Ahmet Karabıyık

Mülk sahibi olmadan önce, olduktan sonra

31 Ekim 2018
MÜLK edinme hayali, birçok mülk sahibi için bin bir zorluk aşılarak ancak gerçek olmuştur. Satıcıya ödenen yüklü paralar; hem geçmişteki, hem gelecekteki fedakârlıkları ifade eder... Düğünde, doğumda takılan altınlar gibi geçmiş birikimler bozdurulmuştur... Geçmiş birikimler yeterli gelmediğinde; bankadan kredi alınır, gelecekteki gelirler de peşinen yeni alınan mülke tahsis edilir.

Peki, mülk edinme sonrası... Mal sahibi olduktan sonra da yeni yükümlülükler başlıyor. Kira geliri elde ediliyorsa ertesi yıl mart ayında Maliye’ye beyanname verilmesi gerekiyor. Kira geliri elde edilsin veya edilmesin her durumda belediyeye ( mayıs sonuna ve kasım sonuna kadar iki taksitte) emlak vergisi ödenmesi gerekiyor. Gelir vergisi olsun, emlak vergisi olsun rutin, her yıl tekrarlanan yükümlülükler… Bir de bu yıla özel; yaklaşık 14 milyon başvuru beklenen imar barışı konusu var.

Bu üç yükümlülüğün de en çok merak edilen kritik noktalarını sırasıyla ele alalım...

EMLAK VERGİSİ

Emlak vergisi mükellefleri; konutun emlak vergi değeri üzerinden binde 1 oranında (büyükşehirlerde binde 2) her yıl iki taksitle (Mayıs ve kasım aylarının sonuna kadar) ilgili belediyelere ödeme yapmakta. 

200 m2’yi geçmeyen tek konutu olan;  1-Ev hanımları ve işsizler, 2- Emekliler 3- Engelliler, 4- Gaziler, 5-Şehitlerin dul ve yetimleri sıfır oranlı emlak vergisi avantajından yararlanabiliyor. Bu kişiler ilgili belediyelere başvurduklarında emlak vergisi ödeme yükümlülükleri kalkıyor.   

GELİR VERGİSİ

2018’de yıl boyunca toplamda 4.400 liraya kadar konut kirası elde edenler  (1-25 Mart 2019) beyanname vermeyecek. Dolayısıyla vergi de ödemeyecekler. 2018’de net 27.200 lira, brüt 34.000 liradan fazla işyeri kira geliri elde edenler beyanname (1-25 Mart 2019) verecek (GVK Md. 86/1-c). Eğer işyeri basit usuldeki bir mükellefe kiraya verilmişse (veya vergi kesintisi zorunluluğu olmayanlarca kiralanmış ise) beyanname verme sınırı 2018 gelirleri için 1.800 lira (GVK Md. 86/1-d).

İMAR BARIŞI

Yazının Devamını Oku

Son 3 ayda asgari ücret hesabı nasıl değişecek?

24 Ekim 2018
ÖNCE 100 liralık devlet desteğinden bahsedelim... İşverenlere sağlanan 100 liralık asgari ücret sigorta prim desteğinin eylül ayında son bulduğunu, ekim maliyetleri hesaplanırken bu desteğin dikkate alınamayacağını belirtelim. (5510 Sayılı Yasa, Geçici 75.nci Md.) 

Diğer bir konu da; asgari ücretlinin net ücretinden kesilen gelir vergisindeki (GV) artış... Aslında eylülde başladı artış... İlk sekiz ay için asgari ücretlinin brütünden 258.76 lira GV kesilirken, eylülde 295.05 lira kesildi. Ekim (ve kasım, aralık) bordroları yapılırken ise vergi 345.02 liraya yükselecek. Vergideki bu artış normalde, asgari ücretli çalışanın net maaşını düşürür. İlk sekiz ayda 1.603 lira olarak hesaplanan net asgari ücretin, normalde eylülde net 1.566.84 lira olarak, yılın son üç ayında ise net 1.516.87 lira olarak hesaplanması gerekir. Ancak asgari geçim indirimi (AGİ) artışı yapılarak çalışanın net ücretinin 1.603 lirada kalması sağlanıyor.

Tabloda ‘ilk 8 ay için’, ‘eylül için’ ve ‘son üç ay için’ asgari ücretteki değişim ayrıntılı olarak görülebilir...

