Son yıllarda çok büyük hastaneler yapılıyor, modern teçhizatlar alınıyor ve sağlık cihazları çoğalıyor ancak sağlık hizmetlerindeki esas faktörün sağlık çalışanları olduğu unutuluyor. Bu nedenle sağlık çalışanlarının sorunlarına sadece 14 Martlar’da değil, her daim kulak verilmesi gerekiyor.
Tıp Bayramı, her Mart ayının 14'ünde kutlanan, Türkiye'de tıp alanından çalışanların hizmet sorunlarının tartışıldığı, bilime katkılarının ödüllendirildiği bir anma ve kutlama günü...
1950-1960'lı yıllarda 14 Martlar’da Tıp Fakülteleri'nin öğrenci dernekleri tarafından bir dergi çıkartılması gelenek haline geliyor. Bu dergilerde öğrencilerin ve hekimlerin sorunları ön plana çıkartılıyor. 1960 tarihli bu derginin kapağında da fakülte dersleriyle boğuşan tıp öğrencisi karikatürize ediliyor. 14 Mart 1827'de, II. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet'in önerisiyle ilk Cerrahhane’nin, Şehzadebaşı'daki Tulumbacıbaşı Konağı'nda Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla kurulması, Türkiye'de modern tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul ediliyor. Okulun kuruluş günü olan 14 Mart, "Tıp Bayramı" olarak kutlanıyor.
İlk kutlama, 1919 yılının 14 Mart'ında işgal altındaki İstanbul'da gerçekleşiyor. O gün, tıbbiye 3. sınıf öğrencisi Hikmet Boran'ın önderliğinde, tıp okulu öğrencileri işgali protesto için toplanıyor ve onlara devrin ünlü doktorları da destek veriyor. Böylece tıp bayramı, tıp mesleği mensuplarının "yurt savunma hareketi" olarak başlıyor. 1929-1937 yılları arasında 12 Mayıs günü Tıp Bayramı olarak kutlanıyor. Bu tarih, Bursa'daki Yıldırım Darüşşifası'nda ilk Türkçe tıp derslerinin başladığı tarih olarak kabul edildiği için Tıp Bayramı yapılıyor. Ancak zamanla bu uygulamadan vazgeçiliyor ve yeniden 14 Mart Tıp Bayramı oluyor. 1976'dan beri sadece 14 Mart günü değil, 14 Mart'ı içine alan hafta boyunca kutlama yapılıyor ve bu hafta "Tıp haftası" olarak kabul ediliyor.
"Önce zarar verme, önce insan, önce insan hakları" anlayışının benimsendiği günümüzde sağlıklı ve mutlu bir hayat, tüm insanların vazgeçemeyeceği en temel hakların başında geliyor. Bu nedenle fedakarlıkları ve meslek aşklarıyla insanların hayat kalitesini yükseltme hedefinde olan sağlık çalışanlarından oluşan etkin ve kaliteli bir sağlık sistemi, çağdaş ve modern bir toplumun en önemli şartlarından birini oluşturuyor. Ancak son yıllarda hekimlere karşı şiddetin çok üzücü bir şekilde artmış olduğuna tanıklık ediyoruz.
Toplumun biraz olsun dikkatini çekmek adına 14 Mart 2014 tarihinde "hekime ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddete son" demeye katkıda bulunulması gerekiyor. Çünkü insanı yaşatmayı ve insanın acısını azaltmayı, insanlığa daha sağlıklı bir yaşam sunmayı ilke edinen, bu kutsal, saygın ve onurlu mesleği büyük fedakarlıkla yerine getiren, en güç koşullarda bile sağlık hizmetlerinin her alanında özveriyle çalışan, başta hekimlerimiz olmak üzere tüm sağlık çalışanlarımızın şiddeti değil, sevgi ve saygıyı hak ettiğini düşünüyoruz. Bir nefeslik sıhhatin bile değerinin ölçülemeyeceğinin bilincinde olarak; başta hekim dostlarımız olmak üzere, yurdunu savunan ve insan sağlığına hizmet eden tüm sağlık çalışanlarına sevgi ve şükranlarımızı sunuyor, Tıp Bayramlarını kutluyor, tüm insanlık için sağlık ve huzur dolu bir yaşam temenni ediyoruz...
Yakın tarihimize baktığımızda Atatürk’ün hayatında kadınların çok önemli ve saygın bir yeri olduğunu görüyoruz. Bu yönüyle topluma örnek olan büyük bir liderdir Atatürk… “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın!” diyen Atatürk, Türk kadınını yeniden ayağa kaldırmış ve bugün girmek için çaba harcadığımız Avrupa Birliği’ne mensup birçok ülkeden önce kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkını vermişti… Atatürk’ün 1923 yılında şöyle bir tespiti olmuştu: “Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ihmal ve kusurdan doğmaktadır. Kadınlarımız, erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli ve daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. Şuna inanmak lâzımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir!” diyerek, kadınlara olan saygısını ve hürmetini defalarca göstermişti… Çünkü tüm erkekleri olduğu gibi Atatürk’ü de hayata bir kadın hazırlamıştı ve hayatın içinde kadınlar gezdirmişti… Bu nedenle bugün bulunduğumuz makam ve mevki, sahip olduklarımız ve yaşadıklarımız, bizi özveriyle ve sevgiyle hayata hazırlayan ve bizimle bir somun ekmeği paylaşır gibi hayatı paylaşan kadınlarımızın eseridir, onarın başarısıdır, onların gururudur, onların hayatıdır. Yani şu yalan dünyada sahip olduğumuz ve keyfini çıkardığımız her şey kadınların eseridir. Bu nedenle erkeklerin kadınlara olan borçları, sürekli artan ve hiç kapatılamayacak olan borçların başında geliyor. Kadınlar, kendilerini dinleyen ve anlayan, sahiplenme duygusu olan, dokunarak ve bakarak sevgisini ifade eden, anlayışlı erkekleri seviyor. Kadınlar çoğu kez değerli ve sevgiye layık olduklarının hissettirilmesini bekliyor. Bunun için erkeğin, kadına değer vermesi, iltifat etmesi, gururunu okşaması, her akşam en az yarım saat elini tutup, gözlerinin içine bakarak sadece onu dinlemesi ve anladığını göstermesi, şefkatli olması ve her daim yanında olduğunu hissettirmesi gerekiyor. Hayatındaki kadına bunları yapabilen bir erkek, borcunun tamamını kapatamasa bile, bir kısmını ödeme imkânı bulabiliyor.
Kadın, çağdaşlık demek...
Her yıl 8 Mart tarihinde kutlanan “Dünya Kadınlar Günü” sadece eşleri, sevgilileri, anneleri yani kadınları anlamak, dinlemek, sevmek, övgüler yağdırmak, iyi davranmak ve kadın olduklarını hissettirmek amacıyla kutlanan “bir” gün değil… 8 Mart, kadın-erkek “değer” eşitsizlikleri, kadına karşı şiddet ve kadının gerçek bir kadın olma yolundaki ilerleyişini kabullenme ve saygı duyma gibi temaların her yıl bir kat daha benimsenmesi, kadınlara daha çok değer verilmesi için önem arz eden çok özel ve anlamlı bir gün… Yıllardır Cumhuriyetimizin odak noktasında yer alan kadınlarımız için 8 Mart, Cumhuriyet ile kazandıkları çağdaş ve özgür hakların bir kez daha hatırlanması için her yıl büyük bir hüzün ve coşkuyla kutlanıyor. Çünkü kadın çağdaşlık demek… Çünkü kadın verdikçe alan ve aldıklarını harmanlayıp güzelleştirerek daha fazlasıyla geri sunan dünyanın en güzel sevgi kaynağı demek... Her yıl 8 Mart'ta kadına ve kadın haklarına dair birçok güzel söz söylenir. “Bir kadına ne verirseniz verin, onu daha da büyük hale getirir. Ona sperm verirseniz, size bir çocuk verir. Ona bir ev verirsiniz, size bir yuva verir. Ona sebze verirsiniz, size yemek verir. Ona bir gülücük verirsiniz, size kalbini verir. Ona bir şarkı söyleyin, size konser verir. Kendisine verileni çarpıp çoğaltarak geri verir” diyen Aziz Nesin’in sözü belki de en güzellerinden biri…
8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun!
Cinsel sorunların bedensel nedenlerden çok psikolojik sorunlardan kaynaklandığı bilinen bir gerçek… Dolayısıyla meydana gelen ekonomik ve siyasal krizler ve akabinde meydana gelen belirsizlikler ve işsiz kalma endişesi, psikolojik sorunlar olarak bireylerin ve çiftlerin cinsel hayatlarını olumsuz yönde etkileyebiliyor. Yapılan araştırmalar ülkemizde 17 Aralık 2013 tarihinde baş gösteren ve ülke ekonomisini derinden etkileyen olayların, belirsizlik, geçim sıkıntısı ve gelecek kaygısıyla birlikte korku, endişe, kaygı ve stres gibi olumsuz duyguların yoğun hissedilmesine neden olduğunu gösteriyor. Cinsel işlev bozukluklarının tetikleyicisi olan olumsuz duygu birikimleri, ruhsal hastalıklara, sertleşme sorunlarına, cinsel isteksizliğe ve erken boşalmaya neden olabiliyor, aldatmalar artabiliyor.
Ekonomik ve siyasi kriz çiftlerin cinsel hayatını olumsuz yönde etkiliyor. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED – www.cised.org.tr)’nin yaptığı araştırmaya göre, kriz kadınları daha çok etkiliyor. Araştırmaya göre, kadınların yüzde 70’i krizden dolayı cinsel yaşamlarının olumsuz yönde etkilendiğini dile getirirken, erkeklerde bu oran yaklaşık yüzde 60 civarında.
CİSED tarafından gerçekleştirilen araştırma çiftlerin yaşanan krizden dolayı cinsel ilişkiye daha az girdiklerini gözler önüne seriyor. İnternet üzerinden gerçekleştirilen ve 1000 kişi arasında yapılan araştırmaya göre, halkının yüzde 30’u belirsizliklere ve çatışmalara neden olan krizden dolayı cinsel hayatını askıya almış durumda. Araştırmaya katılanların yüzde 70’i yaşanan olaylardan dolayı gelecek korkusu taşıdıklarını ve cinsellikten soğuduklarını dile getirirken, her şeye rağmen cinsel hayatlarını sürdürmekte zorlandıklarını, yaşam tarzlarında değişikliğe gittiklerini ve daha çok erken boşalma, sertleşme sorunları ve cinsel isteksizlik gibi cinsel sorunlar yaşadıklarını belirtiyor. Ekonomik krizden dolayı cinsel yaşamı etkilenenlerin başında çalışan kadınlar, orta yaş ve üstü erkekler bulunuyor. Kadınların yüzde 70’i eskisi kadar sık cinsel ilişkiye girmediklerini dile getirirken, ankete katılan her 3 erkekten biri ekonomik krizden dolayı streste olduğunu ve bu çerçevede cinsel istek duymadıklarını ve buna rağmen seks yapmaya çalıştıklarında ise sertleşme sorunları yaşadıklarını ve geçmişe göre daha erken boşaldıklarını belirtiyor.
Bireye belirsizlik ve yenilmişlik hissi veren, stres ve kaygı yaratan her türlü psikolojik, ekonomik ve siyasi faktör, cinsel sağlık üzerinde olumsuz etkiler yaratabiliyor. Özellikle geçim şartlarının zorlaşması, ekonomik krizler, işsizlik, işsiz kalma kaygısı, gelir düzeyinin düşmesi, enflasyon ve devalüasyon gibi hem ülkeyi hem de bireyi olumsuz yönde etkileyen durumlar cinsel sorunlara neden olabiliyor. CİSED’in yaptığı araştırma, ülkemizde son 3 aylık dönemde cinsel sorunlarda artış olduğunu gösteriyor. 17 Aralık olaylarıyla birlikte CİSED’in Cinsel Sağlık Danışma Hattı’nı (0.312.212 66 26) arayanlarda ve cinsel sağlık problemleriyle cinsel tedavi merkezlerine başvuranlarda %20’lik bir artış olduğu görülüyor.
CİSED’in yaptığı araştırma, ekonomik kriz, geçim sıkıntısı, aile ya da hayat düzenini sürdürememe endişesi, yaşam standartlarını koruyamama ve sorumluluklarını yerine getirememe korkusunun, erkekleri ve kadınları olumsuz yönde etkilediğini ve partnerlerinden uzaklaşarak kabuklarına çekildiklerini gösteriyor. Bunun nedeni ise, stres altında kalan kişilerin beyinlerinden salgılanan stres hormonlarının ‘Savaş ya da kaç!’ mesajıyla, cinsel isteği azaltması… Çünkü stresle etkili bir şekilde baş edilemediğinde ya da üstesinden gelinemediğinde ve kişinin hayatında stres kaynakları yavaş yavaş çoğalmaya başladığında vücudun adaptasyon kapasitesi zorlanıyor.
İnsan bedeni uzun süre stresle karşı karşıya kaldığı takdirde vücudun strese karşı koyma gücü gün geçtikçe tükenmeye başlıyor ve üç evreli bir tepkime süreci başlıyor. İlk olarak ‘alarm tepkisi’ oluşuyor yani vücut stresle karşılaştığında, stresi oluşturan durumu azaltmak amacıyla eldeki bütün kozlarını kullanıyor. Kaçma, donma veya savaşma şeklinde anlık ve hızlı tepkilerin olduğu bu dönem fizyolojik olarak kasların gerginleştiği, duygu patlamalarının yaşandığı, duyguların kabardığı bir evre… Stres azalmadığında vücut ikinci evreye geçiyor. ‘Savunma ve direnç geliştirme tepkisi’ olarak bilinen ikinci evrede, elde kalan bütün diğer kozlar kullanılıyor. Stresin uzun sürmesi vücudun bütün enerji kaynaklarını tüketiyor. Savunma durumunda beynin ön tarafına gitmesi gerekli olan kan beynin arka tarafına gönderiliyor. Bu durumda bilinçten sorumlu olan ön taraf iyi kullanılamadığı için kişi mantıklı düşünüp, doğru kararlar alamıyor, bilinçsiz hareket ediyor, vücut asit üretmeye başlıyor, bağışıklık sistemi zayıflıyor, mide ve bağırsak sorunları gibi hastalıklar baş gösteriyor. Vücut strese karşı direnç geliştirmesine rağmen stresi ortadan kaldıramadığında ve enerji kaynakları tükendiğinde uyum sürecinin üçüncü evresine geçiyor. ‘Tükenme tepkisi’ olarak bilinen üçüncü evrede, vücut savunmasız kalıyor, tükeniyor, sertleşme sorunları, erken boşalma, cinsel isteksizlik gibi cinsel sorunlar, anksiyete, depresyon, panik atak, boş vermişlik, tükenmişlik sendromu, uyku bozuklukları gibi ruhsal sorunlar, uyuşturucu ve alkol kullanımında artış bu safhada ortaya çıkıyor.
Kriz dönemlerinde, uzun vadeli istikrarlı ilişkilerde duygusal problemler ön plana çıkıyor, günlük ve mesleki sıkıntılar artıyor, ruhsal ve fiziki yorgunluklar nedeniyle yeni bir şeyler deneyimleme isteği artabiliyor. Araştırma sonuçlarına göre duygusal olmayan sekse yönelen ve internette ilişki arayan her 10 erkekten 4’ü istikrarlı ilişkisini canlandırmak için başka birisiyle yeni bir maceraya hazır... Kadınlar ise daha temkinli ve ancak yakalanmayacaklarından emin oldukları durumlarda aldatmaya meyilli... Sorumluluk hissinin az olması, yasak ve günah olanın çekiciliği, sınırlı vakitlerde birlikte olma zorlantısı, cinselliğin biteceği korkusu, gelecek endişesi ve maddi imkânsızlıklar duygusal sorumluluk taşımayan aldatma ilişkilerine ağırlık verilmesine neden olabiliyor. Kadınlar daha çok duygusal yakınlık ve beğenilme arzularını tatmin etme arayışından dolayı, erkekler ise performanslarını göstermek, günlük hayatın sıkıntılarından kurtulmak ve rahatlamak için aldatıyor. Başarısızlık korkusu ve performans endişesi olan erkek eşinden uzaklaşıyor, onunla seks yapmaktan kaçınıyor, var olan sorunları görmezden gelmeye çalışıyor ve mutluluğu dışarıda aramaya başlıyor. Kadınlar ise değerli ve sevilmeye layık olmadıklarını hissettiren durumlarda ilgi ve beğenilme açlığına düşüyor ve zafiyet gösterebiliyor.
Ekonomik ve siyasi krizler belirsizliklerle birlikte bireylerde bastırılmışlık, kapana sıkışmışlık, umutsuzluk ve çaresizlik duyguları, gelecek kaygısı yaratıyor. Gelecek kaygısı yaşayan birey kendine olan güvenini git gide yitiriyor. Yitirilen güven karşısında kişi hiçbir şey yapmak istemiyor, üretme isteğini kaybediyor, iş, aile ve çift ilişkilerinde motivasyonu yitiriyor. Bu tür ani değişimler daha çok depresyona ve anksiyeteye neden oluyor.
Seda 3 yıldır eşiyle cinsel ilişkiye girememenin dayanılmaz ağırlığı altında eziliyordu. Cinsel birleşme teşebbüsü sırasında, istemsiz olarak kasılıyor, ağrı ve acı duyuyor, bacaklarını kapatarak eşini itiyordu. Zamanla cinsellikten soğutmuştu, kendisini eksik ve çaresiz hissediyordu, umudu yoktu. Aile büyüklerinin “Artık çocuk yapın!” baskısı nedeniyle tedavi arayışına girmiş ve cinsel terapi almak için eşiyle beraber başvurmuştu. 12 seanslık cinsel terapi ile Seda sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşama “Merhaba!” diyebildi.
Seks yapma korkusu olarak bilinen vajinismus, kadının bilinçli olarak cinsel ilişkiye girmek istemesine rağmen, penis-vajina birlikteliği teşebbüsü sırasında, başta aşk kaslarını (pelvik taban kasları) ani ve istemsiz bir şekilde kasması ve bununla beraber korku, endişe veya panikle tüm bedenini kasması, eşini itmesi, bacaklarını kapatması ve cinsel ilişkiye girememesidir. Yukarıdaki vakada da görüldüğü gibi vajinismus kader değildir, cinsel terapi ile çok kısa bir sürede yüzde 100 tedavi edilebilir.
Ben 8 yıldır evliyim fakat hala eşimle cinsel birleşme yaşayamadık. İlk birkaç yıl tedavi olmaya çalıştık. Ürolog, kadın doğum uzmanı gibi gittiğimiz doktorlar ya benim vajinismus ya da eşimden kaynaklanan psikolojik sorunlar olduğunu söylediler. İkimiz de çok bunalıyoruz, artık çocuk sahibi olma zamanımız da geldi. Ne yapmalıyız?S.T/Balgat
Cinsel İlişkiye Girememe (CİG) adını verdiğimiz sorun, kadından ya da erkekten kaynaklanabilir. Eğer kadın korkularından dolayı cinsel ilişkiyi reddediyor ve eşi ilişki kurmak istediğinde vajinasında ve tüm vücudunda istem dışı kasılmalar oluyorsa vajinismus tanısı konulabilir. Aynı zamanda erkekler de cinsel ilişki kurmaktan kaçınabilir, burada da erkeğin bir takım psikolojik sorunları olduğundan ya da başarısız olma kaygısı nedeniyle cinsel ilişki kurmayı sürekli ertelemesi durumundan bahsedebiliriz. Bu sorunların çözümü var, çözüm cinsel terapi… Cinsellik evliliğin temel taşlarından birisi… Cinsel sorun devam ettikçe hem siz hem de eşiniz huzursuz olursunuz ve evliliğinizin bir yanının eksik olduğunu hissedersiniz. Fakat bilmelisiniz ki, vajinismusun yüzde 100 tedavisi var. En kısa zamanda bir cinsel terapiste başvurmanızda fayda var.
3 yıllık evliyiz, hala eşimle cinsel birleşmeyi başaramadık. O an geldiğinde çok kötü bir şey olacak duygusuyla eşimi itiyorum ve kasılıyorum. Derdimizi kimseyle paylaşamıyoruz. Ailelerimiz artık çocuk bekliyor ve bizi sıkıştırıyorlar. Onlara konuyu anlatamadığımız için de bir şey yapamıyoruz. Ne olur bize bir yol gösterin.M.U./Keçiören
Bir erteleme ve kaçınma durumu olan vajinismus; cinsel terapi ile kısa sürede düzelebilen ve tekrarlamayan bir cinsel işlev bozukluğudur, kader değildir, rahat olun. Her türlü terapide olduğu gibi cinsel terapinin de temel dayanağı terapide iş birliği yani terapist ile çiftin, vajinismusu çözmek için birlikte çalışmasıdır. Çünkü vajinismuslu kadın içindeki gücü kendini yok etmek için, kendini hasta etmek için bilinçdışı olarak kullanmaktadır. İşte bu güç fark edilirse kendini yeniden var etme, kendini iyileştirme içinde kullanılabilir. Yani ancak vajinismuslu kadın cinsel terapistinin bilgilendirmesiyle kazandığı içgörü ile kendine yardımcı olabilir, kendini iyi edebilir, cinsel terapist ise buna vesile olur. Bir başka deyişle cinsel terapistin amacı danışanın kendisini iyi etmesine yardımcı olma için iş birliği yapmaktır. Tek seansta tedavi edilemeyecek kadar önemli ve büyük bir sorun olan vajinismus tedavisi için artık günlerce beklemenize gerek yok. Eşinizle beraber randevu alarak bir cinsel terapiste görüşmeye gitmeniz tedavinin yarısı olacaktır.
Yurt dışında geleneksel hale gelen ve yirmincisi Almanya’nın Münih kentinde yapılan Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’ne bu yıl Türkiye ev sahipliği yapıyor. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) ve German Society for Social Scientific Sexuality Research (DGSS) tarafından organize edilen 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’nin 17–20 Nisan 2014 tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirilmesi planlanıyor. Bilindiği üzere Türkiye’de cinsellik hem kadınlar hem erkekler hem çiftler hem de gençlerimiz için hala önemli bir sorun olmaya devam ediyor. Bununla ters orantılı olarak ülkemizde önemli ölçüde cinsel terapist ve cinsel tedavi uzmanı eksikliği yaşanırken, sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşama sahip olmak isteyen çiftlerin sayısı her geçen gün artıyor. Bu nedenle 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’nin önemi büyük…
CİSED’in kongreye ev sahipliği yapacağını söyleyen CİSED Genel Başkanı Cinsel Terapist Uz. Dr. Cem Keçe; “Hem ülkemizde hem de dünyada tanınmış pek çok cinsel terapist, hekim, ruh sağlığı profesyoneli, akademisyen ve medya mensubu multi-disipliner bir şekilde bir araya gelecek ve kongre boyunca seksoloji ve cinsel işlev bozukluklarının tedavisindeki son gelişmeleri tartışacak… Çünkü cinsel sağlık bilimi multi-disipliner olmak zorunda… Psikiyatri, psikoloji, seksoloji, jinekoloji, üroloji, endokrinoloji, halk sağlığı ve aile hekimliği branşlarının bir arada olduğu 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’yle ülkemizde bir ilki gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Kongremizde daha önce hiçbir kongrede konuşulmamış, yeni keşfedilmiş ve paylaşılmayı bekleyen pek çok özel konuyu ve yeni cinsel tedavi tekniklerini katılımcılara sunmayı amaçlıyoruz. Çünkü cinsel tedavi eğitimi almış ve cinsel işlev bozukluklarının tedavisiyle ilgilenen pek çok meslektaşımızın, cinsel sağlık bilimindeki yeni araştırma sonuçlarından haber olmak isteyeceklerini ve başta cinsel fanteziler, boşalma, orgazm ve cinsel istek sorunları olmak üzere cinsel işlev bozukluklarının tedavilerindeki son gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmayı arzulayacaklarını düşünüyoruz.” dedi.
Dünyanın en iyi seks terapistlerinin Antalya’da buluşacağını söyleyen CİSED Genel Başkanı Cinsel Terapist Uz. Dr. Cem Keçe; “Başta, 2009 yılında Amerikan Evlilik ve Aile Terapisi Derneği tarafından "Evlilik ve Aile Terapisi Üstün Katkı" ödülüne layık olan ve "2010 Yılı Aile Psikologu" seçilen Prof. Dr. Gerald Weeks olmak üzere, Nobel Barış Ödülüna Aday gösterilen Prof. Dr. Vamık VOLKAN, dünyanın en saygın psikoloji profesörlerinden biri olanDr. Marita McCabe, cinsel işlev bozukluklarının tedavisinde uyguladığı kendine özgü teknikleriyle dikkat çeken Dr. Kathryn Hall, Philadelphia İlişkiler Konseyi'nde ve Seks Terapisi Enstitüsü'nde lisansüstü eğitim direktörü, Perelman Tıp Okulu ve Pennsylvania Üniversitesi’nde Psikiyatri alanında klinik doçent olan Dr. Nancy Gambescia, DGSS Başkanı Prof. Dr. Jacob Pastoetter olmak üzere, Prof. Dr. Cengiz Güleç, Prof. Dr. Neşe Kocabaşoğlu, Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, Prof. Dr. Remzi Oto, Seksolog Uz. Dr. Akif Poroy, Uz. Dr. Tahir Özakkaş, Prof. Dr. Orhan Derman, Hipnoterapist Uz. Dr. Bülent Uran, Prof. Dr. Ersin Akpınar gibi ülkemizin en seçkin isimleri 21. Cinsel Sağlık Kongresi’nde bir araya geliyor… Bu nedenle dünyanın ilgisini çeken ve gündeminde olan kongremize değerli basın mensuplarımızı da davet ediyoruz.” dedi.
Yurt dışında geleneksel hale gelen ve yirmincisi Almanya’nın Münih kentinde yapılan Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’ne bu yıl Türkiye ev sahipliği yapıyor. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) ve German Society for Social Scientific Sexuality Research (DGSS) tarafından organize edilen 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’nin 17–20 Nisan 2014 tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirilmesi planlanıyor. Bilindiği üzere Türkiye’de cinsellik hem kadınlar hem erkekler hem çiftler hem de gençlerimiz için hala önemli bir sorun olmaya devam ediyor. Bununla ters orantılı olarak ülkemizde önemli ölçüde cinsel terapist ve cinsel tedavi uzmanı eksikliği yaşanırken, sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşama sahip olmak isteyen çiftlerin sayısı her geçen gün artıyor. Bu nedenle 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’nin önemi büyük…
CİSED’in kongreye ev sahipliği yapacağını söyleyen CİSED Genel Başkanı Cinsel Terapist Uz. Dr. Cem Keçe; “Hem ülkemizde hem de dünyada tanınmış pek çok cinsel terapist, hekim, ruh sağlığı profesyoneli, akademisyen ve medya mensubu multi-disipliner bir şekilde bir araya gelecek ve kongre boyunca seksoloji ve cinsel işlev bozukluklarının tedavisindeki son gelişmeleri tartışacak… Çünkü cinsel sağlık bilimi multi-disipliner olmak zorunda… Psikiyatri, psikoloji, seksoloji, jinekoloji, üroloji, endokrinoloji, halk sağlığı ve aile hekimliği branşlarının bir arada olduğu 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’yle ülkemizde bir ilki gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Kongremizde daha önce hiçbir kongrede konuşulmamış, yeni keşfedilmiş ve paylaşılmayı bekleyen pek çok özel konuyu ve yeni cinsel tedavi tekniklerini katılımcılara sunmayı amaçlıyoruz. Çünkü cinsel tedavi eğitimi almış ve cinsel işlev bozukluklarının tedavisiyle ilgilenen pek çok meslektaşımızın, cinsel sağlık bilimindeki yeni araştırma sonuçlarından haber olmak isteyeceklerini ve başta cinsel fanteziler, boşalma, orgazm ve cinsel istek sorunları olmak üzere cinsel işlev bozukluklarının tedavilerindeki son gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmayı arzulayacaklarını düşünüyoruz.” dedi.
