Sene sonu teşkalesine geldi, doğru düzgün sıralamayı beceremedim, yüzüme gözüme bulaştı...
Geçen yılın en acı olayı, Ali İsmail Korkmaz’ın katlidir diyecekken... Acılar, cinayetler, trajik ölümler içinde ayrım yapamadım. Düştüğü ocakta hepsi büyüktür, acılar arasında hiyerarşi kurulamıyor...
Yılın en büyük iddiasını düşündüm sonra. Fakat yolsuzluk isnadı mı, polis ve yargıdaki paralel bir yapılanmanın Cemaat imamlarına bağlı çalıştığı iddiası mı daha önce gelir, emin olamadım...
2013 senesinin en mutantan olayı, açık ara Gezi eylemleridir, bakın bu kesin... De, öteki tantanalara haksızlık etmiş olur muyuz? Kafam karıştı...
Galiba yılın en büyük sürprizi, ‘Çözüm Süreci’dir... Ancak, Diyarbakır’daki Erdoğan-Barzani buluşması mı daha ağır basar, Şivan’la İbo’nun düeti mi, İHD verilerine göre geçen senenin son 25 yılın en vukuatsız senesi olması mı? Karar veremedim...
Tam en absürd olay, Bilal Erdoğan’ın da örgüt kurmak ve yönetmekle suçlanmasıdır, bu suçtan savcılığa celbinin istenmesidir demeye kalkacakken... Kitap yazmanın çete suçuna sokulduğu geldi aklıma; Hanefi Avcı’yı, Nedim Şener’i, Ahmet Şık’ı anımsadım.
Ardından İlker Başbuğ’u hatırladım, eski bir genelkurmay başkanının terör örgütü kurup yönetmekten içerde yattığını... Ve diğerlerini...
‘Keşke’ diyorum, ‘Keşke mırıldanmadan konuşsaydım...’‘Keşke’ diyorum, ‘O kadar ince eleyip sık dokumasaydım, paldır küldür dalsaydım biraz da mevzulara...’Lafın kafasını gözünü yara yara anlatsaydım derdimi. Allah ne verdiyse avazım çıktığı kadar bağırıp çağırsaydım.
Hatta bir adım ileri gidip... Mesela Hanefi Avcı olayında, ‘Buna hukuk mu diyorsunuz’ isyanıyla kalmasaydım, ‘Dalga mı geçiyorsunuz’ fırçaları çekseydim bir de...
Nüanslar, incelikler, hassasiyetler arasında boğmasaydım meramı. Lamına, cimine takılmadan nalına da mıhına da vursaydım...
O zaman belki çıkmazdı bu uğursuz kehanetler, gelişi haber verilen kötü işler musallat olmazdı belki başa...
* * *
Aklıma yatmayan, vicdanıma sığmayan hiçbir şeyin arkasından gitmedim.
Size, ‘Eski vesayet düzenini sizinle birlikte savunduk’ diyen olmadı ki o gün direnenlere bugün, “Ulan hepiniz oradaydınız be!” diye kastıkça kasıyorsunuz...
Vesayetçilikten kurtulamadığınız söyleniyor size. Dün de o taraftaydınız, bugün de...
Ha, dün eski vesayeti tutuyordunuz, bugün yeni vesayet girişimlerinden yana tutum alıyorsunuz.
İler tutar tek tarafınız, AK Parti karşıtlığındaki bu istikrarınız.
O da demokratik hakkınızdır, sandıkta yıkıncaya kadar kullanınız.
Ki doğrudur... İktidarın dün de eleştirilecek yanları vardı, bugün de var, yarın da kusur bulmakta zorlanmayacaksınız...
Fakat mesele, bu karşıtlığın, bir vesayetten öbürüne koşacak kadar gözünüzü kör etmiş olmasıdır.
Yargıya ‘İktidarın sopası’ demiyor muydu muhalifler?
Muhalefette olup da ‘sopa’ yediğini söylemeyen taraf yoktu hatta.
Bu metaforu kullananlar arasına BDP”li Osman Baydemir de katıldı, gün geldi MHP’li Oktay Vural da, CHP’li İlhan Cihaner de...