Benzer durum 2016’nın son üç ayında ve 2017’nin son dört ayında da yaşanmıştı. Vergideki artışlardan dolayı, asgari ücretlinin net maaşı açıklanan değerlerin altına düşecekken, AGİ’de artış uygulaması yoluyla müdahale edilerek net ücretin yıl boyu aynı kalması sağlanmıştı. (2016’da net 1.300 lira, 2017’de net 1.404 lira asgari ücretin korunması için, GVK Geçici Md. 86 ve Geçici Md.87 ile AGİ artışı yapılmıştı.)

Bu kez geçici madde ile değil; GVK’ da kalıcı düzenleme yapılarak asgari ücretli çalışanların GV dilim artışından etkilenmeden yıl boyu aynı net maaşı alabilmesi sağlandı. (27 Mart 2018’de Resmi Gazete’de yayımlanan 7103 sayılı kanunla, GVK Md. 32’ye ilave yapılarak...)

AGİ’deki artış yoluyla, vergideki artış (net maaştaki düşüş) telafi edildiğinde, işverene yansıyan bir maliyet artışı da yaşanmıyor.

AGİ NET ÜCRETİ NASIL ARTTIRIYOR?

Evli ve çocuklularda AGİ daha yüksek olduğundan net ele geçen maaş 1.603 liranın da üzerine çıkıyor. İşverenler, çalışanların ücretleri üzerinden hesapladıkları vergiyi, AGİ kadar daha az ödüyorlar vergi dairesine. Hesaplanan AGİ’yi, çalışanlarına (net ücretlerine ilaveten) ödüyorlar. AGİ’nin hesabı, asgari ücret üzerinden yapılıyor. AGİ’ den kaynaklı çalışana ödenecek yıllık tutar; yıllık asgari ücretin yarısına, yüzde 15 oranı uygulanarak bulunuyor.  (GVK Md. 32) 2018 için bu tutar bekâr bir çalışan için aylık 152,21 liraya denk gelmekte. ‘Çalışmayan eş’ ve çocuklardan dolayı çalışanlara ilave olarak ödenecek AGİ tutarları Tablo 2’den görülebilir.

Yazının Devamını Oku

İşverenler çalışanlarının bilgisayarını inceleyebilir mi?

17 Ekim 2018
Üç futbolcu kadro dışı kaldı, üç antrenörle yollar ayrıldı...

Yönetim çarpıcı açıklamalar yaptı... Üzerinden bir hafta geçti, ancak Fenerbahçe’de sular henüz durulmadı... Sezona yeni teknik direktör ve 11 futbolcu transferiyle başlayan Fenerbahçe’de, beklenmeyen puan kayıpları son bulmadıkça tartışmaların daha da devam edeceği anlaşılıyor...

Bu tartışmalarda en çok ‘kulüp dışına bilgi sızdırıldığı’ iddiası dikkat çekti. Araştırma sonucunda; işine son verilen antrenörlerin kulüp e-posta adreslerinden (fenerbahce.org) özel e-posta adreslerine (gmail.com) kulübe özel veri ve istatistiklerin gönderildiğini bizzat Başkan Ali Koç açıkladı...

Açıklamalardan; kulüp içinde kapsamlı bir iç denetim yapıldığı ve inceleme sonuçlarına göre bu bulgulara ulaşıldığı anlaşılıyor...

İçerden bilgi sızdırma vakaları ve kurum içi incelemeler şirketlerin de gündemine gelebiliyor. Ardından şu iki soru da soruluyor tabiatıyla.

İşletmeler; çalışanlarının kullandıkları bilgisayarları üzerinde, onların bilgisi olmadan inceleme yapabilir mi? Yargı, işverenlerin yapmış oldukları incelemeleri nasıl değerlendiriyor?

Yargıtay kararlarında; tereddüte yer vermeyecek şekilde işverenin bilgisayar ve elektronik postalar üzerinde denetleme yetkisi olduğu vurgulanıyor: 22’nci Hukuk Dairesi’nin 3 Mayıs 2016 tarihli kararında konu şu şekilde belirtilmiş: “... görevi gereği işverenin işlerini yürütmesi için kendisine (çalışana) verilen bilgisayar üzerinde davalı şirketin inceleme yaptırdığı anlaşılmaktadır. İşverenin kendisine ait bilgisayar ve elektronik posta adresleri ile bu adreslere gelen elektronik postaları her zaman denetleme yetkisi bulunmaktadır. Kaldı ki, davacı işçinin özel işleri için işverenin izni olmadan bilgisayarı kullanması kabul edilemez. Bu sebeplerle, davalı işverenin bilgisayar verilerine delil olarak dayanmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” (E. 2016/6321, K. 2016/13143)

Yargıtay 9’uncu Hukuk Dairesi’de aynı yönde kararını açıklıyor. 13 Aralık 2010 tarihli kararda “…görevi gereği işverenin işlerini yürütmesi için kendisine verilen bilgisayar ve e-mail adreslerini kullanarak iş akdi daha önce feshedilen S. A. ile işle ilgili olmayan elektronik yazışmalar yaptığı, bu yazışmalar sırasında işverenin şahsına yönelik hakaret niteliğinde sözler sarf ettiği işyeri sırrı sayılabilecek konularda da yazışmalar yaptığı anlaşılmıştır.

İşverenin kendisine ait bilgisayar ve e-mail adresleri ile bu adreslere gelen e-postaları her zaman denetleme yetkisi bulunmaktadır. Davalı işverene ait bilgisayarları ve e-mail adreslerini özel yazışmalarda kullanıp işverene hakaret niteliğinde sözler sarf etmenin, işveren açısından 4857 sayılı Yasanın 25 II-b. maddesi uyarınca sataşma niteliğinde haklı fesih nedeni oluşturacağı anlaşılmakla davacının ihbar ve kıdem tazminatı taleplerinin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” (E. 2009/447, K. 2010/37516)

Yazının Devamını Oku

İstifa da değil, işten çıkarma da değil… Üçüncü yol: ‘İkale’

10 Ekim 2018
Ne tek başına ‘çalışanın isteğiyle’, ne de tek başına ‘işverenin isteğiyle’ gerçekleşmeyip, üçüncü bir yolla da çalışanla işverenin yolları ayrılabiliyor.

Çalışan istifa etmiyor, işveren işten çıkarmıyor, ‘Karşılıklı anlaşılarak iş sözleşmesi sonlanıyor.’ Bu üçüncü yöntemle de; yani ikale sözleşmesi imzalanarak da, çalışan ve işveren anlaşarak, iş sözleşmesine son verebiliyor.

Aslında İş Kanunu’nda ‘ikale’ sözleşmesinden bahsedilmiyor. Gelir Vergisi Kanunu’nda da (GVK) yakın bir zaman öncesine kadar ‘ikale’ geçmiyordu. (27.3.2018 tarihli Resmi Gazete ’de yayımlanan 7103 sayılı yasa ile GVK Md. 25 ve Md. 61’de artık ikaleden bahsediliyor) Uygulamada ise öteden beri işveren ve çalışan ikale sözleşmesi imzalayabiliyor.

İkale’de iki kritik konu var... İlki: İkale yoluyla iş sözleşmesi sonlandığında çalışana hangi ödemeler yapılacak? İkincisi: Ödenecek bu kalemlerden ne kadar vergi kesilecek?

Birinci konudan; yani ‘ikale sonucunda çalışana hangi tazminatların ödeneceği?’ konusundan başlayalım...

Yargı kararlarına göre; ikale sözleşmesiyle çalışana kıdem ve ihbar tazminatları ödense bile ilaveten  (ikale talebi de işverenden gelmişse) makul yarar içerecek bir tutarda ödeme yapılması da gerekiyor. Yakın tarihli bir kararda makul yarar şu şekilde belirtiliyor: “Fesih talebinin işverenden gelmesi durumunda makul yarar, davacı işçinin fesih sonrasında elde edeceği maddi değerler ile yerleşik içtihatlarımıza göre 4 aylık ücret tutarını karşılaması gerekmekte olup, ikale sözleşmesi ile davacıya 2 aylık ücret ödemesi yapılmış olup, makul yarar sağlanamadığı...” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, E. 2017/23432, K. 2018/8361, T. 11.4.2018) 

Makul yarar aranmasının nedeni; çalışanın ikale sözleşmesi imzalamasıyla işsizlik sigortasından yararlanma hakkı da kalmıyor, iş güvencesi hükümlerinden (4-8 aylık ücret tutarında hesaplanan işe başlatmama tazminatı gibi) yararlanma hakkı da kalmıyor.