Dünyanın en iyi seks terapistlerinin Antalya’da buluşacağını söyleyen CİSED Genel Başkanı Cinsel Terapist Uz. Dr. Cem Keçe; “Başta, 2009 yılında Amerikan Evlilik ve Aile Terapisi Derneği tarafından "Evlilik ve Aile Terapisi Üstün Katkı" ödülüne layık olan ve "2010 Yılı Aile Psikologu" seçilen Prof. Dr. Gerald Weeks olmak üzere, Nobel Barış Ödülüna Aday gösterilen Prof. Dr. Vamık VOLKAN, dünyanın en saygın psikoloji profesörlerinden biri olanDr. Marita McCabe, cinsel işlev bozukluklarının tedavisinde uyguladığı kendine özgü teknikleriyle dikkat çeken Dr. Kathryn Hall, Philadelphia İlişkiler Konseyi'nde ve Seks Terapisi Enstitüsü'nde lisansüstü eğitim direktörü, Perelman Tıp Okulu ve Pennsylvania Üniversitesi’nde Psikiyatri alanında klinik doçent olan Dr. Nancy Gambescia, DGSS Başkanı Prof. Dr. Jacob Pastoetter olmak üzere, Prof. Dr. Cengiz Güleç, Prof. Dr. Neşe Kocabaşoğlu, Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, Prof. Dr. Remzi Oto, Seksolog Uz. Dr. Akif Poroy, Uz. Dr. Tahir Özakkaş, Prof. Dr. Orhan Derman, Hipnoterapist Uz. Dr. Bülent Uran, Prof. Dr. Ersin Akpınar gibi ülkemizin en seçkin isimleri 21. Cinsel Sağlık Kongresi’nde bir araya geliyor… Bu nedenle dünyanın ilgisini çeken ve gündeminde olan kongremize değerli basın mensuplarımızı da davet ediyoruz.” dedi.
Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı araştırmalar, insanı sürekli ve inatçı olarak keder ve uyuşukluğa sokan, değersizlik hissi meydana getiren ve günlük normal aktivitelerden alıkoyan depresyonun, 2020 yılında hastalıkların oluşmasına birinci sırada yer alacağını gösteriyor. Beslenme ve uyku değişikliğine neden olan ve insanı periyodik olarak ölümü düşünmeye zorlayan depresyonun nedeni hala araştırılıyor. Depresyonun birçok nedeni var ama iki ana kaynağı “doğuştan getirilen psikolojik reaksiyonlar” ve “durumsal bocalamalar”...
Aile geçmişinde depresyon olan ve sık sık nedensiz yere kendini bunalımda hissedenlerin psikolojik nedenlerinin daha ayrıntılı bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Hayatta benzer sıkıntılar, ruhsal ve bedensel travmalar, şoklar veya zorluklar yaşayan insanlardan bazıları depresyona girerken, bazıları kısa bir moral çöküntüsünden sonra kendisini kolayca toparlayabiliyor. Çünkü bazı bilimsel araştırmalar depresyonun genetik bir miras olduğunu ortaya koyuyor.
Duygusal strese hassasiyeti belirleyen 5-HTT geninin “kısa” kopyasına sahip olanlar, uzun kopyasına sahip olanlardan daha fazla ağır depresyon riski taşıyor. 5-HTT geni seratonini kontrol ediyor. Bu nedenle duygusal stres ile depresyon arasında genetik ilişki olduğu biliniyor. Genetik olarak depresif olan insanların zihinleri, daha doğrusu beyinlerinin işleyişi farklılaşıyor. Yani bazı maddeler daha çok salgılanıyor, iyimserliği aşılayan seratonin hormonu gibi bazı maddeler daha az... Hatta beynin yapısında bile değişiklikler olabiliyor. Magnezyum, sinir sisteminin aşırı duyarlılığını azaltarak sakinleşmeye yardımcı olduğu için “anti-stres minerali” olarak biliniyor. Bu nedenle magnezyum eksikliği depresyona yol açıyor. Ayrıca bazı durumlarda kişi genetik mirası taşıdığı halde depresyona girmiyor. Çünkü büyürken öyle beceriler geliştiriyor ki, sorunlarla başa çıkıp depresyona girmeden yoluna devam edebiliyor. Eğitim süresi içinde çocuklar ve gençler bir sürü problemle karşılaşıyor. Bu süre içinde bu sorunlarla baş etme becerisini geliştiremeyenlerin ve “karamsar bakışa sahip”kişilerin depresyona girme eğilimi daha fazla oluyor. Çünkü karamsar insanlar daha mutsuz oluyor, daha çok hastalanıyor, daha çabuk ölüyor ve depresyona daha eğilimli oluyor. Ancak buna rağmen depresyon bir kader değil, tedavi edilebiliyor. Genetik miras da olsa insanlar bu sorunu, hayatın içindeki sorunlarla baş edebilme becerisini öğrenerek, düşünce sistematiğini değiştirerek, psikoterapistin desteğiyle ve kişisel çabayla bardağın dolu tarafını görerek, psikoterapi ve ilaç tedavisinin birlikte kullanılmasıyla aşabiliyor. Çünkü özsaygı geliştirme sürecinin biyolojik olarak ciddi bir şekilde engellendiği genetik depresyon, kişisel bir zaaf ve irade gücüyle yenebilecek bir şey değil…
Depresyonun diğer ana kaynağı olan durumsal bocalamalar, kişinin çevresindeki bir şeyden etkilendiği anlamına geliyor. Mutsuz olmak için pek çok neden var ve kayıp, sarsıntı ve acıyla karşılaşınca bunalmak insanca bir tepki... Kayıptan kaynaklanan “akut depresyon” acı gibi zaman içinde azalıyor ve mutsuzluk gibi bir duygu ama“kronik depresyon” zamanla geçmiyor, hatta giderek yaşama egemen olabiliyor ve bu durumda hayatı yegâne algılama kanalı bunalımlı ve karamsar gözler oluyor. Kronik depresyon yaşayan kişi öfkeli ve benmerkezci tepkiler veriyor, kişisel gücünün farkında olmuyor, kendisini ve başkalarını sevmekten kaçıyor ve kendini hayatın sorumluluğunu üstlenecek kadar güçlü hissetmiyor. Duygu yoksunluğu veya duygu yoksunluğu yaratan boğucu bir duygu karmaşası olarak tanımlanabilen kronik depresyon kişide çaresizlik hissi yaratıyor.
