Adnan Kaya

Dümbüllü’nün izinde

18 Şubat 2017
MUTLU Polat, 10 parmağında 10 marifet olan insanlardan. Tiyatro ve sinema oyuncusu, yazar, yönetmen, ressam, müzisyen. Ve aynı zamanda Türkiye’nin ilk kadın meddahı.

Sanat yaşamı Vedat Çorbacıoğlu’ndan aldığı klasik piyano eğitimi ile başlamış. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde okumuş. İtalya’da Universita di Bologna’da reji üzerine yüksek lisans yapmış. Birçok dizi ve filmde ya oynamış ya da müziklerini yapmış. 2009’da kendi projelerini üretmeye karar vermiş. Polat, ‘Çoban Yıldızı’ ve ‘Tünel’in ardından şimdi de ‘Kül Kızı’ ile içsel yolculuklarımızdaki labirentleri farklı bir anlatımla ve çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.

Mutlu Polat, hikayesi modernize edilmiş geleneksel Türk Tiyatrosu’nun izleklerini taşıyan oyunda bir kadın meddah olarak çıkıyor karşımıza. Yazdığı, yönettiği ve oynadığı oyunda içsel yolculuğunu anlatırken, yaşadığımız hayatın tüm karmaşasını da gösterinin içinde yer alan vizör aracılığıyla bazen kısa filmler, bazen video-art çalışmalarıyla gözler önüne seriyor. “Düşe düşe, düşe düştüm. Bir hayal-i perdede düş oldum. Zaten bir düştüm, düşte düş oldum” diyor. Mutlu Polat, meddahlık sanatını çağdaş ve çarpıcı biçimi ile Türkiye’de ilk kez bir gösteride kullanan kadın unvanını da sahip. Ve bu haliyle Polat, İsmail Hakkı Dümbüllü’nün ustası Kel Hasan’dan devraldığı, 1968’de Münir Özkul’a verdiği, Özkul’un 1989’da Ferhan Şensoy’a emanet ettiği, Şensoy’un da 27 yıl sonra Rasim Öztekin’e bıraktığı kavuğu günümüzde belki de en çok hak eden isimlerin başında geliyor. Aynı zamanda piyano çalıyor, heykel yapıyor. Hiç durmuyor, sürekli üretiyor. İnanılmaz çalışkan, enerjik, yaratıcı. Müthiş eğlenceli, sempatik, çekici, tutkulu. Sorumluluk sahibi. Kimseyi yarı yolda bırakmayan, başladığı işi bitiren sağlam bir karakter. Keyifle okumanız dileğiyle...

 

HAYAT FELSEFESİ
Hayat sana hep ekşi limonlar sunuyorsa sen de tekila ve tuz iste.


Yazının Devamını Oku

Sevinelim mi, üzülelim mi?

17 Şubat 2017
BİR TESPİT

HÜRRİYET Ege’nin pazartesi günü manşeti ‘Sanayici yoruldu’ başlığını taşıyordu.

Mete Tamer Omur imzalı haberde İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı Hilmi Uğurtaş’ın çarpıcı bir tespiti vardı.
Uğurtaş özetle, “Bir dönem Alman sanayisinin yaşadığı genç kuşakların ata mesleğini devam ettirmeme durumunu artık biz de yaşamaya başladık” diyordu.



Türkiye’nin önemli üretim üslerinden biri konumundaki İzmir Atatürk OSB’nin en tepe yöneticisi, bunun göstergesi olarak da bölgedeki kiracı firma oranının yüzde 40’a çıkmasını gösteriyordu.
“Ülkemizde sanayicilik yapmanın gittikçe zorlaştığı, kar marjlarının düştüğü, uluslararası rekabet şartlarının ağırlaştığı bir ortamda fabrika sahipleri üretimden çekilme kararı alıyor. Birinci veya ikinci kuşaktan sonraki genç nesil sanayicilik yapmak istemiyor. Ne yazık ki çevremde bunun çok örneği var. Bölgedeki kiralama sayısının artmasının en önemli nedeni de bu” diyordu.

Yazının Devamını Oku

Köyün delisi!