İş güvencesi hükümlerinden yararlanabilmek için; ‘çalışanın en az 6 aylık kıdemi olması’ ve ‘çalışılan işyerinde en az 30 işçinin çalışıyor olması’ gibi kriterler gerektiğini de ayrıca belirtelim. (İş Kanunu Md. 18) 

İkale talebi eğer işçiden gelmişse çalışana yalnız kıdem ve ihbar tazminatının ödenmesi yeterli görülebiliyor.  Yargıtay’ın 19 Mart 2018 tarihli kararında konu şu şekilde açıklanıyor:

Yazının Devamını Oku

Otomobilde ÖTV ve KDV hesabı

3 Ekim 2018
Binek otomobillerde Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) hesaplama değerleri (matrah aralıkları) değiştirildi... Vergi oranlarında herhangi bir değişiklik yapılmazken, matrah aralıkları artırıldı. (24 Eylül 2018 tarihli Resmi Gazete)

Hangi satış fiyatına sahip otomobil için hangi oranda ÖTV ödeneceği aşağıdaki tablodan görülebilir. Örneğin; Motor silindir hacmi 1600 cm³’ü geçmeyen, vergiler (ÖTV+KDV) dahil fiyatı 123 bin 900 lira olan bir araç artık 119 bin 770 liraya satılacak. Bu aracın vergiler hariç çıplak fiyatı 70 bin lira iken artık yüzde 50 değil, yüzde 45 ÖTV hesaplanacak. Toplamda 4.130 TL daha düşük fiyata faturalanmış olacak. (Çıplak fiyat 70.000 + yüzde 45 ÖTV 31.500 TL + yüzde 18 KDV 18.270 TL = 119.770 TL)

Son değişiklik; araçların ÖTV+KDV dahil fiyatlarına yüzde 3.3 ile 7.8 arasında indirim olarak yansıyor. Emre Özpeynirci, Hürriyet’te (24.09.2018) ÖTV hesaplanmasında yapılan değişikliğin hangi araç için ne kadar fiyatları düşürdüğünü ayrıntılı olarak açıklamıştı... Biz şimdi binek otomobilin anahtar teslim fiyatı içine yedirilmiş vergilerin diğer ödenecek vergilere etkilerine göz atalım... Sade vatandaş için; aracın (vergiler dahil) anahtar teslim fiyatı önemlidir yalnızca... İşletmelerde ise durum farklı; ödenen paranın ne kadarı ÖTV, ne kadarı KDV ayrıca irdelenir.Şahıs işletmeleri de, anonim ve limited şirketler de ödeyecekleri verginin hesabında ÖTV’yi gider yazabiliyor. Şahıs işletmeleri Gelir Vergisi (GV) hesabında, şirketler Kurumlar Vergisi (KV) hesabında ÖTV’yi gelirlerinden düşebiliyorlar. Aracın binek oto olması da fark etmiyor. Hatta binek otoda ÖTV’ye ilaveten aracın KDV’si de gider yazılabiliyor. (Panelvan, kamyon gibi ticari araç KDV’si ise, işletmenin ödeyeceği KDV’den düşülebiliyor.) Binek oto alımında ödenen ÖTV ve KDV gider yazılmak yerine istenirse otonun maliyetine de ilave edilebilir.

Örneğin; çıplak vergisiz bedeli 70 bin lira olan binek otomobil için ödenecek, 31 bin 500 lira ÖTV ve 18 bin 270 lira KDV tutarının tamamı (49 bin 770 lira) gider yazılabiliyor.

Otomobilin; ÖTV ve KDV binmemiş çıplak bedeli de (70 bin lira) yine gider yazılabiliyor ancak bu gider beş yıla yayılmak zorunda. 2018 için kıst amortisman (1 Ekim’de alınan oto için 3 aylık gider), 2019 ve sonraki yıllar için tam amortisman (1 yıllık gider) ayrılarak gider yazılabilir. (1 Ekim’de alınan aracın çıplak bedeli; binek otolar için son üç aya isabet eden kısmı kadar, ticari araçlarda ise 2018’in tamamı için 1 yıllık amortisman gideri yazılabilir.)   

Dolayısıyla şahıs işletmeleri ve şirketler, satın aldıkları binek otolar için ödedikleri bedellerin tamamını, vergi hesabında gider olarak yazabiliyorlar. Ayrıca iş amaçlı kullanılan araçların bakım, onarım ve akaryakıt harcamalarını, yine gider olarak kaydedebiliyorlar.

