A. Cem Keçe

Orgazmı kolaylaştırmanın yolları

5 Eylül 2014
Kadın ve erkekler nasıl daha kolay orgazm olur?

Daha kolay orgazm olmak için neler yapılabilir? “Erkekler görsel olarak, kadınlar temasla uyarılır” diyen Psikiyatrist Doç. Dr. Ercan Özmen, kadın ve erkekler için orgazma ulaşmanın yollarını anlattı.

[video=hurriyetaile_video/orgazmikolaylastirmak.flv]

Yazının Devamını Oku

Orgazm mı oluyorsunuz, boşalıyor musunuz?

29 Ağustos 2014
Boşalma durumu 5 ile 10 saniye, orgazm durumu ise 10 ile 15 saniye arası kadar sürüyor. Boşalmaya cinsel ilişki ya da mastürbasyon ile ulaşılabiliyor ama orgazm için kaliteli bir cinsel ilişki gerekiyor.

Boşalma ve orgazm tıptaki son gelişmelere rağmen halen bilinmezliklerle dolu bir terim olmaya devam ediyor. Çünkü boşalma, orgazm ve cinsel doyum kavramları genellikle birbirine karıştırılıyor ve çok yanlış bir şekilde aynı anlamda kullanılıyor. "Her boşalmanın orgazmla mı sonuçlanması gerekiyor?", "Orgazm, boşalma ve cinsel doyum sonrası vücutta ne gibi değişimler meydana geliyor?" gibi akla takılan birçok soruya açıklık getirmek istiyorum.

Orgazm olmakla boşalmak aynı şey değil... Ama çoğu zaman boşalma olarak yaşanan durumlar orgazm olarak algılanıyor. Boşalma bedensel bir rahatlamayken orgazm, bu bedensel rahatlamaya ruhun da eşlik ettiği bir durum olarak biliniyor. "Şehvetli heyecan” anlamına gelen orgazm, boşalmayı da içine alan daha geniş bir kavram... Orgazm çeşitli bedensel ve psikolojik cinsel uyaranlar sonucu beynin harekete geçmesi ve birtakım hormonsal mekanizmaların etkisiyle, bireyde hem bedensel hem de ruhsal olarak algılanan, "geçici şuur bulanıklığı", "kontrol kaybı duygusu" ve istem dışı ritmik vajinal kasılmaların yanında tüm bedende güçlü kasılmaların yaşandığı "yoğun bir boşalma" olarak tanımlanabiliyor. Boşalma ise daha çok fiziksel rahatlama olarak tarif ediliyor. Boşalma anında erkeklerden meni çıkışı oluyor ama kadınlarda böyle bir sıvı çıkışı olmuyor. Bu nedenle erkeğin boşaldığının bir meni çıkışı gibi bir kanıtı olurken, kadının boşalması tamamıyla sübjektif yani öznel, kişisel, göreceli, değişken, izafi, yoruma bağlı olarak değerlendirildiğinden bir kanıtı olmuyor. Ama kadın boşladığında kızarıyor, nefes ve kalp hızı artıyor, vajinada istemsiz kasılmalar gibi fiziksel etkiler görülüyor. Ayrıca her cinsel ilişkide boşalmayı, her erkeğin ve her kadının yaşaması gereken doğal bir duygu olarak görmek gerekiyor. Boşalmayı, bir insanın çok susadığı zaman kana kana içtiği sudan aldığı tat gibi ya da çok sıkışan bir kişinin, ihtiyacını giderdiği zaman yaşadığı rahatlama gibi tarif etmek mümkün... Boşalma öncesi beden geriliyor ve arkasından rahatlama hissediliyor. Cinsel ilişkilerin sonlarına doğru yaşanan ve 10–15 saniye süren kasılmalarla kendini gösteren fiziksel ve bedensel rahatlamaya “boşalma” adı veriliyor.

Boşalma durumu 5 ile 10 saniye, orgazm durumu ise 10 ile 15 saniye arası kadar sürüyor. Boşalmaya cinsel ilişki ya da mastürbasyon ile ulaşılabiliyor ama orgazm için kaliteli bir cinsel ilişki gerekiyor. Kadınlar, erkeklerden daha geç boşalıyor ve orgazma ulaşıyor. Ama erkekler çok özel teknikleri uygulayarak veya bazı ilaç ve kremlerle boşalma sürelerini uzatılabiliyor. Kadınlar, erkeklerden daha geç boşalmalarına veya orgazma ulaşmalarına karşın eğer gerekli uyarı verilirse ve tecrübeleri arttıkça erkeklerden daha kapsamlı ve şiddetli boşalma veya orgazm durumları yaşayabiliyor. Orgazm ve boşalma sonrasında her iki cinste de salgılanan seratonin hormonu mutluluk veriyor ve bu yaşanan deneyimin iyi hatırlanmasında etkili oluyor. 

Boşalma olmaması çiftin gerginliğinin devam etmesi anlamına geliyor ve hem iç dünyalarında hem de partner ilişkilerinde sıkıntılara neden olabiliyor. Bu nedenle boşalmayı hak olarak görmek gerekiyor. Orgazm, boşalmayı öğrenmiş, tecrübe etmiş, ilişkilerinde belli bir kalite, uyum ve ahenk yakalamış çiftlerin, ayda yılda bir kez yaşadıkları farklı bir bilinç hali olarak biliniyor. Bu nedenle orgazmı çok arzu ve istekli olan, her iki tarafın da gününde olduğu ilişkilerde yaşanan bir armağan ya da hediye gibi görmek önem taşıyor. Her kadının veya her erkeğin, her cinsel birliktelikte boşalabilmesi gerekiyor ancak her birliktelikte orgazm olma zorunlulukları yok... Orgazmın arada bir olmasını yeterli görmek ve orgazmı bir hedef haline getirmemek önem taşıyor. Çünkü iyi sevişme, eşlerin, istekle başlayarak karşılıklı haz alabilmelerine dayanıyor ve cinsellik; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatı olarak tarif ediliyor. Bu sanat icra edilirken orgazm yaşanır ya da yaşanmaz. Orgazmın yaşanmaması o cinsel ilişkiden haz alınmadığı, tatmin olunmadığı anlamına gelmiyor. Ancak çift, cinsel ilişkinin başından itibaren orgazmın yaşanıp yaşanmayacağına odaklanırsa, bu durum alınan hazzın sürdürülememesine, dolayısıyla orgazmın ulaşılamaz hale gelmesine neden olabiliyor. Bu nedenle boşalma, orgazm ve cinsel doyum kavramlarını birbirinin aynı olmadığını bilmek ve anlamak gerekiyor.

Cinsel doyum, kişinin boşalmasından veya orgazm olmasından sonra yataktan doyduğunu hissederek kalkması, yani yeniden bir cinsel aktive yapmaya ihtiyaç duymaması olarak biliniyor. Ancak bazen seks yaparken boşalma veya orgazm yaşanıyor ama yine de kişi kendisini seks konusunda hala istekli, doymamış veya aç hissedebiliyor. Hatta bu kişiler sürekli istemek gibi bir dürtüsellik içinde olabiliyor. Bu durum cinsel doyum bozukluğu olarak tarif ediliyor.

