‘Yolsuzlukla mı mücadele ediliyor, hükümetle mi’ diye sormayalım yani...
Harcıâlem laflar vardır, aksi muhaldir zaten. Daltonların şapşal kardeşi Averell’e sorsanız o da tersini söylemez.
“Yolsuzluğu, hırsızlığı, arsızlığı kim yaptıysa yakasına yapışılsın kardeşim. Haram lokma yiyen cezasını çeksin, yetimin hakkı haramzadenin kursağında kalsın” gibi...
Beylik laflardır; malumu ilamdan, bilineni tekrardan öteye geçmezler.
Yolsuzlukların üstüne var gücüyle gitsin yargı, orası zaten öyle.
Gittiği yere kadar gitsin, ucu nereye giderse oraya kadar gitsin... Gitmeyen bilmem ne olsun hatta.
Fakat süte su katılmasın, katıksız olsun bu mücadele.
Tamam, içinde belki keyfiyetli miktarda yolsuzluk da mevcuttur ama ondan ibaret değildir.
Bir de Cemaat-hükümet kavgasına denk geldiğinde, hesaplaşma aracı diyede görünebilir.
Şöyle şeyler düşündürtür mesela:
Demek ki hükümet, sanıldığı gibi polis ve yargıya hükmetmiyormuş.
Demek ki sanılanın aksine Başbakan’ın, hatta İçişleri Bakanı’nın ruhu bile duymadan şafak operasyonu çekilebiliyormuş bu memlekette.
Kimin gözaltına alınacağını hükümete sormayı bırakın, haber vermesi bile gerekmiyormuş polisin.
Yalnızca yargı değil, polis de işte böyle bağımsız hareket edebiliyormuş iktidardan.
Eli MHP’li adaya gidiyor da, sol blokla iş tutmaya gitmiyor CHP’nin.
Çünkü baston değneği arıyor kendine, aleni ortak değil.
Bütün mesele, neye patlarsa patlasın seçim kazanmak olduktan sonra her aday mubah...
Ayrısı gayrısı, AK Partilisi MHP’lisi var mı bunun?
Muharrem İnce’ye göre var, “CHP’ye yazık oluyor” diyor.
Sabahat Akkiraz da şikâyetçi. Partisinin sağa çektiğini söylüyor.
Bence sonunda ‘kazanmak ya da kazanmamak’ partisi oluyor CHP.
Bunlar Başbakan’dan tutun, herkese akıl verirler. Böyle de küstahtırlar. Herkesin herkesle yer değiştirebildiği, birisi gittiğinde hiçbir şeyin değişmediği, (liyakatin ölçü olmadığı, sıradanlığın ve kalitesizliğin hüküm sürdüğü) bir durumdur paçozluk... Paçoz, kendi çıkarları için her yolu mubah sayan, küstah, beş para etmez, sokak kurnazı, zevzek, müptezel, basmakalıp, palavracı, rüküş, hoyrat, içtensiz, pespaye, nekes, terbiyesiz, aşağılık, ahlaksız, kalleş... Dostoyevski ‘Puşlost’ (Poshlost) der...Topluma musallat olan iblistir paçozluk...Puşlost tüm bu kavramları içinde toplayan tanımlama. Bizde de Ömer Seyfettin’in Efruz Bey tiplemesi, Aziz Nesin’in Zübük’ü kısmen buna yakındır. Ama benim ele aldığım paçozluk süreci Puşlost’a daha yakın ve korkarım ki bu iblis Türkiye’ye yerleşiyor...” Yerleşti bile, artık çok geç. Alev Alatlı’nın korktuğu başımıza geldi.
Yerleşmek ne kelime, en ziyade iltifata mazhar tip haline geldi.
Bilakis aranan özellik oldu...
Paçozluktan çok rağbet gören ne! İnanmayan açsın, Alatlı’nın kitabında teşhir ettiği vasatlaşma vasatımıza baksın.
* * *
Asabi, kindar ve agresif değil.
Kimsenin kapısında intikam kuyruğuna girmiyor.
O içerideyken dışarıda halimlik, selimlik ve mülayimlik satanlar ise ateş parçası...
Biri, aynen şunu yazdı:
“Kalkmış ‘devletin mahremiyeti’ diyor... Cemaate kurduğu tuzağın belgesi ortaya çıkınca, Başbakan’ın aklına ‘mahremiyet’ geliverdi...Hangi mahremiyet?...Bence hesap verme zamanı çok yakın... Bu kadar şantaj, komplo, tuzak... İşkence, acı, can, kan... Yerde kalmayacak...”Bu daha, elinden nakış işler gibi çiçek böcek yazmak da gelen, karıncayı incitmez, melek gibi olanlarından.
Öç almak için yanıp tutuşan diğer ‘hümanistler’i siz düşünün...
* * *
Halim ve selim ile bizim mülayimin değişimini, ben de tebessümle izliyorum.
Bütün kabahatim de, ‘Bavulcu’ koduyla nam yapan Taraf muhabirini gazeteci yerine koymak.
Gazeteci gibi göstererek, gazetecilikle bağdaşmayan faaliyetlerini meşrulaştırmışım sözde.
Son işini biliyorsunuz, 2004 tarihli bir MGK belgesini patlattı.
Yanı sıra, MİT içinden sızdırıldığı anlaşılan birkaç ham bilgi notunu da...
Başbakanlık, MGK ve MİT, devletin gizli belgelerini ifşa ettiği için hakkında ayrı ayrı suç duyurusunda bulundular.
Ben de şöyle dedim:
İşlevsel belge yayınlayan gazeteyi, operasyon gazeteciliği yapmakla eleştirebilirsiniz.
Üzerinde tesir uyandıracak olsa, MHP genel başkan yardımcıları kasetlerle bir bir vurulduğunda vahametini kavrardı durumun. Bir gün kendi yardımcılarının başına gelme ihtimalini de düşünürdü...
2011 seçimlerinden önce CHP ve MHP’yi yatak odası komplolarıyla şekillendirmeye kalkıştılar.
En mahrem hallerini gizli kameraya alıp kalleşçe ifşa ettiler.
Kendinden emin olduğu için, muhaliflerine yönelen bu bel altı saldırılar Başbakan’ın uykularını kaçırmadı.
Ne Baykal’ın yerine koydu kendini, ne Bahçeli’nin. Bir an için olsun aklından bile geçirmedi bunu.
Çok sık tekrarladığı bir tabirle ‘Abdestinden şüphesi olmayanın namazından şüphesi olmaz’dı...
Yani yatak odası dağınık olmayanın kasetten masetten de korkusu olmaz.
Hatırlamazlar neler ettiğini, yaş itibariyle...
92 senesinde rahmetliyi ödüle layık görmüştü devletimiz. O ise elinden ödül alınmaya layık bulmadı bizim devleti.
Mazimizde kapanmayan bir yaradır Mandela...
* * *
İkiletmedi kimseyi, gitti Nobel Barış Ödülü’nü aldı, Sovyet Lenin Nişanı’nı aldı, ABD’nin Özgürlük Madalyası’nı dahi aldı ama bizimkini hiçe saydı, nişanımızı küçük gördü.