11 Şubat 2017
Aslında iktisat mezunu. Yüksek lisansını insan kaynakları üzerine yapmış. Türkiye’nin ilk yazılım şirketlerinden birini kurmuş. 15 yıl çalışmış, üretmiş. Sonra...

Doğup büyüdüğü güzelim Samatya’nın ellerinin arasından kayıp gittiğini, mutsuz olduğunu, boğulduğunu hissetmiş. Ve iki bavula sığdırdığı eşyaları ile bisikletini yanına alarak Mayıs 2013’te tabir yerindeyse Alaçatı’ya sığınmış. Bir yandan aynı dalda doktorasına devam ederken, bir yandan da hayalindeki çiftliği hayata geçirmek için kolları sıvamış. Dr. Bülent Özcan, o gün bu gündür Alaçatı’nın Toskana Vadisi olmaya aday ‘Vadi Alaçatı’ için çalışıyor.

Burada doğal olmayan şey yok

Burası, Alaçatı’nın merkezine 5 kilometre mesafede, sörf alanına yakın 200 dönümlük bir yer. Üzerinde 360 dereceli tam yuvarlak bir cepheye kurulu 19 adet 11+8 şeklinde ağaçtan yapılmış bungalov tarzı konaklama odası var. 3’er kişilik dizayn edilen her odanın kocaman kendi bahçesi bulunuyor. 6 odada Japon yer yatağı mevcut. Tüm aksesuvarlar sedir ağacından. Farklı sürprizler de söz konusu. Örneğin, 6 oda kendi tarlasına sahip. Çadır kurmak isteyenler de unutulmamış. Onlar için de ağaçların altında yerler hazırlanmış. Seraların yanı sıra içinde lavanta, zeytin, yer fıstığı, kinoa, buğday ve çiçek yetiştirilen kalp şeklinde kocaman bir de tarla var. Kullanılan enerji güneşten karşılanıyor. Dolayısıyla karbon ayak izi sıfır. İçme suyunu kendi arıtmasından elde ediyor. Vadi Alaçatı minik bir orman içinde yer alıyor. Etrafı ardıç, çam, meşe, zeytin ağaçları, yaban mersini, dağ çileği, piren, odunsu bitkiler, kekik, papatya ile çevrili. Bu yıl ilk kez bağ oluşturulmuş. Kısmetse seneye ürün alınacak. Kendi kümesi var. Tavuklar tüm gün serbestçe gezebiliyor. Sulama ve peyzajın bir parçası olarak kullanılan iki gölet mevcut. 4 kilometrelik yürüyüş parkuru var. 8 bin adet zeytin fidanından 4 sene sonra ilk ürünleri almak hedefleniyor. Zeytinyağı kendi ağaçlarından çorap baskı yöntemiyle soğuk sıkım. Un da bu yıl ilk kez hasat edilecek kendi buğdayından üretilecek. Ekşi mayalı, zeytinyağlı ekmeğe dönüşecek. Bal yine kendi arı kovanlarından, tamamen doğal. Yarımadadaki en büyük lavanta bahçesi de burada. Toplam 80 bin kök lavanta var ve sayı her geçen gün artıyor. Doğal tarım yapılıyor, hiçbir kimyasal kullanmıyor, yerel tohum, sadece keçi, koyun, solucan gübresi ve güneşte beklemiş kuyu suyu tercih ediliyor.

 

