Konuya özel bir basın açıklaması yayımlayan TUSKON, beklendiği gibi ‘İyi bilirdik’ diyor HSYK için.
Eski polis şefi Avcı’nın kişisel şahadeti ise lehte değil. Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu’na cezaevinden konuştu, söyledikleri sarsıcıydı ama duruşunda sürpriz yok.
Buyurun, akıl ve vicdan mahkememizi kuralım ve adil bir muhakeme için ikisine birden kulak verelim...
TUSKON: “... Ülkemizde yaşanan süreçte adli kovuşturma ve yargılamada yakınları bulunanların kovuşturmayı yapan emniyet ve yargı mensuplarını görevlerinden aldıklarını ve bunu ülke çapında bir personel ve bürokrat kıyımına dönüştürdüklerini büyük bir şaşkınlıkla gözlemlemekteyiz...”
H. AVCI: “... 2012’ye kadar tüm önemli soruşturmaların tüm tutuklama kararları aynı mahkemenin nöbetçi olduğu gün veriliyor. O gün başlıyor süreç. Hep aynı mahkeme, 10. Ağır Ceza Mahkemesi. Böyle bir tesadüf olabilir mi?...”
TUSKON: “... Bu açıklamaya sebep teşkil eden son gelişmede ise TBMM’ye sevk edilen bir yasa tasarısı ile zaten ağır ithamlar ve basın yoluyla baskı altında tutulan yargı mensuplarının, hukuki tarafsızlığını ve bağımsızlığını imkânsız hale getirecek, atama ve soruşturmalarını tümüyle Adalet Bakanı’na bağlayacak bir düzenleme getirilmeye çalışılmaktadır...”
H. AVCI: “... Polisle adliye birlikte çalışmıyor. Her ikisini de dışarıda Cemaat’in yönetici kadroları koordine ediyor, her ikisi de dışarıda Cemaat yöneticilerinin emir ve talimatıyla iş yapıyor...
Hanefi Avcı’nın ifşaatına da kulaklarınızı tıkadınız mı, tamamdır. HSYK’yı aslanlar gibi savunmakta zorlanmazsınız...
Poliste, maliyede, şu dairede, bu dairede paralel kadrolaşmayı da inkâr edin... Dağıtmak için yapılan tayinlere, oradan oraya kaydırmalara, 28 Şubat’ı aratmayacak bir cadı avı bile dersiniz.
* * *
Yargı-polis vesayetinin arkasına saklanmanın kolayını buldular, yokmuş gibi yapıyorlar. Direkt inkâr!...
Ortada bir ‘Al takke ver külah’ hinliği yokmuş...
Üç-beş hazır cevapları var, kafacağızlarını yormadan yapıştırdılar mı, işin içinden sıyrılmakla kalmıyorlar, başları göğe de eriyor.
Yani iş işten geçsin hele bir, AK Parti sandık dışı yollarla devrilsin, sonra gerekirse ‘Pardon’ deriz, olur biter...
Üstüne bir bardak su içer iktidar, CHP de yargının sırtından gül gibi geçinir gider...
Vesayetçilerin son icadı bu!
Meclis’in HSYK Kanunu’nu değiştirmesi ‘rejim değişikliği’ oldu, iktidarın sandıksız değiştirilmesi ise hakiki ‘demokrasi’. Hangisine yanarsınız?
Eskiden Meclis’e yapılırdı darbe, kanun koyma yetkileri askıya alınırdı... Artık Meclis’in yasama faaliyetine ‘darbe’ deniyor, kanun yapmasına da ‘demokrasiyi askıya almak’...Cinlikte, şeytana pabucunu ters giydiren uyanıkların dahi gözünü açacak bir fikir mi dersiniz, yoksa bir cinnet eseri mi?
‘Yürütme, yargıyı kendine bağlamasın’ yaygarası basıyorlar.
Ama yargı, yürütmeye el koyup kendine bağlarsa bağlasın, bağlanacak olan düşman ne de olsa, zincirlere vursun, zindanlarda çürütsün hatta...
Hurma bahçelerinde ağaç altlarına malak gibi yatar, olmuş hurmaların ağızlarına düşmesini beklerlerdi.
Yemişlerinin ağırlığından üstlerine eğilen dallara bile uzanamayacak kadar tembellikte şan, şöhret yapmış beleşçilerdi.
Gölgelik yerde öylece pinekleyerek geçirirlerdi bütün günlerini...
Benzetmek gibi olmasın, ekmek elden su gölden geçinip giden, parmaklarını bile oynatmadan seçim kazanmaya yatmış siyasilerimiz var bizim.
Gözümüzün önünde sandık boğazlanıyor, onlar erketeye yatmış, ellerini ovuşturuyorlar...
* * *
Hükümet yıkacaklar ya, aşağısı kurtarmıyor.
Kıran kırana gitti, bütün rekorları aştı, açık arttırma kızışınca rakamlar uçtu... Firmalar kapıştı da devlet şöyle kazandı, sermaye vuruştu da millet böyle kâr etti denilen köprüydü, havalimanıydı, Marmaray’dı ne kadar büyük ihale varsa... Hepsinin bedellerini alt alta toplayın, yolsuzluğun boyutunu buluyorsunuz...
Bir de demiyorlar mı, niye hep siyasi komplo kısmını konuşuyorsunuz diye.
E, boyutları çok büyük, sıradan bir yolsuzluk operasyonu gibi konuşmak ciddi haksızlık olur da ondan...
Kantarın topu öyle kaçırıldı ki neresinden tutsanız komploya çıkıyor ucu, baksanıza!
İzmir’e Binali Yıldırım aday oluyor, 3 yıldır İzmir’de bekleyen soruşturma dosyası seçime 3 ay kala raftan indiriliyor, hedefinde ise Binali Yıldırım...
Asıl hedef, yolsuzlukları yakalayıp cezalandırmak olsaydı sabah akşam yolsuzlukları konuşuyor olurduk. Ama buna izin verilmiyor...
Paralel devletin Cemaat’teki izdüşümü...
Şudur yani; birileri devlet içinde devlet olmaya çalışıyorsa şayet... İşte onlar Cemaat değil, Cemaat içindeki bir cemaattir...
* *
Cumhurbaşkanı Gül’e yolladığı mektupta Gülen Hocaefendi ne diyordu:
“Efendim...Devletin kanun çerçevesinde yürüyen işleyişi hususunda emir verme, müdahale etme ya da memurları bir noktaya sevk etme konumunda bulunmadığım Zât-ı alinizin malumudur. Bununla birlikte, sohbetlerimde tansiyonun düşürülmesi adına dost, muhip ve sevenlerimize itidal tavsiye etmemin faydalı olacağı kanaatine sahip iseniz, bu hususta elimden gelen gayreti ortaya koymaya amadeyim...”Hükümete yapılan operasyonda en ufak bir dahlinin olmadığını söylüyor Hocaefendi.
Devamında da, operasyona katılanlar için ‘Kanuni görevlerini yerine getiren memurlar’ ifadesini kullanıyor...
Belli ki Başbakan’ın pazarlık olarak algıladığı arabulma çabaları olmuş.
Yazılı, altı da imzalı uzlaşma teklifleri gelmiş. Mektubun adresini, sahibini açıklamadı ama kendisine okutulduğunu söyledi. İşaretler Pensilvanya’ya çıkıyor.
Teklif, dershaneler ve devlet kadrolarına atamalarla ilgili...
Başbakan, tayinlerin prosedüre tabi olduğunu, dershaneler konusunda ise gerekeni zaten yaptıklarını hatırlattı.
Herhangi bir pazarlık karşılığında, paralel örgütlenmenin devlet içindeki varlığına göz yumamayacağını üstüne basa basa anlattı.
Çok kararlı görünüyordu. Pazarlık masasına oturmayacağını alenen söze döktü. Gerilimin düşmesinden ve havanın yumuşamasından yana gerçi. Bunu telaffuz ettiğini duyduk.
Yatıştırıcı tutumları olumlu karşılıyor. Ama taviz vermeye yanaşmıyor, pazarlığa niyetli değil...
* * *
Hani, şu ‘Platin saçlı’ Julian Assange’ın ifşa ettiği Amerikan diplomatik yazışmaları vardı ya, orada geçiyordu işte.
Ergenekon soruşturmasına bakan polisler, sefaretteki FBI görevlisiyle konuşurken yargının ne yapacağını kestirmenin zorluğuna dikkat çekiyorlar: ‘Öngörülemez bir yargı düzeni...’
Doğruluğunu yanlışlığını bilmem, günahı vebali, o polislerle ABD sefaretindeki kontaklarının boynuna...
Ama bildiğim bir şey var, şu an tam da tarif ettikleri yerdeyiz.
Yargıyı öngörmek mümkün değil...
O görüşmeye istinaden... Ankara’daki sefaret de, Washington’a geçtiği telgrafta, ‘Yargı belli olmaz, Türk yargı sisteminin tuhaflıkları’ gibi çıkarsamalarda bulunuyor.
5 yıl sonra bugün hâlâ ne suçlanan güvenebiliyor ne suçlayan, ne iktidar ne muhalefet... Suçun mağduru da sanığı da adaletine inanmıyor, davalı da davacı da terazisinden şüpheli...