Bilhassa İlhan Cihaner’in, makamında baskın yemiş eski bir başsavcı olarak bu ‘sopa’nın ne idülüğü hakkında bittecrübe bilgi sahibi olduğunu düşünebiliriz.
“Yargının iktidarla ilişkisi hep sorunlu. Dünyanın hiçbir yerinde iktidarla bağımsız bir yargı yok. Ama Türkiye’de olan şey yargının iktidarın sopası haline gelmiş olması...” diyorsa bir bildiği vardır.
Oysa ne bildiğini, “Cemaat yargıda ve poliste kadrolaştı, bu spekülasyon değil” gibi sözlerle anlatıyor.
Hafta içi CNNTürk’te, Cüneyt Özdemir’in programında söylediklerini işitmişsinizdir. Açıkça, ‘Cemaat’in sopası’ olarak görüyor yargının son ‘yolsuzluk operasyonları’nı.
* * *
Dün, Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun Twitter’dan uzattığı eli tutmuştum. Onun mesajları da ortayaydı...
Bugün de Hüseyin Gülerce’yle prensip anlaşmasına varıyorum.
Tüm tarafların onayına açtığı çerçeve şu:
“Büyük yangın var... 1- Yangına benzin değil su dökmeli...2- Yangını söndürmeye çalışanlara yol açmalı...3- Kim başlattı tartışmasına girmemeli...”Gelelim altına imza atılacak taahhütnameye:
“Üç esasta ittifak olmalı: 1- Yolsuzlukların üstü örtülmemeli...2- Bürokrasi, paralel devlet kuramaz, sivil vesayet kurulamaz...3- Bürokraside liyakat asıl olmalı. Bizden - bizden olmayan ayrımı yapılmamalı... Hukukun üstünlüğü esas alınmalı. Hukuk dışına çıkılmamalı...”
* * *
Üç şartın üçünü de peşinen kabul ediyorum, hatta Metin Feyzioğlu’nun da bunlara ‘Hayır’ demeyeceğine inanıyorum.
O kişi, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu.Şu görüşlerini Twitter üzerinden paylaştı:
-“Başbakan ve iktidar, paralel devletten şikâyet ederken sorumluyu dışarıda aramaktan vazgeçmeli, ‘biz ne yaptık’ demeli...
-Paralel devlet yapılanmasının normal olmadığı unutulmamalı, bu durum kanıksanmamalı...
-Demokraside seçimin esas olduğu unutulmamalı; yargı üzerinden siyasi beklentiye girilmemeli; siyaset halk için halkın içinde yapılmalı...
-Gerçekten demokrasiye inananlar Yargıyı tarafsız, siyasi iktidardan ve her türlü yapıdan bağımsız kılacak çalışmalara derhal başlamalı...
-Balyoz ve Ergenekon davalarında gazetecilere, kahraman subaylara, düşünen yazan aydınlara eziyet edenlere, kahraman muamelesi yapılmamalı...
-İktidarın bu vesileyle hatırladığı hakların, sahte delillerle, gizli tanıklıklarla zindana atılanların da hakkı olduğu hep hatırlatılmalı...
Hadi benim yerime geçin de siz cesur olun öyleyse.
Cemaat, vitesten atmasa bu yolsuzluk operasyonu gerçekleşir miydi?
Dürüstçe cevap verin.
‘Hükümete kumpas kuruluyor’ şayiası sanki hiç ayyuka çıkmamış, ben uyduruyorum...
Kalkıp diyecekmişim ki, ‘Bu masum bir yolsuzluk operasyonudur, hırsız ve yolsuz kovalamaktan başka bir gayesi yoktur’.
İntikam operasyonundan hak ve adalet çıkarmış gibi...
Gelin de siz bundan yana olun bakalım.
* * *
Çünkü kuyruğunu kıstırdılar diye yeni vesayetçilerin boyunduruğu altına girmek istemiyor.
Fakat sapla samanı ayırmak daha kolay...
Muhalefet de bu zorluğun farkında, oradan sıkıştırıyor.
***
Yolsuzlukla mücadele üzerinden hükümetle mücadele ediliyorsa açmaz şudur: