A. Cem Keçe

En sık görülen cinsel sorunlar

28 Mayıs 2014
Çiftlerin cinsel hayatlarıyla ilgili sorumluluklar alması gerekiyor.

Kadın seks hayatındaki problemlerden dolayı cinsel terapiste gitmiş. Uzun seanslar boyunca çözüm için net bir şey yakalayamayan cinsel terapist bir ara; “Sevişirken hiç kocanızın yüzüne baktınız mı?” diye sormuş. Kadın; “Evet!” demiş. Cinsel terapist sormuş; “Nasıldı?” Kadın yanıtlamış; “Çok kızgındı!” Cinsel terapist gerçekten önemli bir yere yaklaştığını hissetmiş, detaya girmek istemiş. “Kocanızın suratını gördüğünüzü ve çok kızgın olduğunu söylediniz, peki neden ona bakmak ihtiyacı hissetiniz?” diye sormuş. Kadın yanıtlamış; “Çünkü, sevgilimle sevişirken eşim evin penceresinden bize bakıyordu...” Bu fıkradaki durumların yaşanmaması için çiftlerin cinsel hayatlarıyla ilgili sorumluluklar alması gerekiyor. Çünkü monotonlaşan ilişkilerde veya uzun birlikteliklerde zamanla cinsel istekte azalma, erkeklerde sertleşme ve boşalma sorunları, kadınlarda ıslanma ve kabarma problemleri meydana gelebiliyor. Yaşanan ekonomik sıkıntılar, ilişki çatışmaları, ruhsal sıkıntılar gibi olumsuz faktörler cinselliğin bir “GÖREV” gibi tek düze ve rutin bir şekilde yaşanmasına yol açabiliyor. Ancak monotonlaşan ve sorunlara gebe olan cinsel yaşam; çiftlerin birbirlerine olan tutkularını sürdürmek için sorumluluk almalarıyla, daha fazla birbirlerine dokunmalarıyla ve yakınlaşmalarıyla, reddedilmeyi göze alarak cinsel arzu ve fantezilerini paylaşmalarıyla, kendileriyle ve vücutlarıyla barışık olmalarıyla, erotik filmler seyretmeleriyle, erotik romanlar okumalarıyla ve aşk oyunlarına açık olmalarıyla önlenebiliyor. Cinsel terapistlere göre sağlıklı ve mutlu, keyifli ve tatminkâr bir seksin yolu kişinin kendisiyle ve vücuduyla barışık olmasından ve fantezilerinizi geliştirebilmesinden geçiyor. Bu konuda başarısız olan çiftlerin cinsel sorun yaşaması ise zamanla kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkabiliyor. İşte en sık rastlanan seks problemleri…

Mastürbasyon evliliklerde ve düzenli ilişkilerde normal seksin yerini aldığında ve takıntılı bir şekilde yapıldığında cinsel ve ilişkisel problemlere neden olabiliyor. Kişinin kendi kendine uyarması ve tatmin etmesi olarak bilinen ve bireysel olarak “tek başına” yapılan mastürbasyon, kontrolsüz bir şekilde ve gereğinden fazla yapılıyorsa, partner ilişkilerinde bozulmalara, karşı cinse olan cinsel çekimin azalmasına ve sosyalleşme problemlerine neden olabiliyor ve bu durumda patolojik olarak görülebiliyor. Yakalanma korkusuyla, ayıp ve yasak düşünceleriyle yapılan aşırı mastürbasyon yetişkin cinsel ilişkilerin gelişmesini geciktirebiliyor ve zamanla kişiyi erken boşalmaya programlayabiliyor. Ancak partnerle karşılıklı ve “çift olarak” yapılan mastürbasyon, normal cinsel aktivitelerin eğlenceli bir parçası olarak değerlendirilebiliyor ve mastürbasyondan ziyade çiftlerin bir seks yapma tekniği olarak kabul ediliyor.

Seks yaparken başta AIDS olmak üzere herpes ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkların bulaşabileceğinden korkma gibi "hastalık kapma korkusu", "hamile kalma korkusu", çocuklukta fiziksel sevgi eksikliğinin getirdiği "yakınlık korkuları", mastürbasyonla genital keşfin olmamasına bağlı "bilinmezlik korkuları", ebeveynle mastürbasyon konusunda sorunlar yaşanması gibi "yakalanma korkusu" seks korkuları yani cinsel anksiyete olarak biliniyor ve güvensizlik hissi yaratarak yakın ve samimi ilişkiler kurulmasını güçleştirebiliyor.

Mutlu bir partner ilişkisi için mutlu bir cinsellik, mutlu bir cinsellik için de cinsel istek gerekiyor. Ancak hormonsal bozukluklar, karaciğer ya da böbrek fonksiyonlarında bozukluklar, bazı ilaçların kullanılması, evlilik ve ilişki sorunları, suçluluk ve günahkarlık duyguları, stres, depresyon, hamile bırakma endişesi, performans kaygısı ve yakalanma korkusu gibi nedenlerden dolayı cinsel isteksizlik yaşanabiliyor. Bazı kadınlarda hamilelik, doğum ve emzirme gibi belirli dönemlerde ve jinekolojik cerrahi müdahaleler sonrası geçici olarak cinsel istek kaybı olabiliyor. Cinsel isteğin kişide ve yaşadığı ilişkisinde sıkıntı oluşturacak veya sosyal ve tıbbi sorunlara yol açabilecek düzeyde artması durumlarında aşırı cinsel istekten bahsedilebiliyor. Yineleyici ve tekrarlayıcı cinsel davranışlar, cinsel fantezi ve cinsel etkinliklere girme dürtüsünün çok fazla olduğu bu durumda, cinsel istek ve cinsel aktiviteler kontrolden çıkarak partneri cinsel ilişkiye zorlama veya mantıksız sebeplerle partnere zorla sahip olma arzusu gibi ilişkisel, sosyal, psikolojik, fiziksel ve adli sorunlara yol açabiliyor. Kullanılan bazı ilaçlar cinsel isteğin artmasına neden olabiliyor.

İnatçı ve tekrarlayıcı bir biçimde, çok az cinsel uyarılma ile cinsel birleşme yani penisin vajinaya girmesinden önce, penis vajinaya girer girmez ya da penis vajinaya girdikten hemen sonra, kişinin ve partnerinin arzu ettiği süreden daha önce oluşan boşalmaya denetimsiz boşalma yani ERKEN BOŞALMA adını veriyoruz. Cinsel hayatı aktif olan her on erkekten yedisinin cinsel terapiste başvurma nedeni olan denetimsiz boşalmada önemli olan süre değil, boşalma refleksi üzerinde istemli denetimin olmaması… Denetimsiz boşalma kader değil, cinsel terapi ile yüzde yüz tedavi edilebilen bir cinsel uyum sorunu… Omurilik yaralanmaları, üretral darlık, prostat bezine ya da testislere cerrahi müdahale gibi faktörler boşalma mekanizmasına olumsuz etki edebiliyor. Bu tip problemler boşalma ve orgazm problemlerinin yani kısa zamanda boşalmanın ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Ergenlik döneminde rüya sırasında meydana gelen ve “ıslak rüyalar” olarak ifade edilen boşalmalar normal olarak kısa sürüyor. Güven, sevgi ve anlayış erkeğin strese girmesini engelleyip boşalma kontrolü sağlamasını kolaylaştırabiliyor. Erken boşalmadan farklı olarak suçluluk duygusu içinde veya başka güçlü duygularla cinsel ilişkiye başlayan bazı erkeklerde GEÇ BOŞALMA adını verdiğimiz bir sorun ortaya çıkabiliyor. Bilinçli ve bilinçdışı faktörler boşalmayı etkileyebiliyor. Şeker hastalığı, sinir hasarı, prostat hastalıkları, idrar yolu daralması gibi fiziksel sebepler ve bazı ilaçlar boşalma zorluklarına yol açabiliyor. Geç boşalmanın çözümü ön sevişme döneminde erotizmi arttırmakla, makat ve perine uyarısıyla, gevşeme ve rahatlatmaya yönelik bir oyun havasında uygulanan tekniklerle, fantezilerinden bahsetmekle, güçlü erotik cümlelerle veya görüntülerle mümkün olabiliyor.

Sertleşme sorunu her ne kadar yaşın ilerlemesi ile birlikte ortaya çıkan bir rahatsızlık olarak görülse de son yıllarda gençlerde de görülebiliyor. 40 yaşını geçen erkeklerin yüzde 70’ine yakınında görülen sertleşme sorununda yüksek tansiyon, diyabet, damar sertliği gibi faktörler etkili rol oynayabiliyor. Pek çok nedeni ve tedavi yöntemi bulunan sertleşme sorununun nedenleri, tanısı, önce kime başvurmak gerektiği ve tedavisi hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor. Çünkü sertleşme sorunları yani iktidarsızlık, sürekli yineleyici bir şekilde cinsel bir ilişkiyi başlatacak ölçüde bir sertliği oluşturamama veya ilişkinin devamını sağlayacak kadar sertliği sürdürememe olarak tarif ediliyor. Bu sorunla her erkeğin her zaman ve her yerde karşılaşabileceğinin unutulmaması gerekiyor.

Sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, cinsel heyecanın olmaması, cinsel uyarılmanın yeterli bir ıslanma yani vajinanın sulanması ve kabarma tepkisini sağlayamama yani klitorsin sertleşmemesi ya da cinsel etkinlik bitene dek bunları sürdürememe durumlarında cinsel uyarılma sorunlarından bahsedilebiliyor. Bu sorun belirgin bir sıkıntıya ya da kişiler arası ilişkilerde zorluklara neden olabiliyor. Menopoza bağlı östrojen düzeyinde düşme, atrofik vajinit, şeker hastalığı gibi fiziksel hastalıklar, grip ilaçları, antihipertansif ve antihistaminik ilaçlar uyarılmayı zorlaştırabiliyor. Ayrıca (1) yaşla veya çekicilikle ilgili endişeler, (2) partneri ebeveyn olarak algılama ve ona karşı cinsel ilginin azalması, (3) yakınlaşma ve sınır sorunları, (4) evlilik ve ilişki çatışmaları, (5) aldatma, aldatılma veya partnerin sadakatinden kuşkulanma, (6) geleneksel, ayıp, yasak ve günah duygularıyla kısıtlayıcı yetiştirilme koşulları, (7) cinsellikle ilgili suçluluk duyguları, (8) katı dini ve ahlaki inançlar, (9) cinsel fobiler veya kaçınmalar, (10) babaya karşı olan çocuksu ödipal aşkın bilinçdışında devam ediyor oluşu, (11) cinsel ilginin ve yönelimin kendi cinsine yönelik olması, (12) histrionik ve borderline kişilik bozuklukları, depresif ve distimik kişilikler, (13) teşhircilik veya cinsel sadizm gibi maskelenmiş cinsel sapıklıklar, psikolojik olarak cinsel uyarılma sorunlarına yol açabiliyor.