Yazının Devamını Oku

Psikolojik değil cinsel sorunlar patladı!

18 Ağustos 2014
Ülkemizde cinsel hayatı aktif olan her on erkekten yedisi, her on kadından sekizi hayatının bir döneminde erken boşalma, iktidarsızlık, cinsel isteksizlik gibi sorunlar yaşıyor.

Sağlık Bakanlığı'nın psikolojik şikâyetlerle doktora başvuran kişi sayılarına ilişkin istatistikleri yayımlaması kamuoyunun gündemine bomba gibi düştü. Bilinen, hissedilen ve tahmin edilen bir durum, verilerle ortaya çıkınca herkesi derin bir endişe aldı. 2009–2013 yılları arasını kapsayan istatistiklere göre Türkiye'de psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle doktora başvuran kişi sayısı 3 kat artarak 3 milyondan 9 milyona çıktı. Ankara’da 2009 yılında psikolojik rahatsızlıkları dolayısıyla doktora başvuran kişi sayısı 73.370 iken 2013 yılında bu sayı 487 bin 29’a çıkarak rekor seviyede arttı. Öte yandan Türkiye'de psikolojik şikâyetlerle doktora başvuran kişi sayısında patlama olmasına rağmen anti depresan ve benzeri nitelikteki psikiyatrik ilaçların tüketim miktarında son 5 yılda ciddi bir artış olmadı. Çünkü psikolojik olarak tarif edilen sorunların çoğu cinsel sorunları kapsıyor. Cinsel sorunların tedavisi çoğu zaman ilaçla değil cinsel terapistlerin uyguladığı "cinsel terapi" ile mümkün... Ülkemizin en saygın ve en örgütlü cinsel sağlık derneği olan Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED - www.cised.org.tr)'in yaptığı araştırmalara göre ülkemizde cinsel hayatı aktif olan her on erkekten yedisi, her on kadından sekizi hayatının bir döneminde erken boşalma, iktidarsızlık, cinsel isteksizlik, seks yapma korkusu (vajinismus), ağrılı cinsel ilişki (disparoni), boşalma ve orgazm sorunları gibi cinsel işlev bozuklukları yaşıyor.

Cinsel sorun yaşayan birçok kişi veya çift, ayıp, yasak ve utanma nedeniyle cinsel sorunlarına hekime anlatamıyor, cinsel sorunlarına çözüm aramada zorlanıyor. Yani cinsel problem yaşayanların önemli bir kısmı sorunlarını hekimlerden gizliyor, çözemiyor, doktora başvuramıyor. Hekimler de bilgisizliklerinden ve cinsel sorunların tedavisi konusunda eğitimsizliklerinden dolayı, başvuran hastalarında cinsel sorunlarının olup olmadığını sorgulayamıyor veya araştırmıyor. Bu nedenle cinsel sorunlar çığ gibi büyüyor. Çünkü Türkiye cinsellik konusunda halen kapalı toplum özelliğini taşıyor. Hastalar genellikle "İdrar şikâyetim var", "Akıntım var", "Başım ağrıyor", "Halsizim, yorgunum" veya "Hayattan tat alamıyorum" gibi şikâyetlerle hekimlere başvuruyor. Aslında biraz konuşulduğunda, sorun deşildiğinde hekime başvurmadaki asıl amaçlarının cinsel işlev bozuklukları olduğu kolaylıkla anlaşılabiliyor. Ama insanımız cinsellik hakkında konuşmaktan bile çekiniyor. Cinsellikten utanmak pek çok sorunu da yanında getiriyor. Bastırılmış cinsellik ve tedavi edilmemiş cinsel işlev sorunları aile ve ilişki problemlerinden sosyal ve psikolojik sorunlara uzanan bir dizi sıkıntıya yol açıyor. Cinsel sağlığın pek çok düşmanı var. Bunlar cinsel sorunların başlamasına yol açan başaramama korkusu, ayıp, yasak ve utanç duyguları gibi yapısal ve gelişimsel faktörlerden, cinsel sorunları ağırlaştıran ve ısrarcı bir şekilde devam etmesine yol açan cinsel bilgisizlik, cinsel mitler gibi nedenlere giden geniş bir yelpazede yerlerini alıyor.

Cinsel sorunların bedensel nedenlerden çok psikolojik sorunlardan kaynaklandığı bilinen bir gerçek… Dolayısıyla meydana gelen ekonomik ve siyasal krizler ve akabinde meydana gelen belirsizlikler ve işsiz kalma endişesi, psikolojik sorunlar olarak bireylerin ve çiftlerin cinsel hayatlarını olumsuz yönde etkileyebiliyor. Yapılan araştırmalar ülkemizde baş gösteren ve ülke ekonomisini derinden etkileyen olayların, belirsizlik, geçim sıkıntısı ve gelecek kaygısıyla birlikte cinsel sorunlar, korku, endişe, kaygı ve stres gibi olumsuz duyguların yoğun hissedilmesine neden olduğunu gösteriyor. Cinsel işlev bozukluklarının tetikleyicisi olan olumsuz duygu birikimleri, ruhsal hastalıklara, sertleşme sorunlarına, cinsel isteksizliğe ve erken boşalmaya neden olabiliyor, aldatmalar artabiliyor. CİSED'in yaptığı araştırmaya göre, siyasal ve ekonomik krizler kadınları daha çok etkiliyor. Araştırmaya göre, kadınların yüzde 70’i yaşanan krizlerden dolayı cinsel yaşamlarının olumsuz yönde etkilendiğini dile getirirken, erkeklerde bu oran yaklaşık yüzde 60 civarında... CİSED tarafından gerçekleştirilen araştırma çiftlerin yaşanan krizlerden dolayı cinsel ilişkiye daha az girdiklerini gözler önüne seriyor. İnternet üzerinden gerçekleştirilen ve 1000 kişi arasında yapılan araştırmaya göre, halkının yüzde 30’u belirsizliklere ve çatışmalara neden olan krizden dolayı cinsel hayatını askıya almış durumda... Araştırmaya katılanların yüzde 70’i yaşanan olaylardan dolayı gelecek korkusu taşıdıklarını ve cinsellikten soğuduklarını dile getirirken, her şeye rağmen cinsel hayatlarını sürdürmekte zorlandıklarını, yaşam tarzlarında değişikliğe gittiklerini ve daha çok erken boşalma, sertleşme sorunları ve cinsel isteksizlik gibi cinsel sorunlar yaşadıklarını belirtiyor. Ekonomik krizden dolayı cinsel yaşamı etkilenenlerin başında çalışan kadınlar, orta yaş ve üstü erkekler bulunuyor. Kadınların yüzde 70’i eskisi kadar sık cinsel ilişkiye girmediklerini dile getirirken, ankete katılan her 3 erkekten biri ekonomik krizden dolayı streste olduğunu ve bu çerçevede cinsel istek duymadıklarını ve buna rağmen seks yapmaya çalıştıklarında ise sertleşme sorunları yaşadıklarını ve geçmişe göre daha erken boşaldıklarını belirtiyor.

Kriz dönemlerinde, uzun vadeli istikrarlı ilişkilerde duygusal problemler ön plana çıkıyor, günlük ve mesleki sıkıntılar artıyor, ruhsal ve fiziki yorgunluklar nedeniyle yeni bir şeyler deneyimleme isteği artabiliyor. CİSED'in araştırma sonuçlarına göre duygusal olmayan sekse yönelen ve internette ilişki arayan her 10 erkekten 4’ü istikrarlı ilişkisini canlandırmak için başka birisiyle yeni bir maceraya hazır... Kadınlar ise daha temkinli ve ancak yakalanmayacaklarından emin oldukları durumlarda aldatmaya meyilli... Sorumluluk hissinin az olması, yasak ve günah olanın çekiciliği, sınırlı vakitlerde birlikte olma zorlantısı, cinselliğin biteceği korkusu, gelecek endişesi ve maddi imkânsızlıklar duygusal sorumluluk taşımayan aldatma ilişkilerine ağırlık verilmesine neden olabiliyor. Kadınlar daha çok duygusal yakınlık ve beğenilme arzularını tatmin etme arayışından dolayı, erkekler ise performanslarını göstermek, günlük hayatın sıkıntılarından kurtulmak ve rahatlamak için aldatıyor. Başarısızlık korkusu ve performans endişesi olan erkek eşinden uzaklaşıyor, onunla seks yapmaktan kaçınıyor, var olan sorunları görmezden gelmeye çalışıyor ve mutluluğu dışarıda aramaya başlıyor. Kadınlar ise değerli ve sevilmeye layık olmadıklarını hissettiren durumlarda ilgi ve beğenilme açlığına düşüyor ve zafiyet gösterebiliyor.

Son yıllarda boşanma oranlarında yüzde 1,7’lik bir artış oldu. Buna karşılık evlenme sayısında belirgin bir azalma söz konusu. Mahkeme tutanaklarına “şiddetli geçimsizlik” olarak geçen ancak boşanma sebeplerinin yüzde 20’sini teşkil eden “cinsel sorunlar” boşanma oranlarında önemli bir yer tutuyor. Boşanmaya yol açan cinsel sorunlar boşanmadan sonra devam edebildiği gibi, şekil de değiştirebiliyor. Sorunlu evliliklerde yaşanan iletişim sorunları, yoğun öfke ve kavgalar zamanla cinsel hayatı olumsuz etkileyebiliyor, zamanla eşler birbirlerinden ve cinsellikten uzaklaşmaya başlayabiliyorlar. Sorunlu evliliklerden sonra yaşanan boşanmaların faturası bazen cinselliğe kesilebiliyor. Bunun yarattığı olumsuz duygular beraberinde cinsellikten daha da soğumaya, kaçınma davranışları geliştirmeye, sosyal ilişkilerden uzaklaşmaya ve içine kapanma gibi davranışlara yol açabiliyor. Yani boşanmak cinsel sorunları çözmüyor.

Hissedildiği anda dile getirilmesi gereken öfke ve korku kötü duygular değil… Dile getirilmezse, öfke, küskünlüğe ve hatta nefrete dönüşebiliyor, korku tüm bedeni kaplayabiliyor ve bu durum çok zarar verici olabiliyor. Bu nedenle kişilerin öfke, korku ve umutsuzluk duygularını ortaya çıkar çıkmaz söze koymaları, paylaşarak gidermeye çalışmaları gerekiyor. Sevmek ve üretmek için öfkeyi, korkuları, ıstırabı ve umutsuzluğu yenmek önem taşıyor. Bunun için kişinin var olan durumunu değiştirmesi, yaşanan olaylara ve krize gösterdiği tepkilerini veya kriz ortamı değiştirmesi gerekiyor. Kişinin kendi kendisine yaptığı olumsuz konuşmalar veya düşünceler devam ettikçe hayatın normale dönmesi zorlaşıyor. Olumsuz düşüncelerin farkına varmak ve olumlu düşünmeye çalışmak hem stresi azaltmaya yardımcı oluyor hem cinsel yaşamı keyifli kılıyor hem de sağlıklı kararlar alınmasını sağlıyor.

Yazının Devamını Oku

Vajinismus tedavisinde önemli noktalar

11 Ağustos 2014
Muayenehanede gerdek olmaz, olamaz…

"Seks yapma korkusu" olarak bilinen vajinismus yeni evli çiftlerin en büyük kâbuslarından biri olmaya devam ediyor. Cinsel birleşme sırasında kadının çoğu zaman cinsel birleşmenin çok fazla ağrı ve acı yapacağı, çok fazla kanama olacağı yanlış beklentisi nedeniyle endişe, korku ve kaygı duyması, istemsiz olarak bacaklarını kasarak ve eşini iterek, cinsel birleşmeye kendini kapatması durumu olan vajinismusun kökeninde, çocukluk çağından kalma korkuların, doğru bilinen yanlışların (cinsel mitler), suçluluk, utanma veya ayıp gibi duygularının yeri büyük... Vajinusmus pek çok evliliğin sona ermesine neden olabiliyor, pek çok evlilik de vajinismus nedeniyle seks hayatı olmadan sürebiliyor. Ülkemizde cinsel tedavi kliniklerine başvuran her on çiftten biri vajinismus sorunu yaşıyor. Bu nedenle Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Ücretsiz Cinsel Danışmanlık Hatları'na (0 312 212 66 26) başvuran kişilerden gelen "Muayenehanede gerdek olur mu?" soruları her geçen gün artıyor.

Vajinusmus Türkiye'de pek çok çiftin hayatını karartıyor ve bu nedenle çok istismar ediliyor. Vajinismuslu çiftlerde uygulanabilecek doğru bir cinsel terapinin, sadece penisin vajene girmesinin başarılması ile değil, çiftin sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşantıya kavuşması ile de ilgilenen bir cinsel terapi yaklaşımı olması gerekiyor. Çünkü aksi bir durumda cinsellik mekanik bir sürece dönüşebiliyor. Oysa penis-vajina birlikteliğini hedefleyen yaklaşımlar ve muayenehanede cinsel birlikteliği yaşatmak, çoğu zaman sorumluluğu üzerlerinden atmak düşüncesine sahip çiftlerin uygun bulduğu bir yöntem olarak cinselliği mekanik bir eyleme dönüştürüyor. Uygulanan bu yöntemler geçici başarıya odaklı oluyor. Zaten korku, güven sorunu olan ve cinselliğe yönelik olumsuz duygu ve düşünceleri olan çiftleri muayenehane gibi güvensiz bir ortamda cinsel ilişkiye yönlendirmek, çiftlerin ilişkilerinde yıpranmalara, daha çok suçluluk ve utanma duygularının ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

Bu duygular içerisinde olan bireylere uygulanan muayenehanede gerdek yöntemi, bir çeşit tecavüz olarak dahi algılanabiliyor. Yani tedavi olurken tecavüze uğrayan kadınların sayısı her geçen gün artıyor. Çiftlere "İyileşeceksiniz" denilerek olmadık şeyler önerilmesi, muayenehane ortamında çiftlere ilişkiye girmelerini teklif etmek, çifti soyarak cinselliğe alıştırmak veya cinsel ilişkiye başlamalarına yardımcı olmak kabul edilir bir şey değil... Bir hekimin asla yapmaması gereken bir uygulama... Bu nedenle, bozulan ruhsal dengeyi sağlamak, cinsel eğitim vermek, düşünce ve duygu alışverişi kurmak, çiftlerin veya bireylerin kendilerini tanımalarını sağlamak, cinsel çatışmaları çözümlemek, bu çatışmalardan doğan kaygı ve gerginlikleri azaltmak, çiftler arasındaki ilişkileri iyileştirip olgunlaştırmak, gevşeme, güven duyma, konuşma, dokunma, aşk oyunları, kendine güvenme ve kendine yardım tekniği konusunda bilgilendirmek gibi birçok kavramı içinde barındıran cinsel terapi ile muayenehanede gerdek arasında uçurumlar var...