Depresyonun umut verici yanı tedavi edilebilir bir ruhsal sıkıntı olması… Fakat talihsiz yönü ise, depresyonda olan kişilerin çoğunun tıbbi yardım almayı düşünememeleri ve bunun sonucunda da büyük acılar çekmeleri… Bu nedenle, depresif yakınmaları olan bir kişinin önce kendisi, sonra yakın çevresi ve daha sonra geleceği için bir “psikoterapiste başvurması” ve yardım isteme hakkını kullanması gerekiyor. Çünkü umutsuzluk, mutsuzluk ve çaresizlik durumu olan depresyonda, umutsuzluğu paylaşmak ruhsal iyileşmeye giden yolun ilk adımı olabiliyor. Depresyondaki kişinin durumunu kabul etmesi, suçlamayı bırakması ve depresyonu yenmeyi çok istemesi gerekiyor. Öncelikle şunun çok iyi anlaşılması önem taşıyor; kişi sadece kendini bunalımda hissetmiyor, aynı zamanda bunalımlı bir şekilde davranıyor… Bu nedenle kişinin düşünce ve duygularından ziyade davranışlarını değiştirmeye odaklanması, istemese ve yeterli enerjisi olmasa bile farklı bir şey yapmayı denemesi, bencil olması, yaşam koşullarını değiştirmesi ve daha sonra cesaret gösterdiği için kendisini ödüllendirmesi gerekiyor. Çünkü kişinin kendini ve dünyayı algılama tarzı sadece bir algılama, gerçeğin kendisi değil ve algılama tarzı zamanla değiştirilebiliyor. Bu süreçte stressiz bir yaşam, spor yapmak, kısa bir tatile çıkmak, düzenli beslenmek çok işe yarıyor. Stressiz bir yaşam için en iyi magnezyum kaynakları ise balık, yumurta ve baklagiller…
Erken boşalma sadece erkeğin hatası olarak görülüyor. Bunun yanlış bir algı olduğunu vurgulayan Uzman Psikolojik Danışman Dr. Cem Keçe, “Her bireyin kendi cinsel tatmini için gerekli şeyleri talep etmesi ve gerekli olanı yapmayı becerebilmesi şart” diyor.
Kadın klitorisini kullanmayı öğrenmeli!
Her iki tarafından mutsuz olduğu bir cinsellikte ‘Erken boşaldın. Ben de boşalamadım’ diyen kadın çok doğru bir şey söylemez. Çünkü kadın da klitorisini keşfetmeyi ve ardından onu kullanmayı öğrenmek zorundadır. Erkek nasıl ki penisini sürterek boşalıyorsa, kadın da klitorisini sürterek boşalır. Bunu yapabilmeyi öğrenmek için de kadınlar önce mastürbasyon yapmalıdır. Mastürbasyon yaptıkça kadın klitorisini hassaslaştırmayı öğrenir ve onu sürterek boşalmayı keşfeder. Mastürbasyon ile öğrendiği becerileri partneriyle olan birlikteliklerine aktarmayı becerebilirse de kadın zamanla cinsel ilişkilerinde boşalmayı başarabilir. Kadının boşalmasında erkeğin penisinin boyunun veya vajinada kalma süresinin uzun olmasının gerçekte bir önemi yoktur.
Eğer kadın klitoristen zevk almayı başaramamışsa, boşalmanın sorumluluğunu almamışsa cinsel ilişkide boşalmayı öğrenemez. Demek ki çoğu zaman erkeğin erken boşalması, kadının cinsel ilişkide boşalmasının önünde bir engel değildir. Mastürbasyonla klitorisini hassaslaştıran kadın cinsel ilişkilerinde boşalmayı da daha kolay öğrenebilir. Ayrıca erken boşalmayla erkeğin penisi inse bile, erkek işaret ve orta parmağını birleştirip penis gibi kullanabilir, vajina deliğini uyarabilir ve bu sırada başparmağı ile de klitorise dokunarak kadının boşalmasını sağlayabilir. Bu boşalma fizyolojik olarak penis-vajina birlikteliğindeki boşalmaya eşdeğerdir.
Herkes kendi hazzından sorumlu
Erken boşalma tedavisinde, kadının bedenini, bedensel duyumlarını ve klitorisini keşfetmesini, erkeğin de boşalma öncesi bedeninde olan değişimleri ve bedensel duyumlarını fark etmesi öğretilir. Bu iki öğrenme şekli ortak bir noktada buluştuğunda, tedavi başarılı oluyor. İşin özünde şu var ki herkes kendi hazzından kendi sorumludur.
Sevgi ve Mert 6 senelik evli, iki çocuklu bir çiftti. Terapi almak için başvurma nedenleri ise “aldatma ve aldatılma” problemlerini çözmek istemeleriydi.
Duygusal olarak bir boşluğa düştüğü için aldattığını söyleyen Mert, oldukça üzgündü ve eşinden daha çok kendini suçluyordu. Eşini ilk günkü gibi sevdiğini ve çok pişman olduğunu söylüyordu. Hatta yoğun hissettiği suçluluk duygusuyla eşini aldattığını kendisi itiraf etmiş ve bu sancılı süreci sağlıklı bir şekilde atlatabilmek için evlilik ve ilişki terapisi almak istemişti. Eşinin itirafıyla alt üst olan Sevgi ne yapacağını bilememiş ve öfke nöbetleriyle geçen bir haftadan sonra eşinin teklifini kabul ederek terapi almaya karar vermişti. 6 ay süren bir terapi ile çift sorunlarını halletti ve eskisinden daha güçlü bağlarla karı koca olmaya devam etti.
Aldatma veya aldatılma daha çok duygusal boşluklar nedeniyle yaşanıyor. Aldatılmak kişide özgüven kaybına, artık eskisi gibi yakışıklı veya güzel, seksi veya çekici biri olmadığı düşüncelerine, eşi tarafından beğenilmediği hissiyatına, değersizlik ve çaresizlik duygularına yol açabiliyor. Bu duygularla baş etmek hiç kolay değil… Bu nedenle çiftin evlilik ve ilişki terapisi alması ve konuşarak sorunlarını aşmaya çalışması gerekiyor. Çünkü aldatma bir yol kazasıdır. Terapi sürecinde aldatılan kişinin kendi özgüvenini ve özsaygısını yüksek tutması, aldatılma üzerine eşiyle konuşması, eşinin neden buna ihtiyaç duyduğunu anlamaya çalışması ve kendisine düşen bir pay varsa onu fark etmesi ve değiştirmesi, aldatan kişinin ise samimiyet, dürüstlük ve sabırla güveni yeniden tahsis etmesi önem taşıyor. Barışma ve affetme süreci kişiden kişiye değişmekle birlikte aylarca sürebiliyor.
12 yıllık evliyim, 3 çocuk babasıyım. İlk başlarda eşime karşı olan cinsel ilgim zamanla azalmaya başladı. Özellikle çocuklardan sonra eşim bana bir kadın gibi değil bir anne gibi gelmeye başladı. Bu nedenle cinsel mutluluğu dışarıda aradım ve eşimi aldatmaya başladım. Ancak geçmişte eşimle hiçbir sorun yaşamazken dışarıda erken boşalma sorunuyla boğuşur oldum. Sizce bunun nedeni nedir, ne yapmalıyım?F.K./Dikmen
Evliliğinde cinsel yaşamdan payına düşeni alamamış erkekler, kendilerini başka yönlerde yüceltmeye çalışabilir ve Türk aile yapısına çok zarar veren aldatma eğilimi gösterebilirler. Aldatmanın verdiği suçluluk duyguları, yeni bir bedenin keşfinin aşırı heyecanı ve yaşanan gerginlik kaçınılmaz olarak erkeği erken boşalmaya programlayabilir. Rahat olun. Evlilikte tamiri en zor sorunlardan biri olan aldatma, mutlu aile yapısının önündeki en büyük engellerden biridir. Bu nedenle mutluluğu dışarıda aramak yerine, cinsel yaşamınızı renklendirebilmek için aşk oyunlarına yer vermenizde, gerekirse eşinizle birlikte cinsel terapi almanızda ve en önemlisi sizde suçluluk duygularıyla erken boşalmaya neden olan aldatma davranışınızı gözden geçirmenizde fayda var.
Nerdeyse 7 aylık evli bir bayanım. İlk başta her şey çok güzeldi fakat son zamanlarda eşimi dalıp giderken buluyorum. Nedenini sorduğumda “Yorgunum!” diyor. Tartıştığımız zamanlarda ise sert çıkışları oluyor. Geçtiğimiz ay sohbet ederken, çok sevdiği ve yıllarını geçirdiği sevgilisinden ayrılmak zorunda kaldığını anlattı. Bu nedenle eşime karşı çok kuşkucuyum. Sizce onu düşünüyor mudur? Benden uzaklaşmasından korkuyorum. Ne olur yardım edin.S.T./Beşevler
Evlenmeden önceki ilişkiler doğal kabul edilmeli ve geçmişte bırakılmalıdır. Önemli olan eşinizin evliliğiniz süresince size ve ilişkinize verdiği değerdir. Evliliğinizden ve eşinizden şüphe duymaktan kaçınmanızda fayda var. Çünkü kuşkucu düşünceler somut bir kanıta dayanmıyorsa sadece ilişkiyi yıpratır. Bu durum ilişkinizi gerginleştirebilir ve içinden çıkılmaz bir hal almasına neden olabilir. Sevginin ve sadakatin bu derecede sorgulanması eşinizde huzursuzluk yaratabilir, aklında olmayan kişiyi ve olayları onun aklına düşürmenize yol açabilir. Bu durumda yapmanız gereken önce kendinize ve eşinize güvenmek, sonra suçlamadan açık iletişim kurarak ilişkinizde rahatsız olduğunuz noktaları onunla paylaşmaktır. Aklınızdan kuşkucu düşünceleri çıkarabilmek adına kendinize yeni uğraşlar bulmak ya da hobiler edinmek de faydalı olacaktır.