“Otomobilin vergileri, sigorta ödemeleri, bakımı, muayenesi... Bunların hiçbirinin yükü üzerimde olmasın” diyen işletmeler satın alma yerine kiralamayı tercih ediyor. Kiralamada operasyon yükü işletme üzerinden kalkarken, vergisel olarak da bir kayıp oluşmuyor. Çünkü kiraya veren firmadan alınan faturada yer alan kiralama bedeli doğrudan gider kaydedilebiliyor. Kiraya veren firmaya ödenen KDV’de, kiracı işletmenin ödenecek KDV’sinden düşülebiliyor. Araç alımı için baştan toplu bir para çıkışı da söz konusu olmuyor. İşletmeler yeter ki; ödeyecekleri ‘kiralama maliyeti’ ile alternatifi olan ‘satın alma maliyetini’ karşılaştırdıklarında kiralamayı tercih etmiş olsunlar. Kiralama konusu araç için yapılan akaryakıt masrafları gider yazılabiliyor.

Yazının Devamını Oku

Okul faturalarının vergi avantajı var mı?

26 Eylül 2018
30 yaşın üstünde olanlar hemen hatırlayacaktır...

Vergi iade zarfları vardı 2007 yılına kadar. Tüm çalışanlar; yıl boyu alışverişlerinde topladıkları gıda, giyim, sağlık vb. harcamalara ilişkin fiş ve faturalarla beraber eğitim faturalarını da zarfa yazıp işyerlerine verdiklerinde devletten vergi iadesi alıyorlardı. Vergi iadesinin oranı, toplanan fiş-faturanın yüzde 4’ü ila 8’i arasındaydı.

O döneme de göndermede bulunarak bugünlerde şu soru çok soruluyor: “Çocuklarımın okul faturalarının vergi avantajı var mı?”

Hangi veli ‘gelir vergisi beyannamesi’ veriyorsa, onlar okul faturalarını indirim olarak dikkate alıp ödeyecekleri vergiyi azaltabilirler. Gelir vergisi beyannamesi vermeyenler içinse okul faturalarının bir vergi avantajı yok. Bordrolu çalışanlar mesela. Çalışanların vergileri, işverenlerince stopaj yoluyla kesilip Maliye’ye ödendiğinden okul faturaları vergi hesabında dikkate alınamıyor. (Birden fazla işverenden ücret alan ve ikinci -ve varsa daha fazla- ücreti yıllık 34 bin lirayı geçenler, beyanname vermek zorundalar.)

Gelir vergisi beyannamesi veren mükellefler (esnaf, doktor, avukat, kira gelirinden- gayrimenkul satış kazancından dolayı beyanname verenler...) eğitim faturalarını vergi hesabında indirim olarak dikkate alabiliyorlar. Ancak gelirin yüzde 10’u ile sınırlı vergi hesabına dâhil edilebilecek fatura tutarı... Eğitim masrafları, gelirin yüzde 10’unu aşmayacak şekilde vergiyi azaltıcı etkiye sahip. Söz konusu harcamaların Türkiye’de yapılmış olması ve mükellefin kendisi, eşi ve küçük çocuklarına ilişkin olması gerekiyor.

KAYIT DIŞI GELİRİ OLAN DAHA AVANTAJLI

Geçmiş yıllarda da dile getirdiğim bir konu... Teşvikte kayıt dışı geliri olan daha avantajlı...

Özel okulda öğrenci okutan velilere sağlanan eğitim desteğinden yararlanmak için dikkate alınan kriterlerden birisi de anne-babanın yıllık geliri... Gelir ne kadar düşükse, teşvikten yararlanma imkânı da o kadar yüksek. Teşvik kişi başına yıllık 3.290 lira ile 4.610 lira arası değişiyor. Yani; vatandaşa hatırı sayılır bir katkı sağlanmakta. (Uygulamaya yönelik tebliğ, 12 Ağustos 2018 tarihinde Resmi Gazete’ de yayımlandı.)

Yazının Devamını Oku

Özel okul öğretmenlerinin işe iade hakkı yok mu?

19 Eylül 2018
Özel okulda görev yapan öğretmenlere kötü haber...

Geçerli neden olmadan işlerine son verildiğinde artık işe dönüş yapamayacaklar veya işe başlatmama (4-8 aylık ücretleri kadar) tazminatını ve boşta geçen süre ücretini (4 aya kadar ücret tutarında) alamayacaklar. Özel okul öğretmenlerinin işe iade talepleri artık kabul görmüyor.