Kalbi temiz insanlar gelsin

Dr. Bülent Özcan, “Her hikayenin bir başlangıcı vardır, benimki de böyle” diyor ve başlıyor anlatmaya... “İlk geldiğimde ‘köyün delisi’ diye lakap taktılar bana. Onlara göre uğraştığım yer dağ başıydı ve akıllı işi değildi. Beni daha çok kamçıladı ‘köyün delisi’ olma fikri. İlk iş yaklaşık 50 senedir hiç ekilmemiş toprakları ıslah ettik. Sürdük, çapaladık, çabaladık, gübreledik, güneşle, sevgiliyle buluşturduk. İlk odalarımızı inşa etmeye başladık. İstanbul’da atölyede hazırlayıp burada birleştirdik. Hayata bakışımız gibi tasarımlarımızın köşeleri olmasın istedik. Projemiz yüksek mimar Ahmet Beykan tarafından çizildi ve uygulandı. Toplamda 1 yıla yakın arabada, çadırda yatmışımdır. Burası emek ve sabrın ürünü.” Peki, ilk kez bu sezon konuk ağırlayacak Vadi Alaçatı kimlere hitap edecek? Dr. Bülent Özcan, “Kritik bir soru bu” diyor ve ekliyor: “Burası temiz enerji odaklı, temiz insanların elinin değdiği bir proje. Kar amacı gütmeyen, hesapsızca ve dostça hazırlanmış bir arkadaşlık hareketi. Dolayısıyla; gönlüm, hayatta barajları olmayan, kalbi temiz insanların gelmesi. Onlarla merkezinde toprak olan etkinlikler planlıyorum. Ekip, biçeceğiz. Atölyelerimiz olacak. Resim yapacağız, budanmış zeytin ağaçlarından küçük ahşap eşyalar, çamurlarla, toprakla oynayacağız. Cumartesi akşamları aile yemeğimiz olacak. Misafirlerimizle sabah kahvaltıda akşam yemeğini planlayacağız. Malzemeleri alıp hep birlikte hazırlayacağız. Masa düzenimizi buna uygun hale getireceğiz. O gece bize özel olacak, dışarıdan misafir kabul etmeyeceğiz. Paranın olmadığı bir gece. Tek ödeme şekli olacak, güler yüz.” Gerçekten ‘sıradışı’ bir öykü. Ben yazarken büyük keyif aldım. Dilerim sizler de okurken aynı keyfi alırsınız!

Yazının Devamını Oku

Balıkesir’de güzel şeyler oluyor

10 Şubat 2017
BUNU YAZMAK GEREK

SON dönemde adından en çok söz ettiren ilimiz hiç kuşkusuz Balıkesir.

Kente adeta yatırım yağıyor.
KGM ve KGL konsorsiyumu 167 odalı, 350 yatak kapasiteli Hilton Garden Inn için düğmeye bastı.
Alman kompozit devi Preiss Daimler (PD Grup) 120 milyon euroya yeni fabrika kuruyor.
Esas Holding 100 milyon dolarlık yatırımla 10 Burda AVM’yi hayata geçiriyor.
Kale Grubu 30 milyon TL harcamayla Kalekim’in son tesisini inşa ediyor.

Yazının Devamını Oku

‘Sofra’sında herkese yer var

4 Şubat 2017
HER yıl Michelin Guide tarafından tavsiye edilen dünyanın ilk ve tek Türk lokantası seçilen İngiltere’deki ‘Sofra’ ve ‘Özer’ restoranlarının sahibi Hüseyin Özer, bu köşenin adı gibi ‘sıradışı’ bir kişilik. Kendisini ‘saf köylü çocuğu’ olarak tanımlayan Özer, Tokat Reşadiye’ye bağlı şirin bir köyde doğdu.

Anne-babası o küçük bir çocukken ayrıldı. Babası tarafından evlatlıktan reddedildiğinde henüz 7 yaşındaydı. Bir süre yaşlı dedesinin yanında kaldı. Dünya malına gönül bağlayan abisi onu zehirledi. İstenmeyen çocuk oldu ve feleğin tokatını o yaşta yedi. Her çocuk gibi onun da hayalleri vardı. Okumak istiyordu. Yazı yazmayı taşa ve duvara kara değnekle yazarak öğrendi. Uzun bir süre keçi çobanlığı yaptı. Annesi onu tabanca parası kazanıp babasını vurmak için Ankara’ya gönderdi. O küçüktü ama Ankara büyük bir şehirdi. Ve orada kendisini neyin beklediğini kestiremiyordu. Parası ve kalacak yeri de yoktu. Otobüs bileti için 20 lira borç almıştı. Bir süre Sıhhiye’deki bir umumi tuvalette yatıp kalktı. Tokat’ta istenmeyen, Ankara’da ise sokak çocuğu olmuştu. Ulus Meydanı’nda çakmaklara benzin doldurarak para kazandı ve 20 TL olan borcunu 40 lira olarak geri ödedi. Daha sonra bir meyhanede çalışmaya başladı. Yatmak için de bir kömürlük kiraladı. Annesinin öfkeyle aldığı o karar hayatını değiştirmişti, her şey yolunda gidiyordu. Ancak içindeki okuma sevgisi engel tanımıyordu.