Pek çok kadının sorunu olan ağrılı ve acılı cinsel ilişki yani disparoni, basit bir enfeksiyondan kaynaklanabileceği gibi ciddi hastalıklara da işaret edebiliyor. Bu nedenle cinsel ilişki sırasında ağrıdan yakınan kadınların zaman kaybetmeden mutlaka bir cinsel terapiste ve jinekologa başvurmaları gerekiyor. (1) Cinsel birleşme sırasında vajinaya girmede zorlanma, (2) vajinaya girme ya da girme girişimleri sırasında vulvovajinada ya da pelviste belirgin ağrı duyma, (3) vajinaya girme eyleminin gerçekleşeceği beklenirken ya da vajinaya girme sırasında ya da girilmesinden ötürü vulvovajinada ya da pelviste ağrı duymayla ilgili olarak belirgin bir korku ya da kaygı duyma ve (4) vajinaya girme girişimi sırasında aşk kaslarını (pelvis tabanı kaslarını) çok germe ya da sıkma durumu, yaklaşık altı aydır, sürekli ya da yineleyici bir biçimde yaşanıyorsa, kadında ve çift ilişkisinde belirgin bir sıkıntıya neden oluyorsa disparoniden bahsedilebiliyor. Ağrı genellikle vajina ya da kasık bölgesinde gelişiyor. Disparoniden yakınan kadınlar, ağrı ve acının verdiği korkuyla ağrı beklentisine girebiliyor ve cinsel ilişkiye girmekten kaçınabiliyor. Hatta bazı durumlarda ağrının ve acının çok şiddetli olması, vajinal kasların, ilişkiye girilmesine engel olacak kadar sıkı kasılmasına bile yol açabiliyor. Disparoni, “derin” ve “yüzeyel”, "primer" (yaşam boyu) ve "sekonder" (edinsel), “psikolojik nedenli” ve “fiziksel nedenli” olarak sınıflandırılabiliyor. Derin disparoni, vajinaya penisin tam olarak girmesinden sonra kasık veya karın bölgelerinde ağrı ve acı hissedilmesi olarak tarif ediliyor. Rahim, yumurtalık, tüpler ve alt karın bölgesi ile ilişkili önemli hastalıklar derin disparoniye neden olabiliyor. Yüzeyel disparoni ise vajinanın hemen girişinde veya vajina içerisinde hissedilen ağrı ve acı hissi olarak biliniyor. Primer disparoni, kişi cinsel açıdan etkin olduğundan beri varken, sekonder disparoni oldukça olağan bir cinsel işlevsellik evresinden sonra başlıyor. Disparonide psikolojik nedenlerden çok fiziksel nedenler ön planda görülüyor. Herpes simpleks enfeksiyonu (genital uçuk) ya da vajinit gibi vajinal bölgede ya da rahimde gelişen enfeksiyonlar, vajinada, rahimde veya yumurtalıkta gelişen kitle ve tümörler, vajinada yabancı cisimlere karşı oluşan alerjiler, endimotriozis yani iç genital bölgedeki organlarda oluşan yapışıklıklar, menopoz döneminde vajinada oluşan kuruluklar, kızlık zarının yapısal olarak sert olması gibi kızlık zarıyla ilgili sorunlar, doğumsal vajina kusurları disparoniye neden olabiliyor. Bunun dışında psikolojik sorunlar, ön sevişmeye yeteri zaman ayrılmaması ve yeterince hazır olunmadan cinsel ilişkiye girme vajinada tahrişe ve ağrılı cinsel ilişkiye neden olabiliyor. Erkeklerde ise üretra enfeksiyonları ağrılı cinsel ilişki yaşanmasına yol açabiliyor.

Yazının Devamını Oku

Sürekli cinsel uyarılma sendromu

23 Mayıs 2014
PSAS hastalığını yaşayan kadınlar kendilerini huzursuz, gergin, üzgün, isteksiz ve boş hissederler.

PSAS (Persistent Sexual Arousal Syndrome) yani Sürekli Cinsel Uyarılma Sendromu, Sarah Carmen adlı hastanın İngiliz The Sun Gazetesi'ne verdiği röportajdan sonra dünya ve ülkemiz gündemine oturdu.

Orgazm olmakla boşalmak aynı şey değildir...

Orgazm tıptaki son gelişmelere rağmen halen bilinmezliklerle dolu bir terimdir. Orgazm olmakla boşalmak aynı şey değildir. Çok yanlış bir şekilde bu iki kavram aynı anlamda kullanılmaktadır. Bu da kafaları karıştırmakta ve bazen sürekli cinsel uyarılma sendromu (PSAS), hayalet orgazm veya zincirleme orgazm gibi içinden çıkılmaz kavram karmaşalarına yol açabilmektedir. Boşalma bedensel bir rahatlama hissiyken, orgazm ise bu bedensel rahatlamaya ruhun eşlik ettiği çok daha yüksek uyarılmanın olduğu hedonik (haz veren) bir durumdur. Orgazmda biyolojik yapı, ruhsal aygıt ve sosyal öğrenmeler bir ahenk içinde çalışır. Orgazm olan kadında pelvik vazekonjesyon (genital damarların aşırı kanla doluş hali), kalp atım hızında ve solunum sayısında artma, vajinal ıslaklık, vajinal uzama, tonik kasılma, vajina dudaklarında hacim artışı, rahimde yükselme ve klitoral geri çekilme meydana gelir. Bu nedenle genelde orgazm diye bahsedilen durumlar boşalma olarak algılanmalıdır. Hayalet orgazm terimi de hayalet boşalma, fantom boşalma veya hayalet haz duyma olarak anlaşılmalıdır.

Genital organlar doğrudan uyarılmadan orgazm yaşanabilir...

Beyin kadındaki cinsel uyarılma ve orgazmın önemli bir kaynağıdır. Genital organlar doğrudan uyarılmadan orgazm olunabildiğine ilişkin birçok kanıt vardır. Felçli (paraplejik) hastalar tarafından yaşanan fantom orgazmlar, hipnotik olarak indüklenen orgazmlar, yalnızca fantezi ile elde edilen orgazmlar ve beyin bölgelerinin uyarılmasıyla elde edilen orgazmlar bu kanıtlara örnek olarak verilebilir. Ayrıca genital bölgesinden ameliyat olan kadınların orgazm yaşadığına dair raporlar da mevcuttur.

Psas hastalarının g noktaları aşırı hassas olabilir...

Bir kadının orgazm yaşama kapasitesi bir takım faktörlerden etkilenir. Bunların içerisinde nöroanotomik, fizyolojik, psikolojik, sosyo-kültürel ve etkileşimsel faktörler yer almaktadır. Ancak bu etkilerin hiçbiri birincilliği veya kesinliği onaylanmamıştır. Orgazmın çalışılmasında karşılaşılan zorluklar içerisinde; orgazmın nörofizyolojik açısından ne zaman meydana geldiğini belgeleyecek ölçümlerin bulunmayışı ve fikir birliğine varılmış bir orgazm tanımlamasının bulunmaması yer alır. Bu son nokta bir cinsel terapistin akılda tutması için son derece önemlidir. Eğer bir cinsel terapist cinsel problemleri bulunan bir hastasını dikkatli bir şekilde dinlerse bazıları daha sonra yaşamadıkları anlaşılacak olan orgazmı yaşadıklarını bildireceklerdir, diğerleri ise gerçekten meydana gelen orgazmı tanımlayamayacaklardır. Birçok anatomik bölge orgazm deneyimi açısından önemlidir. Klitoris ve vajina en sık belirtilenlerdir. Vücudun dokunulmaya en hassas bölgeleri vajina dudakları, vajina girişi ve klitoristir. Bu bölgeler, özellikle klitoris çok fazla sinirle donatılmıştır ve ayrıca kanlanma kapasitesine sahiptir. Vajina ise dokunmaya karşı nispeten daha az hassastır. Ön vajinal duvardaki vajinal girişin birkaç santimetre uzağındaki yaklaşık 1 cm çapındaki bölge, Grafebberg veya G noktası olarak tanımlanmıştır. PSAS hastalarında G noktasının aşırı hassas olduğu ve uyarılmasıyla orgazm açığa çıkaran bir sıvı ürettiği iddia edilmektedir. Bu maddenin gerçekten idrardan faklı bir madde olup olmadığı halen bir tartışma konusudur.

Psas nedir?

Dünyada ilk kez 2001'de Hollanda’lı bir Doktor Marcel Waldinger tarafından tanımlanmış olan PSAS hastalığı kesinlikle bir orgazm hali değildir. Ortamda cinsel bir uyarılma, cinsel bir yönelim veya seks yapma isteği yokken, kendiliğinden ve istenmeyen bir uyarılma sonucu başta vajina olmak üzere genital bölgelerde yaşanan, karıncalanma, hızlı hızlı atma veya yoğun heyecanlanma şeklinde tarif edilebilen boşalma hissine PSAS (Persistent Sexual Arousal Syndrome) yani “sürekli cinsel uyarılma sendromu” denir. Bilinenin aksine büyük bir ıstırap çeken PSAS hastaları, herkesin imrendiği veya hayal ettiği bir orgazm yaşamazlar. Gerçekleşmemiş orgazmın hissedilmesi gibi bir duygu veren bu hastalıkta klitoris veya vajinada hissedilen yalancı orgazm hali vardır. Yanlışlıkla bu hastalara nemfoman (doyumsuzluğa varan aşırı seks düşkünlüğü) tanısı konulabilir.

Psas’ın 6 özelliği...