Çiftin arasında sevginin ve zevkin bir paylaşımı olan cinselliğin, birlikte yaşanacak bir hazzı esas alması ve ideal bir ortam içerisinde yaşanması gerekiyor. İdeal ortamın, muayenehane gibi hastalığı öne çıkaran ve çiftin sığındığı bir yer olmaktan çok, cinsel aktiviteleri destekleyen, keyif alınabilecek ve ego güçlerinin en iyi şekilde kullanımına fırsat tanıyan güvenli ve mahrem bir ortam olması gerekiyor. Bu ortamın "aşk oyunları" adını verdiğimiz iyileştirici ve keyif verici cinsel egzersizleri yapmayı sağlayacak tüm kaynakların en ideal şekilde çift için düzenlenip kullanıldığı bir atmosferi içermesi büyük önem taşıyor. Bu nedenle çiftlerin aşk oyunlarını evlerinde, kendi rahat, güvenli ve ideal ortamlarında yapmaları gerekiyor. Telefonların kapatılması, ışıkların rahatsız etmeyecek bir seviyeye getirilmesi, odanın ısısının dengelenmesi, kapıların kilitlenmesi, odada çifti rahatsız edecek fotoğrafların ve diğer nesnelerin kaldırılması yani özel ve rahat bir mekânın yaratılması tavsiye ediliyor. Çiftin ruhsal yönden rahat, huzurlu ve mahremiyet duygusu içerisinde olması gerekiyor. Muayenehaneler ne kadar uygun yapılandırılmış olurlarsa olsunlar, bireyselliğe, mahremiyete, duygusal güvenliğe olan saygının ihlal edilebileceği ortamlar.

Vajinismus tedavisi için uygulanacak adımlar her ne kadar vajinismusun kadın üzerindeki süresine ve yoğunluğuna göre farklılık gösterse de, vajinismusun tedavi edilebilir geçici bir rahatsızlık olduğunun bilinmesine fayda var... Vajinismus cinsel terapisinde genellikle hiçbir cerrahi müdahale ve diğer girişimsel müdahaleleri uygulamak gerekmiyor. Çiftin tedavi süreci boyunca herhangi bir ilaç kullanması da istenmiyor. Yapılması gereken tek şey çiftin iyi bir rehber olacak cinsel terapisti bulması, her şeyi açıkça anlatması ve en önemlisi de iyileşme arzusunun olması... Çift bunu yapmayı başardığı takdirde, cinsel terapistinin onlara önereceği aşk oyunları adı verilen egzersizlerle, kendi kendilerini tedavi etmeleri mümkün olabiliyor.

Aşk kaslarının istemsiz kasılması sonucu vajinismus tablosu oluşuyor. Bu tür vajinal kasılmalar özellikle penis-vajina birlikteliğini içeren cinsel birleşmeye (penetrasyon) yakın olunduğu zaman belirginleşiyor. Çoğu kadın, bu kasların nasıl çalıştığı ve kontrol edileceği konusunda pek bilgiye sahip değil. İlk adım, aşk kaslarını kontrol etmeyi öğrenmek için onlarla bağlantı kurmayı içeriyor. Böylece kişi kendi eylemlerini kontrol edebiliyor. Diğer bir değişle, vajinismusun üstesinden gelme aşamasında, istemli bir şekilde, aşk kasların kasılmasını ve rahatlamasını sağlayarak bunun nasıl yapıldığını öğrenmek önem taşıyor.

Endişe, korku ve kaygı, genel olarak kaslarda, özellikle de aşk kasları üzerinde olumsuz bir etkiye yol açıyor. Herkeste olduğu gibi sinir sistemi acıya karşı savaşmak ya da kaçmak zorunda olduğundan, vücut bunu kaslarını gererek yapıyor. Bu otomatik bir mekanizma... Vajinismuslu kadınların tek farkı, korunma içgüdülerini kontrol edememeleri... Nasıl ki aşk kaslarının gerilmesi için komut veriliyorsa, gevşemesi içinde komut verilmesi gerekiyor. Bu kontrolü ele alabilmek için vücudun kas gruplarına (omuzlar, bacaklar, kollar, karın, vb.) odaklanmak gerekiyor. Odaklandıktan sonra kadın karnını içeri doğru çekerek kontrollü nefes almayı ya da omuzlarınızı kaldırıp indirmeyi yani kontrol etmeyi öğrenebiliyor. Bu çok kısa bir zamanda öğrenilebiliyor, bu süreçte bilinçli olarak vücudu dinlemek önemli... Nefes ve gevşeme egzersizleri, gerginliği ortadan kaldırmak, konsantre olmak ve fiziksel ağrıyı ortan kaldırmak için oldukça yararlı oluyor. Vücudun rahatlamasını öğrenmek aynı zamanda aşk kaslarını gevşetmeyi ve vajinal gerginliği önlemede etkili oluyor.

Vajinismusta ağrı seks ile geldiği için, seksin çift üzerindeki etkisi olumsuz oluyor ve cinselliğe bakışlarını olumsuz değiştirebiliyor. Vajinismusu aşmak için cinsellik algısını değiştirmek, çiftlerin seksten ve birbirlerinden zevk almalarını sağlamak gerekiyor. Bu da, ilk olarak bedenin hemen ardından da cinselliği öğrenmekle mümkün oluyor. Cinsel haz; duygu, zihin ve beden üçlüsünün birleşimiyle oluşuyor. Ağrının cinsel birleşme üzerinde kapalı bir etkisi olduğundan, bu etki çiftin cinsel isteğini azaltıyor. Bu nedenle vajinismustan kurtulmanın yolu, kontrolü ele alarak seksin olumlu tüm yanlarını düşünüp öğrenmeye çalışmak, mastürbasyon ile boşalmak ve hazza odaklanmak gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

İktidarsızlığın dayanılmaz ağırlığı

7 Ağustos 2014
Tatmin edici bir cinsel ilişki yaşamayı sağlayacak kadar iyi bir sertleşmeye sahip olamamak anlamına gelen iktidarsızlık; “cinsel yetersizlik “olarak biliniyor.

Tatmin edici bir cinsel ilişki yaşamayı sağlayacak kadar iyi bir sertleşmeye sahip olamamak anlamına gelen iktidarsızlık; “cinsel yetersizlik “olarak biliniyor. Cinsel yetersizliğin anlamı erkekten erkeğe değişebiliyor. İktidarsızlık yaşayan bazı erkeklerin penislerinin sertliğini partnerleriye ilişkiye başlayacak seviyeye getiremedikleri, bazılarının ise ilişkiye başlayacak seviyeye getirebildikleri ama sertliklerini kısa sürede kaybettikleri biliniyor. Tıp dilinde, “erektil disfonksiyon” olarak adlandırılan iktidarsızlık, halk arasında “ereksiyon bozukluğu” veya “sertleşme sorunu “olarak biliniyor.

“Tam iktidarsızlık”, penisin herhangi bir şekilde hiç sertleşememesi durumu olarak tarif ediliyor ve bu hal yaşlılık hariç pek seyrek görülüyor. İktidarsızlık, olayın sebebine göre iki ana gruba ayrılıyor; penisin sertleşmesinde rol oynayan dokuların ve sistemlerin herhangi birinin hastalık, kaza ve ameliyat gibi nedenlerle hasara uğraması sonucu oluşan iktidarsızlığa “organik iktidarsızlık” veya “bedensel iktidarsızlık” adı veriliyor. Daha çok 40 yaş öncesi görülen ve vücut dokularında bir anormallik olmamasına rağmen, ruhsal nedenlerle penis sertleşmesinin bozulmasına ise “ruhsal iktidarsızlık” veya “psikolojik iktidarsızlık” deniliyor. Bazı hallerde ise erkekler, gerek psikolojik baskı, gerekse başka nedenlerden ötürü çok çabuk, çok hızlı, vajinaya girmeden veya girdikten çok kısa bir süre sonra boşalıyorlar, sertliklerini kaybediyorlar ve cinsellikten çoğu zaman zevk alamıyorlar, buna “erken boşalma iktidarsızlığı” adı veriliyor.

Psikolojik ve organik iktidarsızlığın tedavi yöntemleri tamamen farklı. Bu nedenle, rahatsızlık durumunda organik ve psikolojik ayrımının yapılması önem taşıyor. Her erkek hayatının bir döneminde iktidarsızlık yaşayabiliyor, bu olağan ve doğal bir durum. Stres, yorgunluk, endişe, korku, kaygı ya da aşırı alkol kullanıldığında zaman zaman karşılaşılan bu durumun endişe edilecek bir yönü yok. Eğer erkek olağan ve doğal olan bu durumu kafasına takarsa, çok sorun ederse, “başarısızlık korkusu” yani “performans anksiyetesi” adı verilen bir kısır döngüye girebiliyor ve geçici bir durumu, sabit bir sorun haline dönüştürebiliyor. Her birleşmede bir önceki başarısızlık deneyimini hatırlayarak, anın tadını çıkartamıyor, dokunmanın ve sevişmenin verdiği hazza odaklanamıyor, tekrarlama korkusu tüm bedenini ve ruhunu sarıyor, cinsel hazzını engelleyerek penisinin sertleşmesini önlüyor. Partnerle yaşanan ciddi uyuşmazlıklar, çatışmalar, güç ve iktidar kavgaları, sevişme sırasında durdurulma ya da ev veya işte ciddi sorunlar yaşanması, cinsel birleşme sırasında tatmin konusunda kaygılar duymak, depresyon yaşamak, ortamın uygunsuzluğu cinsel bilgi azlığı gibi konular da psikolojik etkenler arasında yer alabiliyor. Korku ve nedeni bilinmeyen kaygı, cinsel uyarıyı baskıya uğratan etkenlerin başında yer alıyor. Kadın tarafından istenilmemek endişesi, hastalığa yakalanmak ve çocuk olması korkusu cinsel yetersizlik yaratabiliyor. Fazla mastürbasyonun yarattığı suçluluk kompleksi de, ileri yaşlarda cinsel yetersizliğe yol açabiliyor. Bütün bunların yanı sıra utanma, aşağılık duygusu, işine aşırı düşkünlük, işsiz kalma endişesi, eşlerdeki soğukluk da birer cinsel yetersizlik nedeni olabiliyor. Eskiden iktidarsızlığın oluşum mekanizmaları yeterince bilinmiyordu ve olayın çoğu zaman psikolojik kökenli olduğu düşünülüyordu. Ancak yapılan çalışmalar bunların %70´inde organik sorunlar olduğunu ortaya koydu. Yani atardamarların daralması sonucu penise gelen kanın azalması; toplardamarların gereğinde kapanamayıp, gelen kanı geri kaçırması, penise gelen ya da giden damarların hasarlanması, hormon bozuklukları, şeker hastalığı, yüksek kolesterol düzeyleri, penisin süngersi yapısını etkileyen hastalıklar, inmeler (beyin kanaması vb.) sinir sistemi hastalıkları, ciddi organik kronik hastalıklar (böbrek yetersizliği, karaciğer yetersizliği vb.) gibi sertleşme mekanizmasını etkileyen birçok organik neden, aşırı sigara, alkol veya uyuşturucu kullanılması gibi bağımlılıklar ve ilaçların yan etkileri gibi dış etkenler penisin sertleşmesini engelleyebiliyor.

İktidar erkeğin aşkı olarak biliniyor. İktidarsızlık ise yıkıcı bir aşka dönüşüyor. Cemal Süreyya’nın şiirinde olduğu gibi, “Yıkıcı bir aşk bu, yıkıyor milletin ortasına, tutku yükünü. İşgalci bir aşk bu, samanlık sevişenin diyor, başka şey demiyor.” Bu nedenle iktidarsızlık hem psikolojik hem partner ilişkileri hem aile hayatı hem de sosyal ilişkiler üzerinde yıkıcı etkilere sahip olabiliyor. En başta yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, şişmanlık, sigara tüketimi, hareketsizlik gibi kardiyovasküler risk faktörü taşıyan kişiler iktidarsız olma konusunda da risk taşıyor. Bunun dışında şeker hastalığı ve nörolojik hastalığı olanlar, hormonsal bozukluğu olan ve sinirlerin zarar görebileceği ameliyatlar geçirenler de daha yüksek risk altında oluyor. Yani hastalığı olmayan yaşıtları ile karşılaştırıldığında şeker hastaları 4,1, damar hastalığı olanlar 2,6, kalp problemi olanlar 1,8, kolesterolü yüksek olanlar 1,7, yüksek tansiyonu olanlar 1,6 kat daha fazla sertleşeme bozukluğu geliştirme riski altında oluyor.

Bazı şeylere dikkat etmek iktidarsızlığı önlemeye yardımcı olabiliyor.