Herkes ‘büyük adam’ olmak isterken, o ‘iyi bir adam’ olmayı kafasına koymuştu. Kitaplar alıp okumaya başladı. Okumayı sökünce İngilizce öğrenmeye karar verdi. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e kendisini okutması için iki kez mektup yazdı ama cevap alamadı. Ankara’da hayata tutunmayı ve mücadele etmeyi öğrendikten sonra İstanbul’a gitmeye karar verdi. Burada bir İngilizce hocasından özel ders aldı. Zaman su gibi akıp giderken askerlik çağı geldi çattı. Vatani görevini tamamladıktan sonra İngiltere’ye gitmeye karar verdi. Bu kez uçak bileti alacak parası yoktu. Günlerce süren otobüs yolculuğunun sonunda Londra’ya ulaşabildi. İlk işi bir İngilizce kursuna yazılmak oldu. Aynı zamanda bir dönercide çalışmaya başladı. Yıllar sonra, çalıştığı bu dükkanı satın aldı. Dönerci dükkanını lüks bir restorana dönüştürdü. Sağlıklı ve lezzetli yemekler yapmak için diyet hocaları tuttu. Yaklaşık 30 yıl iş yapmayan ve sürekli kapanan dükkanın kapısında uzun müşteri kuyrukları oluştu.

Buradan yola çıkarak farklı Türk yemekleri geliştirdi. Devlet adamları rahat ve güvenli bir şekilde yemek yiyebilsinler diye dükkanının camlarını kurşun geçirmez yaptı. Yıllardır restoranlarında müşterilerine Türkiye’yi tanıtan broşürler dağıtıyor. Dünyaya, Türk yemeklerini ve Türk misafirperverliğini tanıtıyor. Aynı zamanda giyim, kuşam, yemek yeme, insan ilişkileri, sağlıklı yaşam, diyet, kendine iyi bakma, güzel konuşma, vücut dili, organizasyon yapma, dengeli beslenme, hijyen, strateji, eleman yetiştirme, ‘Lokanta nasıl dolu tutulur, kapıda nasıl kuyruk olur?’u anlatıyor. Yüzde 100 dürüst olmanın getirilerini, kendini ve insanları ayrım yapmadan sevmeyi, komple bir yönetici olmanın yollarını, tüm bunların başında ve sonunda da mutluluğu öğretiyor. “Hangi din, dil, ırk, renkten olursan ol; kim olursan ol gel” diyor.

 

HAYAT FELSEFESİ

Yazının Devamını Oku

Ayvalık'tan portreler

3 Şubat 2017
4 ayrı insan, 4 ayrı firma, 4 ortak ses

GEÇEN hafta, “Ayvalık bir yazıya sığmayacak kadar zengin. O yüzden bir kısmını haftaya sakladım” demiştim.

Gerçekten de öyle...
Kiminle konuşsam yazacak bir konu çıktı.
Örneğin, İbrahim Mustafa Cömert...



5’inci kuşağını temsil ettiği ailesinin kökleri Midilli’nin Güle köyüne dayanıyor.

Yazının Devamını Oku

İzmir’de onun da izi var

28 Ocak 2017
O, hayatını sivil toplumun örgütlenmesine adamış bir gönüllü. Toplumun STK’lar bünyesinde örgütlenerek birçok sorunun üstesinden gelebileceğine inanıyor.

Zaten bugüne kadar kurduğu ve başkanlığını yaptığı dernekler aracılığıyla da İzmir’in sosyal yaşamında iz bırakmayı başarmış. İlk olarak Bostanlı Esnaf ve Sanayici İşadamları Derneği’ni (BESİAD) kuran ve 8 yıl başkanlığını yürüten Feyyaz Sungur, yaptığı projelerle gönüllerde taht kurmuş. Sonrasında BESİAD’ı genç nesillere bırakan Sungur, Karşıyakalıları da unutmamış. Karşıyaka Kalkınma Derneği’ni kurarak sorunlarına sahip çıkmalarını sağlamış. Bu dernekte yönetimde yer almayan Feyyaz Sungur, ardından rotasını İzmir geneline çevirmiş. Geçtiğimiz aylarda İzmir İş Dünyası Derneği’ni (İZİD) kurarak tüm İzmir için projeler üretmeye başlamış.

İzmir başta olmak üzere Türk iş dünyasının ve toplumun sosyal, kültürel, ekonomik standartlarının yükseltilmesi, girişimcilik kültürünün yaygınlaşması, ulusal ve uluslararası destek kredilerinin kullanımının artırılması, çocuk, engelli, genç ve kadınların dezavantajlarının giderilmesi, toplumsal cinsiyet ayrımcılığının son bulması, demokrasinin geliştirilmesi ve tabana yayılması için çabalıyor. Umutları projeye, emekleri başarıya dönüştürmek için didiniyor. Özetle İzmir’den bir meşaleyle yola çıkıp, ülkenin parlayan yıldızı yapmaya çabalıyor. Sivil toplumun örgütlenmesine verdiği emekle halkın takdirini kazanan Sungur, bunun karşılığını “Karşıyaka’da İz Bırakanlar Ödülü” ve “Karşıyaka Barış Ödülü”ne layık görülerek almış. Feyyaz Bey, tam bir gönül adamı. İnsanları seviyor. Ona göre hiç kimse kötü doğmuyor. Yaşadıkları şartlar onları kötü yapıyor. Asla ön yargılı değil. Bu düşünceden çok zarar etmiş ama yine de insanları sevmekten vazgeçmemiş. Tam bir terazi erkeği. Uyumlu, adaletli, dengeli, duygusal, sanatçı ruhlu, idealist, entelektüel ve sevgi dolu. Aynı zamanda çalışkan, mücadeleci ve projeci. Üniversite yıllarında boks yapmış, turnuvalarda şampiyonluklar kazanmış. En büyük hobisi kendi kendine öğrendiği gitar. Geçmişte oluşturduğu pul koleksiyonuna hala gözü gibi bakıyor. Feyyaz Sungur iş dışı yaşamının dışındaki dünyasını Sıradışı’na açtı. Keyifle okumanız dileğiyle, iyi hafta sonları...

 

HAYAT FELSEFESİ
Ben insanları seven biriyim. Bence hiç kimse kötü doğmaz, kötü olan ortamdır. Yaşadıkları şartlar onları kötü yapar. En kötü dediğiniz kişinin bile mutlaka iyi bir yönü vardır. Ön yargılı değilim. Herkesi severim. Bu düşünceden çok zarar ettim ama yine de insanları sevmekten vazgeçmedim.

 

OTOMOBİL

Yazının Devamını Oku

Ayvalık’ın adını lekelemeyin

27 Ocak 2017
AYNEN KATILIYORUM

HATIRLAYACAKSINIZ; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı geçtiğimiz günlerde taklit veya tağşiş (karışım) yapıldığı kesinleşen 96 firmaya ait 150 parti ürünü kamuoyuna duyurdu.

Bu ürünler arasında ilk sırada zeytinyağı yer alıyor.

Teşhir edilen firma ve ürünlere bakıldığında sahte zeytinyağı üretiminin İzmir, Aydın, Denizli, Hatay, Akhisar’da yoğunlaştığı görülüyor.
Pamuk, kanola, aspir, mısır gibi yağlı tohumlardan elde ettikleri yağları ‘sızma zeytinyağı’ olarak piyasaya süren sahtekarların ‘Ayvalık’ adını kullandıkları dikkat çekiyor.
Hafta sonu Ayvalık’taydık.
Ticaret Odası Başkanı Benhan İbrahim Kantarcı’yla kahvaltıda buluştuk, bol bol sohbet ettik.

Yazının Devamını Oku