PSAS hastalığının 6 ortak özelliği vardır. Bunlar;

    Cinsel uyarılmadaki fizyolojik yanıtlar saatler ya da günlerce sürebilir ve kendiliğinden kaybolmaz.Fizyolojik uyarılma klasik orgazmla son bulmaz ve saatlerce, günlerce çoklu yalancı orgazmlar yaşanır.Bunlar bir cinsel arzu ya da uyarılma duygusuyla yaşanmaz.Sadece cinsel aktivitelerde değil, cinsel uyaran olmadığında ya da hiç uyaran olmadığında da ortaya çıkabilir.Bu hisler istenmedik, arzu edilmedik bir şekilde yaşanır.Arka planda işleyen suçluluk, cezalandırılma gibi bilinçdışı duygular vardır.

Psas hakikaten sinir bozucu bir hastalıktır...

PSAS hastaları için oturmak veya araba kullanmak eziyet verici bir durumdur ve ayakta durmak onları rahatlattır. PSAS hakikaten sinir bozucu bir hastalıktır. Çünkü PSAS hastalığında hissedilen duygu normal cinsel uyarılmadan farklı bir histir ve herkesin anladığı manada cinsel bir haz söz konusu değildir. Bilinenin aksine bu kadınların sekse aşırı düşkünlükleri ve aşırı cinsel istekleri yoktur. Uyarılma hissi, boşalma hissi yaşandıktan sonra bile saatler, günler, hatta yıllarca sürebilir. Bu durum kadın için intihar düşüncelerine bile yol açabilecek kadar kötü bir duygudur. Sürekli cinsel organda bir rahatsızlık hissinin yanı sıra, bu kadınlar aşağılanma ve utanç duyguları içerisindedirler ve sorunlarını bir doktorla bile paylaşmaya çekinirler. Erkeklerde de görülebilen bu durum, priyapizm olarak ortaya çıkıyor. Erkeler için priyapizmin tanımı ve bunla başa çıkma yolları mevcut, ancak kadınlar için bir tedavi söz konusu değil.

Psas’ın nedenleri...

Sürekli cinsel uyarılma sendromunun olası nedenleri hakkında tartışmalar halen devam etmektedir. Anatomik olarak sinir sistemi merkezi ve periferik sinir sistemi olmak üzere iki bolümde incelenir. Merkezi sinir sistemi beyin ve omurilikten oluşur. Bu iki merkez dışında kalan sinirler ise periferik sinir sistemini oluşturur. Periferik sinirler, dış ortam ile merkez sinir sistemi arasında bağlantı sağlar. PSAS’ın tek bir nedeni yoktur. Sürekli cinsel uyarılma sendromunun olası nedenleri arasında; cinsel organlara giden sinirlere (pudendal sinir vb.) baskı yapan bir etken ya da bu sinirlerin hassasiyeti, geçirilmiş bir kaza veya çok özel bir beyin anomalisi gibi merkezi ve periferik sinir sistemindeki nörolojik değişiklikler, cinsel organlara fazla kan pompalanmasına ve cinsel organların çok sıcak olmasına yol açan damarsal sorunlar, at ya da bisiklete binme gibi cinsel bölgelere mekanik baskı oluşması, bazı ilaçların kullanılması ve psikolojik stres faktörleri yer alır.

Psas’ı tetikleyen uyarıcılar...

Sürekli cinsel uyarılma sendromunu tetikleyen çeşitli uyarıcılar vardır. Bu uyarıcılar arasında en çok gördüklerimiz şunlardır: Sezaryen ameliyatları, Zyban gibi çok özel antidepresanların kullanılması, adetin bitmesi veya kesilmesi, farklı antidepresanların üst üste kullanılması, tren, araba veya motosiklet gibi araçların yarattığı titreşimler, saç kurutma makinesinin esintisi, fotokopi makinesinin sesi, geçirilen bir kaza sonrasında pelvis bölgesinin incinmesi ve yaralanmasından sonra mastürbasyon yapma.

Psas tedavisi...

PSAS tedavisinde önemli olan nedeni ortaya çıkarmaktır. Nedeni bulmak her zaman kolay olmaz, çok uzun soluklu araştırmalar ve psikolojik bir analiz gerekebilir. Tedavide holistik cinsel terapi, antidepresanlar, kas gevşeticiler, anksiyolitikler, sinirleri besleyen vitamin ilaçları ve gerekli vakalarda cerrahi tedaviler kullanılır.

Yalancı orgazm sonrası moral bozukluğu yaşarlar...

Sürekli cinsel uyarılma sendromunda yalancı bir orgazm hissi yaşanır. PSAS hastalığını yaşayan kadınlar kendilerini huzursuz, gergin, üzgün, isteksiz ve boş hissederler. Bu durumu esas bir cinsel işlev bozukluğu olarak görmek yerine psikolojik ve nörolojik bir sorun olarak ele almak gerekir. Bu sorunları cinsel bir faaliyetin dışında yaşayan bir kadın; depresif bir ruh hali içine girebilir, cinsel beklentileri azalabilir, arzularınızı karşı tarafa aktaramayabilir ve hayal kırıklıklarını partnerine öfke olarak dışa vurabilir. Hatta bazen bu kadınlar yalancı orgazm hissinden sonra ağlama ihtiyacı hissederler. Bu üzgün oldukları anlamına gelmemelidir, yalnızca çok alt üst olmuş duyguların bir ifadesi olabilmektedir. Bu nedenle ciddiye alınması gereken bir hastalıktır.

Psas hastalarına öneriler...

PSAS hastaları birkaç basit teknikle ve öneriyle yaşadıkları sıkıntıları azaltabilirler. PSAS hastalarının yaşadıkları sıkıntıları azaltmaları için aşağıdaki önerilere dikkat etmeleri gerekir. Bunlar;

    Cinsel bölgeye buz torbası koymak,Masaj yaptırmak,Germe, gevşeme ve nefes egzersizleri uygulamak,Tetikleyebilecek nedenlerden kaçınmak,Omega 3, Omega 6 ve Vagisil or Vagigard (%20 Benzocaine) kullanmak,Kegel egzersizlerini uygulamak,Tek ayağını altına alarak oturmak (pelvis bölgesine baskı yapacağından rahatsızlık hissini azaltabilir),Mastürbasyon yapmak,Uyurken kalça ile bacakların arasına bir yastık yerleştirmek,Araba kullanırken, bacakların arasına bir şey yerleştirmek (yastık, bardak gibi) vb.

Psas hastalarıyla çalışan cinsel terapistlere ve hekimlere öneriler...

PSAS hastalığı çok nadir görülür. PSAS şikâyetiyle gelen hastalarda cinsel terapistlerin dikkat etmesi gereken önemli noktalar vardır. Bunlar;

    Açık bir iletişim kurun, size gelen hasta bu konuyu anlatırken zaten kendini rahat hissetmeyecektir, espri yapmaktan ya da keşke benim karım da böyle olsaydı gibi sözlerden uzak durun.Anlayışlı ve destekleyici olun.Dürüst olun, bu hastalığı hiç duymamış olabilirsiniz bunu itiraf edin.Her şeyin kafasının içinde olduğunu söylemeyin. PSAS’ın nedenleri tam olarak bilinmemektedir ve bu sorunu sen yaratıyorsun demek hastayı incitebilir. Sorunun nedeni fiziksel olabilir. Her ne kadar sorun fiziksel kaynaklı olsa bile, psikolojik destek faydalı olacaktır.

Sürekli kıyısında olma ve belirsizliğe düşme duygusunu yaşarlar...

Meslek hayatım boyunca iki PSAS hastam oldu. Ancak her ikisinin de gerekli tetkikleri yaptıracak ve tedavi olacak imkanları yoktu.

İlk hastam; “En küçük bir uyarılmada bile orgazm oluyormuşum gibi hissediyorum ancak bu yalancı his bile yaşadığım sıkıntıyı geçirmiyor, hatta şiddetlendiriyor, yalancı orgazmı izleyen birkaç saniye ya da dakikalık rahatlamadan sonra, duygu tekrardan geri geliyor, bu durum benim işimi, evliliğimi ve psikolojik sağlığımı çok olumsuz etkiliyor!” dedi ve devam etti: “Sorunum 2000 yılında, kullanmakta olduğum antidepresan ilacı bıraktığımda başladı. İşleri yoğun olan bir şirkette sekreter olarak çalışıyorum ve benim işimde hata yapmak kabul edilemez. Sürekli kontrol edemediğim ve bir türlü yok olmayan bir duygu dikkatimi dağıtırken işe konsantre olmayı öğrenmem gerekiyordu. Eve bitmiş tükenmiş bir halde dönüyordum. Kendimi sanki iki işte birden çalışıyormuş gibi hissediyorum: biri gerçek işim, diğeri ise işime devam edebilmek için sürekli bu duyguyu bastırmaya çalışmak. Bu şikâyetlerim yüzünden sekse olan ilgim azaldı ve kocamla olan ilişkim zarar gördü. Daha da kötüsü, sürekli kıyısında olma duygusu içindeyken uzun zaman gerçek manada orgazmı başaramadığım oldu. İnsanlarla görüşmeyi kestim, hatta bir gün eşime eğer bu durumdan kurtulmanın bir yolu yoksa kendimi öldürebileceğimi söyledim. Umutsuzlukla ve kocamın zorlamasıyla bir jinekologla konuşmaya karar verdim. Jinekolog böyle bir durumu hiç duymadığını, diğer hastalarıyla karşılaştırdığında buna sahip olmaktan dolayı şanslı olduğumu söyledi. Bu benim için çok yıkıcı bir konuşmaydı. Hatta gittiğim birkaç doktor ben yaşadıklarımı anlatırken utanmışlardı.” dedi.

