Türkiye, El Kaide işbirlikçisi gibi gösterilip dünyaya gammazlanacaktı güya.
Kendi hükümetlerini ecnebi devletlere harcatmak için yırtındılar...
Amerika ve Avrupa duydu sonunda seslerini...
Fakat o da ne, bu sefer de karşıda kimse yok, ne geliyor ne gidiyor ses, sanki cereyanlar kesildi...
Olacak şey mi!...
Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, kendi ayağıyla kalksın ta Ankara’ya gelsin... El Kaide’yle işbirliği yaptığı için hırpalayacağı yerde, El Kaide’ye karşı işbirliği yaptığı için bir de teşekkür etsin Türkiye’ye...
Hay Allah, bakın şu aksiliğe!...
Cemaat’in kendine mahsus bir jargonu var. Genele söylenmiş o sözlerin, iç iletişimlerini sağlayan alt dilde bizim anladığımızdan farklı ve özel bir karşılığı olduğu kesin.
Rahle-i tedrisattan geçmiş bir ‘şakirt’, dirsek çürütmüş bir ‘muhabbet fedaisi’ mutlaka umumdan ayrı yorumlamıştır şuradaki manayı:
“... Bu yaşadıklarımızı, Cenab-ı Allah’ın bizi cezalandırması şeklinde değerlendiriyorum.”Her ne kadar bir çeşit özeleştiri içerse de devamında başka bir yere bağlanıyor bu sözler:
“Bediüzzaman, ‘Benim suçum, Hizmet-i Kur’aniyeyi maddi, manevi terakkiyatıma alet etmekliğimmiş’ der...”Öncesiyle birlikte meali şudur galiba; Allah rızasının yerini Cemaat’in büyüme hırsları aldığı için, belki de kaderin adaleti olarak başa bu musibetler geliyor...
Keza, “Adanmışların yolunda yürüdüğümüzü söylediğimiz halde tam öyle adanmışlara yakışır, yaraşır hareket etmediğimiz için Allah tokatlıyor olabilir bizi...” buyuruyor.
Yani, ‘ilgili kadrolar lafta değil fiiliyatta da adanmış gibi hareket etmediğinden, kesin bir inanç ve sadakatle gözlerini kapayıp vazifelerini yapmadığından başarılı netice alınamadı’ diye de okunabilir...
Dünkü Sabah’ta, Hanefi Avcı’yla konuşmuşlar. Başbakan’ın paralel örgüte geç müdahale ettiğini, çünkü yanıltıldığını söylüyor.
Ne yani, ‘paraleller’i hâlâ göremiyorlar diye bugün TÜSİAD’ı da, Bahçeli’yi de, Kılıçdaroğlu’nu da bir kandıran mı var?
* * *
Aynı saflıkla şunu da merak ediyorum: Yargıya güveni kim sarsıyor yahu?
“Mesela bir davamda Hâkim Ömer Diken, aynı gün hem mahkeme üyesi hem de mahkeme başkanı görünüyordu. Şikâyet ettim. Hâkim inceledi, ‘Ben suç görmedim’ dedi. Sonra onu (Ali Alçık) Yargıtay üyeliğine terfi ettirdiler” diyor Hanefi Avcı...“Fiilen ayrı bir paralel hukuk yapısı üretildi. Tabii vatandaşın devlete güveni sarsıldı” diyor...
Kim bu Hanefi Avcı? Emniyet istihbaratının ciğerini bilen, bu yargının da sillesini yiyen eski polis şefi.
Ona mukabil, TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz ne görüşte peki?
Acıları büyük....
Gezi olaylarında, hükümeti 48 saat içinde görevden alacaktı BM, olmadı.
17 Aralık komplosunda, AB komiserleri kendisini başbakanlıktan azledip Yüce Divan’a sevk edecekti, yine olmadı.
Hiç değilse Brüksel’e geldiğinde azarlayacak, tersleyecek, bir güzel paylayacak, baştan aşağı haşlayıp haddini bildireceklerdi ki, heyhat!
Canciğer kuzu sarması pozuna giriyorlardı az daha. ‘Türkiye’nin iç siyasetine karışmayız’ deyip kenara çekildiler.
Davos’ta, İran Reisicumhuru Ruhani’ye soruldu, belki arkasından birkaç tane sallar diye, ‘Bizi ilgilendirmez’ dedi...