İktidarsızlık yüzde yüz tedavisi olan bir cinsel işlev bozukluğu, fakat öncelikle nedenini belirlemek gerekiyor. Bunun için 40 yaş öncesi dönemde öncelikle bir cinsel terapiste, 40 yaş sonrasında ise bir hekime başvurmak ve gerekli testleri yaptırmak önem taşıyor. Ayrıca sağlıklı ve mutlu bir seks hayatı için;

Annelerin erkek çocukları üzerindeki etkileri, cinsel konuları tabu gibi göstermeleri, ileride bir takım problemlere yol açabiliyor. Buna ilave olarak, çocukları üzerinde hâkim rol oynayan “çekici” veya “saf ve masum” annelerin çocuklarında cinsel yetersizlik görülebiliyor. Anneye fazla derecede itaat, bağlılık ve düşkünlük, anne ile aynı yatakta yatmak, erkeklerde seksüel gelişmeyi engelleyebiliyor. Mehmet buna güzel bir örnekti. Bir derneğin genel sekreteri olarak yoğun çalışan ve 30 yaşlarında olan Mehmet, 3 aydır evliydi, evlenmeden önce cinsel münasebetlerinde her şey normal olduğu halde, evlendikten sonra, karısı ile cinsel ilişkide bulunurken iktidarsızlık yaşamaya başlamıştı. Evlenmeden önceki cinsel iktidarı evlendikten sonra yok olmuştu. Mehmet’in hikâyesini ayrıntılı olarak dinledim, iktidarsızlığının nedeninin “Kadın kutsaldır, onun namusu kirletilemez” şeklindeki hatalı terbiyede olduğu ortaya çıktı. Yani Mehmet kadınları “evlenilecek” ve “yatılacak” olmak üzere ikiye ayırmıştı, evlenmeden önce temasta bulunduğu kadınlar yatılacak, karısı ise evlenilecek bir kadındı ve onunla seks yapması doğru değildi. Bu nedenle iktidarsızlık yaşıyordu.

Yazının Devamını Oku

Bayram şekeri

28 Temmuz 2014
“Hayatta üç şey kişinin özüne zarar verir; öfke, açgözlülük ve kibir!”

Sevgili dostlarım,

Bayram; ramazan boyunca sahur ve iftar arasında yemeden, içmeden ve her türlü istek ve arzularından arınan kişinin, orucun bitimiyle sevince ve vaat edilen mükâfata kavuştuğu, normalde olduğundan çok daha şık giyindiği ve manen huzur bulduğu günlerdir. Bayramlar, dargınlıkların unutulduğu, insanların barıştığı, kardeşçe kucaklaştığı, milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulandığı bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği çok özel zamanlardır. Ramazan ayı, insanları birbiriyle yakınlaştıran, kırgınlıkları bitiren, insanların yüzünü güldüren, gelenekleriyle yaşayan mübarek bir aydır. Ancak hem güzel yurdumuzda hem de dünyada meydana gelen acı olaylar sonucunda, birçok insan yaralandı, sakatlandı ve hayatını kaybetti. Pek çok insan ise bir yakınını ya da ailesini kaybederek ortada kaldı… Yüreklerin yaralı, kulakların sağır ve havanın kurşun gibi ağır olduğu, harflerin tutuştuğu, kelimelerin eridiği, dinleyecek ve anlayacak kulakların sağır olduğu zor zamanlardan geçiyoruz. Bu nedenle, anlatılması gereken doğruların duyurulması için bağırmalı, yapılacak doğru işler için çağırmalıyız. Her şeye rağmen sağduyu ve höşgörüye, birlik ve beraberliğe, farklılıklara ve tercihlere saygı duymaya, inatlaşmadan uzlaşmaya, koşulsuz sevgiye ve saygıya ihtiyacımız olduğunu asla unutmamalıyız. Bu yüzden, Ramazan Bayramı’nı anlam ve önemine uygun olarak kutlamalıyız. Bayram günlerinin kazandırdığı birlik ve dayanışma alışkanlıklarıyla, başta aile hayatımız olmak üzere, tüm yaşamımızda iyiye ve güzele yönelmeli, öfkeden uzak durup, Hz. Muhammed’in şu sözlerini hep hatırlamalıyız: “Hayatta üç şey kişinin özüne zarar verir; ÖFKE, AÇGÖZLÜLÜK ve KİBİR!”

Birlik ve dayanışmanın pekiştiği, insanlarımızı birbirine daha çok yakınlaştıran, günlük kaygı ve sıkıntılardan uzaklaştıran, yardımlaşmaların arttığı, barış, kardeşlik ve hoşgörünün yaşanmasına vesile olan bayramlar, geleceğe olan güvenimizi tazeleyen çok özel günlerdir. Bu nedenle, Ramazan Bayramı’nı sadece kendimiz ve çevremizle yaşamayalım. Şehit ailelerimize ve gazilerimize, yoksullara, öksüz ve yetimlere, düşkün ve yaşlılara, huzurevi sakinlerine, engellilere, sokak çocuklarına, öğrencilere, gurbettekilere, hastalara ve ilgiye muhtaç herkese Ramazan Bayramı’nı yaşamanın ve yaşatmanın küçük bir fırsatını sunalım. Onları görelim, onları anlayalım ve onlarla sevgimizi verelim ve onlarla paylaşacak bir şeyler bulalım. Çünkü bugün Bayram! Mübarek Ramazan Bayramı… Bugün birlik ve beraberliğimizin temel unsurlarından biri olan Ramazan Bayramı’nı hep birlikte karşılamanın mutluluğunun yaşanması gereken bir gün… Bugün tüm insanların birbirlerine daha çok yakınlaşması, neşe ve mutluluk denizinde yüzmesi, dargınlıkların ortadan kalkması, kardeşlik ve dostluk duygularının daha da kuvvetlenmesi gereken bir gün… Bugün sevinç günü, kederleri bir yana bırakıp mutlu olma günü… Bugün HOŞGÖRÜ günü…

Sağlıklı ve erdemli bir insan davranışı olan hoşgörü; tahammül etme, katlanma, başkalarını eylem ve yargılarında serbest bırakma, farklılıklara saygı duyma, çoğunluğun görüş biçimine aykırı düşen görüşlere sabırla ve anlayışla katlanabilme demektir. Ayrıca beşeri münasebetlerin temeli olan hoşgörü; kendini ifade etme hakkına saygı duyma, izin verme, aldırmama ve iyi karşılama anlamlarına da gelir. Evde, trafikte, sokakta, okulda, iş yerinde, hayatın içinde, kısaca insanın olduğu her yerde hoşgörüye ve koşulsuz sevgiye ihtiyaç var… Çünkü hoşgörünün ve sevginin olmadığı yerde çatışma, bencillik, anlaşmazlık, güvensizlik, tartışma ve kavga gibi tüm olumsuzluklar yaşanır. Bu nedenle dostluğu ve sevgiyi, geleceği ve hüznü, acıyı ve yalnızlığı paylaştığımız; birlik ve beraberliğimizi, kardeşlik ve dostluğumuzu en sıcak şekilde hissedebileceğimiz ve hoşgörünün hâkim kılınması gereken Ramazan Bayramı’nın ülkemize huzur ve mutluluk getirmesini dilerim.