Öncelikle hangi çalışanların hangi koşullarda işe iade davası açabileceğini ve dava sonuçlarından nasıl yararlanabileceğini kısaca özetleyelim...

İŞE İADE SÜRECİ

İşe iade davasında; mahkeme işverenin geçerli nedeni olup olmadığına bakıyor. Çalışan lehine sonuçlandığında, çalışan ya işine geri dönebiliyor veya -işveren işe iade almak istemiyorsa- çalışana iki kalem ödeme (işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücreti) yapılması gerekiyor. Uygulamada çoğunlukla işverenler; davayı kazanan çalışanını işe geri başlatmak yerine, işe başlatmama tazminatını ve boşta geçen süre ücretini ödemeyi tercih ediyor. İşe başlatmama tazminatı; dört ila sekiz aylık ücreti tutarında ödeniyor. (Bu tazminattan Gelir Vergisi de kesilmiyor.) ‘Boşta geçen süre ücreti’ ise (en fazla) dört aylık brüt ücret tutarında ödeniyor. (Üzerinden gelir vergisi kesintisi yapılıyor.)

Bir çalışanın işten çıkarıldıktan sonra mahkemeye gidip işe iade davası açabilmesi, tüm işyerleri için söz konusu olamıyor. En az 30 çalışanı olan işyerlerinde çalışanlar için bu hak geçerli. (İş Kanunu Md. 18) Ayrıca çalışanın işyerinde altı aydan fazla çalışmış olması da gerekiyor. Bu iki koşul mevcut olduğunda; çalışanın işten çıkarıldıktan sonra bir ay içinde önce arabulucuya gitmesi gerekiyor. Arabulucudan üç hafta içinde karar çıkması gerekiyor. Anlaşma çıkmadığı durumda son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren iki hafta içerisinde mahkemeye gidilerek işe iade davası açılabiliyor.

İŞE İADE HAKKI NEDEN YOK?

İşe iade sürecini özetledikten sonra şimdi özel okul öğretmenlerinin işe iade haklarının neden kaybolduğuna bakalım... Özel okul öğretmenleri de diğer çalışanlar gibi İş Yasası’na göre işverenleriyle (okul yönetimi ile) sözleşme yapıyorlar. Her ne kadar; özel okul öğretmenleri belirli süreli (en az 1 yıllık) sözleşmeyle çalışsa da ve belirli süreli sözleşmeler için işe iade hakkı doğmasa da, her yıl yenilenen sözleşmeleri olan öğretmenlere yargıdan işe iade kararı çıkıyordu. (Yenilenen iş sözleşmelerinin asgari süreli, belirsiz süreli olarak kabul edilmesinden...)

Yazının Devamını Oku

Huzur hakkı mı, kâr payı mı?

12 Eylül 2018
Hürriyet'te Dinçer Gökçe’nin haberinde (29.08.2018) okumuştum...

BİR otomotiv şirketinde, patrona aylık 300 bin lira huzur hakkı ödenmesine karar verilmiş. Haberde ilgili anonim şirketin açıklaması da yer alıyor. Açıklamada; yönetim kurulu üyesinin “kâr payı almadığı, kendisine 4 yıldır huzur hakkı ödendiği” belirtilmiş. Şirketin açıklamasından da anlaşılacağı üzere huzur hakkı genellikle kâr payının alternatifi olarak görülüyor...

Haliyle birçok patron da aynı soruları soruyor: “Kâr payının vergisi nasıl hesaplanır, huzur hakkının vergisi nasıl hesaplanır? Farkları nedir?”

Öncelikle “huzur hakkını elde etmek için şirketin kar elde etmesine gerek olmadığını” söyleyelim. Şirket genel kurulunda, yönetim kurulu üyelerine (ortak da olabilir, dışarıdan da...) hizmet karşılığı huzur hakkı ödenmesine karar verilmesi gerekiyor. ‘Her şirket huzur hakkı ödeyecek’ şeklinde bir zorunluluk da yok tabii ki, yönetim kurulu üyelerine huzur hakkı ödenmeyebilir de...

Kâr payı ise; adı üzerinde ancak şirketin bilançosunda kâr görünmesi durumunda hissedarlara ödenebilir. Kârın dağıtılacağı durumda ne kadarının dağıtılacağı pay sahiplerince genel kurulda belirlenir.

Yazının Devamını Oku