Ailesinin kökenlerinin Alaçatı ve Ayvalık’a dayandığını anlatan Başkonsolos, İzmir’de gördüğü sıcaklık ve yakınlıktan son derece memnun. Türkiye ve Yunanistan’ın kültürel benzerlik ve yakınlıklarını ticari alanlara da taşıması gerektiğini anlatan Papoulia gelecek yıl başlaması beklenen İzmir - Selanik deniz hattının buna hizmet edeceğini ekliyor.
- Daha önce ülkenizi temsilen birçok ülkede görev yapmışsınız. Bildiğim kadarıyla Başkonsolos olarak ilk görev yeriniz İzmir. Bu bizim için son derece anlamlı. Sizin için ne ifade ediyor?
- Bu göreve başlamadan önce bir diplomat olarak, Türkiye – Yunanistan doğalgaz boru hattının yapım ve çalışmalarının ilk aşamasında yer alarak, ikili ilişkilere katkıda bulundum. Bunun içindir ki Yunanistan İzmir Başkonsolosluğu görevi bana verildiğinde bunun benim için güzel bir fırsat olduğunu düşünerek tereddütsüz kabul ettim. Sadece tek bir görev için burada değilim. Yunanistan İzmir Başkonsolosluğu çalışanları ve ben, her iki ülke arasındaki ekonomi, ticari ve kültürel ilişkileri, işbirliğiyle artırarak Türk – Yunan ilişkilerine katkıda bulunmaktır. Şundan kesinlikle eminim ki, tarihi bağları bulunan bu iki komşu ülke, işbirliğiyle fayda sağlayacaklardır. Şu da unutulmamalıdır ki her iki ülkeyi ve toplumu birbirine yakınlaştıran değerler birbirini ayıran değerlerden çok daha fazladır. İzmir’de göreve başlamamla beraber geçen süre zarfında bu fikrimin daha da güçlendiğine inanıyorum.
İZMİR-SELANİK HATTI EGELİ ÜRETİCİYE KOLAYLIK SAĞLAYACAK
Özellikle burun ameliyatlarında birbirlerine çok destek olduklarını anlatan Uygur kardeşler, doğru nefes almanın önemine özellikle dikkat çekiyorlar.
- İkiz kardeş aynı mesleği seçmişsiniz. Aynı yıllarda nasıl böyle bir karar aldınız?
- Ben askeri Tıp Akademisi GATA’ya girdim. Kardeşim Murat ise Hacettepe İngilizce Tıp Fakültesi’ne girdi. Aynı dönem başladık. Bizim bir de 11 ay küçük kızkardeşimiz var. Üçüz gibi büyüdük. Hep aynı sınıftaydık. Murat ile ben farklı yapılardayız aslında. O tıp istiyordu ben mühendislik ama son sınıflarda ben de doktorluğu seçtim.
- İhtisaslar farklı ama yıllar sonra yine yollarınız mesleki anlamda da kesişmiş...
- Ben Kulak Burun Boğaz’ı kardeşim Fatih Estetik cerrahi seçti ama yıllar sonra Ekol çatısı altında yine biraraya geldik. Aslında Fatih İstanbul’da GATA’daydı. Ben Ege Üniversitesi’nde ihtisas yaptığımdan zaten burada kalmıştım. Fatih Gata’dan emekli olduktan sonra Ekol Hastanesi’nde estetik cerrah ihtiyacı doğunca kendisini buraya transfer ettik. Daha önce hiç birlikte çalışmamıştık, Ekol vesile oldu.
Bu yıl, gelecek hafta düzenlenecek turnuvayla aynı anda yapılacak Offshore Fishing Expo ile Türkiye’de bir ilk olma özelliği de taşıyan Alaçatı Big Fish’in düzenleyecisi İlknur İçingir ile sohbet ettik.
- Alaçatı Big Fish organizasyonu nasıl başladı?
Turnuvamızın bu sene 10’uncu yılı olacak. Eşim Ertuğrul İçingir ülkemizi 3 kez, ben bir kez olimpiyatlarda temsil etmiş milli spocularız. 2006 senesinde Dünya Windsurf Şampiyonası için Yeni Zelanda’da 2 ay kaldık. Yakın arkadaşımız Yeni Zelandalı milli sporcu Jon Paul Tobin, Ertuğrul’un balık tutmayı tutku halinde sevdiğini uzun zamandır biliyordu. Yarışların bittiği hafta sonu “sizi bir yere götüreceğim” dedi. 4-5 saatlik bir yol gittik, sabah çok erken kalkmamız gerektiğini söyledi. Saat 05.30’da limana gittik, Ertuğrul’u Yeni Zelanda’nın en büyük balık turnuvasına kayıt ettirmişti. Tabii bu inanılmaz bir sürpriz oldu... Çok keyifli 2 gün geçirdik. Ben turnuvadan çok etkilendim. Alaçatı’ya döndükten sonra böyle bir organizasyonun hem keyifli, hem de bölgemize sezonu uzatmak için büyük fayda sağlayacağını düşünerek girişimlere başladım. Bu görüşümü ilk olarak Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç’a anlattım. Kendisinin verdiği güç ve destekle ilk turnuvayı 2007 yılında yaptık.
- İlk yıldan bugüne nasıl bir ilerleme gösterdiniz?
2007 senesinde 19 tekne olarak ilk startını verdi. Geçen senelerde bu rakam 80 teknelere ulaştı. Bu yıl ülkemizde 4 ayrı bölgede 4 turnuva yapılıyor. Sportif balıkçılığın yaygınlaşması açısından bizleri çok mutlu ediyor. Turnuvamız artan bir ilgiyle büyümekte. Bölgemize ekim ayında sağladığı hareket ise daha da mutluluk verici. Alaçatı’da bulunan tüm işyerleri gönülden destek sağlıyor ve turnuvamıza sahip çıkıyorlar.
Bir grup İzmirli ile birlikte son derece keyifli bir gezi yaptık. Doğrusu, İzmir tarihine meraklı ve önceden araştırmış biri olamama rağmen o kadar çok yeni şey öğrendim ki, bir kez daha nasıl büyük bir kültürün içerisinde yaşadığımızı anladım. İzmir’in tarih ve kültür bilincini var gücüyle korumaya ve canlı tutmaya çalışan Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş’ın da dediği gibi biz nasıl bir hazinenin üzerinde yaşadığımızın farkında değiliz.
İZMİR’İN KÜLTÜRÜ TÜRKİYE DEMOKRASİSİ İÇİN ÖNEMLİ
- Kent Tarihi Birimi’ni kurmaya nasıl karar verdiniz?
- Öyle kadim, öyle zengin bir şehirde yaşıyoruz ki çok şanslıyız. Ama çoğumuz bunu unutmaya başladık. Bir liman şehri olduğumuzdan birçok kültürün de beşiği olmuşuz. Birçok tescilli yapımız, hikayesi olan sokaklarımız var. Bunları paylaşmak ve korumak adına Kültür Müdürlüğü içerisinde bir Kent Tarihi birimi kurmaya karar verdik. Çocuklarımıza, hemşehrilerimize kentimizi anlatalım. İlkokul 4. sınıf öğrencilerimizi gezdiriyoruz. Yayınlar yapıyoruz, yapılarımızı koruyoruz. Biz şehrimizi tanımıyoruz. Zaten geziye katılanların çoğu ‘Meğer ne çok bilmediğimiz varmış’ diye teşekkür ediyor.
- Sizin gezilerinizdeki bazı yerlere hiç gitmemiş İzmirliler var...
Çeşme Yelken Kulübü Başkanı olarak, amatör yelken kulüplerinin yaşadığı birçok sorunu gündeme getiren ve çözümler bulan Akdurak, 5 Kasım’da Ankara’da yapılacak seçimler için ortak aklın hakim olduğu, adil, şeffaf, demokratik bir yönetim anlayışını benimsediklerini anlatıyor. “Yelkende Güvenli Gelecek” sloganı ve “Makara” logosu ile yola çıkan Özlem Akdurak; ekibini ve yönetim anlayışını daha iyi tanımak isteyenleri www.yelkendeguvenligelecek.com adlı web sitelerini incelemeye davet ediyor.
- Yelkene ilginiz nasıl başladı?
- İlk tanışıklığım milli surf sporcusu olan eşimle oldu. Eşimle henüz flört ederken bile o surf yaparken ben onu karada beklerdim. Sonrasında onunla beraber denize adım atmış oldum. Büyük oğlum da yelkene başlayınca bu kez onu kıyıda bekler oldum. Baktım eşim yelken yarışlarında, oğlum optimist yarışlarında ben de kadın arkadaşlarımı organize ettim ve kendi takımımızı kurarak yarışlara katılmaya başladık.
- Safinaz takımınız böyle mi kuruldu?
- Evet. Kadın arkadaşlarıma telefon açtım ‘elizdeki işleri bırakın, hemen marinaya gelin’ dedim. Yine ne proje yapacaksın dediler. ‘Ben yat yarışlarına eşimle katılıyorum ama artık kadın kadına bir ekip kurmak istiyorum’ dedim. Biz 9 kadın ders almaya başladık. Elenen arkadaşlarımızdan sonra 7 kadın ekibimizi kurduk ve kendi bütçelerimizle birleşip Safinaz adlı tekneyi aldık ve yarışlara katılmaya başladık. 12 yıldır da birlikte yarışıyoruz. Tamamen demokratik, hangi yarışa katılacağımıza, teknenin kullanımına birlikte karar verdiğimiz bir düzenimiz var. Bugüne kadar Bodrum Açık Yat Yarışları başta olmak üzere birçok yarışa katıldık ve önemli dereceler kazandık.
TAKEV’DE ‘AKILLI KAMPÜS’LER EĞİTİMİN HİZMETİNDE
- Teknolojinin gelişimi eğitim alanında da sürekli bir yenilenme ihtiyacı doğuruyor. Siz nasıl uyum sağlıyorsunuz?
- Öncelikle belirtmeliyim, tüm kampüslerimiz “akıllı kampüs” diye nitelendirebileceğimiz gelişen en son teknolojiye uyumlu fiziki donanımlara sahip. Smart sınıflar, dil eğitiminde son gelişen metodolojiye göre ayarlanmış hassas ses sistemleri, üç boyutlu görsel eğitim salonları, bilim ve teknoloji merkezlerimiz, Gauss matematik ve tablet laboratuvarlarından tutun da mekatronik ve robotik laboratuvarlarına kadar tüm kampüslerimizin teknolojiye uyumu tam. Gelin görün ki, teknoloji büyük bir güç ve bu güce sahip olmak, kullanımı konusunda da farklı bir bilinç ve anlayışa sahip olmayı gerekli kılıyor. Teknolojiyi eğitime entegre etmek çok hassas bir öneme ve dengeye sahip. TAKEV Okulları olarak eğitimde teknolojiyi, yol açtığı “amaç – araç” karmaşasına yaratıcı ve akılcı çözümler getirerek kullanmaya önem veriyoruz. Birbirine sıkı sıkıya entegre edilmiş “eğitim ve teknoloji” daha özgür, daha yaratıcı, daha üretken ve potansiyelini daha etkin kullanabilen bireylerin yetişmesine fırsat sağlamalı diye düşünüyoruz. Bu iki kavramın dansına eşlik edebilen eğitimcilerin geleceğe yön vereceklerine inanıyorum.
Bilgiye ulaşmanın artık son derece kolay hale geldiği günümüzde akademik uygulamalarımız içerisinde teknolojiyi yaratıcılık, hayal gücü ve yeteneklerin harekete geçmesini sağlamak amacıyla kullanıyoruz. Bana göre, bu temel taşların çerçevesinde oluşturulmuş bir eğitim ve teknoloji bütünlüğü, amaç-araç karmaşasının getireceği endişenin de kolaylıkla ortadan kalkmasını sağlıyor.
SADECE ALMANCA DEĞİL İNGİLİZCE’DE DE BAŞARILIYIZ
Öyle ya hepimiz el yordamıyla, kendi ailemizden gördüğümüz bilgileri uygulayarak yetiştirmeye çalışıyoruz çocuklarımızı. Oysa dünya değişiyor, teknoloji gelişiyor dolayısıyla iletişim ve insan ilişkileri de farklılaşıyor. Bunun önemini farkeden Ege İş Kadınları Derneği, Dokuz Eylül Üniversitesi Aile Araştırmaları Uygulama Merkezi ve Karşıyaka Belediyesi biraraya gelerek Aile Üniversitesi programı oluşturdu. Dileyen herkesin katılabileceği programla ilgili EGİKAD Başkanı Betül Elmasoğlu, ALAUM Müdürü Prof. Asuman Altay ve D.E.Ü İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Vekili Prof. Pınar Süral Özer ile sohbet ettik.
Betül Elmasoğlu (Ege İş Kadınları Derneği Başkanı)
AMACIMIZ HUZURLU AİLELER YARATMAK
Çok da büyük ilgi görmüştü. Geçen hafta ise “Anadolu Seyahatleri-19’uncu Yüzyıl” sergisi ile 19’uncu Yüzyıl’da arkeologlardan sosyologlara, tarihçilerden ressamlara ve hatta bilim insanlarına kadar birçok gezginin Doğu’yu anlamak için çıktıkları ve izlenimlerini görüntüledikleri belge ve resimleri sunuyor. Türkiye’ye ait bilinen ilk fotoğrafların da yer aldığı sergide birçoğu ilk defa sergilenen 300 eser var. Bunların 32’si Arkas Koleksiyonu’ndan yağlı boya tablolar.
ANTİK KENTLERİ HİÇ BÖYLE GÖRMEDİNİZ
Anadolu o dönemlerde özellikle antik kalıntıları, tarihi zenginliğiyle Batılı seyyah ve bilim insanlarının ilgisini çekiyormuş. Çoğunlukla İzmir’den yola çıkarak Anadolu’yu gezen bu seyyahlar özellikle o zamanlar yeni yeni keşfedilmeye başlamış kazı alanları ve antik şehirleri resmetmişler. İşin ilginç yanı o dönemlerde bu şehirlerdeki kalıntılar henüz yurt dışına götürülmediğinden şimdi göremeyeceğimiz kadar detaylı ve zengin tarihi eserler mevcut. Yani antik şehrin kendisini görmektense bu resimleri görmek sizlere çok daha fazla bilgi verecek gibi görünüyor.
Serginin bir başka ilginç yanı Louvre Müzesi işbirliğiyle açılmış olması. Özellikle Malatya’da bulunan kazılardan çıkan eserlerin o dönemdeki Fransa ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilere ışık tuttuğunu anlatan Louvre Müzesi Temsilcisi Isabel Bonora, Arkas Sanat Merkezi ile yaptıkları işbirliğinden sadece bilimsel bir işbirliği değil, dostluk ilişkisi olarak bahsediyor.
Yunan, Etrüsk ve Roma Antik Eserleri ve Doğu Antik Eserleri Bölümleri aracılığıyla ilk kez sergilendiği, Foça ve Orsay Müzesi’nden getirilen bugüne kadar yayımlanmamış arkeolojik rölöveleri de görebileceğiniz sergiyi kaçırmamanızı tavsiye ediyorum.