Dostluğu, sevgiyi ve geleceği, aşımızı, ekmeğimizi, soframızı, hüznümüzü, acımızı, yalnızlığımızı paylaştığımız, birlik ve beraberliğimizi, kardeşlik ve dostluğumuzu en sıcak şekilde hissedeceğimiz Ramazan Bayramı, Fatih Sultan Mehmet döneminde “Şeker Bayramı” olarak anılmaya başlanır. Fatih, oruç tutan Yeniçeriler’e iftarlarını açtıktan sonra tatlı ve hurma verilmesini emreder, bu gelenek başlar ve günümüze kadar devam eder. Süreç içinde; başta Yeniçeriler, daha sonra bu tatlıları üreten esnaf ve nihayet halk arasında yayılan bu gelenek, zamanla Ramazan Bayramı'nın Şeker Bayramı olarak anılmasına yol açar. Ayrıca şeker sadece tatlı bir yiyecek olmanın dışında, barışı da simgeler. Yüzyıllar öncesinden bugüne taşınan gelenekte, insanlar barışmak istedikleri ya da kalbini kırdıkları kişilere şeker veya tatlı ikram eder, şekerin dilleri ve sohbeti tatlılaştırdığı farz edilir. İşte bu yüzden bayramlarda herkes birbirine şeker ya da tatlı ikram eder. Şeker alacak gücü olmayanlar da mutlaka şeker niyetine bayramlarda hurma dağıtır.

Değerli halkımızın, kamu görevlilerinin, sivil toplam kuruluşlarının ve değerli basın mensuplarının, kardeşliğin doğduğu ve sevgilerin birleştiği Ramazan Bayramı’nı en içten duygularımla kutlar, dostluk, sevgi ve saygılarımı sunarım. 

Yazının Devamını Oku

Kadın sünneti nedir?

25 Temmuz 2014
Afrika'nın "ilkel" geleneklerine göre klitoris kesimi kadının temizliği ve saf bir anne olabilmesi için gerekli...

Kadının boşalmasından ve orgazm olmasından sorumlu olan klitorisin kesilerek alınması şeklinde görülen cerrahi uygulamaya "kadın sünneti" adı veriliyor. Başta cinsel terapistler olmak üzere Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü ve çeşitli devletler tarafından "genital sakatlama", "kadının kastre edilmesi" veya "kadını cinsel zevk alamaz hale getirme" olarak adlandırılan bu uygulama özellikle geri kalmış ve dini baskıların yoğun olduğu topluluklar olmak üzere, orta Afrika kabile toplumlarınca ve bazı Güneydoğu Asya ülkelerinde yapılan daha çok "geleneksel" bir uygulama...

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)'ne göre dört tür kadın sünneti yapılıyor.

En çok uygulanan birinci tipinde prepusla birlikte klitorisin bir kısmı veya tamamı kesiliyor.

İkinci tipinde klitoris ve prepus ile birlikte çevresindeki küçük (labia minör) ve bir kısım büyük dudaklar (labia majör) kesililiyor.

Üçüncü tipi Mısır firavunu Pharaoh'dan dolayı "Firavun Sünneti" olarak biliniyor ve klitoris ve prepus ile birlikte küçük ve büyük dudakların neredeyse tümü kesiliyor ve açık yaranın dış çeperleri biraraya getirilerek yara tümüyle dikiliyor, sadece idrar ve aybaşı kanamasının akabileceği ve ancak küçük parmak genişliğinde olan bir açıklık bırakılıyor.

Dördüncü tipinde ise kadınlığı ve dişiliği sembolize eden her yere küçük kesiler yapılıyor. Yani sembolik olarak klitoris ve vajina dudakları çiziliyor, klitoris dağlanıyor veya vajina genişletilecek şekilde kesiliyor veya bazı ilaçlarla daraltılıyor.

Kadın sünneti, hem psikolojik hem cinsel anlamda hem de bedensel olarak kadının kendisini ve doğacak çocuklarının sağlığını olumsuz yönde etkiliyor. Afrika'nın "ilkel" geleneklerine göre klitoris kesimi kadının temizliği ve saf bir anne olabilmesi için gerekli. Bu nedenle sünnet olmamış bir kadının evlenmesi doğru karşılanmıyor. Çünkü cinsel zevki keşfeden bir kadının eşine sadık olamayacağına, "iyi, temiz ve saf" bir anne olamayacağına inanıyorlar. Kadın sünneti, İslam dininde dini vecibeler arasında yer almıyor ama buna rağmen kadını ve kadınlığı yok sayan ve aşağılayan birçok dini lider tarafından kadın sünneti zorla uygulatılabiliyor. Bu nedenle kadın sünnetini cinsel hakların ihlalinden önce insan hakları bağlamında ele almak ve çok ağır yasal yaptırımların gündeme getirilmesi gerekiyor...

Yazının Devamını Oku

Rebound ilişkiler

18 Temmuz 2014
Ayrılıktan sonra alkole sarılmak gibi yeni bir partnere sarılmak asla bir çözüm değil.

Uzun bir ilişkiden sonra, ilişkisi sonlanan bir kişinin, ayrılıktan geriye kalan kırıntıları üzerlerinden atabilmek ve ayrılık acısını hafifletebilmek için tercih ettikleri ilişkiye rebound ilişki adı veriliyor. Ayrılık acısı çekenlerin kısa sürede toparlanabilmeleri için başvurdukları bu yeni ilişki elde etme yolu, her ne kadar tavsiye etmesek de günümüzde oldukça sık rastlanan bir durum... Çünkü ayrılık sonrası yoğunlaşan karmaşa, alışkanlıkların kaybedilmesinin getirdiği güvensizlik, yalnız kalma korkusu, muhtaçlık veya bağımlılık gibi duygular rebound ilişkilere yol açabiliyor. Duygusal bağlantı ya da karşı cinsle oluşan duygusal çekim gücü yerine, kızgınlık, öfke, utanç ve korkunun hâkim olduğu rebound ilişkiler, ciddiye alınması gereken önemli psikolojik problemlerin başında geliyor.

Geçiş nesnesi çocuğun hayatı için bir süre çok önemli hale gelen, onu rahatlatan, battaniye ya da eskimiş bir pelüş oyuncak gibi nesneler... Bunlar, çocukların uyuma esnasında ihtiyaç duydukları, yanlarında olduklarında daha iyi hissettikleri eşyalar olarak dikkat çekiyor, yani çocuklar için annenin yerini tutan, anne sıcaklığını çağrıştıran, kendini güvende hissettiren, anneden ayrılmaya çocuğu hazırlayan geçiş nesneler oluyor. Çocuk geçiş nesnesini kendi kontrolüne almak ve onun sadece kendisine ait olmasını istiyor, nesneyi sürekli yanında taşıyor. Geçiş nesneleri bir süre çocuklar için önemli oluyor, sonra herhangi bir nesne haline dönüşüyor. Çocuklukta yaşanan bu süreç, yetişkinlikte ayrılık sonrası birçok kişinin kapısını tekrar çalabiliyor, yani rebound ilişkiler eski ilişkiden ayrılmanın acısını hafifleten geçiş nesnesi görevi görüyor. Geçiş nesnesi, gerçek dünyaya geçmemiş olan çocuğun, gerçek dünyaya daha yumuşak geçiş yapmasını sağlarken, rebound ilişkiler yetişkinlikte ayrılmanın acısını hafifletiyor ve ayrılığın yasını tutmayı önlüyor. Çocukların, ihtiyaç duydukları bir dönemde geçiş nesnesine bağlanmalarının ve kendilerini güvende hissetmelerinin hiçbir sakıncası yokken, yetişkinlikte yaşanan rebound ilişkiler yeni bir ilişkinin sağlıklı kurulmasını önlüyor.