Washington’u oyuna çekmek için habire fiştekliyorlar, yanıt hep aynı: ‘Sizin iç meseleniz...’
Brüksel’e gelirken havaalanında söylemişti bunu. Ben de dönerken uçakta şunu soracağım Başbakan’a: Peki başarabildiniz mi?
* * *
AB Konseyi’ndeki üçlü basın toplantısını izledim, o salondaydım ama cevabını tam alamadım.
Hayır yani... HSYK düzenlemesini Avrupalılara anlatmakta ne var, leblebi çekirdek, onu söylemiyorum.
Olayı bir hükümet-AB krizine çevirmek isteyenler ne kadar zorlarsa zorlasın, istifinizi hiç bozmadan, eliniz cebinizde ıslık çalarak savuşturursunuz bu salvoları... Hollanda dersiniz, İtalya dersiniz, Portekiz’i, Almanya’yı filan örnek verirsiniz.
Taraf ve Zaman gazeteleri, MİT belgelerinin gereği yapılsın diye dağıtıldığı resmi dolaşım ağında yer almıyor. Gayriresmi veya paralel ağda da olmadıklarına göre, belge gelmiş onları bulmuş demektir.
Hadi, onlar yalnızca gazetecilik saikiyle hareket etti, rolleri bundan ibaret...
Fakat bir MİT belgesinin, kafasına estiği için kanatlanıp bir gazeteye uçtuğunu, kendi başına ayaklanıp bir matbaaya yürüdüğünü düşünmemiz beklenmiyordur herhalde.
Sirküle edilmediği yerlere, gazetelerin basıldığı matbaalara nasıl gitti peki o belge?
Tabii ki paralel bir el tarafından yürütüldü...
Taraf ve Zaman onu basarken gazetecilik yaptı diye, gizli belgeyi yürütenin kim olduğunu ya da neyi, niye yaptığını da mı tartışmayacağız? Giriştiği eylemin adını da mı koymayacağız?
Şayet bu işte bir paralellik yok diyorsanız, kesin benim aklım paralel bir akıl tarafından ele geçirildi.
Dalga dalga operasyon terörü estirecekler, hedefteki AK Parti’yi tedirgin etme, dehşete düşürme, korku salma tarzında....
Anahtar sözcük: Tarz...
Gerilim sanatının efendisi Hitchcock’u Hitchcock yapan, tarz değiştirebilmesiydi.
Her biri sinema dünyasını çalkalamış 40 küsur filmi varken, kariyerinin zirvesinde bir efsaneyken bile hayranlarını şaşırtmayı bildi.
Alışılmışın dışında bir senaryo arıyordu ki ‘Sapık’ filmini buldu, Hitchcock filmografisinin başyapıtlarından birini, gerilim sinemasında bir devrimi...
Ustanın ‘Sapık’ına benzer bir şaheser çıkmayacak bizim vesayetçilerden, anlaşıldı.
Şaşırtma ve sürpriz faktörü yoksa sarsıcılık da yoktur. Sarsıcı olmayan şey, terörize ederek korkutup kaçıramaz.
Babasının, Alevilikten fişlendiğini, casusluk suçlamasıyla da ordudan tasfiye edildiğini söylüyor.
Hançeresini yırtıyor, can havliyle bağırıyor mektubunda ‘Hapislerde çürütülüyoruz, yetişin imdat’ diye.
Çırpınışlarını gören, çığlıklarını duyan kim...Taş kesilmiş onlara adalet.
Askeriyenin ‘aslı astarı yoktur’ dediği...Gerçekte var olmayan hayalet belgeleri, askeriyeden sızdırıp ‘aslı astarı ispatlanamayan’ hayali bir örgüte vermekle suçlanıyor babası.
* * *
‘Kadrolarımız fişlenip tasfiye ediliyor, insan kıyımı yapılıyor, 28 Şubat’tan daha beter bir cadı avına maruz kalıyoruz’ diyenlerin en sık başvurduğu argümanlardan biri neydi: Gayretullaha dokunur!
Yani...Bu yapılanlar Allah’ın gücüne gider, gazabına uğrarsınız sonra, tokadını yersiniz bak, demedi demeyin, ona göre ha!