenol Bozacıoğlu, DEU Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün’ün de katkılarıyla projemiz gelişti. Buca’nın 74 okulunda 70 bin öğrenci bu projeden yararlanıyor. Şu ana kadar yetiştirilen arabulucu sayısı 5 bin 789. Biz bu projeyi uygulamak isteyen herkese, her kuruma tecrübelerimizle destek veriyoruz. Buca’daki çocuklarımız zaten ‘Biz kardeşiz’ diyor artık. Bizim burada uyguladığımız okullarda yüzde 94 başarı sağlandı. Bu çok önemli bir başarı. Çünkü gençlerimiz çok akıllı ve istekli.
SADECE BARIŞTIRMAYA ÇALIŞIYORUZ- Özünde yatan anlayış nedir arabulucuk yaklaşımının?
HER yeni yıl hayatımıza yepyeni tatlar, heyecanlar katarken biraz da bizden birşeyler alıyor mu acaba?
Olgunluğa, yetişkinliğe, büyük olmaya doğru ilerlerken aslında o naif, istekli belki biraz da kırılgan yanımızdan hızla uzaklaşıyor muyuz? Rekabetin, hırsın, var olmak için yok etmenin hüküm sürdüğü dış dünyada mücadele ederken iç sesimizin sesi çıkabiliyor mu?
Sanırım yeni yılda hatırlamamız gerekenler var, hatta aslında hemen her gün, her sabah kendimize hatırlatmamız gerekenler...
Ben, kendi adıma, çoğu şeyin yapay, yalan ve anlamsız göründüğü bu dünyada, kendime hatırlatmak istediklerimi bir mektupta kaleme aldım....
Herşeye rağmen hayat manifestom bu olsun, dengem hep sabit kalabilsin diye...
Hatalarıma, zayıflıklarıma rağmen kendime sahip çıkabileyim diye...
‘Gerçek Ben’ olarak kalabileyim diye...