Hayal kırıklığından sonraki tepki, çarpıp geri gelmek anlamına gelen rebound; bilindiği üzere basketbolda potadan dönen topun başarılı bir şekilde başka bir oyuncunun eline geçmesi olarak biliniyor. Rebound ilişki ise, biten bir ilişkinin yarasını sarmak için kurulan acil ilişki anlamına geliyor. Uzun bir ilişkiden çıkan, ayrılık acısı yaşayan ve alışkanlıkları tepetaklak olan bir kişinin, kendini toparlayana kadar ya da eski sevgilisi kıskansın diye kısa sürede bulduğu kişiye rebound sevgili adı veriliyor.

(1) Sürekli eski sevgiliyle ilişkisinin nasıl bittiğinden bahsediliyorsa, (2) cinsel ilişki veya sevişmeler sırasında eski sevgilinin adı ağızdan yanlışlıkla çıkıyorsa, (3) geçmiş ilişkiden örnekler veriliyorsa, (4) yeni sevgiliyle eski sevgili kıyaslanıyorsa, (5) ‘ikimiz, biz’ gibi kelimeler yerine 'ben' ile başlayan cümleler sık kuruluyorsa, (6) ortada yaşanmış güzel hatıralar olmadan ilişki için bir taraf fazla heyecanlı ve hevesliyse, (7) duygusallıktan ziyade daha çok fiziksel yakınlık kuruluyorsa, (8) ilişkinin yükü sadece bir kişinin omuzlarındaysa veya (9) eski arkadaşlar eski sevgiliden sık bahsediyorsa o ilişki rebound bir ilişki olabiliyor... Rebound ilişkilerin gerçek aşk ile hiçbir ilgisi yok... Genellikle yeni bir ilişkiye başlarken hissedilen tatlı heyecanlar, aşk ile karıştırılıyor ve kişi âşık olduğu yanılgısına kolaylıkla düşebiliyor. İlişkinin ilerleyen evrelerinde, beyaz atlı prensler kurbağaya ya da güzeller güzeli prensesler külkedisine dönüşebiliyor. İlişkinin henüz başlarında, “Benimle eskisi gibi ilgilenmiyor”, “İlişki heyecanını yitirdi”, “Artık telefonum hiç çalmıyor”, “Yan yana olmaktan keyif almıyor” gibi ifadeler sık kullanılıyorsa, muhtemelen ilk görüşte aşk yerine rebound bir ilişki yaşanıyor olabilir. Diğer bir değişle, aşk izlenimi veren heyecanlar, mutluluklar, yoğun arzular, bakışmalar, gülüşmeler ya da koklaşmaların hepsi, eski alışkanlıklar sonucu boşluğa düşen partnerin içinde bulunduğu duygu yoğunluğundan kurtulmak için gösterdiği çırpınmalar olabiliyor. Dolayısıyla, bir taraf hayatının aşkını yaşayacağını düşünüp, kendinden geçerken, diğer taraf ise kendisini iyileştirecek bir hastanenin acil servisinde gönlüne pansuman yaptırıyor olabilir. Sonuç olarak, cicim aylarında yaşanan ilgi ve yakınlık problemleri rebound ilişkinin habercisi olabiliyor. Çünkü aşk acısı geçtikçe, ilgi de azalıyor.

Çiftin yaşadığı duygusal ve fiziksel deneyimler gitgide güçlenen bir bağa dönüşebiliyor. Oluşan bu bağ ile birlikte, bireylerin kişilik özellikleri, olaylara verdikleri tepkiler, duygusal ifadeler, çatışmalar ve beden hazları birbirine karışıyor. Alışkanlık olarak adlandırılan bu uyum süreci, çiftin birbirine olan duygusal bağını kuvvetlendiriyor. Bu nedenle, ayrılık süreci yani yas dönemi çok sancılı geçiyor. Ayrılık sürecinde kişi, duygusal yüklerini azaltma ihtiyacı duyuyor ve geçmişle bugünü sorgulama iznini kendine vermek yerine, acıyı hızla atlatabilmek için yeni bir ilişkiye başlamayı tercih ediyor. Bu psikolojinin altında çoğu zaman kişinin hala birini sevebileceğini ya da biri tarafından sevilebileceğini kendine kanıtlama ihtiyacı da yatıyor. Böylece, kişi kaybettiği özgüvenine tekrar kavuşacağını ve bir öncekini sıradanlaştıracağını düşünüyor. Oysaki biten ilişkiden arda kalan kalp kırıklıklarını hiç vakit kaybetmeden diğer bir değişle, yas süreci yaşanmadan telefi etmeye çalışmak, daha büyük bir psikolojik travmanın yaşanmasına neden olabiliyor. Böyle bir durumda, yeni başlanan birliktelikler de gözyaşları içinde son bulabiliyor. Sonuç olarak, yaşanması gereken bir yas süreci ve çekilmesi gereken bir acı varsa, beynin eninde sonunda bunu yaşaması gerekiyor. Bu nedenle, alkole sarılmak gibi yeni bir partnere sarılmak asla iyi bir çözüm olmuyor.

Ayrılıktan sonra yapılması gereken en önemli şey, ilişkinin bittiğini ve partnerin gittiğini kabullenmek... Çünkü bittiğini kabullenmek ve biten ilişkinin yasını tutmak yeni ve sağlıklı başlangıçlara zemin hazırlıyor. Rebound ilişkilerle gideni akılda taşımaya devam etmenin bir anlamı yok, acıyı yok saymaya ya da atlatabilmek için yeni bir ilişki arayışına girmeye hiç gerek yok... Ayrılık ve ayrılıkla birlikte ortaya çıkan yas süreci çok acı veriyorsa, daha hafif ve zararsız bir şekilde atlatabilmek için bir terapistten psikolojik destek almak en akılcı çözüm gibi görünüyor.

Her insan hayatının bir döneminde ayrılık acısı çekiyor. Ayrılık acısını daha kolay atlatmak için; (1) giden sevgiliyi görmemek gerekiyor, ne kadar az görüşülürse o kadar kolay unutuluyor, gözden ırak olan gönülden de ırak oluyor. (2) Ayrılık sonrası eski sevgiliye ait tüm eşyaları, onun aldığı veya onu hatırlatan her şeyi elden çıkartmak önem taşıyor. (3) Yas sürecinde sosyalleşmek ve dostlarla vakit geçirmek işe yarıyor. (4) Ayrılık sürecinde yeni hobiler elde etmek veya eski hobilere ağırlık vermek keyifli anlar yaşanmasını sağlayabiliyor. (5) Hüzünlü aşk şarkıları dinlemek yerine neşeli parçalar dinlemek, komedi ve macera filmlerini izlemek keyfe keyif katabiliyor. (6) Spor yapmak hem ruha hem de bedene iyi gelebiliyor. (7) Kısa bir seyahate çıkmak, tatil yapmak kafayı dağıtabiliyor. (8) Doğa ile baş başa olmak, bitkilerle ilgilenmek ruha şifa verebiliyor. Ama tüm bunların yerine unutmak veya aşk acısını hafifletmek için hemen yeni bir ilişkiye adım atmak, yapılan en büyük hataların başında geliyor, kişi hem kendine hem de karşındakine çok ama çok zarar verebiliyor.

Yazının Devamını Oku