İkinci hastam özel bir dershanede çalışan genç bir öğretmendi ve sorunlarını kısaca şöyle anlattı; “Kanepeme uzanmış TV seyrediyordum, vajinamda daha önce hiç olmayan titreme veya kaşıntı gibi tatlı bir şey hissettim. Bu benim yavaş yavaş belirsizliğe düşüşümün başlangıcıydı. O günden önce hayatım güzeldi. Sadece sık sık tuvalete gitme ihtiyacı hissederdim, ancak daha sonra vajinamdaki bu titreme duygusunu hissetmeye başladım. Bu duygu giderek arttı. Çok rahatsız oluyordum. Bunun ne olduğu ve nereden geldiğinden emin değildim. Ne yapacağımı bilemiyordum. 1 yıl içinde bu duygu çok rahatsız edici olmaya başladı ve artık bir doktora başvurdum. Sorunumu anlattım, doktor beni dikkatle dinledi ve bana hayatımda çok fazla stres olduğunu ve bunun vajinama aşırı kan akışı oluşturabileceğini söyledi ve bir antidepresan ilaç vererek beni gönderdi. İlacı kullanmaya başladıktan bir hafta sonra bunun işe yaramadığını anladım, çünkü vajinamdaki titreme daha da artmıştı. Bir süre sonra ilacı kullanmayı bıraktım ancak vajinamdaki titreme artık yerini zonklamaya bırakmıştı ve bu korkunç bir duyguydu. Yeni bir doktor randevusu aldım. Bu sorun yüzünden çok utanıyordum. Vajinamdaki zonklama hiç bitmiyordu. Zonklama vajinamın her yerindeydi. Bu doktor da sorunun mesanemden kaynaklanabileceğini düşündü ve beni bir ürologa gönderdi. Neyse ki doktor çok iyiydi ve bende mesaneyle ilgili bir hastalık (sistit) olabileceğinden şüphelendi. Tanı için bazı testler istemesine rağmen bir türlü sonuca ulaşamıyorduk. Bu sırada iş değişiklikleri yaptım, çünkü gün içinde sürekli oturmadan yapılan bir iş bulmak zordu. Oturduğumda sorun daha da artıyordu. Bir süre sonra dershanede de oturamaz oldum, sık sık kalkıp tuvalete gidiyordum bu da herkesin bana garip garip bakmasına neden oluyordu, bana sanki hiperaktif bir çocukmuşum gibi davranıyorlardı. Tabi ki kimseye ‘sizleri rahatsız ettiğim için kusura bakmayın, ama vajinamda sürekli bir zonklama hissediyorum ve o hissin geçmesi için orayı kaşımak istiyorum’ diyemiyordum. 3 yıl geçti ve hala tanı yoktu. Sorun her geçen gün kötüye gidiyordu. Şimdi de vajinamda eğer tuvaletimi yapmazsam bıçak gibi bir yanma hissediyordum. Artık tuvalette saatler geçirir olmuştum, tuvaletimin hepsini yaptığımdan emin olmak ve o duyguyu yaşamak istemiyordum. En sonunda tanım kondu, özel bir mesane iltihabım olduğu söylendi (intersistiyel sistit) ve bu sorunun çözümü yoktu, daha beter depresyona girdim. Kimseyle konuşamıyordum ve vajinandaki bu yanma, zonklama, titreme hissi hiç geçmeyecekti. Dershanede başarım düştü, ailem ve arkadaşlarımdan uzaklaştım. Tanrı’nın beni evlenmeden önce cinsel ilişki yaşadığım için cezalandırdığını düşünmeye başlamıştım. 4 yıl olmuştu ve artık bu sorundan asla kurtulamayacağımı biliyordum. Bir gün kocamla tanıştım, o her şeyim oldu. 7 ay sonra evlendik ve ona sorunumu anlattım. O ne yaşadığımı bilen tek kişiydi. Her gün bir mücadeleydi. Biliyorum ki sorunumla mücadele etmek onun için de kolay değil. Evlendikten 1 yıl sonra, sorunumun evliliğimi nasıl bozmaya başladığını gördüm. İntersistiyel sistit için ilaçlar kullanıyordum ama fayda etmiyordu. Hala kötüye gidiyordu. Artık sadece yanma, zonklama değil bir de itme-çekme hissi oluyordu. Şimdi her oturduğumda, uzandığımda, duş yaptığımda, sınıfa girdiğimde, yürüdüğümde ya da tuvalete oturduğumda önce bir itme-çekme hissi, sonra zonklama sonra dayanma hissediyordum. 5 yıl olmuştu, hala sorularıma yanıtlar arıyordum ve çekilmez bir insan haline gelmiştim.Sürekli ağlıyordum, öfke krizlerim oluyordu. Beş buçuk yıl sonra, internette PSAS hastalığına rastladım. Okuduğum yazıya göre benimle aynı sorunu yaşayan kadınlar hatta erkekler bile vardı. Bu yazı sayesinde pudental sinirin belirli bir parçasının beyin aracılıyla vulva kasına zonklama, yanma ya da titreme mesajı gönderebileceğini öğrendim. Bir nörologa başvurdum ve araştırmalar yaptı, doktorum 10 yıl önce geçirdiğim araba kazasının ya da yine çocuklukta geçirdiğim zonanın buna neden olabileceğini düşündü.”

Orgazm tıptaki son gelişmelere rağmen halen bilinmezliklerle dolu bir terimdir. Orgazm olmakla boşalmak aynı şey değildir. Çok yanlış bir şekilde bu iki kavram aynı anlamda kullanılmaktadır. Bu da kafaları karıştırmakta ve bazen sürekli cinsel uyarılma sendromu (PSAS), hayalet orgazm veya zincirleme orgazm gibi içinden çıkılmaz kavram karmaşalarına yol açabilmektedir. Boşalma bedensel bir rahatlama hissiyken, orgazm ise bu bedensel rahatlamaya ruhun eşlik ettiği çok daha yüksek uyarılmanın olduğu hedonik (haz veren) bir durumdur. Orgazmda biyolojik yapı, ruhsal aygıt ve sosyal öğrenmeler bir ahenk içinde çalışır. Orgazm olan kadında pelvik vazekonjesyon (genital damarların aşırı kanla doluş hali), kalp atım hızında ve solunum sayısında artma, vajinal ıslaklık, vajinal uzama, tonik kasılma, vajina dudaklarında hacim artışı, rahimde yükselme ve klitoral geri çekilme meydana gelir. Bu nedenle genelde orgazm diye bahsedilen durumlar boşalma olarak algılanmalıdır. Hayalet orgazm terimi de hayalet boşalma, fantom boşalma veya hayalet haz duyma olarak anlaşılmalıdır.

Beyin kadındaki cinsel uyarılma ve orgazmın önemli bir kaynağıdır. Genital organlar doğrudan uyarılmadan orgazm olunabildiğine ilişkin birçok kanıt vardır. Felçli (paraplejik) hastalar tarafından yaşanan fantom orgazmlar, hipnotik olarak indüklenen orgazmlar, yalnızca fantezi ile elde edilen orgazmlar ve beyin bölgelerinin uyarılmasıyla elde edilen orgazmlar bu kanıtlara örnek olarak verilebilir. Ayrıca genital bölgesinden ameliyat olan kadınların orgazm yaşadığına dair raporlar da mevcuttur.

Bir kadının orgazm yaşama kapasitesi bir takım faktörlerden etkilenir. Bunların içerisinde nöroanotomik, fizyolojik, psikolojik, sosyo-kültürel ve etkileşimsel faktörler yer almaktadır. Ancak bu etkilerin hiçbiri birincilliği veya kesinliği onaylanmamıştır. Orgazmın çalışılmasında karşılaşılan zorluklar içerisinde; orgazmın nörofizyolojik açısından ne zaman meydana geldiğini belgeleyecek ölçümlerin bulunmayışı ve fikir birliğine varılmış bir orgazm tanımlamasının bulunmaması yer alır. Bu son nokta bir cinsel terapistin akılda tutması için son derece önemlidir. Eğer bir cinsel terapist cinsel problemleri bulunan bir hastasını dikkatli bir şekilde dinlerse bazıları daha sonra yaşamadıkları anlaşılacak olan orgazmı yaşadıklarını bildireceklerdir, diğerleri ise gerçekten meydana gelen orgazmı tanımlayamayacaklardır. Birçok anatomik bölge orgazm deneyimi açısından önemlidir. Klitoris ve vajina en sık belirtilenlerdir. Vücudun dokunulmaya en hassas bölgeleri vajina dudakları, vajina girişi ve klitoristir. Bu bölgeler, özellikle klitoris çok fazla sinirle donatılmıştır ve ayrıca kanlanma kapasitesine sahiptir. Vajina ise dokunmaya karşı nispeten daha az hassastır. Ön vajinal duvardaki vajinal girişin birkaç santimetre uzağındaki yaklaşık 1 cm çapındaki bölge, Grafebberg veya G noktası olarak tanımlanmıştır. PSAS hastalarında G noktasının aşırı hassas olduğu ve uyarılmasıyla orgazm açığa çıkaran bir sıvı ürettiği iddia edilmektedir. Bu maddenin gerçekten idrardan faklı bir madde olup olmadığı halen bir tartışma konusudur.

Dünyada ilk kez 2001'de Hollanda’lı bir Doktor Marcel Waldinger tarafından tanımlanmış olan PSAS hastalığı kesinlikle bir orgazm hali değildir. Ortamda cinsel bir uyarılma, cinsel bir yönelim veya seks yapma isteği yokken, kendiliğinden ve istenmeyen bir uyarılma sonucu başta vajina olmak üzere genital bölgelerde yaşanan, karıncalanma, hızlı hızlı atma veya yoğun heyecanlanma şeklinde tarif edilebilen boşalma hissine PSAS (Persistent Sexual Arousal Syndrome) yani “sürekli cinsel uyarılma sendromu” denir. Bilinenin aksine büyük bir ıstırap çeken PSAS hastaları, herkesin imrendiği veya hayal ettiği bir orgazm yaşamazlar. Gerçekleşmemiş orgazmın hissedilmesi gibi bir duygu veren bu hastalıkta klitoris veya vajinada hissedilen yalancı orgazm hali vardır. Yanlışlıkla bu hastalara nemfoman (doyumsuzluğa varan aşırı seks düşkünlüğü) tanısı konulabilir.

PSAS hastalığının 6 ortak özelliği vardır. Bunlar;

PSAS hastaları için oturmak veya araba kullanmak eziyet verici bir durumdur ve ayakta durmak onları rahatlattır. PSAS hakikaten sinir bozucu bir hastalıktır. Çünkü PSAS hastalığında hissedilen duygu normal cinsel uyarılmadan farklı bir histir ve herkesin anladığı manada cinsel bir haz söz konusu değildir. Bilinenin aksine bu kadınların sekse aşırı düşkünlükleri ve aşırı cinsel istekleri yoktur. Uyarılma hissi, boşalma hissi yaşandıktan sonra bile saatler, günler, hatta yıllarca sürebilir. Bu durum kadın için intihar düşüncelerine bile yol açabilecek kadar kötü bir duygudur. Sürekli cinsel organda bir rahatsızlık hissinin yanı sıra, bu kadınlar aşağılanma ve utanç duyguları içerisindedirler ve sorunlarını bir doktorla bile paylaşmaya çekinirler. Erkeklerde de görülebilen bu durum, priyapizm olarak ortaya çıkıyor. Erkeler için priyapizmin tanımı ve bunla başa çıkma yolları mevcut, ancak kadınlar için bir tedavi söz konusu değil.

Sürekli cinsel uyarılma sendromunun olası nedenleri hakkında tartışmalar halen devam etmektedir. Anatomik olarak sinir sistemi merkezi ve periferik sinir sistemi olmak üzere iki bolümde incelenir. Merkezi sinir sistemi beyin ve omurilikten oluşur. Bu iki merkez dışında kalan sinirler ise periferik sinir sistemini oluşturur. Periferik sinirler, dış ortam ile merkez sinir sistemi arasında bağlantı sağlar. PSAS’ın tek bir nedeni yoktur. Sürekli cinsel uyarılma sendromunun olası nedenleri arasında; cinsel organlara giden sinirlere (pudendal sinir vb.) baskı yapan bir etken ya da bu sinirlerin hassasiyeti, geçirilmiş bir kaza veya çok özel bir beyin anomalisi gibi merkezi ve periferik sinir sistemindeki nörolojik değişiklikler, cinsel organlara fazla kan pompalanmasına ve cinsel organların çok sıcak olmasına yol açan damarsal sorunlar, at ya da bisiklete binme gibi cinsel bölgelere mekanik baskı oluşması, bazı ilaçların kullanılması ve psikolojik stres faktörleri yer alır.

Yazının Devamını Oku

Soma maden faciası

16 Mayıs 2014
Soma maden faciası karşısında yüreğimiz yandı, günümüz karanlık, canlarımız hala yer altında, acımız çok büyük...

Soma maden faciası karşısında yüreğimiz yandı, günümüz karanlık, canlarımız hala yer altında, acımız çok büyük, başımız sağ olsun Türkiye'm...

Her gideni "şehit ve mekanı cennet" sözleri ile kutsayıp, geride bırakılanların yaşadığı cehennemi bir zaman sonra unutan başka bir memleket var mıdır bilinmez ama ölümün bu denli övgü aldığı çok az coğrafya vardır herhalde... Ne yazık ki bugünlerde duyduğumuz feryatları yarın duymayacağız ve o insanları acılarıyla, kendi cehennemleriyle baş başa bırakacağız... Ve biz, unuttuğumuz için bu acılar yine, yeni, yeniden yaşanacak. Bir zaman sonra bu yazılanları da unutacağız ta ki bir daha ki derin acıya kadar... Yapılanlar da yine her zaman ki gibi kar kalacak ihmali olanların yanına ve ateş hep düştüğü yeri yakmaya devam edecek... Ben bir çözüm var mı bilemiyorum ama bildiğim tek şey, bir vicdanımız olduğunu sadece felaketlerde değil, her zaman hatırlamak...

Tüm sorumluluklar yerine getirilmişse ölüm kaderdir. Aksi halde buna ne denir siz karar verin... Türkiye ölümlü iş kazalarında Avrupa'da birinci, dünyada ise üçüncü sırada... Nedense utanç listelerinde hep ön sıralardayız. Devlet üç günlük yas ilan etmiş. Acaba üç günlük yas, vicdanları susturmaya yetecek mi? Bugün yazılıp çiziliyor, dile getiriliyor her kalemden ve her ağızdan yaşanan acı... Aradan bir kaç gün geçince ise unutulup gidiyor tüm yaşananlar. Ateş yine her zamanki gibi düştüğü yeri yakıyor. En çok acıyı ise sevdiklerini kaybedenler çekiyor. Hiç yok yere evladını kaybeden anaların, babalarını kaybeden evlatların gözlerinden yaş yerine kan damlıyor. Ama yine tekrar ediyor tüm yaşananlar. Hep bile bile ihmal, hep bir vurdum duymazlık var sanki... Bugün bir yüreğin düştüğü ateşe diğer bir gün başka bir yürek düşüyor ve yanıp kül oluyor insanlığımız. İhmalkarlıkla başlayan insanlık suçları işlenmeye devam ediliyor... Artık bitsin bu yaşananlar. Bir son bulsun vurdum duymazlıklar. Varsa ihmali olanlar, yansınlar artık yaktıkları ateşte... Artık boş yere hiç bir insanımız gözyaşı döküp dövünmesin, gözyaşları dinsin güzel yurdumda...

Ekmek aslanın ağzındaydı, artık kömür karasında ve toprağın altında... Orhan Veli bir şiirinde, "Yüz karası değil, kömür karası, böyle kazanılır ekmek parası" diyordu. Maden faciasında yaşamını yitiren işçilerden birinin avucunda bulunan kağıtta “Oğlum, hakkını helal et” yazması, ölümü göze alarak çalışanlar için yazılan bu şiiri bize tekrar hatırlattı... Bu nedenle söylenecek çok şey varken, derin acılar karşısında susmak, erdemdir... Fakat maden ocakları matem ocaklarına dönüşmüşken, insana değil taşa yatırım yapılmışken, susmak acıların en beteri... Mevlana'nın dediği gibi; "Dokunamadığım, göremediğim dindiremediğim bir acı taşıyor yüreğim, biraz yalnızlık, biraz hüzün, biraz çaresizlik..." Geriye doğru baktığımızda bir avuç kömür için ömür verenlerin yaşadığı, kara ve karalar bağlamış bir şehir olan Soma, bize millet olduğumuzu tekrar hatırlattı...

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 176 numaralı “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”ni Türkiye’nin neden imzalamadığı kamuoyunda hep merak konusu olmuştu. Son yaşanan olayla merakımız giderilmiş oldu. Peki ILO neler istiyordu? Yerin altındaki tüm kişilerin isimlerinin ve muhtemel konumlarının her zaman (gün boyunca) doğru şekilde bilinmesi için bir sistem kurulmalı. Güvenli ve sağlıklı çalışma ortamı koşullarının sağlanması açısından madenin gerekli elektrik, mekanik ve iletişim sistemini de kapsayan diğer ekipmanlarla inşa edilmesini sağlamalı. Madenin, işçilerin tayin edilen işleri kendileri ile başkalarının güvenlik ve sağlıklarını tehlikeye atmayacak şekilde gerçekleştirmesine olanak sağlayacak şekilde düzenlenmesi ve çalışmasını sağlamalı. Uygulanabilir durumlarda, yeraltındaki iş yerlerinin tümünden iki çıkış sağlanmalı, bu çıkışlar yüzeye ayrı ayrı çıkış noktalarından bağlanmalı. İşçilerin maruz kalabileceği çeşitli tehlikelerin tespit edilebilmesi ve maruz kalınıyorsa bunun seviyesinin belirlenmesi için çalışma ortamının izlenme, değerlendirilme ve düzenli teftişi sağlanmalı. Erişim izni verilen tüm yer altı çalışma mekanlarının yeterli havalandırması sağlanmalı. Bir maden işletmesinin doğasına uygun şekilde, yangınların başlaması ve yayılması ile patlamaları önleyecek, tespit ve mücadele edecek tedbir ve önlemler alınmalı. Bir yerde, işçi güvenliği ve sağlığına ciddi tehdit olması durumunda, operasyonların durdurulması ve işçilerin güvenli bir noktaya tahliye edilmesi garantiye alınmalı. İşveren, her madende ayrı ayrı öngörülebilen tüm endüstriyel ve doğal afetler için acil müdahale planı hazırlamalı... İşçilere, hem verilen iş, hem de güvenlik ve iş sağlığı konularında yeterli eğitim programları ve anlaşılabilir talimatlar sağlanmalı. Bu ücretsiz olmalı. İşverenler riski kaynağında bertaraf etmek, güvenli çalışma sistemleri tasarlamak, kaza riskleriyle ilgili işçileri bilgilendirmek ve kaza olduğunda gerekli tıbbi yardıma ulaşmalarını sağlamak zorunda. İşverenler sözleşmeyle kaza sonrasındaki sağlık ve kurtarma etkinliklerinin kalitesinden de sorumlu... Sözleşme, hükümetlereyse teknik kılavuzların hazırlanması, denetimlerin düzenlenmesi, denetimlere ilişkin gerekli yasal düzenlemelerin sağlaması ve kazaların etkili soruşturulması gibi yükümlülükler getiriyor. Bu maddelere bakıldığında iş sağlığı ve güvenliğinin her şeyden önce bir kültür meselesi olduğu, işverenin, işçinin sağlıklı çalışma ve yaşama hakkının bir insan hakkı olduğunun bilincinde olması gerektiği ortaya çıkıyor.

Hayatı trajik kılan en temel özelliklerin başında ölüme doğru giden varlık oluşumuz geliyor. Bu nedenle gerek işçi yakınlarının mağduriyetinin giderilmesi, gerekse arama kurtarma görevi yürüten personelin olumsuz koşullar altında çalıştıkları göz önünde bulundurularak, Soma'daki maden ocağı faciasından sonra devletin çeşitli kurum ve kuruluşlarında görev alan psikiyatri hekimlerinin, terapistlerin, uzman psikologların ve sosyal hizmet uzmanlarının madencilerin ailelerine ve yakınlarına psikososyal destek vermesi çok önemli... Çünkü travmatik kayıplar kaygı bozukluklarına yol açabiliyor. Kişiler yaşadıkları travmaları zihinlerinde flashbackler, kabuslar veya travmayla ilgili gün içerisinde zihne gelen ve durdurulamayan düşüncelerle tekrar tekrar yaşayabiliyorlar, kaçınma davranışları, uyku problemleri, öfke ve konsantrasyon güçlüğü gibi fiziksel olarak uyarılma belirtileri gösterebiliyorlar. Kişinin kendisi ve dünya hakkındaki görüşlerini derinden etkileyen maden trajedileri gibi travmalarda, kendine zarar verme davranışları görülebiliyor. İlişki problemleri yaşanabiliyor ve kısa süreliparanoyalar görülebiliyor. Travma sadece zihinde, davranışta ya da duyguda kodlanmıyor, beden travma yaşandığı anda nasıl tepki verdiğini hep hatırlıyor. Bazı durumlarda zihin tarafından bastırılmış, hafıza tarafından getirilmekte zorlanan sahneler, anlar veya yaşantılar, beden tarafından hatırlanıyor.

Yazının Devamını Oku

Yeni evlenecek genç çiftlere zorunlu cinsel eğitim

14 Mayıs 2014
Düğün günleri yaklaştıkça çiftlerin gözlerindeki heyecanın yanı sıra hafif bir de kaygı göze çarpıyor.

Sıcak bahar ayları geldi, yaz yaklaşıyor, düğün mevsimine giriyoruz. Birçok genç yetişkin şu günlerde dünya evlerine girmeye hazırlanıyor. Düğün günleri yaklaştıkça çiftlerin gözlerindeki heyecanın yanı sıra hafif bir de kaygı göze çarpıyor. Mobilyadan beyaz eşyaya, kuyumdan davetiyeye, düğün salonundan kuaförüne, hekiminden cinsel terapistine kadar 20'den fazla sektörü hareketlendiren evlilik pazarı, 13,2 milyar liralık devasa bir ekonomik büyüklüğe ulaşmış görünüyor. Düğün mevsiminde sektörde yaşanan hareketlilik aynı zamanda ilk gece korkularını da arttırıyor.

Yaz ayları düğün mevsimi olarak biliniyor. Yazla birlikte evlenen çiftlerin sayısı artış görülüyor. Evliliğin ilk gecesi yani gerdek gecesi ülkemizde hala çok büyütülen meselelerin başında geliyor. İlk gece cinsel sorunla karşılaşan ve uzun yıllar bununla mücadele etmek zorunda kalan çiftlerin sayısı her geçen gün artıyor. Kadınlarda ilk gece acı, ağrı ve çok kanama olmasıyla ilgili seks korkuları yaşanırken, erkeklerde ise eşini cinsel açıdan mutlu edememe ve cinsel ilişkide başarısız olma korkuları çok yaygın olarak görülüyor. Çünkü toplumumuzda ilk gece çok büyütülüyor, özellikle kadınlar çocukluklarından itibaren ilk ilişkinin çok ağrılı ve acı verici yaşanacağı, çok kanama olacağı ve dişlerini sıkarak katlanmaları gerektiği şeklinde yalan ve yanlış bilgilerle (cinsel hurafelerle, cinsel mitlerle) büyütülüyor. Ancak ilk gece korkusu sadece kadınlarda yok, erkeklerde de olabiliyor. Erkekler çok belli etmeseler bile ilk ilişkiyi kafalarına çok takıyorlar. Özellikle ilk ilişkide başarısız olma korkusu erkeklerin en büyük kabusu olabiliyor, bu nedenle sertleşmeme, sertliğin kaybı, ya da erken boşalma gibi sorunlar yaşayabiliyorlar. Eğer çiftler cinsel sorunları kabul edip, en kısa zamanda cinsel terapiye başvurmazlarsa, bu sorunlar yıllarca sürebiliyor ve hayatı çekilmez kılabiliyor.

Özellikle genç çiftlerde Cinsel İlişkiye Girememe (CİG) durumu ilk gece karşımıza üç şekilde ortaya çıkabiliyor. Seks yapma korkusu olarak bilinen ve kadının korkularından dolayı kasılması ve ilişkiye izin vermemesi durumu olan

1) Vajinismus, erkeğin psikolojik nedenlere bağlı olarak cinsel ilişkiye girememe durumu olan

2) Bağlanma (sertleşme sorunu, ileri derece erken boşalma, cinsel isteksizlik) ve çiftin cinsel deneyim ve bilgi eksikliğinden dolayı ortaya çıkan (

3) Balayı sendromu...

Çoğu zaman bu üç sorunun temelinde cinsellikle ilgili olumsuz duygular, yanlış bilgiler ve beklentiler yatıyor ve bu sorunlar çiftin hayatını ilk geceden itibaren kâbusa çevirebiliyor. Çünkü teknoloji açısından gelişmemize rağmen cinsel konulardaki bilgi kirliliğiyle ülkemiz geriye doğru gidiyor. Günümüzde gençlerin cinselliği konuşabilecekleri ve doğru bilgiyi edinebilecekleri kişiler ve kurumlar çok az. Ülkemizde eskiden sağdıçlık kurumu vardı ve sağdıçlar evlenmeden önce genç ve tecrübesiz çiftlere ilk geceye, karı-koca olmaya dair bilgiler veriyordu. Şimdi bu kurum ortadan kalktı ve gençler cinselliği aile ile konuşamıyor, okulda öğrenemiyor, internetten, porno filmlerden ve arkadaşlarından bilgi edinmeye çalışıyor ve bu bilgiler de genellikle sağlıklı olmuyor. Bu nedenle yeni evlenen çiftler cinsellik hakkında hiçbir bilgileri olmadan ilk geceyi yaşıyorlar ve çok ciddi sorunlar ortaya çıkıyor.

Cinsel sorunların önlenmesinde ve çözümünde cinsel bilgi ve eğitim çok önemli. Bu nedenle evlenmek üzere olan çiftlere ZORUNLU ve ÜCRETSİZ olarak anne, baba ve eş eğitimlerinin ve evlilik öncesi cinsel danışma ve rehberlik hizmetlerinin verilmesi gerekiyor. Çünkü birçok çift cinsellikle ilgili hiçbir şey bilmeden evleniyor. Kadınlar utandıkları ve konuşacak kimse bulamadıkları için cinsel açıdan bilgisizken, erkekler de edindikleri yalan yanlış bilgiler ve porno filmler nedeniyle gerçekçi olmayan beklentilere giriyor. Böylece genç çiftler ilk gece çok farklı düşünce ve beklentilerle yatağa giriyor ve kaçınılmaz olarak cinsel sorunlar yaşıyor. CİSED, 2000 yılından bu yana, genç çiftlere evlilik öncesinde eğitim verilmesini ve bunun zorunlu olmasını sürekli teklif ediyor ve bu eğitimlerle birlikte toplumun çekirdeği olan ailenin temel taşlarının sağlamlaştırılacağını savunuyor.

Yazının Devamını Oku

Anneler Günü

10 Mayıs 2014
Kelimeler asla yetmiyor, bir annenin ve anneliğin gerçek değerini anlatmaya.

Anneler günü geleneğinin, Antik Yunanlıların Yunan mitolojisindeki pek çok tanrı ve tanrıçanın annesi olan Rhea onuruna verdikleri yıllık ilkbahar festivali kutlamalarıyla başladığı biliniyor. Antik Romalılarda da ilkbahar festivalleri M.Ö. 250 yıl öncesinden ana tanrıça Kibele onuruna kutlanıyordu. ABD'de Anna Jarvis'in kaybettiği kendi annesi için 1908 yılında başlattığı anma günü, 1914 yılında Kongrenin onayıyla Amerika çapında genişlemiş ve zamanla tüm dünyaya yayılmıştı. Çünkü Jarvis annesinin vefatının ardından yaşadığı acıyı atlatamamış, annesinin yerini hiçbir şeyle dolduramamıştı. Her sene annesinin ölüm yıldönümü geldiğinde eşsiz bir acı duymuş ve bunu etrafındakilere de yansıtmıştı. Yine annesinin bir ölüm yıldönümünde yani Mayıs Ayı’nın ikinci Pazar günü, etrafındaki herkesi bir araya getirerek "Bu günün anneler günü olmasını çok istiyorum ve Anneler Günü adıyla her yıl kutlanmasını kabul eder misiniz?" diye sormuş, bu düşüncesi herkes tarafından kabul görmüş ve bu nedenle artık her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü anneler günü olarak kutlanmaya başlamıştı. .

“Bizleri doğuran, doyuran, sağlıklı bir şekilde büyüten, evlatları uğruna canını bile hiçe sayan, dünyadaki en iyi ve vefalı” diye başlayan cümleler asla yetmiyor, bir annenin ve anneliğin gerçek değerini anlatmaya… Bir annenin varlığı, en büyüktür aşktır çocuğuna… Çünkü hayatta değerli ve güzel olan şeylerden yüzlerce hatta binlerce olabiliyor, pek çok çiçek, yıldız, gökkuşağı, kardeş, teyze, hala, kuzen, arkadaş hatta can yoldaşı ama dünyada herkesin bir tane annesi oluyor.

Annenin kalbi ve koşulsuz sevgisi her çocuğun okuludur adeta. Bambaşka duygular içeren bu eşsiz okul, ilk andan itibaren çocuğun yaşamında büyük etkilere sahip.  Dolayısıyla, anne olmak sadece çocuk doğurmak değil, aynı zamanda onu hayata hazırlamak olarak da biliniyor. Çocukların gelecekte özellikle ruhsal açıdan başarılı ve sağlıklı olabilmeleri için anneleriyle olan iletişimlerinin süreklilik içerisinde dengeli, sevgi dolu ve uyumlu devam edebilmesi gerekiyor. Uzmanlar, kişilik gelişiminin insanın yaşamı boyunca türlü değişimlere açık olduğunu belirtse de, bireyin kişilik yapılanmasının temeli anne karnında başlayıp, çocukluk döneminde atılıyor. Annenin çocuk üzerindeki ilk etkileri hamilelik sürecinde başlayıp, bir hayli önem arz ediyor. Bu nedenle, bir annenin bebeği ile olan iletişimi anne karnında başlıyor. Çünkü işitme duyusu anatomik yapısı sayesinde diğer duyu organlarından daha önce oluşuyor ve bu nedenle “ses işitme ve tepki verme fonksiyonları” yoluyla annenin çocuğunun üzerindeki etkisi bir kat daha artıyor. Annenin ruhsal durumu, yakın, sıcak ve duyarlı sosyal çevrenin varlığı, aile ve eş ilişkileri; çocuğun annesi ve sosyal çevresiyle güvenli bir bağ oluşturmasına ön ayak oluyor. Çocuğun kendini güvende hissetmesi, duygularını doğru duygusal işaretlerle ifade edebilmesi, gerekli becerileri kazanabilmesi, özgüven, öz değer ve öz yetkinliğin oluşumu, toplumsal yeterliliği gibi pek çok psikolojik yapı, özellikle 0-6 yaş çocukluk döneminde, anne-çocuk iletişimiyle gerçekleşiyor. Diğer bir değişle, çocuklar gelecekte anneleri onları ne yaptıysa o oluyorlar, mantığı hayata geçiyor. Dolayısıyla, ilk günden itibaren çocuk ile karşılıklı etkileşimde bulunmak, bakımını, beslenmesini, korunmasını ve sevgi ihtiyaçlarını karşılamak için bir annenin gösterdiği olağanüstü çabaları, sadece anneler gününde hatırlamak yerine, hiç ama hiç unutmamak gerekiyor. İçtenlikle diyebiliriz ki, anne her ailenin güneşidir, bir ailede anne olmazsa, o ailede büyüyen çocuklar gölgede kalmış meyveler gibi olgunlaşamazlar, naçar kalırlar..

Ruhsal gelişim, bilişsel ve sosyal yönleriyle yaşam boyu devam eden bir süreç. Gelişim süreci içinde anneler, çocuklarının, bilişsel ve sosyal alanlarda edindikleri bilgileri içselleştirmelerinde aktif rol oynuyorlar. Bu süreç içinde çocuklar; bağımlılıktan özerkliğe, ben-merkezcilikten paylaşmaya, sabırsızlıktan, isteklerini ertelemeye ve beklemeyi öğrenmeye, tutarsız davranışlardan tutarlılıklara, duyguları ani değişmelerden daha dengeli bir duygu durumuna, düşünceleri ise somut düşünceden soyut ve mantıklı düşünmeye doğru bir gelişim ve değişim gösteriyorlar. Bu süreçte annenin sevgisini dengeli, sürekli ve tutarlı bir biçimde vermesi, en az çocuğun beslenmesi için gerekli olan besin maddeleri kadar önem arz ediyor. Bu nedenle annelerin en 3 yıl çocuklarıyla yakından ilgilenmeleri gerekiyor. Annenin çalışmasının çocuk üzerinde yaratacağı etkilerin olumsuz olmaması için çalışan annelere 3 yıl ücretli izin verilmesi toplum ruh sağlığı için büyük önem taşıyor. Bu nedenle yeni yasal düzenlemelerle annelerin işe başlama zamanları, çalışma saatleri, çalışma düzenleri ve sürelerinin gözden geçirilmesi şart.  Ancak unutulmaması gereken en önemli şey, annenin çocuğuna verdiği bakım ve çocuğu ile geçirdiği süre değil, geçirilen sürenin niteliği, annenin duyarlılığı, koşulsuz sevgisi, ilgisi ve cesaretlendirmesi.

Yazının Devamını Oku

Seks yaparken gürültü yapıyor musunuz?

8 Mayıs 2014
Çiftler genellikle seks esnasında gürültü yapmayı veya abartılı sesler çıkarmayı sever ve bu durum küçük bir yaramazlık olarak görülür. Ancak seks yapılan mekan, çocuğa yakalanma riski, evde yaşayan aile büyükleri gibi birtakım dış etkenler nedeniyle seks esnasında hareketlerimizi ve çıkardığımız sesleri kontrol altında tutmak isteriz. Araştırmalara göre cinselliğini seslerle süsleyenlerin cinsel açıdan daha çok tatmin olduklarını belirten CİSED Onursal Başkanı Cem Keçe bu konuda yapılan araştırma sonuçlarını bizlerle paylaşıyor.

Araştırmalar gürültülü seksin cinsel zevki artırdığını söylüyor

Yapılan bir araştırmada, pornografik resimlere bakan erkeklerin, fotoğraflardaki kadınların yüzlerine, vücutlarının cinselliği çağrıştıran bölümlerine daha çok baktıkları görülmüş. Bunun sebebi, kadınların yüzünde zevk aldıklarına dair izler aramalarıdır. Ancak bazı çiftler yatak odasına gürültülü seks yapmaktan hoşlanırken, bazıları da komşuları uyandırmamak için sessiz olmayı tercih edebilir. Çıkan gürültüden rahatsız olanların gece vakti polisi aramaları, git gide artan araştırmalar dâhilinde, çok daha yoğun ve tatmin edici bir cinsel yaşam için ödenebilecek küçük bir bedel gibi görünüyor. Ancak bilim adamları gürültülü seksin bir dizi yolla cinsel zevki artırdığını söylüyor.


Seks sırasında kadınların çıkardığı çığlık sesleri erkeğin boşalmasını hızlandırıyor

Öncelikle, gürültülü seks yapan ve mahremiyetini sessizlikle örtmeye çalışan kadın ve erkekler üzerinde yapılan araştırma raporlarına göre, cinselliğini seslerle süsleyenlerin cinsel açıdan daha çok tatmin oldukları gerçeği ortaya çıkıyor. İnleme, bağırma, çığlık atma gibi gürültülü seks içerikleri cinsel aktarıma yardımcı olan sözsüz bir iletişim şeklidir. Bunun nedeni, gürültülü seksin partnerle iletişimi ve uyumu artırmasıdır. Ayrıca, cinsel yeterliliğini temsil eden gürültüler, kişinin partnerinin cinselliğini ve çabalarını takdir ettiğinin de göstergesi gibi algılanıyor. Bunu psikolojik bir bakış açısıyla değerlendirecek olursak, gürültüler tatmin edici eylemler olduğu için muhtemelen olumlu artışlar meydana getirerek, seksin keyifli hale gelmesini sağlıyor olabilir. İkinci olarak, heteroseksüel çiftler arasında yapılan bir araştırma sonucuna göre, seks sırasında kadınların yaptığı inlemelerin erkek boşalmasını hızlandırıcı sesler olduğu görülüyor. Kadınların bunu bildiği ve kendi çıkarları için kullandıkları düşünülüyor.

Örneğin; bir çalışmada, 71 heteroseksüel kadının seks sırasında çıkardıkları seslerden etkilendikleri raporlanmış. Kadınlar bu sesleri (bilim adamlarının değişiyle “kadınların çiftleşme sesleri”) sadece cinsel ilişki sırasında ve öncesinde çıkararak, partnerlerinin boşalmalarını sağladıklarını düşünüyorlar.


Gürültülü seks bazen bir seçimdir, bazen de içten gelen bir davranış...

Seks sırasında çıkardıkları seslerin seksle kısıtlı olduğunu söyleyen kadınların üçte ikisi bunun eşlerinin kararına bağlı bir eylem olduğunu söylüyor. Sonuçta gürültülü seks ve cinsel memnuniyet üzerine yapılan araştırmalarda, cinsel ilişki sırasında gürültü yapmayan çiftlerin cinsel iletişim ve cinsel becerilerinin düşük, endişelerinin fazla olduğu görülüyor. Dolayısıyla, bu bilgilerin doğru olduğu düşünüldüğünde, sekste iyi olan insanların gürültülü olma eğiliminde olduğu, diğerlerinin ise seksle ilgili herhangi bir gelişimlerinin olmadığı gibi yanlış bir sonuç ortaya çıkabiliyor. Ancak gerçekte gürültülü seks bazen bir seçimdir, bazen de içten gelen bir davranış.

Sonuç olarak, araştırmalar yatak odasında gürültü yapmanın her zaman kötü bir şey olmadığını ortaya koyuyor.

Yapılan bir araştırmada, pornografik resimlere bakan erkeklerin, fotoğraflardaki kadınların yüzlerine, vücutlarının cinselliği çağrıştıran bölümlerine daha çok baktıkları görülmüş. Bunun sebebi, kadınların yüzünde zevk aldıklarına dair izler aramalarıdır. Ancak bazı çiftler yatak odasına gürültülü seks yapmaktan hoşlanırken, bazıları da komşuları uyandırmamak için sessiz olmayı tercih edebilir. Çıkan gürültüden rahatsız olanların gece vakti polisi aramaları, git gide artan araştırmalar dâhilinde, çok daha yoğun ve tatmin edici bir cinsel yaşam için ödenebilecek küçük bir bedel gibi görünüyor. Ancak bilim adamları gürültülü seksin bir dizi yolla cinsel zevki artırdığını söylüyor.

Seks sırasında kadınların çıkardığı çığlık sesleri erkeğin boşalmasını hızlandırıyor

Öncelikle, gürültülü seks yapan ve mahremiyetini sessizlikle örtmeye çalışan kadın ve erkekler üzerinde yapılan araştırma raporlarına göre, cinselliğini seslerle süsleyenlerin cinsel açıdan daha çok tatmin oldukları gerçeği ortaya çıkıyor. İnleme, bağırma, çığlık atma gibi gürültülü seks içerikleri cinsel aktarıma yardımcı olan sözsüz bir iletişim şeklidir. Bunun nedeni, gürültülü seksin partnerle iletişimi ve uyumu artırmasıdır. Ayrıca, cinsel yeterliliğini temsil eden gürültüler, kişinin partnerinin cinselliğini ve çabalarını takdir ettiğinin de göstergesi gibi algılanıyor. Bunu psikolojik bir bakış açısıyla değerlendirecek olursak, gürültüler tatmin edici eylemler olduğu için muhtemelen olumlu artışlar meydana getirerek, seksin keyifli hale gelmesini sağlıyor olabilir. İkinci olarak, heteroseksüel çiftler arasında yapılan bir araştırma sonucuna göre, seks sırasında kadınların yaptığı inlemelerin erkek boşalmasını hızlandırıcı sesler olduğu görülüyor. Kadınların bunu bildiği ve kendi çıkarları için kullandıkları düşünülüyor.

Örneğin; bir çalışmada, 71 heteroseksüel kadının seks sırasında çıkardıkları seslerden etkilendikleri raporlanmış. Kadınlar bu sesleri (bilim adamlarının değişiyle “kadınların çiftleşme sesleri”) sadece cinsel ilişki sırasında ve öncesinde çıkararak, partnerlerinin boşalmalarını sağladıklarını düşünüyorlar.

Yazının Devamını Oku

Evliliği yürütemiyoruz boşanmayı beceremiyoruz

5 Mayıs 2014
Aile toplumun temelidir, sağlıklı kurulacak bir aile geleceğimizin teminatıdır.

Bilindiği üzere çoğu zaman millet olarak evliliği sağlıklı yürütemiyoruz, adam gibi boşanmayı beceremiyoruz... Çatışmanın olmadığı evlilik olmaz, olamaz. Gündelik hayatın stresi ve zorlukları bireylerin ailesel değerleri ve kişisel düşünceleriyle birleşince, çiftlerin kimi zaman fikir ayrılıkları ve tartışmalar yaşamaları kaçınılmaz olabiliyor. Ailedeki çatışmalar tırmandığında bundan ailedeki herkes olumsuz etkileniyor ve nihayetinde çocukların uyumları ve ruh sağlıkları bozuluyor. Çok az çift evliliklerindeki sorunları çözmek için profesyonel yardım alıyor, evlilik terapisine gidiyor. Ama asıl şaşırtıcı olan neredeyse kimse evlilik öncesi bir eğitim almayı veya boşanma sürecini sağlıklı geçirmek için destek almayı aklından bile geçirmiyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın, evlilik çağına gelmiş ve aile kurmak amacıyla bir araya gelen çiftlerin, evlilik hayatına hazırlanmalarını amaçlayan “Evlilik Öncesi Eğitim” programları ve tavsiye ettikleri bilgilendirici kitapları var… Bu eğitimle ve kitaplarla evlilik öncesi süreçte çiftlerin birbirlerini iyi tanımaları, evlilikle ilgili gerçekçi beklentiler oluşturmaları, etkili iletişim kurma yollarını ve olası sorunlarla nasıl baş edeceklerini bilmeleri ve evliliğe “iyi bir başlangıç yapabilme” fırsatı yakalamaları amaçlanıyor. Bu program tavsiye niteliğinde ama bunun yasal olarak zorunlu kılınması ve bu hizmeti devletin ücretsiz olarak sunması gerekiyor.

İki kişinin aile kurmak üzere ruhen ve bedenen, bir ömür boyu sürecek bir şekilde bir araya gelmesi olarak bilinen “evlilik”, bireylerin hayatlarındaki en önemli olaylardan biri... Bir dönüm noktası olan ve hayatın geri kalanını büyük ölçüde etkileyen evlilik hayatında başarılı olabilmek birey, çift, ebeveyn ve çocuklar dörtlüsünün dışında sosyal çevre ve iş hayatını hatta geleceğimizi de etkileyebiliyor. Bu nedenle; devletin sorumluluğu altında, çiftlerin evlilik öncesi eğitim alması ve bu hizmetin devlet tarafından karşılanması huzurlu insan, sağlıklı cinsellik, mutlu bir evlilik ve aile yaşantısı için büyük bir ihtiyaç... Çünkü evlilik uyumunda eşlerin evlilik öncesi hazırlığının ve evlilik problemleri henüz ortaya çıkmadan eğitim almalarının önemi bütün dünyada bilimsel çalışmalarla ortaya konuluyor. Bu düşünceden hareketle evlilik öncesi eğitim zorunlu kılınması ve derhal ülke genelinde yaygınlaştırılması gerekiyor.

Mali işler, iletişim stilleri, çiftlerin birbirlerinden ve evlilikten beklentileri, bireylerin evlilikteki rolleri, cinsel hayat ve samimiyet, çocuklar ve ebeveynlik, çatışma çözme gibi başarılı bir evlilik için gerekli olan tüm bileşenlerin öğretilerek, evlenecek olan çiftlere destek verilebilmesi için evlilik öncesi eğitimin verilmesi gerekiyor. Profesyonel lisanslı aile ve evlilik danışmanları, kişinin kendisini tanımasını, bir evliliğin nasıl yürütülebileceğini, insanların nasıl birlikte mutlu kalabileceğini, bir ilişkinin sağlıklı ve uzun süre nasıl devam ettirilebileceğini öğretmenin yanında çok özel tavsiyeleri çiftlere sunmalı... Kişi kendini tanımadıkça bütün eşler yanlış seçimdir... Bunun dışında, evlilik öncesi danışmanlık alan çiftler, olası problemler sonucu boşanmaya karar verdiklerinde de, aldıkları eğitimin sonucu bu süreci daha az sancılı ve sağlıklı atlatabilecekler... Çünkü evlilik öncesi danışmanlıkla sorun çözmeye ve partneri tanımaya yönelik deneyimler kazanılmış olacak... Dolayısıyla, olası sorunlar karşısında çiftler, birbirlerini suçlamadan, sadece problem odaklı konuşmalar yapabilecekler, sağlıklı ve net kararlar alabilecekler ve böylece travmatize olma ihtimalleri en aza inebilecek... Evli çift aynı zamanda birer ebeveyn ise aile içi sorunların çocuklara yansıtılmadan hal olabilmesi diğer bir değişle, sarsıntılı sürecin çocuklar tarafından daha az hissedilmesi ve hissettirilebilmesi için mutlaka evlilik öncesi eğitim alınması gerekiyor. Bu nedenle de, çiftlerin evlilik öncesi eğitimlere devlet tarafından zorunlu olarak yönlendirilmesi ve bu yönlendirilmelerle alınacak psikolojik yardım hizmetinin yine devlet tarafından ücretsiz olarak karşılanması çok büyük önem taşıyor. Çünkü aile toplumun temelidir, sağlıklı kurulacak bir aile geleceğimizin teminatıdır.

Yazının Devamını Oku

Cinsellikte yeni gelişmeler

2 Mayıs 2014
Yakın bir gelecekte üç boyutlu cinsel eğitim videoları ve simülasyonlarla cinsel terapi yapılabilir.

Her dönem moda trendleri oluyor, güzellik trendleri, dekorasyon trendleri oluyor da cinsel hayata dair yeni trendler olmaz mı? Cinsel tedavi uzmanlarının bir araya geldiği bir kongrede son moda cinsellik kuralları konuşuldu. Türkiye’de cinsel hayatı aktif olan her 10 kadından 8’i, her 10 erkekten 7’si hayatının bir döneminde cinsel sorun yaşıyor. Bu nedenle Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED)'in düzenlediği 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi'nin, süper konular ve konuşmacılar ile 17-20 Nisan 2014 tarihleri arasında Antalya'da yapılması çok büyük bir önem taşıyor. Kongrenin bu seneki konusu seksoloji ve cinsel işlev bozukluklarının tedavisindeki son gelişmelerdi. Kongrede dünyanın en ünlü cinsel tedavi uzmanları, cinsel terapistleri, cinsel sorunlarla ilgilenen hekimleri ve psikologları, cinsellik, cinsel işlev sorunları ve yeni tedavi tekniklerine dair her şey konuşuldu, cinsel sağlık bilimindeki en son gelişmeler ve yeni bilgiler katılımcılarla paylaşıldı. Hatta yakın bir gelecekte üç boyutlu cinsel eğitim videoları ve simülasyonlarla cinsel terapi yapılacağı da deklare edildi.

Kongrede ilk defa cinsel terapistlerin çiftle birlikte cinsel eğitim videoları izleyerek çifti tedavi etmesi tavsiye edildi. Bunun uluslararası bilimsel bir kongrede önerilmesi tedavide devrim niteliğinde bir değişimi getirecek gibi görünüyor. Kongrede yakın bir gelecekte üç boyutlu cinsel eğitim videoları ve simülasyonlarla cinsel terapi yapılacağı da konuşuldu.

Kongrede farklı ülkelerden bilim insanları vardı. Kültürel faktörler ve cinsellik hakkında çok özel konular tartışıldı. Her kültürün kendine özgü cinsel sorunları olduğu ve cinsel sorunların aslında inançlar, değerler ve kültürle ilişkili olduğu sunumlarda ortaya çıktı. Örneğin Avrupa’da Katoliklerin yoğun olduğu bölgelerde bekarete çok önem veriliyor ve vajinusmus problemi çok daha sık görülüyor.

Ülkemizde kadınlarda vajinismus problemi, erkeklerde erken boşalma sorunu gibi cinsel sorunlar Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu bölgelerinde çok daha yaygın görülüyor. Sahillere doğru gidildikçe ise çok daha seyrek... Batılı yaşam tarzı “Stresi artırıyor, şişmanlık yapıyor” diye suçlanır ama iyi geldiği sorunlar da var. Aslında dünyanın her yerinde sosyoekonomik düzeyin ve eğitimin arttığı bölgelerde cinsel sorunlar azalıyor.

Çocuk gelinler kültürde bir gelenek halini aldığı için toplumda çok fazla kınanmıyor ancak bu psikiyatrik açıdan cinsel bir sapkınlık olarak değerlendiriliyor. Bu durum çocuk gelinin psikolojisini dolayısıyla cinselliğini çok ciddi biçimde etkiliyor. Son araştırmalar çocuk gelinlerin çoğunun sorunlu, mutsuz hissettikleri bir cinsel hayatları olduğunu ortaya çıkartıyor.

Kongrede eşcinsel ilişkilerdeki cinsel sorunlarla ilgili konular üzerinde duruldu. Toplumun eşcinselliğe karşı geliştirdiği olumsuz yargılar bazen, eşcinsel bireyler tarafından farkında olmadan içselleştirilebiliyor. Bu da eşcinsel kişilerde gizli homofobiye bağlı; cinsel isteksizlik, erken boşalma gibi cinsel sorunlara yol açabiliyor. Kongrede eşcinsel bireylerin cinsel kimlikleriyle barışmaları sağlanırsa cinsel sorunlarının da düzelebileceği konuşuldu. Eşcinsel çiftlerde cinsel probleme yönelik terapiden önce gizli homofobi konusunun ele alınmasının daha iyileştirici olacağı belirtildi.

Kongrede cinsel isteksizliğe karşı reddedilmeyi göze alarak farklı cinsel fantezilerin ve isteklerin partnere söylenmesi yeni çözüm yolu olarak sunuldu. Reddedilmemek için istekler bastırılınca cinsel isteksizlik ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle çiftler özgürce konuşmalı... Kişiler her türlü şeyi talep etme ama karşı tarafın da reddetme hakkı olduğunu bilmeli... Çiftler yeni şeyleri denemekten korkmamalı ama istemedikleri şeyleri de zorla asla yapmamalı...

Kadınların orgazmı hala bilinmeyen soru işaretleriyle dolu... Yapılan araştırmalar birçok kadının orgazmın ‘o’su ile henüz tanışmadıklarını gösteriyor. Ama artık kadınlar orgazmı tanımak için çeşitli yöntemlere başvuruyor. Kongrede, orgazm sorunlarında kadın hastalıkları ve doğum uzmanı hekimlerin G noktasına yaptıkları aşının, o bölgeyi hassaslaştırarak sorunun çözümünde etkili olduğu vurgulandı. Erkeklerde de makat ile yumurtalıklar arasında bulunan bölgeye “P bölgesi” adı veriliyor. Seks sırasında bu bölgenin uyarılmasının erkeğin orgazmını artırdığı söylendi. Ancak P bölgesini uyarmanın, G bölgesini uyarmak kadar güçlü etki yapmadığı da belirtildi.

Yazının Devamını Oku